Eûzübillâhimineşşeytânirracim. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîne vel-âkıbetü lil-müttakîn Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
Fekale Rasûlullah sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem.
يا عَايِشَةُ، إِنَّ اللهَ رَفِيقٌ يُحِبُّ الرِّفْقَ فِي الْأَمْرِ كُلِّه.
Yâ Âişe, inna’llâhe refîkun yuhibbu’r-rıfka fi’l-emri küllihî.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Âişe anamız radıyallahu anh rivayet etmiş. İmam Ahmed b. Hanbel,İmam Buhari, İmam Müslim, Tirmizî, İbn Hibban ve İbn Mâce’de var.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Yâ Âişe...”
Hanımına, Ebû Bekr-i Sıddîk’ın kızı olan, validemiz Âişe anamıza diyor ki;
İnna’llâhe refîkun. “Allah rıfk sahibidir.”
Yumuşak davranan, mülayim davranan, kızmayan kimseye “refik” derler, “rıfk sahibi” derler. Rıfk ile muamele etmek demek, “kızmadan, anlayışla, yumuşak yumuşak muamele etmek” demek. Allah böyle refiktir.
Ve yuhibbu’r-rıfka fi’l-emri küllihî. “Her işte yumuşaklığı sever.”
Yumuşak yumuşak; sert değil, katı değil, kırıcı değil, yıkıcı değil, üzücü değil... Yumuşacık, sevimli, Turkish delight gibi; hem yumuşak hem tatlı, bir de fıstıklı olursa daha da güzel, bir de gül kokulu olursa o daha iyi... Sizin dükkanda var galiba.
Allah, her işte yumuşaklığı sever. Kendisi de rıfk sahibidir.
Cenâb-ı Hak Teâlâ, birden gazaplanmıyor. Kâfirin küfründen dolayı, birden kahrını indirmiyor. Mühlet veriyor, zaman veriyor, imkân veriyor, fırsat veriyor. Deliller gönderiyor. Rüyada gösteriyor. “Bak böyle yaparsan âkıbetin fena olur!” diye kaç defa ikazlar geliyor, geliyor, geliyor... Adam hâlâ uslanmadığı için, hâlâ kâfirce, hâlâ zalimce hareket ettiğinden, cezayı yiyor.
Firavun’u Allah kahretmiş. Ama kahretmeden önce, o kadar müsamaha etmiş ki, o kadar deliller [göstermiş] ki... Bir kere Musa aleyhisselam’la sihirbazlar karşılaşmışlar, sihirbazların bütün sihirlerini Musa aleyhisselâm’ın âsâsı yutmuş. Onlar sihir yapmışlar, Musa aleyhisselam korkmuş; “Eyvah! Ben bunların karşısında ne yapacağım?” diye. Sihirbaz değil çünkü, peygamber. Ne yapacak?
Allahu Tealâ hazretleri buyurmuş ki;
“Sen o elindeki âsâyı, bırakıver bakalım.”
Elindeki asa yere bırakılınca; nasıl yuttuysa, bütün onların sihirlerini yutmuş. Sihirbazlar anlamışlar ki bu işte sihir yok, burada bir ciddi durum var. Bu peygamber, hak peygamber, mucize bu. Secdeye kapanmışlar.
آمَنَّا بِرِبِّ الْعَالَمِينَ . رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ .
Âmennâ bi-rabbi’l-âlemîn. Rabbi Mûsâ ve Hârûn. [1] “Âlemlerin Rabbi, Musa’nın, Harun’un -tebliğ ettiği, söylediği- Rabbine iman ettik.” demişler.
Firavun köpürmüş, kızmış; “Asarım, keserim! Ben size izin vermeden, siz nasıl olur da imana gelir onun tarafına gidersiniz?!” Köpürmüş, bağırmış, çağırmış... Yine Allah gazap etmemiş. Sonra çeşitli zamanlarda Allah, bela olarak, Mısır kavmini çeşitli musibetlere uğratmış. Her seferinde Musa aleyhisselâm’a geliyorlarmış, diyorlarmış ki;
“Rabbine dua et, bu musibet üzerimizden kalksın. Eğer dua ederek bu musibeti kaldırırsan o zaman sana inanacağız.”
لَئِن كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ
Le-in keşefte anne’r-ricze. “Eğer bu belayı, musibeti üzerimizden kaldırırsan...” Le-nü’minenne leke ve le-nürsilenne meake benî isrâîl. [2] “Sana mutlaka inanacağız.” dönmüşler.
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ
İzahüm men küfür. [3] Musibet kalktıktan sonra bakıyorsun, yine ahdini bozmuş, sözünde durmamış. Kaç çeşit şey gelmiş böyle belirgin olaylar, mucizeler ile... Her seferinde “İnanacağız, tamam. Bu sefer bu beladan kurtulalım...” Ondan sonra yine... Musa aleyhisselam kaçıp giderken, arkasından kovaladığı zaman artık Cenâb-ı Hak cezalandırmış. Ne kadar halim, ne kadar rıfk sahibi, ne kadar kızmıyor, ne kadar fırsat veriyor... Ötekiler anlamadı, anlamadı, anlamadı, fırsatları değerlendirmedi, inanmadı, inanmadı, inanmadı, zulmünü artırdı, artırdı, arttırdı, şımardı, şımardı, şımardı... O zaman, cezasını buldu.
Allah rıfkı sever, kendisi refiktir, rıfk sahibidir. Her işte, rıfkı sever.Her işi, yumuşak yumuşak ,garajı bile yaparken. Sert değil, yumuşak yumuşak yapmayı sever.
İkinci hadîs-i şerîf:
يَا عَايِشَةُ، لَوْلَا قَوْمُكِ حَدِيثُ عَهْدِهِمْ بِكُفْرٍ، لَنَقَضْتُ الكَعْبَةَ، فَجَعَلْتُ لَهَا بَابَيْنِ: بَابٌ يَدْخُلُ النَّاسُ، وَبَابٌ يَخْرُجُونَ مِنْهُ. خ
Yâ Âişe, lev lâ kavmüki hadîsü ahdihim bi-küfrin le-nekadtü’l-ka’bete fe-cealtü lehâ bâbeyni: bâbun yedhulu’n-nâsu ve bâbun yahrucûne minhu.
Kâbe’ye gidenler için, bir ilginç hadîs-i şerîf.
Peygamber Efendimiz diyor ki;
Yâ Âişe. “Ey Âişe!” Lev lâ kavmüki hadîsü ahdihim bi-küfrin. “Senin şu kavmin; küfürden yeni imana taze gelmiş, daha yeni yeni müslüman olmuş olmasaydı...”
İmanları tam kuvvetli değil, yeni, daha zayıf bir fidan gibi... Küfürden yeni çıkmış olmasalardı, imanları sağlam olsaydı... Ne yapacaktı?
Eğer yeni küfürden kurtulmuş olmasalardı
Le-nekadtü’l-ka’bete. “Kâbe’yi yıkardım, bazı yerlerini...”
“Ne yapardım?”
Fe-cealtü lehâ bâbeyni. “Kâbe’yi iki kapı yapardım.”
“Kâbe-i Müşerrefe’ye iki kapı yapardım.”
Bâbun yedhulu’n-nâsu. “İnsanların girdiği kapı.” Ve bâbun yahrucûne minhu. “Bir de öteki kapı, oradan çıkıp gidiyorlar.”
“İki kapı yapardım.” Böyle temenni etmiş Peygamber Efendimiz.
Neden?
Çünkü Kâbe-i Müşerrefe’nin içine girmek çok büyük nimet, çok büyük şeref, çok büyük rahmet, çok büyük devlet, çok büyük izzet, ikrâm. Kâbe’nin içine girmek, çünkü; “Kâbe’nin içine girmek, rahmete girmektir, çıkmak günahlardan sıyrılıp, pak çıkmaktır.” diyor Peygamber Efendimiz. Kâbe çok önemli.
Fakat kapısı yukarıda, kilitli, insanın boyu bile yetişmiyor; uzun boylu bir insan, eliyle uzandığı zaman şu kapıların üstü kadar, ancak üst tarafını tutacak gibi oluyor. Fakat Kâbe’nin örtüsü yukarıya kıvrılıp kaldırıldığı zaman Kâbe kapısının arka tarafına giderseniz orada bir kapı izi görürsünüz. İkinci bir kapı, sonradan örülme bir kapının böyle çizgilerini, açıkça sıvasından görürsünüz. Burası oradan doldurulmuş ikinci bir kapı diye kabenin örtüsü bazen böyle kaldırırlar. O kaldırıldığı zaman, kapının tam arkası, yani duvardan bakarsanız orada bir iz daha görürsünüz. Çünkü Peygamber Efendimiz’den sonra ,sahabeden Abdullah b. Zübeyir b. Avvam, Haccac’la mücadele eden şahıs, o Peygamber Efendimiz’in arzularını yerine getirdi. Öyle yaptı. Ama Haccac ,savaşıp onu yendikten sonra onu yaptıklarını tekrar iptal etti. O kapıyı açtı.
Hem de Peygamber Efendimiz bir seferinde; “Malzeme olsaydı...” buyurmuş... Kâbe’nin yarım duvar şeklinde bir kısmı var, iki tarafı açık, dönülen ‘hatim’ denilen veya ‘hicr-i İsmail’ deniliyor. hicr-i İsmail’ denilen “Orayı da Kâbe’ye katardım; çünkü orası da Kâbe’dendir.” buyurmuş. Abdullah b. Zübeyir Mekke’ye hâkim olunca, orayı da Kâbe’ye katmış. Haccac gelince tekrar orayı yıktırmış, o kapıyı da ördürmüş. Şimdi kapı örülü orası, açık durumda.
Amma velâkin, Hangisi iyi oldu acaba?
Herhalde [şimdiki hâli] daha iyi oldu. Allah bilir... Arka taraf yıkıldığı için, şimdi iki tarafı da açık olduğundan fırsat buldu mu insan içine giriyor, orada namaz kılabiliyor. Duvarın içine şuradan giriyorlar, sıra sıra namaz [kılıyorlar;] kalabalık birbirlerini bekliyorlar, selam verdikten sonra hemen ötekisi geliyor. Allahu Ekber [vesaire...] Orası Kâbe’nin içi; Kâbe’nin içi orası ama dışarıda kaldı. Dışarıda kalınca insanların, içine girme hakkı meydana gelmiş oldu, Kâbe’nin içine girme sevabını kazanıyorlar. Haberiniz olsun, hatırınızda olsun.
Üçüncü hadîs-i şerîf...
Ya Âişe. Hep Âişe anamıza hitap ettiği, sözleri denk geldi bugünkü sohbette...
يَا عَايِشَةَ، إِنَّ اللهَ تَعَالَى جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ، إِذَا خَرَجَ الرَّجُلُ إِلَى إِخْوَانِهِ فَلْيَهِيبِي مِنْ نَفْسهِ.
Yâ Âişe, inna’llâhe teâlâ cemîlün yuhibbü’l-cemâl izâ harace’r-raculü ilâ ihvânihî fe’l-yehîbî min nefsihî.
“Yâ Âişe, hiç şüphe yok ki Allahu Teâlâ hazretleri...” Cemîlün. “Cemal, güzellik sıfatına sahiptir, güzeldir.” Yuhibbü’l-cemâl. “Güzelliği de sever.”
Her şeyin güzel olmasını sever. Allah kendisi cemildir, güzeldir. Cemil, “güzel” demek. Güzeldir, güzelliği de sever, her zaman her yerde güzelliği de sever. Güzelliği sever.
İzâ harace’r-raculü ilâ ihvânihî. “Adam evinden, arkadaşlarının yanına çıktığı zaman...” Fe’l-yehîbî min nefsihî. “Hazırlansın, kendisini hazırlasın, taransın, derlensin, toparlansın; arkadaşlarının yanına, yakışıklı çıksın.”
Derbeder, dağınık, yaka paça, etek, kuşak [vesaire] darmadağınık, derbeder çıkmasın.
Allah güzelliği sever. Biraz toparlanıp, derlenip öyle çıksın. Kendisini toparlamış olarak ve güzel bir vaziyette çıksın. Heyeti, yani görünüşü de güzel olsun. Güzel elbiseleri giyeceksin, öyle geleceksin. “Ali Bey, bu akşam ne var; davet mi var, düğün mü var?” diyecekler.
Allahu Teâlâ hazretleri âyet-i kerîmede;
خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ
Huzû zîneteküm inde külli mescidin. [4] “Her mescide gittiğiniz zaman da mescide giderken güzel elbiselerinizi, ziynetlerinizi de alın.” diyor.
Onun için ne olacak?
Süslenecek, saçını sakalını tarayacak, tıraşlayacak. Dişlerini misvaklayacak. Güzel kokuları sürecek. Temiz elbiseleri giyecek. Temiz çorapları giyecek.
Müslümanlar ne yapıyor? Erzurum’dan yün çorabını giyiyor ayağına, İstanbul’a kadar çıkartmak yok, aynı çorap. İstanbul’da camiye geliyor, mübarek, Allahu Ekber dediği zaman etraftan cemaat kokusundan kaçıyor. Olmaz. Koyun getirmiş, kurbanda kesilsin diye, Erzurum’dan sürüyü kapmış, getirmiş; zaten kapıdan içeri girdiği zaman yün çorabın kokusu caminin içine bir yayılıyor. Sonra soğan yedin, sarımsak yedin...
“Ne yapalım hocam; hanım ciğer kızartmış, dayanamadım da... Soğana da bir tane vurdum, ondan sonra çatır çutur, çok güzel oluyor. Zeytinyağını da üstüne gezdirdim de...”
İyi ama sen bir de camideki cemaate sor. Soğan kokusundan, yanındaki arkadaşının burnunun direği kırılacak gibi oldu. Bu mübarek yenildiği zaman güzel olur; ama ötekisine çok çirkin kokar. Sarımsak... Bir hacı teyze var, Allah selamet versin, bizim valide hanıma da epeyce hizmet etti, baktı. Vefat edinceye kadar, burada üç gün önce sarımsaklı, yoğurtlu, terbiyeli mantı yensin. Üç gün sonra gelsin, burada kokluyor, “Burada sarımsaklı mantı yenmiş.” diyor anlıyor. Üç gün geçmiş, camlar açılmış, kapanmış, hâlâ anlıyor; hiç de kokusuna dayanamıyor.
Ben de severim sarımsağı, çok severim şahsen. Çok da şifalıymış. Tansiyonu da düzenliyormuş. Sarımsağı kesersen, terliyor da, o terli yerini de arpacığın ucuna değdiriverirsen, gözündeki arpacığı geçiriyor. Kuvvetli mikrop öldürücü, çok şifalı bir bitki. Gel ille velakin, camiye geldin mi olmuyor. Çok fena.
Onun için, her şeyin, elbisenin vesairenin güzel olması lazım.
Falanca belediye başkanı çağırmış diye gittiği zaman, millet en kıymetli elbiselerini giyiyor, gidiyor; camiye gelirken camidekileri kaçıracak gibi geliyor. Camiye giren kaçıyor. Adamın birisi panayıra bir çadır kurmuş, “Bu çadırın içine girip de beş dakika durana şu kadar bin lira mükâfat var!” bir levha koymuş. Herkes geliyor, levhaya bakıyor, mükâfat var, çadırın içine dalan biraz sonra burnunu tutup zor atıyor kendisini dışarıya, “öf pöf!” diyerek... Ondan sonra meğer bir koca teke bulmuş adam, tekeyi içeriye koymuş, teke kokuyor. Öyle bir kokuyor ki içeriye giren kokusuna dayanamıyor. Çadır küçük, güneşin altında da [sıcak oluyor.] Adamın birisi vaziyeti anlamış.
“Ne var içeride?”
“Teke var, kokusu berbat, dayanılmıyor.”
“Ben girerim.” demiş. Girmiş.
Sahibi kıs kıs gülüyor; “Biraz sonra bu da çıkacak dışarıya...” diye. Millet dışarıda bekliyor, şimdi burnunu tutup dışarıya çıkar diye... Bir gürültü kopmuş içerde, paldır küldür paldır küldür; “Tamam, adam dışarı kaçıyor...” diye... Bir de bakmışlar ki teke kaçıyor. Pabucunu çıkartmış, tekeye tekenin burnuna dayamış, bu sefer teke kaçmış...
Şaka tabii bunlar...
Çirkin kokuyla camiye çıkılmaz. İnsanların içine çıktığı zaman, insana ikrâmdır. Bir arkadaşına güzel giyimle çıkmak ona ikrâmdır. Onun için Mesud; sen sen ol, yarın bembeyaz Grand tuvalet elbiselerini giy, müşteriye öyle hizmet et. Bak müşteri nasıl artacak...
Fe-kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
يَا وَابِصَةُ، جِئْتَ تَسْأَلُنِي عَنِ الْبِرِّ وَالْإِثْمِ؟: الْبِرُّ مَا انْشَرَحَ لَهُ صَدْرُكَ، وَالْإِثْمُ مَا حَاكَ فِي صَدْرِكَ، وَإِنْ أَفْتَاكَ عَنْهُ النَّاسُ.
Yâ Vâbisatü, ci’te tes’elünî ani’l-birri ve’l-ismi? el-Birrü menşereha lehû sadruke ve’l-ismü mâ hâke fî sadrike ve in eftâke anhu’n-nâsu.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Efendimiz, Vabusa el-Esedî radıyallahu anh isimli kişiye diyor ki;
Ci’te tes’elünî ani’l-birri ve’l-ismi? “Sen geldin bana; ‘Birr ü takvâ ne demek? İsm, günah ne demek?’ Onu sormak için geldin ,onu sormak için bana geldin.
Bu hadîs-i şerîfin sebeb-i vürûdunu bilmiyorum. Ama daha ne soracağını o sormadan; “Sen şu sebeple geldin.” diyor Peygamber Efendimiz. “Bana ‘İyilik nedir, günah nedir?’ diye sormaya geldin.” diyor, tarif ediyor.
Buyuruyor ki;
el-Birrü menşereha lehû sadruke. “İyilik, yaptığı zaman içinde ferahlık duyduğun iştir.”
İyilik budur. “Oh! İyi ki bunu yaptım.” Rahatlıyorsan, ferahlık duyuyorsan bu iyiliktir.
Ve’l-ismü mâ hâke fî sadrike. “Kötülük de, günah da nefsinde, öyle bir huzursuzluk olan iştir.”
Kendi içinde bir huzursuzluk duyuyorsan, o günahtır.
Ve in eftâke anhu’n-nâsu. “İnsanlar ‘Onu yap.’ diye müsaade etseler, fetva verseler bile, o işten için rahatsız oluyorsa...”
Böyle bir şey oluyorsa, ne derler insanın içinde huzursuzluk, çırpıntı oluyorsa...”
“O işte günahtır.”
Demek ki; insanoğlunun tabiatı, aslında iyiliği, kötülüğü seziyor. İyilik yaptığı zaman memnun oluyor. Kötülük yaptığı zaman da vicdanı el vermiyor, yakasını bırakmıyor, insanın biraz canı sıkılıyor, tatsız oluyor. Tarif bu.
Bu konu da başka bir hadîs-i şerîf, rivayet daha var.
Ya babise istefti kalbike istefti nefsike. “Ey Vâbise” demiş, demek ki başkası da duymuş bu hadîs-i şerîfi, o da kelimelerle naklediyor bize. Aynı konu aynı konu, ama ikinci hadîs-i şerîf.
Yâ Vabise istefti kalbike. “Ey Vabise, kalbine danış, gönlüne danış.”
“Bir şey yapacağın zaman, kendi içine bir dön, kendi kalbine bir danış.”
İstefti nefsike. “Nefsinden fetva iste.”
“Bakalım gönlün razı geliyor mu? Bakalım nefsin için, memnun oluyor mu bu işten?”
el-Birrü. “İyilik.” Metmu anne ileyhü’l-kalbü. “Kalbin huzur duyduğu şeydir. Rahatladığı, huzur duyduğu şeydir.” Metmi anne ileyhil nefsü. “Ve insanın vicdanın, nefsinin de huzur duyduğu şeydir.”
Ve’l-ismü. “Kötülük ise...” Ma haka fin nefsi. “İnsanın içine, huzursuzluk veren şeydir.” Ve terede fî sabır. “İnsanın içinde, tereddüt hâsıl eden şeydir.” Ve in eftakennasü . ve efterüke. “İnsanlar sana bu konuda fetva verseler bile, ‘O doğrudur.’ deseler bile onu yapma, içinde bir tereddüt oluyorsa...” demek.
يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ، الْـمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِي عِنْدَ اخْتِلَافِ أُمَّتِي كَالْقَابِضِ عَلَى الْجَمْرِ
Ye’tî ale’n-nâsi zemânün el-mütemessikü bi-sünnetî inde ihtilâfi ümmetî ke’l-kâbıdı ale’l-cemri.
İbn Mes’ûd radıyallahu anhümâ’dan bu sonuncu hadîs-i şerîf.
Diyor ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz;
Ye’tî ale’n-nâsi zemânün. “İnsanların başına öyle bir zaman, öyle bir devir gelecek ki, öyle bir zaman gelecek ki ileride...” el-Mütemessikü bi-sünnetî. “Benim sünnetime sarılan, sünnetimi yapan...”
Hadîs-i şerîflere göre; Efendimiz’in yoluna uygun hareket eden, sünnet-i seniyeyeye uygun hareket eden kimse...
İnde ihtilâfi ümmetî. “Ümmetimin şaşırıp da darmadağın, farklı farklı düşünüp ihtilafa düştüğü zamanda...”
Kimisi öyle yapıyor, kimisi şöyle yapıyor, kimisi öteki türlü yapıyor...
“O zamanda, işlerin ihtilaflı olduğu bir sırada benim sünnetime sımsıkı sarılan...”
Ke’l-kâbıdı ale’l-cemri. “Ateşi yakalayan insan, gibidir.”
Kor, kıpkırmızı ateşi elinde tutan insan gibi olacak, ateş tutan insan gibi... Eli yanar. Sünnete uymak, bir zaman gelecek, zorlaşacak. Sakal bırakacaksın, işinden atacaklar mesela... Misal Müslüman olacaksın, haram yemeyeceksin, dairedeki arkadaşların kızacak, rüşvet yemiyorsun diye; “Aramızda ne arıyorsun, ne uyumsuz adamsın sen!” diye.
Efendimiz’in yolunda, sünnetine uygun gitmek isteyen insan; eline ateş almış gibi yanacak, yani zorluk çekecekmiş. Öyle bir zaman gelecekmiş. Daha o zaman henüz gelmedi demek ki, daha da kötüleşecek belki... Daha iyi Müslümanlar, daha çok eza cefa çekecekler... Ya da bazı yerlere geldi.
Mesela Yugoslavya; Osmanlı’nın elinden çıktı, idare Sırplar’ın eline geçti, ne katliamlar oldu, müslüman diye,sonra bu son harpte neler oldu. Şimdi, Kafkasya mesela, gazeteler yazarsa biraz öğreniyoruz, yüreğimiz cız ediyor. Gazeteler yazmazsa “Hiçbir şey olmuyor gibi geliyor”. Ama düşünün ki; evlere giriliyor, insanlar dövülüp öldürülüyor, ailesinin gözü önünde adamlar, delikanlılar öldürülüyor, alıp götürülüyor, kurşuna diziliyor. Kadınlara ne muameleler yapılıyor,evler yıkılıyor... Kış geçti,yani yazılmayınca insan burada rahat da, tok açın hâlinden anlamazmış,anlayamıyor ama, neler çekiyor...
Neden?
Müslüman olduklarından.
Müslüman olmasalar, öbür tarafa uysalar, araziye intibak etseler, ötekilerin dediklerini yapsalar, hain olsalar, dinlerinden dönseler, o zaman korunacaklar. Ama müslüman olduklarından çekiyorlar.
Bu nedir, muhterem kardeşlerim?
Bu imtihandır. Peki böyle zorlandığı zaman Müslüman, ne yapacak?
Dinini koruyacak.
Nereden çıkartıyorsun bu sözü?
Çünkü; yani dine yapışacak. Zarar görecek gibi bile olsa, dinini bırakmayacak.
Peygamber Efendimiz anlatıyor ki;
Bir kadın... Müslüman diye, zalim bir hükümdar müslümanları, imanlıları öldürüyor. Hem de nasıl öldürüyor?
Çukur açtırmış, içine ateş yaktırmış, odunlar, ateşler, böyle derin çukur... O çukurun kenarına getiriyor. “Dininden dön!” diyor. Dönmeyeni itiyorlar, ateşin içine gidiyor, cayır cayır yanıyor. Hendekten ateşler... Ashâbu’l-uhdûd... Kur’ân-ı Kerîm’de geçiyor. Yemen’de, mü’minlere böyle muameleler yapılmış.
Peygamber Efendimiz anlatıyor ki;
Bir kadın kucağındaki çocukla itile kakıla, oraya kadar getirildi. “Dininden dön! İmandan vazgeç!” denildi. Kadın vazgeçmeyecek, iyi müslüman, ama iyi mü’min; ama kucağında çocuk var, “Acaba ben bu çocuğa haksızlık etmiş oluyor muyum? Acaba dediklerini söyleyiversem mi?” diye hatırından geçirince kadın, çocuk dile gelmiş, söylemiş: “Anneciğim, dininden dönme!” diye.
Demek ki ,müslüman imanından dönmeyecek. Demek ki İslâm’dan fedakârlık, yapmayacak. Dinine, imanına bağlı olacak, sâdık olacak; yılmayacak, dönmeyecek.
Allahu Teâlâ hazretleri bizleri zorlu imtihanlara mâruz bırakmasın.
Burada rahat içinde yaşıyoruz, bir şey değil. Ama git de Kafkasya’da yaşa bakalım... İstimurdaki müslümanlar ne oldu şimdi, bilmiyoruz. Vietnam harbi olmuş, o zaman ben bilmiyordum, Vietnam’da çok müslüman varmış. Hiç bilmiyordum. Harp oldu bitti... Bir adam vardı, Plonpet mi neydi, bir adam öldü, diktatör. Öldürdükleri adamların kafatasından yığın yapmıştı,unuttum ismini. Bir de bir komünist taraf vardı, Lahost’ta, böyle dergilerde gördüm, kafataslarından tepe yapmış. Öldürdüğü adamların kafatasları...
Allah öyle zulme mâruz bırakmasın. İzzet itibar içinde, imanla, mü’min-i kâmiller olarak yaşamayı nasip etsin.
Muhterem kardeşlerim!
Allahu Teâlâ hazretleri, Azîzün, izzet sahibidir; Züntikâm, intikam sahibidir. Günahkârlardan, âsilerden intikamını alır. Mü’minlerden de; vefasız olanlar, günaha sapanları, tevbe etmezlerse cezalandırır. Onun için, Cenâb-ı Hakk’ın yolunda sadakatla yürüyelim. Hatalarımıza tevbe edelim, bir daha yapmamaya gayret edelim.
Allah bizi belalara, intikamına mâruz bırakmasın. Kahrına, gazabına uğratmasın. Sevdiği kul olarak yaşayıp huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip eylesin.
el-Fâtiha!