Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh alâ külli hâlin ve fî küllihîn. Es-salâtü ve’s-selâmu alâ seyyîdinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve mentebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’d.
Fe-kâle Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
مَنْ أَدَّى إِلَى أُمَّتِي حَدِيثًا لِتُقَامَ بِهِ سُنَّةٌ، أَوْ تُثْلَمَ بِهِ بِدْعَةٌ، فَهُوَ فِي الْجَنَّةِ
Men eddâ ilâ ümmeti hadîsen li-tukâme bihî sünnetün ev tüsleme bihî bid’atün fe hüve fi’l-cenneti.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz İbn Abbas radıyallahu anhümâ’nın rivayet ettiği bu hadîs-i şerîfte şöyle buyuruyor:
Men eddâ ilâ ümmeti hadîsen li-tukâme bihî sünnetün ev tüsleme bihî bid’atün fe hüve fi’l-cenneti. “Kim ümmetime benim bir hadisimi naklederse, ulaştırırsa, haber olarak hadisi götürür, öğretir, söylerse; böylece bir sünnet öğrenilip uygulansın diye yahut bir bid’atın önü kesilsin diye ümmetime bir hadis naklederse bildirirse o cennettedir, o cennetlik olacaktır!”
Demek ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini, sünnet-i seniyyeyi; herkes öğrensin, Efendimiz’in yolunda yürüsün diye nakletmeye gayret etmeliyiz. Yahut bid’atlar engellensin, bid’atlar sünnetlerin yerini tutmasın, insanlar sünnetlere uyacak yerde yanlış şeylere uymasınlar diye bid’atların önünü kesmek için bir hadis öğretilse bu çok güzel bir niyettir. Dini tam, ana kaynağına uygun, dosdoğru uygulama arzusunun bir sonucudur. Din böylece zaten bozulmadan durur. Aksi takdirde herkes kendi bildiğini okursa herkes bir iki şey ilave ederse iş çığırından çıkar. Her millete göre, her yöreye göre, her devre göre çeşit çeşit ilavelerle işin kamburu çıkar ve sonuçta acayip şaşılacak, üzülünecek uygulamalarla karşı karşıya geliriz.
Bugün hakikaten gerek Anadolumuz’da; Doğu Anadolu’ya gittiğimiz zaman kan davası var, kız başlık parası var vs. Gerek Balkanlar’a geçtiğin zaman; Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Arnavutluk’ta, Yugoslavya’da; “Bu ne biçim Müslümanlık?!..” diye şaşıracağımız acayip hâller var. Gerek Arap ülkelerine; Mısır’a, Tunus’a, Cezayir’e gittiğimiz zaman garip şeyler ile karşılaşıyoruz; “Bu ne biçim Müslümanlık?!..” diye şaşırıyoruz.
“Bu ne biçim Müslümanlık?!..” diye şaşırdığımız şeylerin hepsi Efendimiz’in sünnetine uymamaktan, sünnetinin öğrenilmemesinden, öğretilmemesinden kaynaklanıyor! Müslümanların sünnete uygun olarak yaşamalarını sağlayan ana çizgi, ana kaynak, ana gösterge Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfleridir.
Kütüphanemizde çok güzel kitaplar basılmış bulunuyor, hepimizin kütüphanesinde vardır. Hiç olmazsa Riyâzü’s-sâlihîn’i -açıklamasıyla da basılmış- baştan sona bir okumalıyız ki Efendimiz’in İslâm’ı öğretmesi nasıldı, tavsiyeleri nelerdi, nelerden uyarmış, ümmetini sakındırmaya çalışmıştı; o anlaşılsın!
Diğer bir hadîs-i şerîf.
مَنْ أَخْلَصَ الْعِبَادَةَ لِلهِ أَرْبَعِينَ يَوْمًا، ظَهَرَتْ يَنَابِيعُ الْحِكْمَةِ مِنْ قَلْبِهِ عَلَى لِسَانِهِ
Men ahlese’l-ibâdete lillâhi erbaîne yevmen zaharat yenâbîu’l-hikmeti min kalbihî alâ lisânihî.
Bu rivayette buyuruluyor ki;
Men ahlese’l-ibâdete lillâhi erbaîne yevmen zaharat yenâbîu’l-hikmeti min kalbihî alâ lisânihî. “Kim sırf Allah rızası için niyetine başka hiçbir katık katıştırmadan ilave yapmadan halis muhlis bir niyetle kırk gün ibadet yapmayı başarırsa; gönlünden diline hikmet pınarları fışkırır, ortaya çıkar. Kalbinden diline şırıl şırıl pınarlar akar!”
Ama ne pınarı, su pınarı mı?
Hayır, hikmet pınarı!
Hikmet ne demek?
"Her şeyin akla ve dine uygun olarak sapasağlam yapılması demek.
“Bir insan çok akıllı ama İslâm’a yanaşmıyor…”
İslâm’a yanaşmayan bir insanın aklı akıl değildir! Çok büyük bir eksiklik vardır çünkü ebedî saadeti kaçırdığının bile farkında değil! Onun endişesini bile hissetmiyor! Hâlbuki asıl önemli olan ebedî saadettir. O ebedî saadeti kazanmak için asıl ihlâslı, mübarek insanlar, bu hayatlarını feda bile etmişlerdir. Şehit bile olmuşlardır, harbe bile gitmişlerdir. Malını, canını bile Allah yolunda vermişlerdir…
Bu işleri neden yapmışlardır?
İmanlarından yapmışlardır!
Neye inandıkları için?
Âhirete inandıkları için!
Neden?
Âhiret saadeti çok daha önemli olduğundan, âhiret ebedî olduğundan! Dünya fâni olduğundan, âhiretin yanında dünya sıfır bile olmadığından, ancak sıfırla ifade edilebilecek bir kıymette olduğundan onlar âhireti tercih etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz de âhireti tercih etmiştir. Eğer isteseydi Peygamber Efendimiz’in önündeki, arkasındaki, sağındaki, solundaki dağlar altın olurdu. Cebrail aleyhisselam Peygamber Efendimiz’e bu haberi getirdi: “Allahu Teâlâ dilersen sana Uhud Dağı’nı altın yapacak!” diye bildirdi. Süleyman aleyhisselam gibi, hükümdar bir Peygamber olabilirdi. Hem hükümdar; saltanatlı, devletli, şevketli, izzetli... Hem de peygamber olabilirdi ama Efendimiz âhireti tercih etmiştir.
“Bir gün iftar edeyim, şükredeyim; bir gün oruç tutayım sabredeyim Rabbim’in rızasını kazanayım!” diye düşünmüştür. Dünya malı kendisine geldiği zaman biriktirmemiş, dağıtmıştır.
Bunun en bariz misâli:
Resûlullah Efendimiz’in yattığı yatağın çok sert olduğunu gördüler. Çünkü hurma yapraklarıyla, liftleriyle dolu meşin bir yataktı. Sert bir yataktı. Bir hanım çok güzel -galiba yünden- bir yatak yaptı, Peygamber Efendimiz’e gönderdi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz o gece o yatakta yattı ve çok rahat uyudu. O kadar rahat uyudu ki tatlı tatlı, yumuşacık, sıcacık… Teheccüde kalkamadı! Hâlbuki Peygamber Efendimiz teheccüde kalkardı. Teheccüde kalkamadı.
Ertesi gün “Bu yatağı buradan alın götürün çünkü bu yatak beni teheccüd namazına kaldırtmadı, rehavet verdi, çok rahat uyudum. Onun için teheccüde kalkamadım. Bu yatağı kaldırın!” dedi.
Aldırdı, gönderdi.
Demek ki eline geçmediğinden değil, geçtiği hâlde âhireti tercih ettiğinden dağıtıyor, veriyor. Kendisi lükse, konfora yönelmiyor.
Geçtiğimiz derslerdeki okuduğumuz hadîs-i şerîflerden de bunları gayet iyi olarak ifade edecek, ispat edecek hadîs-i şerîfler var.
Kendisi dünyaya rağbet etmemiş!
Burada mü’min insanla inançsız insanın, maddî insanla maneviyatçı insanın farkı ortaya çıkıyor.
Maddiyatçı insan bugünkü hayatını düşünüyor. Dünyasını düşünüyor, dünyası için çalışıyor. Ya epikürcü bir felsefe ile zevk peşinde; “Hayatta mühim olan zevk almaktı, zevklerin her çeşidini almalıyım!” diye koşuyor ya da egoizm peşinde; “Ben öldükten sonra hiçbir şeyin kıymeti yok. Mühim olan benim yaşamamdır. Benim yaşamam için isterse herkes ölsün!” diye bencillik yapıyor. Ya da daha başka yanlış bir fikirle hareket ediyor.
Ama müslümanlar hiç öyle hareket etmemişlerdir. Sahâbe-i kirâm, tabiin, eimme-i dîn ve müctehidîn ve mücâhidîn böyle hareket etmemişlerdir. Âhireti kazanmaya yönelik hareket etmişlerdir, dünyaya önem vermemişlerdir.
Allahu Teâlâ hazretleri kırk gün ihlâsla ibadet edebilenin, ona muvaffak olanın, başarı kazanabilenin gönlünü açıyor. Gönlünden hikmet pınarları coşuyor, taşıyor, şırıl şırıl akıyor.
Gönülden çıkan şeyler nereden akar?
İnsanın dilinden, lisanından, konuşmasından belli olur. Gönülden konuşan, kalpten konuşan bir insan Yunus Emre gibi olur, Mevlânâ gibi olur. Her sözü hikmet olur, bal olur, kaymak olur. Yağ ile bal eder bir sözü ortalığı, çünkü hikmet sahibidir. Ama oduncu ama ümmî ama köylü; fakat kırk gün ihlâslı ibadet etti mi Cenâb-ı Hak onu hikmetli, ârif, âşık-ı sâdık insan bir insan hâline getirir.
مَنْ أَحْيَا اللَّيَالِيَ الأَرْبَعَ وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ: لَيْلَةَ العَرُوبَةِ، وَلَيْلَةَ عَرَفَةَ، وَلَيْلَةَ النَّحْرِ، وَلَيْلَةَ الْفِطْرِ
Men ahye’l-leyâliye’l-erbaa vecebet lehü’l-cennetü leylete’l-Ârûbeti ve leylete arafete ve leylete’n-nahri ve leylete’l-fıtri.
Muaz radıyallahu anh’ten İbnü’n-Neccâr ve İbn Asâkir rahmetullahi aleyhimâ rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz bildiriyor ki;
Men ahye’l-leyâliye’l-erbaa vecebet lehü’l-cennetü. “Kim şu dört geceyi ibadetle uyanık geçirip ihyâ edebilirse; ibadetle, zikirle, Kur’an’la, Allah’ın sevdiği güzel meşguliyetlerle bu dört gecede ibadet ve taat ederse cennet ona vacib olur." O insan mutlaka cennete gider!”
Bu geceler nelermiş?
Leylete’l-Ârûbeti. Ârube-i terviye gecesi diye kaydetmiş, açıklamışlar.
Zilhiccenin sekizinci gecesi. Arafat’a çıkıştan iki önceki gece, yani Mina’ya geldikleri gece.
Ve-leylete arafete. “Ve Arafat gecesi.”
O da Arafat’ta akşamladıkları gece. Vakfeye durup akşama kadar orada bulunuluyor. O gece Arafat’tan iniyorlar, Müzdelife’ye gelip yerleşiyorlar.
Ve-leylete’n-nahri. “Kurban gecesi, kurban kestikleri günün akşamı.”
Kurban kestikleri gün, Mina’daki gün.
Ve-leylete’l-fıtri. “Ramazan bayramı gecesi.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz; “Bu dört geceyi ihyâ edene cennet vacib olur.” diye bu hadîs-i şerîfinde müjdelemiş.
Ramazan’da son on günde itikâfa girmek Efendimiz’in sünneti. İtikâfa girenler, ertesi gün bayram olacağı zaman çıkıyorlar. Akşamdan sonra iftarı evlerinde yapıyorlar, itikâf bitiyor
Ama o gece çok sevaplı bir gece. İşte o geceyi de zikirle, ibadetle geçirebilirse!.. Camide 9-10 gün itikâf etti ama bir de o geceyi de ihyâ edebilirse çok güzel bir [geceyi] yakalamış olacak. Ondan sonra hacıların hac yapacakları zaman geliyor.
Zilhicce ayı! Hacılar hacca gittiği zaman, Zilhicce ayının sekizinde, dokuzunda, onunda; bu üç gününün gecelerini ibadetle ihyâ ederse cenneti kazanacaklar.
Allahu Teâlâ hazretleri rahmetine ermeğe çeşitli vesileler lütfeylemiş, bahşeylemiş. O vesileleri anlayıp, yakalayıp, o vesilelerden fırsatlardan istifade edip; rızasını kazanmayı, cennetine nâil olmayı, girmeyi; cemâliyle müşerref olmayı cümlemize nasip eylesin.
لَعَنَ اللهُ مَنْ سَبَّ أَصْحَابِي
Leanallâhü men sebbe ashâbî.
Sadaka Resûlullâh fî mâ kâl ev kemâ kâl.
İbn Ömer, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah radıyallahu anhümâ’nın bize rivayet ettiğine göre Taberânî kitabına kaydetmiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
Leanallâhü. “Allah lanet eder.”
Daha doğrusu; “Lanet etti.” demek. Geçmiş zaman sîgâsıyla geçiyor. Geçmiş zaman sîgâsı bazen geçmiş zaman mânası ifade eder, bazen de dua mânası ifade eder.
Mesela, radıyallahu anhüme, rahimehullah. “Allah razı oldu, Allah rahmet etti.” demek ama Allah’ın rahmet ettiğini bilmediğimiz kimseye de rahimehullah diyoruz. “Allah ona rahmet etsin.” mânasına.
Cezâkallâhü hayran kesîrâ. “Allah seni hayırla mükâfatlandırdı.”
Mükâfatlandırıp mükâfatlandırmadığını bilemeyiz ki! “Mükâfatlandırsın.” mânasına, mâzi sîgâsı bazen dua mânasında kullanılır.
Burada Peygamber Efendimiz beddua etmiş oluyor. O mânaya göre;
“Allah benim ashabıma sövene lanet eylesin!”
Peygamber Efendimiz ashabını koruyor ve tabii biliyor ki ashabının bazısına, bazı kimseler düşmanlık gösteriyorlar ve gösterecekler!
Peygamber Efendimiz, Allahu Teâlâ hazretlerinin bildirmesiyle ileriye dönük olayları da biliyordu ve ümmetine; “Şu şöyle olacak, şu hâller başa gelecek, şunlar şunlar vuku bulacak…” diye söylüyordu. Cenâb-ı Hak kendisine bildirdiği için bu da bildiriyordu. Bunun Kur’ân-ı Kerîm’den de misalleri var:
Mesela Romalılar Sâsânîler’e mağlup olmuşlardı. Rum sûresinin başında âyet-i kerîme;
“Birkaç yıl içinde Romalılar Sâsânîleri yenecek!” dedi.
غُلِبَتِ الرُّومُۙ . ف۪ٓي اَدْنَى الْاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَۙ
Ğulibeti’r-rûmu fî edne’l-ardi ve hüm min ba’di ğalebihim seyağlibûne.[1]
Ebû Bekir Sıddîk, imanı tam kuvvetli olduğundan çok kuvvetli imanı olduğundan bu âyet iner inmez müşriklerle iddiaya girişti; kazandı! Yüz deve kazandı!
On deve iddiasına girişmişler. Acayip!
Sâsânîler, İranlılar o zaman ateşe tapıyorlar, putperest, müşrik. Bizanslılar da Hz. İsa’nın mensupları. İtikatları bozuk ama kendisine kitap inmiş, Peygamber gönderilmiş bir kavim. Sâsânîlerden daha iyi, ayrıcalıklı.
Kur’ân-ı Kerîm Ehl-i Kitab’ın, müşriklerden daha üstün olduklarını bildiriyor, onların hatalarını düzeltmelerini istiyor.
Sâsânîler yenince müşrikler dediler ki;
“İşte bak Sâsânîler’in Bizanslılar’ı yendiği gibi biz de sizi haklayacağız!" Kendilerini Sâsânîler’e benzettiler. Öteki inanan müslümanları, Peygamber Efendimiz’e tâbi olanları da “Allah’a inanıyor, putlara tapmıyor!..” diye Bizanslılar’a benzettiler.
“İşte biz putlara tapanlar, sizi yeneceğiz!” dediler, öyle bir hüküm çıkardılar.
Âyet-i kerîme indi:
“Evet, Rumlar mağlup oldu ama birkaç yıl sonra onlar galip gelecek!”
Onun üzerine Ebû Bekir Sıddîk gitti, onların azılıları ile iddiaya girişti. Geldi, Peygamber Efendimiz’e de bildirdi:
“On devesine böyle bir iddiaya giriştik yâ Resûlullah!”
“Peki, nasıl konuştunuz?”
“İşte üç yıl içinde yenecek!”
Dedi ki;
Âyet-i kerîmede fî bid’i sinîn geçiyor.
Bid’. “Üçten dokuza kadar, birkaç…” mânası ifade eden bir kelime, küsuratı ifade eden bir kelime.
“Belki üç olmaz da dört olur. Sen git yeniden konuş; develeri, iddiayı yüze çıkart, ondan yüze çıkart. Seneyi de on yıla çıkart.”
O da Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi üzerine gitti:
“Var mısın, deveyi yüze çıkartalım. Yalnız seneyi biraz daha uzatacağız?”
Ötekisi de;
“Tamam.” dedi.
Çünkü Sâsânîler o sırada Arabistan’a filan hâkimdi. Devletleri Irak’taydı. Merkezleri Bağdat’a yakın bir yerdeydi. İran’a, Arabistan’a hâkim idiler, Arabistan’da, Yemen’de valileri vardı.
Anadolu’nun da birçok yerine kadar hâkimdi hücum ediyorlardı. Hatta mesela bizim köyün orada Behram kalesi var. Behram, İran hükümdarının ismi.
Çanakkale Bababurnu neresi... İran neresi?!..
Oralara hâkim idiler. Amerika gibi, “Yenilmez!” gibi düşünüyorlar.
Deveyi yüze çıkarttılar! On yıl içinde eğer Bizanslılar Sâsânîler’i yenerse Ebû Bekir Sıddîk kazanacak. Ötekiler yenerse yüz deveyi Ebû Bekir Sıddîk’tan alacaklar. Ama tabii Ebû Bekir Sıddîk radıyallahu anh aldı.
Bunu niye bildirdim?
Çünkü Allahu Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de olacak olayları önceden bildiriyor. İşte misâli. Peygamber Efendimiz de bildiriyor!
Onun misâli ne?
Le tüftehanne’l-konsantiniyye…
Konstantin şehri, Konstantinopolis, İslâmbol…
“İstanbul” bozuk bir kelimedir. Doğrusu: İslâmbol.
Çünkü “Konstantinapol, Konstantin şehri” deyince;
“Ne demek Konstantin şehri?.. İslâmpol!” demiş.
Pol, “şehir” mânasına. Pol-palis, “şehir” demek.
Konstantinapol, İslâmpol olmuş. Sonra bu İslâmpol, İslâmbol. Bizim köylerde hâlâ böyle geçer: “İslâmbol’a gitti.”
Ben de küçükken, onu köylünün galatı sanırdım. Duyardım, “İstanbul” demiyorlar da “İslâmbol” diyorlar. Ben onu “Bozuk söylüyorlar.” sanıyordum. Meğer doğrusu oymuş. İstanbul uydurma, kayma, kelimenin bozulmasıymış.
Demek ki Peygamber Efendimiz de Allah’ın bildirmesiyle İstanbul’un fethedileceğini kavmine bildirdi.
Daha başka neler bildirdi?
Kureyş’in müşrikleri gelip Medine-i Münevvere’de müslümancıkları muhasara edip yok etmeye geldikleri sırada, hendek kazdıkları sırada;
“Bu sıkıntılar geçecek siz İran’ın topraklarını da fethedeceksiniz, hâkim olacaksınız. Bizans’ın topraklarına da hâkim olacaksınız.” dedi.
O nasıl oldu?
Hendeği kazarken kuyuları kolay kazdılar da bir yerde bir taş çıktı. O taşa kazma işletemediler. Dediler ki;
“Yâ Resûlullah! Bir taş çıktı karşımıza ki baş edemiyoruz!”
Peygamber Efendimiz kazmayı aldı, besmeleyi çekti, bir vurdu. Taştan büyük bir parça kopardı. O zaman büyük bir ışık, kıvılcım çıktı. Ötekiler kıramazken Peygamber Efendimiz peygamberlik kuvvetiyle kırdı, parçaladı. Büyük bir ışık çıktı. O zaman;
“Bu ışığın altında İran’ın saraylarını gördüm. İran size fetholunacak!” dedi.
Bir daha vurdu, kayadan büyük bir parça daha kopardı! O zaman da bir kıvılcım çıktı. O zaman da;
“Bu kıvılcımda, ışığın aydınlatmasında Bizans’ın saraylarını da gördüm; oraları da alacaksınız!” dedi.
Müşrikler dediler ki;
“Şunlara bak! Düşmanları gelmiş, onların karşına yeke yek, teke tek çıkmaya güçleri yetmiyor da hendek kazıp arkasına saklanıyorlar. Bu kadar bir avuç zayıf insanlar; İran’ın, Bizans’ın topraklarını fethedeceklermiş…” diye alay etmek istediler. Ama Cenâb-ı Hak İran’ın da, Bizans’ın da topraklarını Peygamber Efendimiz’in bildirdiği üzere müslümanlara ihsan eyledi.
İşte Peygamber Efendimiz, ashâbına bazılarının düşman olacağını Allah bildirdiği için diyor ki;
“Benim ashabıma sövenlere Allah lanet etsin!”
Allah’ın laneti ne demek?
Allah lanet ederse bir kavim ne olur?
Mahvolur!
Laneti; rahmetinden uzaklaşmak demektir. Rahmetini çekecek, alacak. Rahmeti ile muamele etmeyecek, gazabıyla muamele edecek, demektir.
Mesela kimler lanete uğramıştır?
En başta iblis aleyhilla’ne lanete uğramıştır.
Allah’ın lanet ettiği iflah olmaz!
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz böyle buyurduğu hâlde bazı insanlar çıkmıştır. Hem de Peygamber Efendimiz tarafından methedileni, cennetle müjdelenenleri kötülemişlerdir, sövmüşlerdir ve hâlâ sövmektedirler. Ebû Bekir Sıddîk Efendimiz’e, Ömer el-Fâruk Efendimiz’e sövmektedirler!
Neden?
İşte yaptıkları icraattan gıcık almışlar…
Yahu Resûlullah mı daha iyi bilir? Yoksa siz mi?!..
Peygamber Efendimiz “Ashabıma sövmeyin!” diyor. En bariz bir hata yapsa bile, farz edelim birisi hata yapsa bile Peygamber Efendimiz’in hatırına, “sövmeyin.” dedi diye sövmemesi lazım.
“Hadi seni affettim.”
Resûlullah; “sövmeyin.” dedi diye sövmemesi lazım.
Minberde mihrapta kalkıp sövmüşlerdir, hâlâ sövenler vardır. Allah şaşırtmasın! Hepimiz de başka konularda şaşırabiliriz. Şeytan kandırabilir, nefis azdırabilir. Dünyanın zevkli, şevkli işleri bizleri hatalı işler yapmaya yöneltebilir. Harama yöneltebilir. Cazip, kolay kazanç diye çalmak çırpmak, kandırmak, aldatmak suretiyle haramı cazip göstertebilir.
Allah bizim yardımcımız olsun. Allah yanıltmasın, şaşırtmasın. Her işimizi rızasına uygun yapmaya muvaffak eylesin. Huzuruna, yüzü ak, alnı açık varmayı, sevdiği kul olmayı, cennetine girmeyi, cemâlini görmeyi, Rıdvan-ı Ekber’ine ermeyi nasip eylesin.
Bu çok önemli! Gerisi, hepsi hava civa!
لَعَنَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ فَقِيرًا تَوَاضَعَ لِغَنِيٍّ مِنْ أَجْلِ مَالِهِ. مَنْ فَعَلَ ذٰلِكَ مِنْهُم فُقِدَ ثُلُثَا دِينِهِ
Leanallâhü azze ve celle fakîran tevâdaa li-ğaniyyin min ecli mâlihî men feala zâlike minhüm fukide sülüsâ dînihî.
Hadîs-i şerîf Ebû Zerr el-Gıfârî hazretleri radıyallahu anh’tan rivayet edilmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Leanallâhü. “Pek aziz ve pek celil, sonsuz izzet ve sonsuz celal sahibi Allahu Teâlâ hazretleri lanet etsin, lanet etti, lanet eder." Fakiren "bir fakire lanet eder ki" Tevâdaa li-ğaniyyin li-ecli mâlihî. "Bir zengine malından dolayı tevazu gösterdi!”
“Bir zengine malından dolayı tevazu gösteren fakire, aziz ve celîl olan Allah lanet etsin”
Men feala zâlike minhüm fukide sülüsâ dînihî. “Fakirlerden hangisi böyle yaparsa dininin üçte ikisi gider!”
Malından dolayı zengine tevazu gösteriyor; İslâm’da böyle bir şey yok! Zenginlik fakirlik ölçü değil; takvâ ölçü!
Zenginin malı helâldense hesabı var, haramdansa azabı var!
Zengine; “Malını alacağım veya malını versin, bu mal sahibi canım, şerefli, eşraftan, itibarlı adam…” diye itibar etmek, tevazu göstermek doğru olmuyor. Sakin duracak, sağlam duracak. Yamuk duyguların içine düşmeyecek. Çünkü zengine malı veren Allah, dilerse fakire de malı verir! Malı zenginden ummamak, Allah’tan ummak lazım. Bir de zengin, kötü huylu bile olsa malından dolayı tevazu gösteriyor. Hâlbuki bu da doğru değil. Peygamber Efendimiz diyor ki;
“Mütekebbire tekebbürle muamele etmek sadakadır!”
Adam mütekebbir mi?
Sen onun tavrı gibi yapacaksın ki hizaya gelsin! “Vay be…” desin, hatasını anlasın! İslâm’da mütekebbire yüz vermek de yok!
لَقَدْ أُنْزِلَتْ عَلَيَّ اللَّيْلَةَ سُورَةٌ لَهِيَ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ: ﴿اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ﴾.
Lekad ünzilet aleyye’l-leylete sûratün lehiye ahabbü ileyye mimmâ talaat aleyhi’ş-şemsü innâ fetahnâ leke fethan mübînâ.
Ahmed b. Hanbel, İmam Buhârî ve İmam Tirmizi; Ömer radıyallahu anh’ten rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
El-leylete, “bu gece” demek.
Lekad ünzilet aleyye’l-leylete sûratün lehiye ahabbü ileyye mimmâ talaat aleyhi’ş-şemsü. “Bu gece bana bir sûre indirildi ki; o sûre üzerine güneşin doğduğu yeryüzü zenginliklerinden, varlıklarından, mallarından mülklerinden şeksiz şüphesiz daha sevimlidir! Hepsinden daha tatlıdır, hoştur, sevimlidir!”
Hangi sûre?
İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ.
Fetih sûresi!
Neden?
Çünkü müslümanların fütuhâta mazhar olacağını müjdeledi. Hem de Kureyşliler azgınken, kuvvetliyken umreye gelmek isteyen müslümanları Hudeybiye’de karşılayıp da engelledikleri zaman!
O sûre; umre yapmalarına, getirdikleri kurbanları kesmelerine mâni oldukları zaman indi. Çok müjdeli bir sûre. Fütuhâtı vaad ediyor. O da deminki misallerin bir tanesi.
Allahu Teâlâ hazretleri fütuhâtı vaad etti. Müslümanlar Mekke’yi fethetti, Hayber’i fethetti. Müslümanlar daha nice fütuhâta mazhar oldular.
İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ sûresinin önceden bildirmesi tahakkuk etti.
Bu sûre, Peygamber Efendimiz’in yanında bunca mertebesi olduğuna göre bunca sevgili olduğuna göre; “üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha sevimlidir.” demek ne demek?
Dünyadaki her şeyden daha sevimli, demek.
Dünyada her şeyin üzerine güneş doğuyor. Evler, köşkler, yalılar, dağlar, ovalar, bağlar bahçeler salkım salkım üzümler, kırmızı kırmızı elma ağaçlarının olduğu bahçeler, kavunlar karpuzlar, madenler, hayvanlar, kurtlar kuşlar, pınarlar, şelaleler, göller, göl kenarları... Ne kadar güzel!
Fetih sûresi Peygamber Efendimiz’e daha sevgili geliyor.
Bundan çıkacak derslerden bir tanesi nedir?
Mübarekler, şu Fetih sûresini okuyalım, ezberleyelim. Madem Resûlullah Efendimiz o kadar seviyormuş; bu sûreyi iyice düzgünce okuyup ezberlemeli, bellemeli. “Resûlullah’ın sevdiği sûredir.” diye mânasını da takip etmeli.
Allahu Teâlâ hazretleri içimize Kur’an sevgisini yerleştirsin. Kur’ân-ı Kerîm’e iyice sarılmayı nasip etsin. Kur’ân-ı Kerîm’in mukabil sevgisine, şefaatine erip de âhirette şefaat-i Kur’an ile, Peygamber Efendimiz’in şefaatiyle cennetine bi-gayri hisab girmeyi nasip etsin.
Eğer defter açılır da hesaba çekilirsek hapı yutarız! Defter açılmadan hesaba çekilmeden bi-gayri hisab Allah bizi cennetine soksun. Yoksa yüzümüz çok kara, elimiz çok boş. Suçumuz, ihmalimiz çok fazla!
Müslümanlar Allah yoluna gerektiği şekilde çalışmıyor. Çalışamıyoruz, malımızı veremiyoruz, hizmeti yapamıyoruz. Allah bize afv u mağfiret eylesin. Nasıl yapacaksa; hesapsız, doğrudan doğruya defter divan açmadan [mağfiret eylesin].
Açarsa mahvoluruz, çok perişan oluruz. Rezil kepaze oluruz mahşer halkına!
Örterek, mağfiret ederek, affederek cennetine girmeyi nasip eylesin. Dünyada sevdiği güzel huylara sahip, sevdiği güzel işleri yapan, hayırlı bir müslüman olarak yaşadıktan sonra huzuruna tertemiz kullar olarak varmayı nasip etsin.
El-Fâtiha!
[1] 30/Rûm, 2-3.