Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdülillahi rabbil âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve üsvetine’l-haseneti Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emma ba’dü
Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem;
مَنْ قَالَ: اللّٰهُمَّ أَعِنِّي عَلَى أَدَاءِ شُكْرِكَ وَذِكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ، فَقَدْ اجْتَهَدَ فِي الدُّعَاءِ
Men kâle Allâhümme e’innî alâ edâi şükrike ve zikrike ve husni ibâdetike fe-kadi’c-tehede fi’d-duâi.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Kura usûlü açtığımız sayfadaki birinci hadîs-i şerîfi okuyorum; dualarla ilgili bir sayfa geldi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
Men kâle. “Kim şöyle derse, şu duayı yaparsa...”
Ne derse?
Allâhümme e’innî alâ edâi şükrike ve zikrike ve husni ibâdetike fe-kadi’c-tehede fi’d-duâi. Peygamber Efendimiz bir dua öğretiyor; mânası derli toplu bir dua öğretiyor ama kısa, ezberleyebileceğiniz, belki de bildiğiniz bir dua.
“Bunu bilen, bunu söyleyen kimse.” Fe-kadi’c-tehede fi’d-duâi. “Dua konusunda iyice bir gayret sarfetmiş, epeyce elinden geleni yapmış sayılır.” buyuruyor. Bu duanın mânasını verelim;
Allâhümme e’innî. “Ey benim Mevlam, Rabbim!” E’innî. “Bana yardım eyle.”
Hangi konuda?
Tabii her konuda yardım isteriz de burada istediği;
Alâ edâi şükrike. “Senin şükrünü edâ etmekte bana yardım eyle yâ Rabbi!”
Başka?
Ve zikrike. “Senin zikrini edâ etmekte de bana yardım eyle yâ Rabbi!”
Başka?
Ve husni ibâdetike. “Ve sana güzel ibadet etme konusunda da bana yardım eyle yâ Rabbi!”
Bu istenen üç şeyi biraz açıklayalım.
Peygamber Efendimiz’in bize öğrettiğine göre dindarlığın yarısı sabırdır, yarısı şükürdür. Müslümanlığın yarısı sabırdır, yarısı şükürdür. Başına üzücü olay gelirse sabredersin; zorlu, zahmetli, yorucu olay gelirse; onu tahammül etmekte, götürmekte, hazmetmekte sabredersin sevap kazanırsın.
Neden?
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
İnnellâhe me’a’s-sâbirîne. [1] “Hiç şüphe yok ki Allah sabredenleri sever, sabredenlerin yanındadır Allah.”
اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
İnnemâ yüveffe’s-sâbirûne ecrahüm bi-ğayri hisâbin. [2]
Cenâb-ı Hak, başkalarına mükâfatların belli ölçeklerle verir de sabredenlere sevabı hesaplara, ölçeklere sığmayacak kadar çok verir. Büyük mükâfat verir. Sabretmek dinin yarısı.
Nelere sabredilir?
Bir, başa gelen üzücü olaylara, seni üzen olaylara sabretmen. Hastalık geldi sabrediyorsun; işine, ticaretine bir kesat, bir bozukluk geldi sabrediyorsun; birisiyle bir meselen oldu, iyice canın sıkıldı sabrediyorsun. Sabretmesi lazım, sabretmek iyidir, Allah sabredenleri sever. Sabretmek de faydalıdır; toplumda geçim için de, ahbablığı arkadaşlığı bozmamak için de, toplumun düzeninin devam etmesi için de sabretmek çok önemlidir. Hepimizin sabırlı olması lazım. Sabreden kazanır, hem de diyorlar ki; “Sabreden derviş, muradına ermiş.” Demek ki başımıza gelen üzücü şeylere sabredeceğiz.
Başka?
İbadetleri yapmaya da sabredeceğiz.
Sabahleyin soğukta, sıfırın altında 20 derecede kalkıp, abdest alıp camiye gitmek kolay mı?
Cemaatle namaz kılmak sevap ama dışarda çok soğuk var ya, üüü buzlara bak! Damlardan amma sarkmış ha! Kol gibi bacak gibi aşağıya sarkmış.
Biz hacca giderken Konya Ereğli’sine gittik, hocamız sağdı. Yollar buz tutmuş, tırlar kaymış kapanmış. Arkadaşlar dedi ki; “Aman arkamıza başka arabalar gelip de bizi buraya kilitlemeden hemen kaçalım.” Baktık ki yol kapanmış, boğazdan, Toros dağlarından geçemeyeceğiz, döndük.
Nereye gidelim?
En yakın kasaba Ereğli’ye gittik. Aman Allahım! Nasıl acı soğuk, nasıl kar yağmış, damlardan nasıl buzlar sarkmış! İnsanın kafasına düşse, göğsüne düşse saplanır. Bacak kadar uzunluğunda kol kadar kalınlığından buzlar. Çatır çatır soğuk!
Allah razı olsun, “Bunlar hacca gidiyorlar.” diye ,bir Kur’an kursuna bizi kabul ettiler. Karayoluyla hacca gidiyoruz. Ziyaret tatlı bir şey, yolculuk güzel bir yolculuk. “Bunlar hacı” diye bizi Kur’an kursunda misafir ettiler. Sıcacık, ooh!.. Dışarısı soğuk ama içerisi hoşumuza gitti. O gece yattık, sabahleyin Ereğli’den Karaman’a geçtik.
Nasıl böyle Karaman’ın üstüne kara bulutlar çökmüş, sobalarda yakılan kömürlerin, odunların dumanları da çökmüş Karaman olmuş bir karaman şehir; kapkara şehir olmuş, insan nefes almaya korkuyor. Böyle üstüne şemsiye gerilmiş gibi, kara bir şemsiye açılmış gibi Karaman şehri kapkara. Onu da geçtik Toroslara döndük. Karaman’ın yanında Torosların, Sertavul geçidi var. Sertavul geçidinden Torosların dağlarının bu tarafından şu tarafına bir geçtik şaşırdık, afalladık. Aaa! Pırıl pırıl güneş, Toowoomba’da bile yok! O kadar güzel, masmavi gökyüzü, pırıl pırıl güneş! Ne kadar güzel!
Aşağı indik Göksu vadisi... Göksu; Türkiye’nin en güzel sularından biri, tertemiz kar suyu. O kadar güzel vadilerden, dağların arasından akıyor ki! Mut’a, inciriyle meşhur Mut kasabasına geldik, oradan Silifke’ye geldik, iliklerimiz, kemiklerimiz ısındı. Torosların arka tarafı kış, hem de karakış, korkunç, Torosların bu tarafı yaz, bahar. Allah!.. Nasıl hoşumuza gitti.
Silifke’de çarşı pazara dağıldık, meyvalardan sebzelerden aldık; hiç unutmuyorum şöyle havuçlar mavuçlar aldık -mor renkli havuçları var- çatur çutur, çatur çutur yedik, çok da tatlı; ağzımız, ellerimiz mürekkeble oynamış gibi boyandı filan...
O soğukları unutmuyorum.
Soğukta abdest almak, camiye gitmek kolay mı?
Zor, sabredeceksin.
Hacca gitmek kolay mı?
Zor, sabreceksin.
Tavaf kolay mı?
Zor, sabredeceksin.
Arafat kolay mı?
Zor.
Arafat’tan Müzdelife’ye geçmek kolay mı?
Zor.
Şeytan taşlamak kolay mı?
Zor, ölenler oluyor, her sene ezilenler, vefat edenler oluyor.
Farz tavafı yapmaya Mekke’ye gitmek kolay mı?
Zor.
Dolmuşlar bile bir zam yapıyorlar, istersen ver istersen verme. “Ne yapayım, Harem’e gidinceye kadar kaç saat geçiyor.” diyor. Yollar kilitli, hakkı, hakkı da var yani. Ezilen oluyor, pabuçlar, terlikler, çantalar yerlere yığılıyor; şemsiyeler kırılıyor, sapları böyle dağ gibi oluyor. Kolay değil, hac kolay değil, genç işi... Öyle ihtiyarladıktan, iş işten geçtikten sonra, ayakta duramazken hacca gidilmese daha iyi olur. Gençken gidilse, o vazife diri diri yapılsa çok iyi olur. Allah korusun, zor.
Demek ki ibadetlerin, Allah’ın emirlerinin yapılmasında zorluklar var.
Neden?
İmtihan da ondan. Hayat imtihan, Allah bizleri imtihan ediyor, biz de imtihandayız, sabredeceğiz, sevap kazanacağız.
Başka neye sabredilir?
Günahlar, haramlar; allanır, pullanır, dallanır, süslenir insanın karşısına gelir, cilve yapar. Günahlar, haramlar o kadar tatlıdır ki; insanın içi dayanamaz iradesi zayıf olan, harama kayıverir.
Cazibedar, zevkli, keyifli olan günahlara karşı insanın kendisini tutmasıymış, sabretmesiymiş.
Başka bir sabır daha var o da iyi işleri yapmakta sebat etmek, ona “sebat” diyoruz.
İşte bunları yapan, sevapları kazanır. Dinin yarısı böyle sabır bâbından, faslından gider, o konudandır. Bir tarafı da, öbür yarısı da şükürden gider. Yâ Rabbi çok şükür! Sağlık verdin, âfiyet verdin. Yâ Rabbi çok şükür! Evlat verdin, kız verdin, oğlan verdin, gelin verdin, güvey verdin. Yâ Rabbi çok şükür! Otomobil verdin, kayık verdin, motor verdin, motorsiklet verdin.
Hani böyle nimetli şeylere de şükür, tamam.
İşte burada, Allah’tan celle celâlühû Peygamber Efendimiz neleri isteyeceğimizi bize öğretiyor.
Ne istiyoruz?
Allâhümme e’innî. “Yâ Rabbi! Bana yardım et.”
Hangi konuda?
Alâ edâi şükrike. “Sana şükretmeyi, tamamlamakta bana yardım et.” Çünkü şükretmek de kolay değil. “Çok şükür yâ Rabbi!” demekle olmaz.
Öyle şey olur mu?
Yani cân u gönülden âdabı ile, tatlı, güzel. Nimetler sonsuz, o zaman şükrün de çok olması lazım. Şeyh Sa’dî Şîrâzî Gülistan isimli kitabında diyor ki, “Her nefes ki içine çekip alırsın, huuup, hayatını bir nefes daha uzatır.”
Öyle değil mi?
Nefes almasan hayatın uzamayacak.
“İçine çektiğin her nefes, hayatını bir nefeslik, bir müddet uzatır. İçinden dışarıya verdiğin her nefes, haah, içini ferahlandırır.”
Haydi, aldığın nefesi tut bakalım. Sonunda, gözlerin fal taşı gibi açılır, huuuuuh, nefesi dışarıya zar zor verir. Yani alınması da lazım atılması da lazım. Alınması hayatı uzatıyor, verilmesi de içi ferahlatıyor. Şeyh Sa’dî bunu söylüyor arkasından da yapıştırıyor, aferin, Allah rahmet eylesin. “O halde, her nefeste bile sadece bu yönden iki tane nimet var.” diyor. Her nefeste iki nimet var. Ve de onun arkasından da ekliyor; “Ve her nimete de şükür lazım.” diyor.
Doğru mu?
Doğru, Şeyh Sa’dî doğru söylemiş. Eğriye eğri doğruya doğru. Her nefeste en aşağı iki tane şükürlük [nimet] var, sırf nefeste. Onun dışında başka başka daha sayılamayacak kadar şükürler var.
E biz bu şükrü nasıl yapacağız?
Cenâb-ı Hakk’ın bu kadar nimetlerinin her birine teşekkür ederim, diyecek olsak sabah olur, öğlen olur, ikindi olur, akşam olur, yatsı olur daha biz nimetlerin binde birine, “Teşekkür ederim yâ Rabbi!” demeyi bitirmiş olamayız. Çünkü âyet-i kerîmede bildiriliyor ki;
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ
Ve in te’uddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ. [3] “Allah’ın nimetlerini saymaya gayret ederseniz, uğraşırsanız, çalışırsanız takat getiremezsiniz.”
Bitmez. Allah’ın nimetleri çoktur.
Nasıl çoktur? Şu andan mesela, şu anda benim üzerimde ne nimet var?
Bir, akıl nimeti var. Deli divâne olsam siz beni dinlemezsiniz ki, beni tıkarsınız tımarhaneye. Akıl nimeti var. Gözüm sizi görüyor, sizin gözünüz de beni görüyor; göz nimeti var. Benim dilim söylüyor, söyleme nimeti var. İçimdeki duygularımı anlatabiliyorum, binde birini bile anlatsam anlatabiliyorum, siz de dinliyorsunuz, anlıyorsunuz, aramızda iletişim var. Bu da bir nimet! Hiçbir yerimiz ağrımıyor; ne belimiz, ne bacağımız, ne dişimiz, ne kulağımız, ne midemiz ağrıyor, ne sancımız var. E sancın olsa zaten burada duramazsın ki, “Ah anam! Yandım Allah! bilmem ne...” dersin, haydi sedyeye koyarlar alel acele haydi hastaneye... Zaten burada duramazsın; “Hocam duramıyorum, kusura bakma, esselâmü aleyküm ve rahmetullah, pıır...”
Nereye gidiyor ya bu arkadaş?
“Çok fena ağrısı, sızısı tutmuş duramadı gidiyor.”
Aa, işte bak gördün mü bir anda hepimizin üzerinde ne nimet var!
Kalbimizin çalışması nimet mi?
Çok büyük bir nimet.
Çalışmasa ne olacak?
Ne olacak, hapı yutacağız öleceğiz. Kalp çalışmadı mı ölürüz.
Midenin çalışması nimet mi?
Nimet.
Karaciğerin çalışması nimet mi?
Nimet.
Akciğerin çalışması nimet mi?
Nimet.
Böbreklerin çalışması nimet mi?
Nimet.
Adamın böbrekleri çalışmıyor, haftada bir diyaliz cihazına sokuyorlar, bilmem ne kadar para. Kocaman, buzdolabı gibi cihaz, adamı bağlıyorlar kanını ordan geçiriyorlar, böbrek çalışmıyor o işi yapsın diye.
Senin azaların muntazam çalışıyor, çok şükret! Çalışmasaydı, ne kadar çok nimet olduğunu görürdün. Doktorlar bilir bu işi, en iyi doktorlar bilir. Her şeyin erbabı bilir. Çok nimetler var.
Sonra şu anda düşman gelecek diye korkuyor muyuz? Dışarda nöbetçiler var mı? Makineli tüfekler elimizde mi? Var mı bir şey?
Yok, huzur içindeyiz Elhamdülillah, evde hanım çocuklar bekliyor, akşamleyin güzel güzel yemekleri, meyvaları yedik, çayları höpür höpür içtik. Ondan sonra da gideceğiz yatacağız. “Şu hoca şu konuşmayı bir bitirsin, bak ben eve gidip nasıl yatarım!” diye millet onu bekliyor. “Birinci hadis bitti, iki hadis daha var.”diye hesabını yapıp duruyor.
Hepsi nimet, nimetlerin hepsi de çok büyük nimet! Gözü görmeyen bir insanın, gözünü görür hâle getirmek için harcamalarını düşünün; Avrupa’ya, Amerika’ya gidiyor, uğraşıyor, didiniyor. Oralarda da hastanelere düştü mü dünyanın parasını veriyor filan.
Allah saklasın, Allah hastalık vermesin.
O halde demek ki şükrünü edada; Allah bize yardım ederse, azımızı çoğa sayarsa olur, yoksa şükrünü bitiremeyiz. Ömrümüz şükürle geçse bitiremeyiz.
Cenâb-ı Hak bizi hammâdîn ve şâkirînden; çok şükreden, çok hamdedenlerden eylesin ve bize şükründe yardım eylesin.
Tabii bu işin kestirme tarafları var. İşte bak böyle bir dua, şükrü kestirmeleştiriyor bir. Sonra Elhâkümüttekâsür sûresini okuduğu zaman şükür etmiş oluyor, o sûre onu sağlıyor. Ondan sonra böyle Peygamber Efendimiz’in öğrettiği çeşitli kısa dualar var onları okuduğu zaman sevap oluyor. Sonra bu namazın arkasından 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahuekber bunlar çok sevap kazandırıyor. Yani Allah çok sevap veriyor, bir yerlerden bol bol veriyor.
Namazdan sonra bir Âyete’l-kürsî okuyoruz, neden okuyorsunuz? Niçin okuyorsunuz Âyete’l-kürsî’yi?
Valla, babam, anam, dedem, nenem, küçükken hocam bana öğretmişti ondan okuyorum.
Ne kârın var?
Valla bilmiyorum hocam.
Ben sana söyleyeyim. Bir insan namazın arkasından, Âyete’l-kürsî’yi okursa, -bir âyet, Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyeti [4]- onun cennete girmesine bir tek şey mâni, hayatta olması.” Namazın arkasından Âyete’l-kürsî okuyan insanın cennete girmesine tek mâni, hayatta olmasıdır yoksa cennete girecek. O kadar kıymetli! “Bir Elhamdülillah, bir Sübhanallah, bir Allahu ekber yerin göğün arasını dolduruyor.” Allah o kadar sevap veriyor.
Başka neye yardım istiyoruz Allah’tan?
Ve zikrike.
Bu ne demek?
“Alâ edâi zikrike” demek. “Yâ Rabbi! Bana senin zikrini edâ etmekte de yardım et.”
Zikir, Allah’ı zikretmek çok sevap, çok sevap! Her ne kadar Türkiye’deki bir takımlar, kızıyorsa da zikretmek çok sevap. Zikretmek Kur’ân-ı Kerîm’de var, zikretmek hadîs-i şerîflerde Peygamber Efendimiz tarafından tavsiye ediliyor ve zikretmek mü’minin en mühim ibadetlerinden biri! Ve biz zikir yapıyoruz, hepimiz yapıyoruz, hem de yaptık az önce. 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahuekber, ondan sonra lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, okuduğumuz Fâtiha sûresi bunların hepsi zikir, bir çeşit zikir. Amma zikrin, bir de şerefi var.
Yani sevabıyla da kalmıyor çok büyük şerefi var, neden?
Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ
Fe’z-kürûnî ezkürküm. [5] “Ey kullarım! Siz beni zikredin, zikrederseniz ben de sizi zikrederim.”
Allahuekber! Allahu Teâlâ hazretleri, âlemlerin Rabbi, Rabbimiz, Rabbü külli şey’in ve melîkühû. “Her şeyin sahibi, mâliki, Rabbi.” kulunu zikrediyor, kulu O’nu zikrederse...
Bundan büyük şeref mi olur? Bundan büyük rütbe mi olur? Allahu Teâlâ hazretlerinin seni zikretmesinden daha tatlı, daha büyük nimet mi olur?
İnsan, ne kadar büyük rahmetlere erer. Onun için zikir aynı zamanda çok şerefli, çok şerefli!
Tabii zikrin de güzelce yapılması için, Allah yardım etmesi lazım, yoksa insan unutabilir, şeytan unutturur. Haşr sûresinde Allahu Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ
Ve lâ tekûnû kellezîne nesullâha fe-ensâhüm enfüsehüm. [6] “Allah’ı unutanlar gibi olmayın!” diye emrediyor. “Sakın ha Allah’ı unutanlar gibi olmayın!”
Allah’ı unutanlar kimler?
Zikir yapmayanlar işte.
Zikredenler kim?
Allah’ı unutmayanlar işte. Zikrin zıddı nisyan. Bu kadar basit...
Bu kadar önemli mesele, şeytan unutturur, şeytan dünyaya daldırır,
Zikri unutuyor, işte yapmıyorlar.
Gidiyor, ömür havaya gidiyor. Aziz ömür, kıymetli ömür, sermaye, ömür sermayesi harcanıyor. “Yâ Rabbi! E’innî alâ edâi şükrike ve zikrike. Zikrimde de yardım et yâ Rabbi! Ben gafillerden, cahillerden, seni unutanlardan olmayayım, böyle yanlış işler yapmayayım.”
Sonra?
Ve husni ibâdetike.
Hepimizin vazifesi ne?
“Hocam ben mühendisim, filanca devlet dairesinde çalışıyorum.”
Onu söylemiyorum ki ya, asıl vazifeniz?
“Asıl vazifem devletin falanca müessesesinde bilmem [ne]...”
Ya senin asıl vazifen o değil ki! Senin asıl vazifen, Cenâb-ı Hakk’a güzel kulluk etmen. Sen bu dünyaya Cenâb-ı Hakk’a güzel kulluk etmek konusunda, imtihan için gönderildin.
Nereden biliyorsun hocam?
Âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve mâ halaktü’l-cinne ve’l-inse illâ li-ya’büdûn. [7] “Ben mükellef tuttuğum insanları, cinleri, sakaleyni; insanları, cinleri, insanoğullarını, hatta görünmeyen mahluklar olan cinleri başka bir şey için yaratmadım.” İllâ li-ya’büdûn. “Ancak ve sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım!”
Ooo! O zaman Allah müsaade etmeseydi, sen çiftçilik de yapamazdın. Allah müsaade etmeseydi, esnaflık da yapamazdın. Allah izin vermeseydi, ticaret de yapamazdın. Hiçbir şey yapamazdın, çünkü seni ibadet etmek için yaratmış: Ve mâ halaktü’l-cinne ve’l-inse illâ li-ya’büdûn. Ama lütf u kereminden diyor ki kulum ticaret de yap, ziraat de yap, sanat da yap, ne yaparsan yap, helalinden yap ama şu vazifelerini de unutma diyor, yani müsaade etmiş. Müsaade etmeseydi sabahtan akşama, gençlikten ihtiyarlığa, gece gündüz Cenâb-ı Hakk’a ibadet etmemiz gerekirdi. Çünkü bu dünyadaki asıl vazife; mühendislik değil, çiftçilik değil, kebabçılık değil, fırıncılık değil, kasaplık değil, memurluk değil, askerlik değil, asıl vazife; Cenâb-ı Hakk’a kulluk etmek. Hepimizin asıl vazifesi o.
Peki öteki işler ne?
Öteki işler, asıl iş onlar değil, asıl iş Cenâb-ı Hakk’a kulluk etmek. Sen daima asıl işini düşüneceksin; kebap yaparken de, bahçe sürerken de, kumaş ölçerken de, fırında ekmeği pişirirken de kulluğu düşüneceksin ve yapacaksın. Münkünse kulluğu güzel yapmaya çalışacaksın, güzel yapacaksın.
Husni ibâdetike. “İbadetini güzel yapmak konusunda, bana yardım eyle yâ Rabbi!” Güzelce yapmak, kulluğu güzelce yapmak... Kulluğu güzelce yapmanın yolu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e bakmaktır.
Neden?
En güzel kulluğu yapmış olan insan; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz olduğu için. Ona bakarsın, hayatını okursun, nasihatlerini dinlersin, hadîs-i şerîflerini öğrenirsin, kulluğun güzel yapılmasının şeklini, mücessem olarak görürsün.
Le-kad kâne le-küm fî-rasûlillâhi üsvetün hasenetün. [8]
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hayatı ;her şeyde bizim için örnek alınacak, ittiba edilecek numûne-i imtisâl bir varlık. İşte bu duayı öğrenin çünkü bu güzel bir dua. “[İnsan] bunu yaptı mı duada bütün gayretini göstermiş olur.” diyor Peygamber Efendimiz. Yazalım;
Allahümme e’innî alâ edâi şükrike ve zikrike ve husni ibâdetike.
Ne kadar kısa. Allahümme e’innî alâ edâi şükrike ve zikrike ve husni ibâdetike. Mânasını da söyledik.
Allah bizi sevdiği kul eylesin.Dünya da ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle, kahrına gazabına uğramadan, büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini; her zaman, her yerde, refîk eylesin. Şükrü yerinde, şükredilecek şeylere, şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip, takdire rıza gösterip, çünkü rıza en yüksek makamdır. Sabredip o dereceleri kazanmayı, nasip eylesin.
Bi hürmeti Esmaihil Hüsna ve Habibihil Müçteba ve bi hürmeti esrarı suretil Fatiha.