Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ-seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl’ihi ve sahbihi ecma’în ve men tebi’ahû bi-ihsanin ilâ-yevmi’d-dîn.
İnsanoğlu aç durmaktan, az yemek yemekten, daha uygun bir şeyle benim nazarımda örtünmemiştir. Yani korunmamıştır. En güzel korunma şekli bu. Çünkü, insan çok yemek yediği zaman nefsi kuvvetlenir. Nefsi kuvvetlendi mi, her babayiğidin nefsinin, arzularının önüne durması mümkün değildir. Nefs birşey istedi de onu yaptırmayacak bir babayiğit, getirin beş tane yıldız vereyim, anlından öpeyim. Birde büyük mükâfat verelim, erbirliğiyle paraları toplayalım, sen aslansın, bir tanesin diye mükâfat verelim. Nefis birşey istedi mi ille yaptırır. Çok zor, nefsin karşısında diretebilmek.
Uyku uyumak istiyorum. Hadi bakalım uyuma. Eskiler mübarekler, uykuları geldiği halde uyumamak için gözlerine tuz sürerlermiş. Kapanmasın gözleri diye. Kapandı mı uyurum diye.
Hacı Bayram Camii’nde hücreler var. Hücrelerin arka tarafında çiviler var. Sırtını dayamasın diye. Dayandığı zaman uyur diye. Kahveyi Yemen’li dervişler kullanmışlar ilkönce, uykuyu azaltıyor, gece ibadeti oluyor diye. Uyku istedi mi çok zor önüne geçmek, uyur insan.
Yemek istedi mi, çok zor önüne geçmek, insan çalar çırpar, vurur kırar yine karnını doyurmaya bakar. Komşunun elmasını koparır, haram helal demez filan. Çünkü karnı acıktı.
Acıkmış kudurmuştan beterdir, diye bir söz vardır bizim memlekette. Acıktı mı her şeyi yapar, aç kaldı mı her şeyi yapar. Yani nefis istiyor çünkü. Bana yemek ver diyor, insanın nefsi istiyor, hadi bakalım diret. Yoo ben yemem de.
Benim rahmetli amcazadem, babamın amcasının oğlu. Babadan amca. Askere gitmiş, dağlara çıkmışlar askerlikte. Tatbikat olacak diye. Balıkesir’in dağlarına çıkartmışlar bunları. Tayın yok, kumanya yok, ekmek yok, yiyecek yok, askerleri öyle ne haliniz varsa görün diye çıkartmışlar dağlara, manevra. Aç kalmış, hepsi aç kalmış. Hani harp halinde, aç kalınca ne yapacaklarsa yapsınlar, diye mi düşündüler yoksa başka bir şeyler mi oldu, bilmiyoruz artık. Netice de asker böyle bir yere çıktığı zaman, her birine torbayla yiyeceği dağıtılır. Dağıtmamışlar, aç kalmışlar. Bizim amca, o da aç kalmış. Ama yani böyle az buz bir açlık değil, uzunca bir açlık. Ne kadar olduğunu unuttum da, epeyce bir aç kalmışlar yani. Bunun üzerine askerler sağa sola saldırmışlar. Kimin bostan tarlası varsa girmişler, armudu varsa, elması varsa koparmışlar, üzüm bağlarını yağmalamışlar filan, çekirge sürüsü geçmiş gibi büyük tahribat yapmışlar.
Fakat bizim amcazade, babamın amcazadesi dürüst insan. Çok dürüst. Dürüstlükte timsal olacak, misal olacak bir insan. Yememiş. Harama el uzatmam demiş. Haramı boğazımdan geçirmem demiş, yememiş, “Dayanmakta çok zor oluyor yahu ağladım” demiş. Açlıktan ağlamış, ama yememiş. Ama yememiş, haramı yememiş. Beş kişinin kaldıramadığı yükü kaldırır. Vücudu şöyle, tam böyle bu adamların kırk yıl uğraşıp halter kaldırıp böyle, body building çalışmaları yapıp da, vücut yapıyorlar ya, göğüsler şeyler filan, böyle şişirdiği zaman şuraları kürekleri filan böyle şey oluyor, onlar vız gelir tırıs gider. Bizim amcazadenin vücudu rahmetlinin; böyle arkadan baktığın zaman, omuzlar geniş, bel aşağı ince. Her taraf sımsıkı adale. Kayış gibi. Yandan baktığın zaman o zaman da böyle. Yani göğüs kısmı yukarıda göbek möbek yok. Öyle kuvvetli. Öyle sağlam yapılı. Çünkü içki içmemiş, sigara içmemiş, haram yola sapmamış, namahrame bakmamış, dürüst, haram da yememiş öyle bir insan. Ulen bayağıda zor oluyor demiş, ağladım demiş. Ağlayacak bir insan değil. Erkek adam ağlamaz diye düşünen bir insan. Ama açlık ağlatıyor, insanı.
Yani tabi daha başka şeyler, şehevani duygular. Nefsi bastırdığı zaman yine tutamaz. Nefsi tutmak çok zor.
Neden?
Kuvvetli de onun için. Nefis insanı, azgın bir at gibi dağdan dağa götürür, daldan dala takar, parça parça eder, nefis insanı. Çekersin çekersin dizginini, durmaz azgın nefis, herşeyi yaptırtır. Bu nefsin terbiye edilmesi lazım.
Terbiye edilmezse ne olur?
Felaket olur.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿٩﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾
“Kad efleha men zekkâhâ. Fe-kad hâbe men dessâhâ. [1]
Kur’an-ı Kerîm de Allahu Teâlâ buyuruyor. Kim nefsini terbiye edebilmişse o felah bulur, terbiye edemeyen de mahvolur. Çok önemli. Çok çok zor birşey. Çok azılı birşey. Nefis çok azılı, laf dinlemez, hizaya gelmez. E ne olacak hocam, hiç mi terbiye edilmez bu. Hiç mi yontulmaz mı yani bu haydut.
Hiç bir yola gelmez mi?
Gelir. En iyi çaresi; aç bırakmaktır. Nefis aç kaldı mı Ramazandaki, ikindiden sonraki halinizi düşünün. Nasıl kıpırdamak istemezsiniz. Nasıl birisi gelse kavga etmek istese, git ya dersiniz. Nasıl böyle süzülürsünüz. Açlık öyle süzer insanı. Hem eskilerde açlığı bizim gibi yapmamışlar. Eskilerin açlığı bir kaç gün, bir kaç hafta sürenleri var yani. Hayret edilecek birşey. Ama biliyoruz ki Hint fakirleri yapıyorlar da tamam oluyormuş diyoruz yani. Kitapların yazdığına yoksa insan hayret ediyor yani. Uzun zaman aç kalabiliyorlar, az yiyorlar. Haftada bir abdest alıyormuş.
Nasıl oluyor bu?
Uyku uyumuyor, yemek yemiyor, büyük abdeste çıkmıyor, küçük abdeste gitmiyor. Haftada bir abdest alırmış.
Aklın eriyor mu buna?
Ciddi bir kitap yazıyor, ciddi kitaplar yazıyor yani. Haremi şerifin hudutları dairesinde, yani 25 km’lik bir alan içinde, Kâbe’nin etrafında, abdest bozmamak için yaparmış bunu. Kâbe de hem ibadet ediyor, hem şey yapıyor haftada bir çıkıyor, abdestini alıyor, ondan sonra tamam. Abdest bozmak yok. Yani nasıl şeye indirmişler. Nasıl hale gelmişler.
Şimdi nefis, az yediği zaman hizaya gelir. Çok yediği zaman, gemi azıya alır. Genel kural bu.
Onun için çok oruç tutmamız lazım bizlerin. Bir de çok yemememiz lazım.
Burada bak, kıllet-i taam diyor.
Ne demek?
Kıllet-i taam demek; yemeği azaltmak demek. Bir tabak daha getir, bir tabak daha getir beğendiysen bir tabak daha getir, üstüne tatlı gelsin, yanına salata gelsin. Meşrubattan da iki tane, üç tanesini kenara koy, bilmem ne filan.
Böyle gitmiyor mu?
Bizim usül böyle gidiyor. Halbuki bunları azaltmak lazım.
Bu azaltınca işte ne oluyor?
Cenâb-ı Hakk’ın kulluğunu güzel yapması mümkün oluyor, kahrına gazabına uğrama durumundan kurtuluyor. Yoksa kazanın altına; kürekle kömür atarsan, atarsan, atarsan, atarsan ne olur buhar kazanı?
Patlar.
Neden?
E altına attın, bunun bir haddi var, bunun fazlası olduğu zaman, ateşçi bunu bilir, ateşi atmaz. Ama sen boyuna küreği, daldırdın kömüre, attın içeri, daldırdın kömüre attın içeri, yandı yandı yandı, bu buhar ne yapacak?
İçeride durmaz, patlama yapar. Nefis de öyledir. Çok yedirdiğin zaman, azar.
Onun için Peygamber Efendimiz, Allahu Teâlâ hazretlerinin böyle buyurduğunu şey yapıyor. Kullar benim yanımda, az yemekten daha güzel bir örtüyle örtünmemişlerdir. Bir korunmayla korunmamışlardır. En iyi korunma şekli bu. Az yemek koruyor insanı. Günahlardan koruyor. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın kahrına, gazabına uğramaktan koruyor. Bu işi azaltmamız lazım.
Hepimizin genel umumi, çoğunlukla, ekseriyetle derdimiz göbektendir değil mi?
Az yemek ve oruç tutmak.
Oruçların hangileri var?
Pazartesi, Perşembe günleri tutulan oruç. Sünnet oruçlar. Tutan varsa aferin. Allah kabul etsin. Pazartesi Perşembe günü oruçları var, haftada. Bu günlerde oruç tutardı, Peygamber Efendimiz. Bir de Arabî ayların 13-14-15.’de oruç tutardı, Peygamber Efendimiz. Yani mehtaplı gecelerin gündüzlerinde.
Bu oruçlara ne denirdi?
Bu üç gün orucuna?
Eyyâm-ı Biyd, Biyd,dat haefiyle. Beyaz kelimesiyle ilgili, ak günler. Ak gecelerin, mehtaplı gecelerin gündüzleri, oruç tutmak. Sonra belirli günlerde mübarek günlerde tutulan oruçlar var, Ramazandan başka; Zilhiccenin ilk on gününde orucu çok tutardı. Zilhiccenin 10’u yani Zilhicce ayı girdi mi ilk on günde, yani Kurban Bayramından önceki günlerde oruç tutmak çok sevap.
Hele hele hele hangi oruç çok sevap?
Deftere yazacaktınız, takvimin kenarında notunuz olacaktı. Arefe günü orucu, çok sevap. Hacca gitmeyenler için. Hacılar için değil. Çünkü arefe günü oruç tutanların; geçmiş sene ki günahları da affolunuyor, gelecek senenin günahları da affoluyor.
Bu ne demek?
Allah, bir sene daha ömür verdi demek. Yani yaşatmayacağı zamanın günahını affetmek diye birşey olmaz. Madem hem geçmiş senenin, günahlarını affedeceğim buyurmuş hem gelecek senenin. Ne demek?
Bir sene daha yaşayacak demek. Yaşamayı garantiliyor demek. Aklını kullanırsan öyle olduğunu anlarsın. Hem geçmiş senenin günahları affoluyor, hem gelecek senenin günahları. Bir sene ömür veriyor ve onun içindeki günahlarını da affedeceğini de vaad ediyor Cenâb-ı Hakk. Güzel, mühim bir oruç. Onuda deftere, takvimin kenarına yazıp, kırmızı işaretle işaretleyip, yıldızlayıp yaldızlayıp, herkese o gün oruç tutturmak lazım gidemeyenler. Hacca gidenler için mekruh. Hacca gidenler, hacc vazifesini yapacak orada o vazifeleri yapmak için oruç tutmamak gerekiyor. Ama hacca gitmeyenler; arefe günü orucunu, kurbandan bir gün önceki orucu unutmasınlar.
Evet oruç tutmak ve yemeği azaltmak en iyi örtü. Günahlara karşı, Allah’ın kahrına, gazabına karşı koruyucu, en iyi çare bu.
قَالَ اللهُ تَعَالَى: «إِذَا ابْتَلَيْتُ عَبْدِي الْـمُؤْمِنَ فَلَمْ يَشْكُنِي إِلَى عُوَّادِهِ، أَطْلَقْتُهُ مِنْ أُسَارَى، ثُمَّ أَبْدَلْتُهُ لَحْمًا خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ، وَدَمًا خَيْرًا مِنْ دَمِهِ، ثُمَّ يَسْتَأْنِفُ الْعَمَلَ». ك ق عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
Kâlallahu teâlâ ize’bteleytü abdî el-mü’mine fe-men yeşkünî ilâ ‘uvvâdihî atlaktühû min üsârâ. Sümme ebdeltehû lahmen hayran min lahmihî ve demen hayran min demihî sümme yeste’nifü’l-amele.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den. Allahu Teâlâ hazretleri buyurdu ki diyor, Peygamber Efendimiz. Allahu Teâlâ hazretleri buyurdu ki;
İze’bteleytü abdî el-mü’mine. Ben bir mümin kulumu; müptela kıldım mı, yani bir belaya, bir hastalığa uğrattım mı, hasta ettim mi?
Fe-men yeşkünî ilâ ‘uvvâdihî. O da hasta ziyareti için kendisine gelenlere şikayette bulunmadı mı. Ah şuram çok ağrıyor, mahvoldum, perişan oldum, bu hastalık beni öldürdü, bitirdi, bilmem ne, geceleri uyuyamıyorum, bilmem ne filan, şikayet, şikayet, şikayet. Böyle yapmayacak. Ben bir kulumu hasta ettim de, o da kendisini ziyaret edenlere, beni şikayet etmedi mi.
Atlaktühû min üsârâ. Onu azad ederim. Esirlikten, esirler arasından onu azad ederim. İyi bir hale getiririm.
Sümme ebdeltehû lahmen hayran min lahmihî. Sonra onun etini, evvelki etinden daha iyi bir et veririm ona. Vücuduna adele veririm.
Min lahmihî ve demen hayran min demihî. Evvelki kanından, daha iyi bir kanla değiştiririm. Kanı değiştirir, adeleleri değişir, vücudu daha iyi hale gelir.
Sümme yeste’nifü’l-amele. Defterini de bir sıfırlarım, işe yeniden başlar, hiç günah kalmaz.
İşe yeniden başlar ne demek?
Defterini sıfırlarım, günahlarını bağışlarım demek. Ama şikayet etmeyecek.
Nasılsın Ali?
Aman başım çatlayacak gibi ağrıyor, kaç gündür bu ağrıyı çekiyorum, mmmm neler çekiyorum bilmemne de bilmemne de bilmemne de bilmemne de bu hastalıkta hep gelir beni bulur. Her sene hasta olurum da bilmemne de.
Millet artık bir dokun, bin ahhh dinle kaseyi fağfurdan. Bir dokun, artık düğmeye basmışsın gibi şikayetlerini sıralıyor. Şikayet etmeyecek. Elhamdûlillah çok şükür bu halime. Elhamdûlillah diyecek. O zaman daha iyi ete, daha iyi kana şey yapar, şöyle azad eder. Cenâb-ı Hakk onu ve günahlarını sıfırlar, işe yeniden başlar. Anasından doğduğu gün gibi.
İnsanlar hastaların kazandıkları mükâfatları bilselerdi, hasta olmayı, temenni bile ederlerdi. Ama temenni etmek yok tabi.
Birisini ziyaret etti Peygamber Efendimiz. Niye yok onun misalini söyleyelim. Bir hastayı ziyaret etti Peygamber Efendimiz, rivayet diyor ki; kuş yavrusu gibi kalmıştı adam. Öyle hastalıktan erimiş bitmiş o hale gelmiş ki, sanki kuş yavrusu haline gelmişti o kadar.
Demiş ki; Ey mübarek!
Sen hiç Allah’a dua etmesini bilmez miydin? Ne bu halin?
Yani Allah duaları kabul ediyor ya, ne bu halin. Biliyorum Ya Resûlullah dua etmesini ama ben Ya Rabbi! Sen bana ahirette çektirme, ne vereceksen dünyada ver, dünyada çektir diye dua ediyorum. Burada çekeyim de ahirette çekmeyeyim, diye burada istiyorum demiş. Peygamber Efendimiz, öyle denmesini uygun bulmuyor. Allah’dan afiyet istenmesini uygun buluyor. Çünkü, günahı affedecek olan Allahu Teâlâ hazretleri; bu dünyada verip verip üzüp üzüp de affetmek yerine, hiç üzmeden de affedebilir. Herşeye kadir. Duaları kabul eder.
Onun için;
Yâ Rabbi! Bana dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver.
Rabbenâ âtina fid'dünyâ haseneten ve fil'âhireti haseneten ve kınâ azâben nâr.
Biz Allah’ın kullarıyız, isteriz. Baklava da isteriz, börekte isteriz, kaymakta isteriz, herşeyin güzelini isteriz. Dünyada da ahrette de iyilik isteriz. Yani bela istemek, kötülük istemek yok. Ama gelirse dayanacak, sabredecek. Yani sen hiç dua etmesini bilmez miydin? Dua etseydin de bu duruma düşmeseydin demiş oldu Efendimiz ona.
Üçüncü hadîs-i şerîf.
قَالَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ لِآدَمَ: «يَا آدَمُ، إِنِّي عَرَضْتُ الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَلَمْ تُطِقْهَا، فَهَلْ أَنْتَ حَامِلُهَا بِمَا فِيهَا»؟ قَالَ: وَمَالِي فِيهَا يَا رَبِّ؟ قَالَ: «إِنْ حَمَلْتَهَا أُجِرْتَ، وَإِنْ ضَيَّعْتَهَا عُذِّبْتَ»، فَقَالَ: قَدْ حَمَلْتُهَا بِمَا فِيهَا، فَلَمْ يَلْبَثْ فِي الْجَنَّةِ إِلَّا مَا بَيْنَ صَلَاةِ الْأُولَى إِلَى الْعَصْرِ حَتَّى أَخْرَجَهُ الشَيْطَانٌ مِنْهَا. أَبُو الشَّيْخِ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ.
Kâlallahu azze ve celle li-âdeme yâ âdemü innî aradtü’l-emânete ale’s-semâvâti ve’l-‘ardı fe-lem tütıkhâ fe-hel ente hâmilühâ bi-mâ fîhâ kâle ve mâliye fîhâ yâ rabbi. Kâle in hameltehâ ücirte ve in dayya’taha uzzibte. Fe-kâle hameltühâ bi-mâ fîhâ fe-lem yelbes fi’l-cenneti illâ mâ beyne salâti’l-ûlâ' ile’l-‘asri hattâ ahrecehü’ş-şeytânu minhâ.
İbn Abbâs radıyallahu anhüma’dan rivayet edildiğine göre; Allah Teâlâ hazretleri aziz ve celil olan, çok izzetli çok celâlli olan, izzeti celal sahibi olan Allah Teâlâ hazretleri, Âdem atamız aleyhisselam’a buyurmuş ki;
Yâ Âdem!
Ey Âdem!
İnnî aradtü’l-emânete ale’s-semâvâti ve’l-‘ardı. Ben emaneti göklere, yere teklif ettim.
Yüklenir misiniz bu emaneti?
Kabul eder misiniz?
Alabilir misiniz?
Diye teklif ettim.
Fe-lem tütıkhâ. Onlar bu emaneti, yüklenemediler.
Fe-hel ente hâmilühâ bi-mâ fîhâ.
Ne hali varsa, o haliyle sen, bu emaneti sana teklif etsem, yüklenir misin?
Mükâfatı mukabilinde.
Dedi ki atamız; Âdem aleyhisselam.
Ve mâliye fîhâ yâ rabbi. Yâ Rabbi! Ben bu emaneti yüklenirsem, ne var bana mükâfat olarak?
Yüklendiğimiz zaman, teklifini kabul edip, bu emaneti yüklendiğim zaman ne olacak bana?
Buyurdu ki Cenâb-ı Hakk;
İn hameltehâ ücirte. Bu emaneti hakkıyla eda edersen, vazifeni güzel yaparsan, ecir, sevap, cennet mükâfatı alacaksın.,
Ve in dayya’taha. Emanete hıyanet eder de, başaramazsan, emanete riayeti.
O zaman.
Uzzibte. Azab edileceksin. Bu şartla, alıyor musun bunu?
Fe-kâle hameltühâ. Tamam Yâ Rabbi!
Aldım. Aldım gitti dedi atamız Âdem aleyhisselam. Emaneti yüklendi.
Emanet ne?
Sorumluluk, mükellefiyet, kulluk. Yaparım kulluğu, dedi. Dağlar kabul edemedi. Gökler, yerler kabul edemedi. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a kulluk; çok ciddi bir iş, çok zor bir iş. Yaparım dedi Âdem atamız. Mükâfatına heveslendi, arkasından cennet var, mükâfat var diye yaparım dedi. Ama yapamayınca da azap var. Nasıl olsa yaparım gibi düşündü amma.
Fe-lem yelbes. Çok zaman geçmedi. Hatta öğleden ikindiye kadar bir zaman, bile geçmeden, şeytan onu kandırdı, cennetten çıkarttı.
Hani emaneti yüklenecektin?
Şeytan kandırdı.
Nasıl kandırmış şeytan, Âdem atamızı?
Demiş ki; Ya Âdem!
Cenâb-ı Hakk sana şu ağaca yaklaşma dedi, değil mi?
Evet.
Neden yaklaşma, dedi?
Çünkü bu ağacın meyvesinden yerseniz, hanımınla sen ikiniz, melek gibi olacaksınız ve Cennette ebediyen, hep kalacaksını. Hiç bitmek tükenmek bilmeyen bir mutluluk, ebedî saadet elinize geçecek dedi.
Halbuki Allah buyurmuştu ki; Külü. Yiyin için, fakat şu ağaca yaklaşmayın demişti. Cennetteki bütün meyvalardan herşeyden yiyin, şu ağaca yaklaşmayın demişti.
Bu ağaca neden yaklaşmayın dedi Allah, biliyor musun sana ya Âdem?
Bunu yersen ya melek olacaksın ya cennette ebedî kalacaksın. Çok faydası var bunun dedi. O da cennette ebedî kalacağını sanarak, şeytanın bu aldatmasına aldandı o ve Havva anamız o meyvadan yediler. Cennetten çıkartıldılar. Emaneti; bir öğleyle, bir ikindi vakti, arası kadar tam koruyamadı, götüremedi bozdu.
Çünkü emanet nedir?
Allaha itaat etmek, kulluk etmek, isyan etmemekti. Yani sorumluluk, mükellefiyet. Sorumluluğunu tam taşıyamadı, hata işledi. Cennetten çıktı.
Yani Allah, yardımcımız olsun. Bu şeytan, insanları aldatıyor. Âdem atamızı aldattığı gibi hepimizi aldatabilir. Hemde öyle bir usta aldatıcı ki, öyle uzman ki bu işte. Taaaa Âdem atamızın yaratıldığı zamandan, bu zamana kadar, insanları aldatmaya devam ediyor. Senin gibi kaç kişiyi avucunun içinde döndürdü, parmağının üstünde fıldır fıldır çevirdi, kaç kişiyi aldattı yoldan çıkarttı. Çok usta. Yanaşmasını bilir. Usulüyle, tatlı tatlı yanından yanında gider gider, ondan sonra aklını çeler, kafasını bozar, fikrini değiştirir, günahı işlettirir. İçkiyi içirtir, günahları yaptırtır, namazı kıldırtmaz, uykuya devam ettirir, kaldırtmaz. Herşeyi yapar. Çok usta olduğu için.
Ben hatırlıyorum ve şaşardım yani. Rüyamda sabah namazını kalkacağım ya, rüyamda güzelce namaz kılıyorum, abdestimi alıp namazımı kılıyorum. Tamam müsterih artık rahat uyu diye, içime bir rahatlık geliyor. Tamam. Namazımı kıldım ya, uyuyacağım artık. Biraz sonra vaziyet anlaşılıyor ki, ben sabahı kılmamışım. Ya ezanı duyuyorum ya babam sesleniyor vesaire filan. E ben namazı kılmış gibiydim. Şeytan, insanın rüyasına girip kandırıyor ya. Beni de sabah namazını kaldırmamak için, kılmış gibi gösteriyor. Hani küçük çocuğu nasıl kandırır? Bak bu yüz numara çişini yap der. Çocuk salıverir, hadi yatak yorgan ıslanır.
Böyle kandırmıyor mu?
Rüyasında yüz numara gibi göstertiyor. Çişini yaptırtıyor, yatağı ıslattırıyor. Böyle kandırıyor. Şimdi bana da sen namazı kıldın, yat diyor. Öyle kandırıyor. Öyle kandıracak. Öyle yanaşır yani. Onun için Allaha sığınmak lazım.
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.
Allah’a tevekkül etmek lazım. Allaha tam tevekkül edenlere, zararı olamıyor. Tam tevekkül edeceğiz. Allah’a sığınacağız. Çok dikkatli olacağız ki; Âdem atamızı cennetten çıkartıp da, türlü türlü sıkıntılara soktuğu gibi, bizide sıkıntılara sokmasın. Sağlam duracağız.
Peygamber Efendimiz, şurada deccâl hadîs-i şerîflerini okuduğumuzda ne buyurmuştu?
Aman deccâlın fitnesine aldanmayın. Fesbitü ibadallah. Ey Allah’ın kulları! Dininizde sımsıkı sabit durun, sağlam durun demişti. Kandırmaca çok olacak. Aman kanmayın demişti. Deccâlin kandırmasını okuduk burada hadîs-i şerîflerden. Nasıl kandıracak milletleri. Cihan tarihinin en büyük fitnesi; deccâl fitnesi.
İnsanları nasıl kandırıcak, Deccal?
Allahu Teâlâ hazretleri yardımcımız olsun. Kur’an’a sarılarak, sünnete sarılarak, sünnete sarılarak, sünnete sarıldın mı öğrenirsin böyle öğretir, Peygamber Efendimiz. Hadîs-i şerifin de öğretir, o zaman anlarsın. Başkası anlamaz. Sen anlatsan bile, kolay anlamaz. Boş ver ya der şey yapamaz, kabul edemez, kafası almaz.
Allah bizi yanıltmasın, şaşırtmasın. Allah hepinizden razı olsun.
el-Fâtiha.