Bismillâhirrahmânirrahîm.
el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba’dü;
Fe-kâle resûlullahi sallallahu aleyhi ve selleme;
اِجْتَنِبُوا الْكَبائِرَ السَّبْعَ: الشِّرْكَ بِاللهِ، وَقَتْلَ النَّفْسِ، وَالْفِرَارَ مِنَ الزَّحْفِ، وَأَكْلَ مَالِ الْيَتِيمِ، وَأَكْلَ الرِّبَا، وَقَذْفَ الْـمُحْصَنَاتِ، وَالتَّعَرُّبَ بَعْدَ الْهِجْرَةِ. طب عَنْ سَهْلِ بْنِ أَبِي حَثْمَةَ.
İctenibü’l-kebâira’s-seb’a eş-şirke billâhi ve katle’n-nefsi ve’l-firâre mine’z-zahfi ve ekle mâli’l-yetîmi ve ekle’r-ribâ ve kazfe’l-muhsenâti ve’t-te’arrube ba’del-hicrati.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, bu hadîs-i şerîfte buyurmuşlar ki;
Yedi büyük günahtan, dikkatli bir şekilde kaçınınız. Bu sayılan yedi tanesi, çok büyük günahtır. Aman bu hususta uyanık olun. Aman bu günahlara bulaşmayın. Çünkü büyük günahın, cezası büyük olur. Cezası, müthiş olur. Aman bunlara karşı uyanık olun. Kendinizi iyi kollayın demektir.
İctenibü’l-kebâira’s-seb’a. Yedi. Kebâira. Büyük günahtan sakının.
Birincisi eş-şirke billâhi. Allah’a ortak koşmak, müşrik olmak.
Allah’a ortak koşmak ne demek?
Sadece Cenâb-ı Hakk’a ibadet edilmek gerekirken, haça, puta, ata, ite tapmak demektir. İnsanların çoğu, maalesef bu en büyük günahı işlemeye devam ediyorlar. Öküze tapanlar bile var.
Bu zavallı hayvancağız, yanından tren geçer, yarım saat sonra hoplar, intikali o kadar geç. Et ve süt makinesi, başka bir şey değil. Allah’ın kulları için yaratmış.
İşte buna tapılır mı?
Ağır hareketli, az bilgili, kendisini koruyamayan, tarlada otlayan, ondan sonra da Allah müsaade etmiş, insanların kestiği, yediği, sütünü sağıp içtiği bir mahlûk. Tapınıyorlar. Tarihte de tapınmışlar. Mısırlılar da tapınmış. Milattan kaç bin yıl önce. Şimdi de Hintliler tapınıyor. Onunla ne ilişkisi var?
Nasıl ordan, oraya bulaşmış?
Birbirleriyle ilişkisi var mı, yok mu?
Bu Mısırlılar gemiyi çok severlermiş. Gemiyle uzak yerlere gitmiş olma ihtimalleri var. Mesela güney Amerika’daki tapınakların, Mısır piramitlerine benzemesi üzerinde, âlimler çok düşünmüşler. Diyorlar ki; Belki Mısırlılar gitti oraya. Aynen o Kahire de görünen, eski tarihli tapınaklar gibi tapınaklar, Güney Amerika da var.
Nasıl gitmiş olabilir?
Gemilerle gitmişlerdir diye. Hatta bu iddiayı ileri süren âlimlerden bir tanesi, mısır malzemesi, papirüs bitkisinden, ağacından gemi yapıyor. Akdeniz’den okyanusa açılıyor ve Amerika’ya yaklaşıyor. Ama artık iyice papirüs suyu emiyor, içine dalgaların girmesi filan oluyor ama, Amerika’ya ulaşıyor. Tapınaklar ve aletler aynı. Belki Hindisatan’a da gitti herifler.
Ben hayret ettiğim bir şey. Bu Aborjinlerin bumerangını, aynı şekliyle bumerang, Mısır da firavunların kazılardan çıkan eşyaları arasında da gördüm. Mısırlılar da da var. Bumerang Avustralya da olan, başka yerde görünmeyen bir şey, yaygın değil. Çok ustalıkla atılması gereken bir alet. Vuruyor, geri geliyor, sahibinin eline, kaybolmuyor. Hatta ehramların, piramitlerin yanında gemi var. Güya firavun gemiye binecekmiş, oradan seyahat edecekmiş, havalara yerlere gidecekmiş filan. Oralardan mı bulaştı, nasıl olduysa. Öküze tapmak. Hayret edilecek bir şey. Puta tapmak.
Hz. İsa’nın, haça gerilmiş timsaline tapmak. Ne kadar, ne kadar yanlış, ne kadar kusurlu. Hem de Kur’an-ı Kerîm bildirdiği halde. Hem de bütün hristiyan mezheplerinde öyle olmadığı halde.
Birincisi.
Eş-şirke billâhi. Çok büyük bir günahtır. Allah’ın asla affetmediği bir günahtır. O kadar korkunç bir günah. Bir, bundan sakınılacak. Tabi sakınılacak, sakındırılacak. Kendisi yapmayacak. Başkasına da yaptırmayacak. Yani yapılmaması için de uğraşacak.
Biz bu seneyi, tevhid yılı ilan ettik. İşte toplantılar, yayınlar, dergiler, bir şeyler oluyor ama, zayıf kalıyoruz. Elin teşkilatı, kuvvetli. Onlar şirki yaymaya çalışıyor, bizim şehirlerimizde, bizim ülkelerimizde. Teşkilatlar kuruyor, paralar harcıyor. Bizim mü’min kardeşlerimizi, şirke düşürmeye çalışıyorlar. Biz zevk alıyoruz. Bir mescit alacağız. Mescidin parasını toplayacağız diye zorluk çekiyoruz.
Ne yapmak lazım?
Tedbir almak lazım.
Ve katle’n-nefsi. Bir tanesi de adam öldürmek. Katil olmak. Bu da büyük günah. Çünkü canı Allah veriyor. Birisinin canına kıymak, doğru değil. Başkasının bu işi tabancayı çekip, bıçağı çekip, karnına saplayıp, karnını deşip, alnından vurup şey yapmaya hakkı yok. Allah’ın verdiği can, bir emanettir. Yaşamak, en önemli hakkıdır bir yaratığın. Onun canına kast etmeye, başkasının hakkı yoktur. Öldüren, katil olan, bir mümini mümin olduğu için kasten öldüren ebediyen cehennemde yanacak.
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِدًا ف۪يهَا ... ﴿٩٣﴾
Ve men yaktul mü’minen mute’ammiden fe-cezâühû cehennemü hâliden fîhâ. [1]
Bu mümin olduğunu bile bile, mümin olmasına rağmen öldüren, ebediyen cehenneme girer.
Üçüncüsü. Ve’l-firâre mine’z-zahfi. Savaştan kaçmak. Müslümanlar cihad ediyor, adam kaçıyor cepheden. Askere gitmiyor filan. Çok mübarek insanlar gidiyor, şehid oluyor. Çok ciğeri beş para etmez herifler de askerden kaçıyor. Ondan sonra milletin başına bela oluyor. İyiler ölüyor, kötüler kalıyor.
Savaşların en zararlı tarafı, en ihlâslı insanların şehid olup ölmesi, geriye murdar heriflerin kalması. En kötü şey. İki yüz elli bin tane mücahid, mü’min öldü, Çanakkale savaşında. Zaten memleketin nüfusu ne kadar,
Osmanlının; en geniş hudutlara erdiği zamandaki nüfusu, on beş on altı milyon tahmin ediliyor. Yani çok değil nüfus, gittikçe artıyor şimdi. Yazık. Yazık olan taraf ne? Adam cennete gidiyor, fena değil ama, cennete gitmesi güzel ama, geride kötülerin kalması fena. İslam’ı bilmeyen insanların, müslümanların canını okuması, müslümanları mahvetmesi fena.
Üçüncü büyük günah, savaştan kaçmak, cihattan kaçmak.
Ve ekle mâli’l-yetîmi. Yetimin malını yemek dördüncü günah. Babası savaşa gitmiş, ölmüş, şehid olmuş, çocukları kalmış. Amcalar, dayılar allem ediyor kalem ediyor, kadına hed hüd diyor, malları çarçur ediyor, yetimin malını yiyorlar. Yetimin malını kim yer? Yetime bakmakla görevlendirilmiş herif yer. Cebine atar. Yutar boğazından. Nasılsa hesap soracak kimse yok. Paranın sahibi, malın sahibi küçük. Çeşitli oyunlarla onu yutar. Ama Allah da cezasını verir.
Beşinci. Ve ekle’r-ribâ. Faiz yemek. İslam da faiz, haramdır. Helalinden kazanmak vardır. Alışveriş vardır. Faiz yemek yoktur. Onun kendisine meslek edinmiş, insanlar vardı, parasını kenara koyuyordu, faizle para isteyene veriyordu, kat kat.
اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ
Ed'âfen mudâ’afeh [2] geri alıyordu, durduğu yerden, ötekisi çalışsın çalışsın getirsin, buna faizini versin, o da paraları istif etsin, göbeğini büyütsün, haramları yesin.
Peki Biz şimdi ne yapacağız hocam?
Şimdi tabi yabancı bir diyardayız. Bir kere bizim durumumuz özel. Ama İslam ülkelerinde ve buralarda mümkünse, kendi para müesseselerimizi kurmamız lazım. Kendi para müessesemizi kurmazsak.
Para denilen şey nedir?
Kaypak bir şeydir. Bakıyorsun yüz Amerikan Dolarına, şu kadar Suud Riyali alıyorken, bakıyorsun yarı yarıya düşüyor, artıyor. Bakıyorsun Endonezya parası şu kadar ederken, bakıyorsun şu kadara düşüyor. Rus parası bilmem Orta Asya’daki ülkelerin bilmem nelerin, Türkiye’nin parası.
Parayı sandığa koyarsan, hava alırsın. Fareler yemeden biter. Eskiden altın koyarmış. Altın çıkarmış sandıktan gene, bilezik yaparmış, beşi bir yerde yaparmış. Şimdi öyle değil. Parayı koydum mu hapı yutuyor. Onun için bankaya veriyor parayı, faiz yiyor, haram. Faiz yemese para gidiyor, ziyan. Bir tarafta haram, bir tarafta ziyan.
Ne olacak?
Müessese kurulacak. Bunun çaresini bulacak, İslam ülkeleri. Türkiye de biz, oturduk kalktık, yalvardık yakardık, bilginlere sorduk. Aman dedik bunun çaresini bulun. Bu milleti faizden kurtarın. Tasarruflarını nasıl değerlendireceklerini söyleyin dedik.
Çarelerden bir tanesi ortak olmaktır, ticarette.
Hisse senedidir. Amma o ticarethane, faizli işlem yapıyorsa gene para haramdır. Onun için borsalar çıkmış ortaya Amerika da. Fakat ortak olduğun müessese, faizle çalışan müesseseyse ki; çalışıyor, o zaman olmuyor. Veyahut haram mal satan, içki satan bir müesseseyse gene olmaz. Devletçe buna çare bulması lazım. Devlet bulmazsa, milletin, millet olarak çare bulması lazım. Haramsız, helalinden, kendi aralarında birlik kurması lazım. Bunun için Türkiye de bazı çalışmalar oldu. Konya da filan kendi aralarında, para biriktirme teşkilatı kurdular. Fakat yaygınlaşmadı ve yürümedi. Bu beladan müslümanların kurtulması için ne yapmak gerekiyorsa yapması gerekiyor.
Bu arada parayı bankaya veriyorsun. Parayı yatırırken, yüzlerinde güller açıyor. Efendim buyurun, şöyle oturun, isminiz neydi, rica ederiz, bilmem ne, bilmem ne. Parayı alırken de bakıyorsun; ya bu eskiden çok güzel davranıyordu, şimdi ne oldu, parayı çekiyorsun, ahbaplık bozuldu, öküz öldü ahbaplık bozuldu, ortaklık bozuldu. Fena vaziyet. Öyle çeşitli yollarla, çeşitli zararlar. Bunların çaresini bulması lazım.
Burada tabi gayrimüslim ülke olduğundan. Müslüman, gayrimüslim ülkede faiz verilirse kendisine, parasından vs dolayı, alabiliyor, çünkü kendi gönül rızasıyla veriyor buradaki herifler, kendi usullerinde olduğu için. Gayrimüslim ülkede olabiliyor. Çünkü hadîs-i şerîf var hakkında. Amma yine de bankayı kuvvetlendirmiş oluyorsun. Burada bankalara devlet baskı yapıyor, kendi haline pek bırakmıyor. Gene biraz daha faydalı şey yapabiliyor. Enflasyon dediğimiz, para değerinin kaybolması da az olduğundan vaziyet idare ediliyor. Ama bizim ülkelerde parayı bir sene beklettin mi, bir buzdolabı alabilecekken, bir senenin sonunda yarım buzdolabı alabilirsi. Evvelki sene dükkan açıp da, on tane buzdolabı, on tane çamaşır makinesi alıp da bunu satabilen müessese, bir sene sonra ticaret yaptığı halde, para kazandığı halde, beş tane buzdolabı, beş tane çamaşır makinesi alabiliyor aynı parayla. Sermaye, kediye yüklenecek hale geliyor. Kedi yük taşımaz ki, katır değil, merkep değil, at değil, deve değil. Kediye yük yüklenir mi, sermaye bitti demek yani. Sermayenin, kediye yüklenmesi demek, sermaye bitti demek. İflas ediyor zavallı, Anadolu’nun esnafı, tüccarı, bu oyunları bilemediği için, para oyunlarını. Al kardeşim sana aynı para, aynı para değil, onun adı aynı, kendisi çok derenin altından sular geçti, çok şeyler kayboldu.
İşte devlette; bunlara çare bulmazsa halklar sömürülür, sömürülüyor, büyük büyük ziyanlar, ondan sonra ayrıca büyük haramlar. İslam ülkelerinde gayrimüslimler, iktisadi bakımdan kuvvetleniyor. Müslüman, faizli diye kredi almıyor. Öyle bir korkusu olmayanlar alıyor, onlar fabrika sahibi oluyor. Hadi. Devletin iktisadi yapısı, milletin zenginlik dağılımı değişiyor. Onlar zengin olunca, kurdukları müesseselerle, bu sefer onu bunu elde edip, avucuna alıp, ondan sonra istediklerini yaptırıyorlar.
İdare heyetinde, gel sana bir idare meclisi üyeliği verelim, ayda da şu kadar maaş verelim, otur ne olacak falan diyorlar. Onun da eski ahbapları, arkadaşları halen çalışıyor, gidiyor o arkadaşlarına, “ya Ahmet seninle mektep sıralarından ahbabız arkadaşız şu işi bize ver”, ihaleyi koparıyor, ihalede yüksek fiyatlar yazılmışsa bile,” göz yumuver de, yarısını sana verelim, yüzde onunu sana verelim”, yüzde doksanı bilmem ne falan. Devletin, milletin malı sömürülüyor. Kredi açıyor devlet, krediyi verenler diyorlar ki; sana kredi veririz ama yüzde onunu bize verirsen. Aksi takdirde bir bahane buluruz kağıtlarına, müracaatlarına, herşey tamam olsa bile, vermeyiz diyorlar. Böyle gitti hazinenin paraları. Böyle zayıfladı millet.
Zavallı köylü dayı, buğdayı savuracağım diye, esen tepe de, harman yerinde, sapı samandan ayıracağım diye uğraşsın, para sahipleri aldılar gittiler, fabrika sahibi oldular, büyük müesseselerin sahibi oldular, geldiler köylü dayının yanına, onun elindeki tarlaları aldılar, en büyük şeyleri, deniz kenarındaki manzaralı, güzel, kumsal yerleri de işgal ettiler. Bitti. Ne kadar birbirine bağlı, ne kadar büyük zulüm.
Onun için, büyük günahlardan birisi de faiz.
Ve altıncısı. Ve kazfe’l-muhsenâti.
Ve kazfe’l-muhsenât demek, namuslu insana, namuslu kadına, namuslu kadınlara iftira atmak. Bu kötü kadındır, ben bununla flört ettim, ben bununla gezdim tozdum vesaire. Yalan. Kadını lekelemek için söylüyor, edepsiz. Bu da büyük günah. En büyük günahlardan biri. Çünkü kadının istikbaliyle oynuyor, namuslu halbuki.
Sonra.
Ve’t-te’arrube ba’del-hicrati.
Hicretten sonra, tekrar bedeviliğe, cahiliyeye dönmek. Te’arrube demek, yani eski cahiliye haline dönmek. Halbuki, müslüman oldu. Resûlullah’ın yanına hicret etti, geldi. Namazı niyazı öğrendi. Zekatı öğrendi. Kur’an-ı Kerîm’i dinledi. Tamam. Ondan sonra bırakıp tekrar kabilesine dönüyor, eski hamam eski tas, haram, günah, yağma, bilmem ne, bu da büyük günah.
Ne yapacak?
İslam’a devam edecek. Haramlardan sakınmaya devam edecek. Müslümanlığını sürdürecek. Bunun bugün, bu devirde bize ilgisi ne?
Bizim bu sözden çıkartacağımız nasihat ne?
Ramazan’da iyi Müslüman oluyoruz. Ramazan’dan sonra devam etmek. Vaazı dinliyoruz, ondan sonra uygulamak. Hadîsi okuyoruz, ondan sonra o hadîse göre halimizi düzeltmek. Bizim de yapacağımız bu devirde bu. İyi bir noktaya geldikten sonra, tekrar geriye gitmemeye çalışmak.
Resûlullah’ın yanına hicret ettikten sonra, bırakıp kalkıp gitmek gibi, günahları bıraktıktan sonra tekrar günahlara dönmek gibi, İslam’a girdikten sonra, tekrar her şeyi unutmak gibi, geri dönüş yok. İki günü eşit olan ziyandadır, diyor efendimiz çok muazzam bir söz bu.
من استوى يوماه فهو مغبون
Men istevâ yevmâhü fe-h-ve mağbûnün.
İki günü eşit olan, ziyandadır, aldanmıştır. İkinci günü, birinciden daha ileri olması lazım. Daha kârlı, daha kazançlı, daha bilgili, daha ibadetli, daha hayırlı, daha böyle ahiretini mamur edecek, ahirette yüzünü güldürecek, mizanını artıracak işleri yapması lazım.
İkinci hadîs-i şerîf.
Peygamber efendimiz buyuyor ki;
أَجَلْ، أَنَا أَقَرَؤُهُ لِبَطْنٍ، وَأَنْتُمْ تَقْرَؤُونَهُ لِظَهْرٍ، قَالُوا: يَا رَسُولَ اللِه، مَا الْبَطْنُ مِنَ الظَّهْرِ؟ قَالَ: أَقْرَؤُهُ: أَتَدَبَّرُهُ وَأَعْمَلُ مَا فِيهِ، وَتَقْرَؤُونَهُ أَنْتُمْ هٰكَذَا، وَأَشَارَ بِيَدِهِ فَأَمَرَّهَا . مُحَمَّدُ بْنُ نَصْرٍ عَنْ عُمَيْرِ بْنِ هَانِئٍ قَالَ: قَالُوا: يَا رَسُولَ اللهِ، إِنَّا لَنَجِدُ لِلْقُرْآنِ مِنْكَ مَا لَا نَجِدُ مِنْ أَنْفُسِنَا إِذَا نَحْنُ خَلَوْنَا. قَالَ: فَذَكَرَهُ.
Ecel ene akrauhû li-batnin ve entüm takraûnehû bi-zahrin kâlû yâ resûlallahi me’l-batnü mine’z-zahri kâle akrauhû etedebberuhû ve a’melü mâ fîhi ve takreûnehû entüm hâkezâ ve eşâra bi-yedihî fe-emerrahâ.
Şimdi bu hadîs-i şerifin, efendimizin mübarek ağzından söylenmesinin sebebi şu;
Kâlû yâ resûlallahi. Dediler ki; Ya Resûlullah!
İnnâ le-necüdü li’l-kur’âni minke mâ lâ necüdü min enfisünâ izâ nahnü halevnâ. Kâle fe-zekerahû.
Ya Resûlullah! Biz senden Kur’an’ı dinlerken; öyle güzel duygular hissediyoruz, öyle bir huşu, öyle bir ihlâs, öyle bir ahiret âşkı şevki oluyor ki, yalnız olduğumuz zaman aynı Kur’an’ı okuyoruz, o Kur’an’ı Kerîm’den o feyizler bize gelmiyor, tek başımıza olduğumuz zaman. Senden dinlerken, tüylerimiz diken diken oluyor, ürperiyoruz, tesir ediyor ama biz kendimiz okuyunca, olmuyor.
Ecel. Arapça da ecel kelimesi, bir de evet manasına gelir yani. Ecel, insanın müddeti hayatının müddeti bitiyor, hayatının müddeti, ecel diyor. Ondan dolayı arapça da ecel evet manasına, tasdik manasına bir edat olarak da kullanıyor. Evet dediğiniz gibi.
Ene akrauhû li-batnin ve entüm takraûnehû bi-zahrin.
Ben o Kur’an’ı, içinden, batınından takip ediyorum, batınına dikkat ederek takip ediyorum, siz dış kabuğuna bakarak okuyorsunuz dışına, zahirine bakıyorsunuz.
Dediler ki ne demek ya Resûlullah bu batını, zahiri, karnı, sırtı ne demek, yani bu sözden maksat nedir?
Açıkladı. Buyurdu ki;
Ene akrauhû etedebberuhû
Ben manasını düşüne düşüne okuyorum.
Ve a’melü mâ fîhi. Ve âyetler de emredilen ahkâma uyuyorum, ahkâmını da uyguluyorum, tatbik ediyorum. İlmi ile amil olmak, bildiğini tatbik etmek, okuyorum ve uyguluyorum. Tefekkür ederek okuyorum, manasını düşüne düşüne okuyorum ve uyguluyorum.
Ve.
Ve entüm takreûnehû hâkezâ. Sizler böyle okuyorsunuz. Eliyle böyle yapmış.
Yani vız diye okuyorsunuz. Anlamını düşünmüyorsunuz, derinlemesine, ondan tesir etmiyor. Uygulamadıkları içinde feyz olmuyor. İnsan bilgisini uygulamazsa feyz olmaz, sevap olmaz, Allah sevmez.
Üçüncü hadîs-i şerîf.
اِجْعَلُوا أَئِمَّتَكُمْ خِيارَكُمْ، فَإِنَّهُمْ وَفْدُكُمْ فِيما بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ رَبِّكُمْ. قط ق وَضَعَّفَهُ عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
İc’alû eimmeteküm hıyâraküm fe-innehüm vefdüküm fî-mâ beyneküm ve beyne rabbiküm.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan. İmamlarınızı, camide cemaat olarak öne geçirdiğiniz kişileri, en hayırlılarınızdan seçin. Öne geçirin.En hayırlınızı imam yapın. Çünkü onlar sizinle Rabbınız arasındaki, bu huzura çıkmada, dilek dileme de elçinizdir, sözcünüzdür. En iyinizi öne sürün ki, Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda, onun şeyiyle Cenâb-ı Hak dualarınızı kabul etsin, sevap versin. Allah’ın en sevmediği kimseyi, öne geçirirseniz. Cenâb-ı Hakk ona sevmediği için nazar etmez. Siz de zarar edersiniz.
Allahu Teâlâ hazretleri Kur’an’ı okuduğumuz zaman, tefekkür ede ede okumayı, içindeki ile amel etmeyi, o sayılan günahlardan ve daha çeşitli günahlar var onlardan kaçınmayı, ahlâkımızı güzelleştirmeyi nasip eylesin. Ve her işimizi Cenâb-ı Hakk’ın rızasına uygun yapmayı nasip eylesin.
El-Fâtiha.