Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben müberaken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'dü:
Fekale Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
إِذَا أَمَّ أَحَدُكُمُ النَّاسَ فَلْيُخَفِّفْ، فَإِنَّ فِيهِمُ الصَّغِيرَ وَالْكَبِيرَ وَالضَّعِيفَ وَالْـمَرِيضَ وَذَا الْحَاجَةِ؛ وَإِذَا صَلَّى لِنَفْسِهِ فَلْيُطَوِّلْ مَا شَاءَ
İzâ emme ehadükümü’n-nâse fe’l-yuhaffif fe-inne fîhimü’s-sağîra ve’l-kebîra ve’d-daîfe ve’l-merîda ve ze’l-hâceti ve izâ sallâ li-nefsihî fe’l-yutavvil mâ şâe.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş, İmam Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Müslim, Tirmizî kitaplarına kaydetmişler. Mühim kaynaklarda, ciddi kaynaklarda olan, bir hadîs-i şerîf. Peygamber Efendimiz tavsiye buyuruyor;
İzâ emme ehadükümü’n-nâse. “Sizden biriniz insanlara imamlık yaptığı, namaz kıldırdığı zaman.” Fe’l-yuhaffif. “Hafifletsin namazı, çok uzatmasın.” Fe-inne fîhimü’s-sağîra ve’l-kebîra ve’d-daîfe ve’l-merîda ve ze’l-hâceti. “Çünkü; arkasındaki cematin içinde, o insanların içinde küçük vardır, çok yaşlı vardır, zayıf vardır, hasta vardır ve bir de işi olan vardır, ihtiyacı olan vardır.” Ve izâ sallâ li-nefsihî. “Ama kendi başına, namaz kıldığı zaman.” Fe’l-yutavvil mâ şâe. “O zaman istediği kadar uzatsın.”
İmamlık yaptığı zaman; arkasındaki cemaatin içindeki çeşitli kimseleri düşünecek, ona göre hafif kıldıracak. Tabii bu hafifliğin ölçüsü, sünnet-i seniyeyyi nebeviyedir. Yani herkes, cemaate hafif kıldıracağım diye, kendi bildiği kadar kısa kıldırmaz.
Nasıl olacak?
Peygamber Efendimiz, sabah namazında nasıl kıldırmış, ne kadar uzatmış? Öğlende nasıl kıldırmış? İkindide, akşamda nasıl kıldırmış? Onlara göre, ölçüye göre kıldıracak.
Mesela benim kıldırdığım, belki bazı kimselere uzun gelebilir ama bu sünnete uygun olan kıldırmadır.
Daha kısa olsa?
Daha kısası sünnete uygun değil.
Namaz sûreleriyle kıldırsa, sabah namazını?
O böyle kıldırmamış. Bu okuduğum sûreleri okumuş Peygamber Efendimiz.
Uzun okumaktan maksat, o zaman mübarekler namazı çok severlerdi, sayfalarca okurlardı. Sayfalarca okurlard,ı arkadaki de dayanamazdı. O bakımdan.
Ramazanı düşünün. Ramazan’da hatimle namaz kıldırıldığı zaman, bir rekâtta bir sayfa okunuyor, bazılarına zor geliyor. Hemen imam; kısa bir âyet okuyup, rükûya varsın diye düşünüyor. Hatta hangi camide çabuk kılınıyor diye seçme yapıyorlar. Böyle uzun kılınan camide ,cemaat az oluyor,hızlı kıldıran jet imamların arkasında, cemaat çok oluyor. Hatimle kıldırılma işi büyük camilerde olmuyor,şöyle kıyı köşe mescidlerde -etrafında başka mescidler de var, uzun kıldırmayı istemeyen kimselerin, oralara gidip de kılabileceği bir yerde- hatimle kıldırıyor. Ama hatimle kıldırıldığı zamanda, erbabına göre tadına doyum olmuyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, geceleyin namaza kalkardı. Bazen, bir gecede iki rekât kıldığı olurdu. Bütün gece namazda, ama iki rekât. Bir keresinde Abdullah b. Abbas, akraba olduğu için Peygamber Efendimiz’in evinde idi. Gece teheccüde kalkınca o da kalktı, çocuk arkasında. Çok uzun okudu, Peygamber Efendimiz. O da ona uydu ama çok uzun okudu. Bir keresinde bir rekâtta Bakara sûresini bitirdi, Âl-i İmrân’ı bitirdi. Çok uzun... Hem de Peygamber Efendimiz tane tane okurdu. Uzatmalarını uzatarak, anlaşılır bir şekilde okurdu.
Çok, tabii o kadar uzun olmasın. Kendi başına kıldığı zaman serbest ama cemaate kıldırdığı zaman cemaati de düşünecek. İhtiyacı vardır, hastadır, ihtiyardır, çocuktur filan.
إِذَا أَمَّ الرَّجُلُ الْقَوْمَ فَلَا يَخْتَصَّ بِدُعَاءٍ دُونَهُمْ. فَإِنْ فَعَلَ فَقَدْ خَانَهُمْ؛ وَلَا يُدْخِلْ يَمِينَهُ فِي بَيْتِ قَوْمٍ بِغَيْرِ إِذْنِهِمْ. فَإِنْ فَعَلَ فَقَدْ خَانَهُمْ
İzâ emme’r-racülü’l-kavme fe-lâ yahtassu bi-duâin dûnehüm fe-in fe’ale fe-kad hânehüm ve lâ yüdhıl yemînehû fî beyti kavmin bi-ğayri iznihim fe-in fe’ale fe-kad hânehüm.
İzâ emme’r-racülü’l-kavme. “Adam, topluluğa, imamlık yaptığı zaman.” Fe-lâ yahtassu bi-duâin dûnehüm. “Onları duadan, hariç bırakmasın, kendisine dua etmesin.”
“Yâ Rabbi! Beni affet, mağfiret et.” filan. E arkadaki kavme imamlık ediyorsun, onlar ne oluyor?
Sen onların temsilcisisin, tek başına kendine, dua edemezsin. Öyle şey olmaz. Toplu dua edeceksin, onları da duanda anacaksın.
Fe-in fe’ale. “Eğer böyle yaparsa, şahsen; ‘Yâ Rabbi! Bana şunu ver, bunu ver.’ diye şahsen kendisine duayı tahsis ederse, kendisine isterse.” Fe-kad hânehüm. “Onlara hıyanet etmiş olur.”
Hıyanet ne demek?
Yani güvenilmiş, güveni boşa çıkartmış. Millet ona güvenmiş, imam olarak öne geçirmiş, o da kendisine istiyor; “Rabbenâ hep bana! Rabbenâ hep bana! Rabbena hep bana!..”
Peki arkadaki cemaat ne olacak? Seni onlar seçti, seni onlar öne getirdi?
Onları da, duanda anacaksın, onları da duana alacaksın.
Yapmazsa?
Emaneti güzel kullanmamış, emanete hıyanet etmiş olur. Vazifeyi iyi kullanmamış olur, haksızlık etmiş olur.
Ve lâ yüdhıl yemînehû fî beyti kavmin. “Sağ ayağını bir takım insanların evlerine atmasın.” Bi-ğayri iznihim. “Onların izni olmadan.”
Bir rivayette de gözmüş, orada göz kelimesi geçiyormuş; ve lâ yüdhıl aynehû fî beyti kavmin diye de rivayet varmış. Onun mânası; “Gözünü bir takım insanların evinin içine çevirmesin, bakmasın.” Gözünü sokmasın oraya, yani içeriye bakmasın.
Fe-in fe’ale. “Yaparsa,bakarsa.” Ya bir rivayete göre bakarsa, ya bir rivayete göre ayağını atarsa.
O zaman ne yapmış olur?
Fe-kad hânehüm. “Onlara hıyanet etmiş olur.”
Dikkat edilirse; ayağını atmak lafı da, sözü de var gözüyle bakmak da var. Gözüyle bakmak da içeriye girmek gibi oluyor. Bu hususta başka hadîs-i şerîf de var.
Öyle açıktan geriden, açık kapıdan içeriye bakılmaz.
E açık?
Açmak onların kusuru veyahut adam namazdadır, kadın namazdadır. Çocuk girerken çıkarken perdeyi [açık bırakmıştır.] Yani bir mazeret vardır,suçu da yoktur belki.
Kapı açık, o da içeriye bakıyor. Bakamaz. Bakarsa onlara hıyanet etmiş olur. Başkasının evine bakılmaz. Penceresinden içeriye bakılmaz, kapısından içeriye bakılmaz.
Ankara da bir evde oturuyorduk. Cama geldi kadın, dışardan yanaştı; “Huuu nasılsınız?” E olmaz. İçeride, cam bu. İçeriye bakılmaz.
Daha şimdi evlerde cam var, perde var filan. Eskiden cam konforu yoktu, cam yoktu evlerde. Kapı konforu yoktu.
Ne vardı?
Perde asıyorlardı o kadar. Yapabilen tahta bulursa... Ama tahtalar da böyle kesilmiş tabaka tabaka, tahta nerede!.. Tabaka tabaka tahta, bunlar büyük lütuf. Şimdi ambalaj yapıyorlar, bilmem atıyorlar. Acıyorum ben bakıyorum böyle güzelim tahtalar. Nefsime de acıyorum, çok acıyorum. Şeytan mı kandırıyor beni n’apıyor. Ya ziyan olacak onlar. Git onları ziyan etme filan diye. Şeytanın beni kandırması, tabii onlara gidince bunları okuyamıyorum. Kur’an okumuyorum.
İmamlık yapıyor millet, Elemtere keyfe’den aşağıya.
….
Kur’ân-ı Kerîm’in başka sûresi yok mu?
Biraz sıkıştır. İmam yüncü, örgücü dükkanı açıyor. Müezzin iş güç, dükkân sahibi. Anahtar cebinde, sabah namazından sonra, oturmak isteyenlerin gözüne böyle bakıyor; “Be adam! Sabah namazını kıldın ya! Daha ne duruyorsun, haydi papucunu al çık git!” gibilerinden.
E burası Allah’ın evi, ben de Allah’ın kuluyum, Allah’a ibadet etmek istiyorum.
Kapıyı kapatacağım, haydi yallah dışarı!
Bu, bid’atlardan birisi bu; camilerin kilit altına alınması.
Efendim içeride kıymetli eşya var çalınıyor.
Koyma kıymetli eşyayı. Düz birşey olsun, sade olsun, sabaha kadar açık olsun, millet Allah’ın evinde ibadet etsin.
Namaz vakitlerinde açılıyor, ondan sonra tangır tungur, şangur şungur kapanıyor. Bid’at, al sana bir bid’at işte. Allah’ın evini kapatıyor.
Ee ben ibadet edecektim. Otobüsle geldim, öteki otobüsü bekleyeceğim. Dört saatimi camide geçirmek istiyorum, namaz kılmak istiyorum, Kur’an okumak istiyorum.
Olmaz.
Niye?
E seni beklemem lazım benim. Benim de işim var, dükkanım var.
Bekle, bekle orada,sen de çalış; müezzinsin, imamsın.
Elemtere’den aşağısıyla namaz kıldırıyorlar. Bütün 30 ramazanda Elemtere’den aşağısıyla namaz... Olmaz. Yani olmuyor, bende iyi tesir bırakmıyor. Hem de Kur’ân-ı Kerîm’in iyi öğrenilmesi bakımından eksiklik oluyor.
İmamlar Harem-i Şerîf’de, koca Harem-i Şerîf, Kabe-i Müşerrefe’nin imamı. İmamete geçti tamam, yatsıda hangi âyetleri okuyacak,akşama hangi âyetleri okuyacak, duyduk biliyoruz artık. Olmaz ki ya, biraz da çeşitlendir. Kur’ân-ı Kerîm’in öbür âyetlerini[de oku] çünkü, oraya dünyanın her yerinden insan geliyor. Senin seçtiğin aşr-ı şerîften duygulansınlar, gözyaşlarını döksünler, Allah’ın emirlerini öğrensinler, yasaklarından kaçınsınlar.
إِذَا انْتَعَلَ أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِالْيُمْنَى، وَإِذَا خَلَعَ فَلْيَبْدَأْ بِالشِّمَال. لِتَكُنِ الْيَمِينُ أَوَّلَهُمَا تُنْعَّلُ، وَآخِرَهُمَا تُنْزَّعُ
İze’n-te’ale ehadüküm fe’l-yebde’ bi’l-yümnâ ve izâ hale’afe’l-yebde’ bi’ş-şimâli li-teküni’l-yemînü evvelühümâ tena’ule ve âhiruhümâ tenezzü’u.
Bu üçüncüsü; sağ ayak, sağ el, sağı kullanmak konusunda bir hadîs-i şerîf.
“Sizden biriniz pabucunu giyineceği zaman; sağ ayağıyla başlasın ve çıkartacağı zaman önce sol ayağını çıkarsın. Sağ ayak giymekte, bu iki ayağın ilki olsun ve çıkarmakta ikincisi olsun.”
Sağ ayakla giymeyi, başlamayı biliyorduk da, çıkartırken solun çıkartılacağı ilginç. Belki bunu herkes bilmez. Giyerken sağ giyilecek de, çıkarken ilk önce sol çıkartılacak.
Öyle yapıyor muydunuz evde?
Deneyin bakalım kendizi, şöyle serbest bırakın. Eve gittiğiniz zaman, kapıda ayakkabılarınızı çıkartırken hangisini çıkartıyorsunuz?
Ben farkında değilim şu anda, ben de deneyeceğim. Yapıyorduk.
Sağı çıkartıyordun. İşte hadîs-i şerîfte öyle değildir,buyur.
Peygamber Efendimiz’in bir hadisini uygulamak insana ne kadar büyük bir sevap kazandırıyor. Bir misvak, dişlerini temizlemek, misvaklamak namazı, aynı namazı, işte aynı Es’ad hoca, aynı müezzin, aynı cemaat; o namazın sevabını 70 kat artırıyor. Kişi mükâfatı artıyor. Sünnete uygun hareket etmeye dikkat edelim.
Allah yardımcımız olsun.
Peygamber Efendimiz’in sünnetini uygulayıp, sünnetini canlandırıp, sünnete uygun yaşayan bir topluluk oluşturup, şehit sevaplarını kazanalım. Allah bize o sevapları versin. İki cihanda aziz eylesin.
إِذَا أَنْزَلَ اللهُ بِقَوْمٍ عَذَابًا، أَصَابَ الْعَذَابُ مَنْ كَانَ فِيهِمْ، ثُمَّ بُعِثُوا عَلَى أَعْمَالِـهِمْ
İzâ enzelellahu bi-kavmin azâben esâbe’l-âzâbü men kâne fîhim sümme bu’isû alâ a’mâlihim.
Bu hadîs-i şerîfte, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İmam Buhârî’nin ve İmam Ahmed b. Hanbel’in, Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ’dan kitaplarına kaydettiğine göre, Peygamber Efendimiz bir hususu beyan buyuruyor, bildiriyor bize;
İzâ enzelellahu bi-kavmin azâben. “Allah bir kavime, bir azab bir ceza indirdiği zaman.”
Esâbe’l-âzâbü men kâne fîhim. “Bu indirdiği azap, oradaki salih insanlar da dâhil, o kavmin hepsine birden azap gelir, toptan gelir.” Sümme bu’isû alâ a’mâlihim. “Sonra amellerinin cinsine göre, âhirette muamele görürler.”
Baas olunurlar, muameleyi ona göre görürler ama o azap umumî geldiği zaman, hepsine birden isabet eder, ayrılmaz. Salihlileri de, fasıkları, facirleri de azaba uğrar. Asıl zalimleri, fasıkları, fâcirleri azaba uğrar ama arada iyiler de gider. Hepsi gider, sonra âhirette ayrılır. Âhirette amellerine göre cennettekiler cennete gider, azaba müstahak olanlar, cehenneme atılır.
Tabii bu sözün, bu hadîs-i şerîfin gereği ,iki şey aklıma geliyor benim.
Bir, bir yerde fısk u fücûrun artmaması için, salih insanların çok çalışma yapması lazım. Çünkü Allah’ın azabı gelecek oldu mu toptan geliyor. Onun için toplumun bozulmamasına, fısk u fücûrun, yayılmamasına çok gayret göstermeleri lazım. Yani emr-i mâruf, nehy-i münker vazifelerini dilleriyle, canlarıyla, mallarıyla, ilimleriyle, irfanlarıyla, her türlü imkân ve müktesebatlarıyla, toplumu ıslah çalışmalarını yapmaları lazım, bir.
İkincisi de; iflah olmayan, ıslah olmayan, nasihat tutmayan, zulümde devam eden insanların yanında durmamak lazım, oradan ayrılmak lazım çünkü oraya azap gelecek. Kur’ân-ı Kerîm’de, âyet-i kerîmede bildiriliyor ki;
“Eğer bir yerde, Allahu Teâlâ hazretlerinin hoşuna gitmeyecek işler yapılıyor, sözler söyleniyor, zulümler işleniliyorsa.”
فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Fe-lâ tak’ud ba’de’z-zikrâ me’a’l-kavmi’z-zâlimîne. [1] “Zalim, o günahkâr heriflerle, ondan sonra kalma, [oturma].”
Allah’la alay ediyor bir toplantıda. Birisi kalkmış, fıkra anlatıyor, dalga geçiyor. Hemen o toplantıdan kalkıp gideceksin.
Neden?
Fe-lâ tak’ud ba’de’z-zikrâ me’a’l-kavmi’z-zâlimîne. Bu hatırlatma, bu durum belli olur olmaz oradan kalkmak gerekiyor. Bu iki şey çok önemli.
Kötü meclislerde oturmamak lazım, kötü insanların yanında durmamak lazım.
E ne yapmak lazım?
İyilerin birleşmesi lazım. Toplaşması lazım. Bir güzel numûne-i imtisâl, böyle bir güzel yer, kurmaları lazım ki; hiç günah yok, haram yok, haram madde satılmıyor. Günah işlenmiyor, içki yok. Böyle bir şey kurmak lazım.
Zor mu?
Değil.
Avrupa’dan giden birçok toplumlar, Amerika keşfedildiği zaman; “Aa yeni bir yer keşfedildi, geniş araziler.” diye gitmişler. Her dinî kuruluş, kendi inancına uygun toplumunu kurmuş, şehrini kurmuş, kilisesini kurmuş, orada ona göre yaşamış. Hâlen, hâlâ, hâlâ aynı hallerini devam ettiren toplumlar var.
Mesela, Mormonlar var. Mormonlar, Southlake City denilen, Amerika’nın içlerinde, uzağında, New York’tan çok uzakta bir yerde, içerde bir yer. İçki ve sigara yasak, kumar yasak, yani kendi şehirlerini kurmuşlar, kendi kurallarını koymuşlar, kendi borularını öttürüyorlar.
Mesela, Eymiş/Emiş [Amish] denilen bir topluluk var. Alet edevâtın, modern elektrik cinsinden, motor, otomobil, vesaire kullanmıyorlar, atlı arabalarla geziyorlar. Giyimleri, kıyafetleri adamlarının belli, kadınlarının belli. Ondokuzuncu yüzyıl, onsekizinci yüzyıl Avrupa kıyafetiyle hâlâ, hâlâ yaşıyorlar. Şehir kurmuşlar, onların semtlerinden geçerken hayretle bakıyorsun. Giyimleri, kuşamları farklı.
Yani ne yapmışlar?
Kendi hür inançlarına, iradelerine uygun toplumu kurmuşlar yaşıyorlar. Amerika’nın birçok yeri incelenirse böyle; topluluk topluluk. Hattâ Avustralya incelenirse bile, bu görülebilir.
Mesela biz Glen İnis’te[Glen Innes] yer alacaktık. Orası bir Seltik [Celtic] city. Seltler, keltler… neyse öyle bir kavim. Onlar ayrı bir toplum.
Mesela bu Brisbın’nın [Brisbane] güney batısında, hep alman [toplulukları] var. Mesela hattâ cörmın krik [german creek] diye bir alman ırmağı, deresi diye bir dere mıntıkası bile var. Bütün isimler hep alman. Demek ki Almanya’dan gelmiş göçmenler oraya yerleşmiş, yani böyle incelenirse görülebilir.
Biz de şu koca dünyanın, koca ülkesinde biz de böyle bir şey kuralım ya! Bir Ottoman village kuralım. Ottoman village; Osmanlı villası. Ottoman da demeyelim, Osmanlı diyelim. Onlar Ottoman diyor, biz de Osmanlı diyelim, ne yapalım!..
Ondan sonra, kapısı olsun, girişi olsun, filan. Ohh, keyfimize göre, aklımıza hangi şey doğru geliyorsa yapalım! Cami var, medrese var, mektep var, Kur’an kursu var, vesaire vesaire...
Yapamaz mıyız?
Yaparız, pekalâ yaparız.
Niyet edersek Allah nasip eder, kolaylığını gösterir. Biz iyi şeyleri istemeliyiz, niyet etmeliyiz. Böyle kötü insanların arasında durmaktansa, kendi iyi mıntıkamızı seçmeliyiz, demek istiyorum.
إِذَا انْصَرَفْتَ مِنْ صَلَاةِ الْـمَغْرِبِ فَقُلْ: اللّٰهُمَّ أَجِرْنِي مِنَ النَّارِ سَبْعَ مَرَّاتٍ، فَإِنَّكَ إِذَا فَعَلْتَ ذٰلِكَ، ثُمَّ مُتَّ فِي لَيْلَتِكَ، كُتِبَ لَكَ جِوَارٌ مِنْهَا، وَإِذَا صَلَّيْتَ الصُّبْحَ فَقُلْ كَذٰلِكَ، فَإِنَّكَ إِنْ مِتَّ من يَوْمِكَ كُتِبَ لَكَ جِوَارٌ مِنْهَا
İze’n-sarafte min salâti’l-mağribi fe-kul Allahümme ecirnî mine’n-nâri seb’a merrâtin fe-inneke izâ fe’alte zâlike sümme mütte fî leyletike kütibe leke civârun minhâ ve izâ salleyte’s-subha fe-kul kezâlike fe-inneke in mütte min yevmike kütibe leke civârun minhâ.
Mütte veya mitte okunabilir. Bu hadîs-i şerîf, Müslim b. el-Hâris radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
“Akşam namazından çıktın mı, ayrıldın mı, bitirdin mi akşam namazını; akşam namazını bitirdikten sonra de ki; Allahümme ecirnî mine’n-nâr, Allahümme ecirnî mine’n-nâr… böyle yaptığın zaman, yani akşam namazından sona, bunu yedi defa söylediğin zaman.” Sümme mitte fî leyletike. “O gece vefatın olursa, vefat edecek olursan.” Kütibe leke civârun minhâ. “Cehennemden âzatlık yazılır sana.”
Cehenneme girmesin diye, âzatlık belgesi verilir. Bunu söylersen, cehenneme girmek yok, cehennemden kurtulursun. Kurtuluş beratı yazılır.
İzâ salleyte’s-subha. “Eğer sabah namazını kıldıysan, kıldığın zaman.” Fe-kul kezâlike. “Yine böyle söyle,yedi defa Allahümme ecirnî mine’n-nâr de.”
Ecirnî ne demek ecirnâ ne demek?
Ecirnî, “yâ Rabbi! Beni cehennemden kurtar” demek. Ecirnâ, “bizi cehennemden kurtar” demek. Birisi “beni” demek, birisi “bizi” demek. Nâ “bizi” demek, nî “beni” demek.
“Sabah namazından sonra, yedi defa Allahümme ecirnî mine’n-nâr derse ve o gün vefatı olursa, o gün ölürse bu söyleyen kişi, ona da cehennemden kurtuluş beratı yazılır, verilir, cehenneme girmez.”
Onun için söylüyormuşuz. Demek ki; öğrendiğimiz yaptığımız şeylerin, hadîs-i şerîflerde kaynağını bulmuş oluyoruz, seviniyoruz.
Neden söylüyormuşuz?
Cehennemden kurtulmamıza vesile olacakmış. Öldük mü, “Bu cehenneme girmeyecek.” diye belgesi var,beraatı var, kurtuluş, âzadlık beraatı verilmiş, cehenneme girmeyeceğiz. Ne güzel! Cehenneme hiç girmeden, dosdoğru cennete gitmek ne güzel!
Allah bizi hesapsız azapsız doğrudan doğruya, ilk girenlerle cennete girenlerden eylesin.
إِذَا أَنْفَقَ الرَّجُلُ عَلَى أَهْلِهِ نَفَقَةً، وَهُوَ يَحْتَسِبُهَا، كَانَتْ لَهُ صَدَقَةً
İzâ enfaka’r-racülü alâ ehlihî nafakaten ve hüve yahtesibühâ kânet lehû sadakaten.
Bu hadîs-i şerîfi de, Ebû Mes’ûd radıyallahu anh rivayet etmiş ve sahih görüp de kitabına alan büyük hadis alimleri; Ahmed b. Hanbel, İmam Buhârî, İmam Müslim, İmam Ebû Dâvûd, İmam Neseî ve İbn Hibbân rıdvanullahi aleyhim ecmaîn.Kıymetli kaynaklarda var. Peygamber Efendimiz müjdeli olarak diyor ki;
İzâ enfaka’r-racülü alâ ehlihî. “Adam ailesine yiyecek, içecek, giyecek, kira mira masraf yaptı mı.”
Yapıyor muyuz?
Yapıyoruz. Elhamdülilillah, çok şükür, çalışıyoruz, hanımları geçindiriyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
“Hanımlara, aileye, çoluk çocuğa masraf yaptı mı.” Ve hüve yahtesibühâ. “Sevabını Allah’tan bekleyerek, ‘Ben Allah rızası için bu işi yapıyorum’ diye ,Allah rızası için yaptı mı bu işi.”
Kânet lehû sadakaten. “Bu eve masraflarının hepsi sadaka olur.”
Hepsinden sadaka sevabı alır. Onun için bu niyetle, eve bol bol yiyecek, içecek götürmek lazım. Giyecek götürmek lazım; hanım memnun olsun, çocuklar sevinsin, yüzü gülsün,gözleri tok olsun, gönülleri tok olsun. Onun bunun bir şeyini, komşunun elmasını koparmaya kalkmasınlar. Birisinin bir şeyini almaya kalkışmasınlar.
Allah hepinizde razı olsun. Hepinizi dünya ve âhiretin hayırlarına erdirsin.
el-Fâtiha.