el-Hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emma ba’d.
Aziz ve muhterem müslüman kardeşlerim;
Allahu Teâlâ hazretleri cümlenizden razı olsun. Allahu Teâlâ hazretlerine sonsuz hamd ü senâlar olsun ki dağları, denizleri geçip, havalardan uçup, nasip etti bu mübarek diyarlara bizi ulaştırdı. Yeryüzünün en şerefli mıntıkasında bulunuyoruz. Tarihi en kıymetli olan yerde bulunuyoruz. Senenin en sevaplı günlerinden bir kısmını yaşıyoruz şu anda. Allahu Teâlâ hazretlerinin sonsuz nimetleri arasında, bunlar çok büyük nimetler bizim üzerimizde. Çünkü hac ömürde bir defa olan bir ibadet. Herkese nasip olmuyor. Nasip olanlara da bir defa farz oluyor. Ondan sonra nasip olur da tekrar gelirse ne mutlu. Ama ömürde bir defa yapılan çok müstesna bir ibadeti yapmak üzere, sevapların kat kat, bol bol verildiği bir zamanda, çok mukaddes bir yerde bulunuyoruz.
Bu hilalini gördüğünüz ay, Zilhicce ayıdır. Zilhicce’nin ilk on günü; Aşr-ı Zilhicce Kur’ân-ı Kerîm’de işaret olunan mübarek bir zamandır. Hadîs-i şerîflerde çok medh ü senâsı yapılan bir zamandır. Bugünler haccın yapıldığı günler olduğu için; hacıların hac yapmak için dağları, vadileri, çölleri geçip, zahmetler çekip geldiği yer olduğu için toplanacaklar. Zilhicce’nin sekizinci günü Mina’ya, dokuzuncu günü Arafat’a çıkacaklar, onuncu günü bayram olacak, bayramda Müzdelife’de sabahlamış olacaklar ve Mina’ya gelmiş olacaklar. Kurban kesmesi gerekenler kurbanlarını kesecekler.
Efendimiz öyle yapardı. Sekizi, yevmu’t-terviye. Terviye; revâ kökünden. Tef’il babında revâ-yervî “suya kanmak” demek. Terviye de, “birilerini suya kandırmak, bol bol su içirip doyurmak, su ihtiyacını gidermek” demek. Bu mübarek ibadetler yapılacak diye, herkes hayvanlarını sulayıp, hazırlığını yapıp Arafat’a çıkacakları için -belki başka sebepler de var- o güne yevm-i terviye denmiş.
Peygamber Efendimiz Zilhicce’nin sekizi olan, özel ismi de yevm-i terviye olan o günde, Mekke’deki yerinden veya uzaklardan geldiği zaman, bulunduğu yerden Mina’ya doğru yola çıkardı. Vâdî-i ebtah’ta, Ebtah Vadisi derler, orada beş vakit namazı kılardı. Sabah namazını Harem-i Şerîf’te, Kâbe’nin karşısında kılarsa, öğle namazını Mina’da; Mescidu’l-Hayf denilen mescitte o mevkide kılardı. Sünnet olan budur. Mescidu’l-Hayf’da öğle namazı bir, ikindi namazı iki, akşam namazı üç, yatsı namazı dört, geceyi orada geçirip sabah namazını orada kılmak beş. Sabah namazını kıldıktan sonra da Arafat’a lebbeyk çeke çeke yola koyulmak... Beş vakit namazı orada kılar, Arafat’a öyle gelirdi.
Biliyorsunuz Arafat, haccın en önemli vazifelerinin yapıldığı yer. Arafat olmazsa hac olmaz. Arafat, arefe gününe rastlıyor. O mevkinin adı da Arafat meydanı. Orada öğle namazı ile ikindi namazı, öğlenin vaktinde ikindi girmeden evvel, ikindi de öğlenin arkasından kılınır. Ondan sonra akşam güneş batıncaya kadar orada kalmak lazım. Güneş batmadan evvel oradan ayrılınmaz. Güneş battıktan sonra kafileler Müzdelife’ye doğru yola çıkmaya başlarlar. Erken çıkanlar, erken davrananlar Müzdelife’ye çabuk varırlar, geç kalanlar arkadan gelirler. O gün herkes Müzdelife’ye ulaşır. Bayram sabahı -Zilhicce’nin onunda- da Müzdelife’de sabah namazını kılarlar. Sabah namazının arkasından Müzdelife vakfesi denilen dualarını yaparlar, Mina’ya hareket ederler.
İşte bugünlerin hepsi çok sevaplı günlerdir. Bugünlerde yapılan ibadetler, kılınan namazlar, çekilen tesbihler, verilen sadakalar, yapılan ibadet ve taatlerin sevabı çok büyüktür. O kadar kıymetli, o kadar emsalsiz, o kadar güzel günlerdir ki; insanlar bir saniyesini bile boşa geçirmemeye çalışmalı!
Yalnız hacılar için mübarek değildir; hacca gelememiş, memleketlerinde kalan insanlar için de çok kıymetli zamanlardır. Bu zamanların içinde onların da her türlü ibadetli, taatli güzel günler geçirmesi lazım. Hayır hasenât yapması, oruç tutması, Kur’an okuması, hayrını sevabını artırması, gece gündüz Allahu Teâlâ hazretlerine ibadet etmesi lazım.
Hele arefe gününde, Bayramdan bir gün önce, Arefe gününde bir insan oruç tutarsa, - hacca gelmeyenler için bütün bu on günde oruç tutmak sevap- o kadar büyük müjdesi var ki kaçırılacak gibi bir şey değil! Memlekete telefon ettiğiniz zaman arkadaşlarınıza, akrabanıza, çoluk çocuğunuza, büyüklerinize tavsiye edin!
“Aman Arefe gününü oruçlu geçirmeyi kaçırmayın, bugünlerin kıymetini bilin, ibadet ve taati ihmal etmeyin. Aman kendinize çekidüzen verin.” diye bildirin. Çünkü bir insan Arefe gününde oruç tutarsa, geçmiş senenin günahları affolunuyor, bir.
Bir de, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz sahih hadislerinde buyurmuş ki; “Gelecek senenin günahları da affoluyor.” Subhanallah! Daha yaşamadık, yaşayıp yaşamayacağımız belli değil ama demek ki Allahu Teâlâ hazretleri o gün oruç tutana ömür verecek, hatası da olsa bağışlayacak. Onun için Arefe günü oruç tutmak, hacca gelemeyenler için çok iyi.
Arefe gününde veyahut bugünlerde hacılar burada oruç tutsun mu?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hadîs-i şerîfi vardır; “Seferilikte oruç tutmak birr u takvâdan sayılmaz.” diyor. Yolculuğun kendine göre sıkıntıları, yorgunlukları, halsizlikleri vardır; insanın dermanı kesilir, tansiyonu düşer, şekeri artar, genci vardır, ihtiyarı vardır. Yolculukta oruç tutmak takvâ değildir. Buradaki vazifeleri güzel yapmaya çalışacak. Hacıların, “Arefe gününün şu sevabından istifade edeyim.” diye oruç tutması burada mekruhtur. Her şeyin zamanı var, yeri var. Her şeyi Rabbimiz nasıl emrettiyse öyle yapacağız; Peygamber Efendimiz nasıl buyurduysa öyle yapacağız. Ne az, ne fazla... Ne ileri, ne geri... Tam söz dinlemek, tam emre uymak güzel.
Bizim burada yapacağımız nedir?
Bizim yapacağımız dilimizi tutmak. Çünkü günahların çoğu dille yapılıyor. Haccın, Allah tarafından kabul edilen mebrur, makbul bir hac olması için dilin tutulması şarttır. Gıybet etmeyecek, yalan söylemeyecek, iftira etmeyecek, kimseyi üzecek söz söylemeyecek, Allah’ın sevmediği konuşmaları yapmayacak, dilini Kur’ân-ı Kerîm’le, zikirle meşgul edecek. Çünkü Haccı ifade eden âyetlerde zikir çok tavsiye ediliyor. Zikrin hac ibadetinde çok büyük bir yeri var. Elinizden tesbih düşmemeli.
Ben dün akşam burada arkadaşlara hatırlarında daha çok kalır diye şaka yaptım. Dedim ki; “Size bir gün mühlet veriyorum, bundan sonra elinizde doksan dokuzluk uzun tesbih olmazsa, yüzer riyal ceza yazacağım.” Onlar da korktular.
Onun için eliniz tesbihli olacak. Tesbihsiz olsa, insan diliyle tesbih çekemez mi? Çeker ama tesbih de çok güzel bir âlet. Tesbih, müslümanın çok güzel bir eğlencesidir.
Bin defa İhlas okursunuz.
Hadisi şerifte var; yüz defa Subhanallâhi ve’l-hamdülillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm dersiniz.
Yüz defa Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh… dersiniz,
Yüz defa Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn dersiniz.
Yüz defa Estağfirullâh çekersiniz.
Yüz defa kul huvallâh okursunuz.
Yüz defa salavât-ı şerîfe getirirsiniz.
“Ben bu yüzü nereden bileceğim; tam Peygamber Efendimiz’in dediği rakamı tutturayım.”
O zaman tam tutturmak için elinde şu güzel tesbih bulunsun. Şıkıdık şıkıdık tesbihi çekersin. Rakam da tam Resûllullah’ın istediği kadar olur diye insanın tesbihi olacak. Dilinde, kalbinde, gönlünde zikrullah olacak.
Neden?
Çünkü insan dille, kalple zikir yaparken, her zikirde büyük sevap kazanıyor.
Bir kez Allah dese aşk ile lisan,
Dökülür cümle günah, misli hazan.
Birincide günahları dökülüyor, ikincide fazilet oluyor, sevabı artıyor, üçüncüde daha çok sevap kazanıyor, dördüncüde daha çok sevap kazanıyor.
Onun için, burada malâyânî dediğimiz faydasız konuşmaları hiç yapmayacaksınız. Buradaki zamanınızın çok değerli olduğunu bileceksiniz. “Ben buraya boş iş işlemeye, vakti boş geçirmeye gelmedim.” diyeceksiniz. Dilinizle zamanınızı değerlendireceksiniz, sevap kazanacaksınız. Bu bir.
İkincisi; namaz da zikrin mükemmel bir şeklidir. Namaz da zikirdir.
Namaz nasıl zikirdir?
Allâhu Ekber’i zikirdir, Subhâneke’si zikirdir, Elhamdülillah’ı zikirdir, tahiyyatı, duruşu, eğilişi, kalkışı, rükusu, secdesi, doğruluşu zikirdir. Namaz kılacaksınız.
Harem-i Şerîf’te en sevaplı ibadet hangisidir?
Harem-i Şerîf’in en sevaplı ibadeti; tavaftır. Oraya inen yüz yirmi rahmetin altmışı tavaf edenlere verilir. Kırkı namaz kılanlara verilir. Tavaf namazdan önde geliyor.
Neden?
Tavaf da namaz gibidir, hem de çok kıymetlidir.
“Tavafta bazıları pabuçları eline alıyor, sağı solu itiyor, ileri geri konuşuyor hocam.” diye, cahillerin işi örnek olmaz, gösterilmez. Hukukta; “Batıl makîsun aleyh olmaz.” demişler. Batıl örnek alınmaz, örnek gösterilmez. Şu pabuç giderse gitsin; üzerinde necaset olan şeyi taşıma. İbadet gibi yap. Tavaf ediyorsun, ayakkabını bir arkadaşının yanına koy, “Şuna bak.” de, ama üzerinde taşıma.
Pabuçla reis-i cumhurun huzuruna girilir mi? Reis-i cumhurun yanına girecek olsan elinde pabucun, sana gülmezler mi? Tertemiz olacaksın, abdestli olacaksın. Konuşmak var ama tavafın namaz gibi olduğunu bileceksin. Saygıyla, gözyaşıyla, zikirle tavaf edeceksin.
“Ben tavaf dualarını bilmiyorum.” Bizim bazı hacı amcalara bakıyorum, kulak misafiri oluyorum; kitaplarda yazılan duaları kekeleye kekeleye okumaya çalışıyor. Mânasını da anlamıyor çünkü yanlış okuyor. Yanından geçerken görüyorum, duyuyorum; yanlış okuyor. Mânasını anlamadan kekeleyerek dua edeceğine şu kitabı bırak, zikrederek, kendi bildiğin şekilde Allah’tan isteyerek, dua ederek tavaf et. Hissederek dua et, gözün yaşlansın. Bırak kitabı şimdi! kitabı evde oku; nasıl dua edeceğini anla, ondan sonra kendi bildiğin duanı yap, tavafını yap.
En sevaplısı tavaftır.
İkincisi; yüz yirmide kırkı, yani yüzde otuz küsuru -üçte biri- namaz kılanlara verilir. Burada bol bol nafile namaz kılarsınız. Burada kılınan bir namaz, Türkiye’de kıldığınız namazdan yüz bin kat daha sevaptır.
Neden?
Bu belde mübarek olduğundan. Zaman mübarek, mekân mübarek. Bu mekânda, bu Mescid-i Şerîf’te -Kâbe’nin olduğu Mescid-i Haram denilen -el-Mescîdu’l-Harâm denilen- yerde kılınan bir namaz, başka yerde kılınan namazın yüz bin misli fazlasıdır. Ama tavaf daha sevaptır. Tavaf yüzde elli daha sevaptır. Yüz yirminin atmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara veriliyor. Demek ki arada yirmi fark var. Demek ki namaza göre tavaf daha sevaplı. “Ben yoruluyorum. İzdiham ettirmeyeyim; yazık, tavaf etmemiş öteki kardeşim de tavaf etsin, kalabalık çok.” dersen, tamam! O zaman burada namaz kıl.
Sevabın yirmisi de Kâbe’ye bakanlara verilir. Yüz yirmi sevabın altmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi de Kâbe’ye gözyaşları içinde bakıp nazar edenlere verilir. Kâbe’ye bakmak da sevaptır. “Şu mübarek Kâbe. Yâ Rabbi! Çok şükür elhamdülillah, şu gözlerime şu güzel manzaraları görmeyi nasip ettin!” diye, Kâbe’ye bakmak bile sevaptır. Onun için aklın varsa, tavafta da sevap kazanmak istiyorsan; hem altmış sevabı tavaf ederek almak için, hem de gözlerin başka şeyle meşgul olmasın diye, Kâbe’ye bakarak tavaf et, bakıştan da sevap al.
Demek ki Kâbe’de namaz kılacağız, Kâbe’de tavaf edeceğiz, zamanımızı boş geçirmeyeceğiz, zikri yapacağız. Namaz da zikirdir.
Başka?
Kur’ân-ı Kerîm’i çok okuyacağız. Kur’an da zikirdir. Millet zikri sadece Allah Allah demek sanıyor. Kur’ân-ı Kerîm’i de okuyup hatim indirmeye çalışın. Çok çok Kur’ân-ı Kerîm okuyun. Böylece sevaplarınızı arttırmaya gayret edin.
Burada yapılan her iyiliğin Türkiye’de yapılan aynı cins her ibadet ve taate göre sevabının yüz bin misli daha çok olduğunu bilin.
Peygamber Efendimiz dedi ki;
“Bir insan yayan hac yaparsa -yani memleketten buraya yaya geldi, buradan Mina’ya, oradan Arafat’a yaya gitti- ona her bir adımı hürmetine yedi yüz Mekke hasenesi sevap verilir.” Dediler ki;
“Yâ Resûlallah, Mekke hasenesi başka hasenelerden farklı mı? Mekke’de verilen mükâfat başka yerlerden farklı mı?”
“Evet farklı. Mekke’deki yüz bin misli daha fazla.” dedi.
Yani o zaman, yedi yüz çarpı yüz bin; yetmiş milyon. Bir adımına yetmiş milyon sevap, bir adımına yetmiş milyon sevap…
Alimler; “İnsanın müslüman olarak yaptığı ibadetler içinde en sevaplısı hangisidir?” diye sormuş, araştırmışlar. “Bana göre şöyle, sana göre böyle.” değil!Acaba Kur’an’dan âyet var mı, Peygamber Efendimiz’den hadîs-i şerîf var mı diye incelemişler, sormuşlar, araştırmışlar. Hadîs-i şerîf var; haccetmek en sevaplı ibadet! Hatta cihattan bile daha sevaplı. Ama farz haccını yapmışsa, ondan sonra cihat etmek durumu da oluyorsa, o zaman durum değişebiliyor. Fakat hac böyle kıymetli bir ibadet.
Demek ki mübarek bir yerdeyiz, mübarek bir zamandayız. Bu yerin mübarekliği hakkında biraz tarihi bilgi vereyim.
Kâbe-i Müşerrefe’nin olduğu yer, Hz. Âdem aleyhisselâm atamızın ilk durduğu yerdir. Hz. Âdem atamız oralarda durdu. Melekler orada ona duracak yer yaptılar. Ondan sonra Kâbe’nin ilk binası Hz. Âdem atamız zamanında yapıldı. Hz. Âdem atamız vefat ettikten sonra evlatları onu oraya gömdükleri gibi, etrafını da taşlarla çevirip o yeri muhafaza ettiler.
Nuh aleyhisselâm’ın tufanı geldiği zaman ortalık biraz sellerden tahrip olduktan sonra, oraya kumlar yığıldığı için Kâbe-i Müşerrefe’yi İbrahim aleyhisselâm’ın yeniden ortaya çıkarması ve bina etmesini Allah emretti. Orada Kâbe’nin bina edileceğini vahyetti. Hem İbrahim aleyhisselâm biliyordu, hem Hacer validemiz biliyordu, hem de İsmail aleyhisselâm biliyordu. Cebrail aleyhisselâm; “Şuraya Kâbe bina edeceksiniz, inşaat yapacaksınız.” diye yerini gösterdi.
İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm büyüdüğü zaman, orada Kâbe’yi bina ettiği zaman, eski kalıntıları buldu. Orası kırmızımsı bir tümsek halindeydi. Biliyorsunuz Türkiye’de de tümsekler kazıldığı zaman altından temeller çıkıyor, höyük diyorlar. Kazıldığı zaman tarihi kalıntılar çıkıyor. İbrahim aleyhisselâm orada temelleri buldu ve Allah’ın emriyle Kâbe’yi İsmail aleyhisselâm ile yeniden inşa etti.
Kâbe-i Müşerrefe Hz. Âdem atamız zamanından yâdigârdır. İbrahim aleyhisselâm zamanında yeniden bina edilmiştir. Ondan sonra da tekrar tekrar Allahu Teâlâ hazretleri, kime nasip ettiyse o şerefi, tamir olmuştur. Ramazan’dan sonra etrafını tahta perdeyle çevirdiler. Aşağısından yukarısına kadar yeniden bir elden geçirip tamir ettiler. Tavanı akmaya başlamıştı, su alıyordu, yeniden tamir ettiler. O tamirden sonra içini yeşil mermerlerle döşediler.
Kâbe-i Müşerrefe’nin içine girmek, ben kardeşinize nasip oldu. Mermerlerini, nakışlarını, durumunu, en son yeni şeklini, içini görmek nasip oldu. Bir tarafta mermerciler cızır cızır mermerleri keserek yukarıları döşüyorlardı. Ben de mermer tozları arasında alnım burnum, kaşlarım beyazlaşmış vaziyette Allah nasip etti, Kâbe’nin mermer tozuna bulanarak orada namaz kıldım. Kâbe’nin mermer tozuna bulaşan o elbiseleri de çıkarttım, paketledim, üstüne de yazdım; “Bu, benim Kâbe-i Müşerrefe’ye girdiğim zaman giydiğim, Kâbe’nin tozuyla tozlanmış elbiselerimdir.” diye pakette muhafaza ediyorum. Müzeye kaldırılacak gibi benim için kıymetli oldu.
En son tamiri de öyle, sağlamlaştırıldı. Aşağı doğru inmişler, düzeltmişler, duvarları sağlamlaştırmışlar.
Mübarek bir yerdeyiz, tarihî bir yerdeyiz, Peygamberlerin olduğu bir yerdeyiz. Kâbe-i Müşerrefe’nin içinde avlu gibi, yarım daire şeklinde olan yerinde ve Kâbe ile zemzem kuyusu arasında nice peygamberler medfundur. Çok peygamberlerin kabirleri vardır. Ama artık bilinmiyor. Eskiden Kâbe-i Müşerrefe’nin yanındaki o Hicr-i İsmail denilen yeri kazmışlar. Aşağıda yeşil taşlı üstü yazılı bir kabir bulmuşlar. Kitaplar böyle yazıyor.
Hâsılı; cihan tarihinin, insanlık tarihinin en güzel yerinde bulunuyoruz. Allah’a hamd ü senâlar olsun. En güzel zamanlarda bulunuyoruz. Hem de Allah’ın en sevdiği dine bağlı müslümanlar olarak bulunuyoruz. Hem de cihanın hayran kaldığı en güzel bir ibadeti, hac ibadetini yapmak için burada bulunuyoruz.
Muhterem kardeşlerim;
Dünya üzerinde insanlar, Hz. Âdem aleyhisselâm atamızdan beri peygamberler gelmiş, hak dini anlatmışlar. Her yere peygamber gitmiş, her beldeye Allah peygamber göndermiş ama insanlar zaman zaman bozulmuşlar. Etin, sütün bozulduğu gibi fikirler, inançlar da zamanla bozulmuş. Bozuldukça Allah tazelemiş, yeni peygamberler göndermiş. Onun için eski dinlerin bazı mensupları hâlen dünyada kalıntı olarak bulunuyor.
Musa aleyhisselâm’ın zamanından kalıntı yahudiler var; eski, hükmü geçmiş, tedavülden kalkmış. Ta İsa aleyhisselâm zamanından kalıntı hıristiyanlar var; eski, hükmü geçmiş hem de dinlerini bozmuşlar. İsa aleyhisselâm; “Haça tapın.” demedi. İsa aleyhisselâm “Bana tapının.” demedi. “Benim çarmıha gerilmiş olarak resmimi yapın, putumu yapın da, heykelimi yapın da benim karşıma geçin, ibadet edin.” demedi. Bozulmuş olarak, kalıntı olarak, tefessüh etmiş olarak, bozuk olarak bir takım inançlar var. Bir de Güneydoğu Asya’yı, Avustralya’yı gördük, budistlerin tapınaklarını gezdik. Kimisi de koca göbekli, çıplak heykellere tapınıyor.
Elhamdülillah, bizim dinimizin birinci temeli nedir?
İslâm’ın beş şartından birincisi nedir?
"Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasûluh." demek.
Ne demek yani?
Tevhid.
Tevhid ne demek?
Allah’ın bir olduğuna inanıp, alemlerin Yaradanı’nı bilip, bir tek O’na ibadet etmektir.
Bir tek Allah’ı tanımışız, biliyoruz Yaradan’ı, âlemlerin Rabbini, ancak O’na ibadet ediyoruz. Öyle haça, taşa, puta, ağaca, dağa, denize, öküze, şuna buna tapınanlar gibi değil.
Niye?
Tevhid inancına, doğru inanca sahibiz...
Sonra Allah’ın bize emrettiği ibadetler de ibadetlerin en güzeli; namaz, oruç, zekat, hac. Allah’ın bize emretmiş olduğu, İslâm’ın beş temel ibadetinden birisi olan hac ibadetini yapmak için burada bulunuyoruz. Allah’ın en güzel dinine sahip, Allah’ın razı olduğu, kabul ettiği, geçerli olan dine sahip müslümanlar olarak burada bulunuyoruz.
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ
İnned’d-dîne indellâhi’l-islâm.
“Allah başka dinleri kabul ediyor mu?”
“Etmiyor.”
“Başka dinlerin mensuplarını seviyor mu?”
“Sevmiyor.”
“Onları cezalandıracak mı?”
“En feci şekilde cezalandıracak.”
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ
İnnallâhe lâ yağfiru en yüşreke bihî ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ.[4] “Allah her günahı affeder, Erhamu’r-Râhimîn’dir, Gafûru’r-Rahîm’dir ama şirk müstesna. Şirki, müşrikliği, kâfirliği affetmez.”
Onun için âlemlerin Rabbi Allahu Teâlâ hazretleri; وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ ve radîtu lekümü’l-islâme dînâ. “Ben sizin müslüman olmanıza razıyım; başka bir dine girmenize, başka bir dini benimsemenize karşıyım.” diyor.
Allah’ın sevdiği, bozulmamış, geçerli, en güzel dine sahibiz. Tedavülden kalkmamış, kıymetsiz değil. Kıymetli olan, geçerli olan hak dine sahip olarak bulunuyoruz. Bu hak dinin en mühim ibadeti olan haccı yapmak için burada bulunuyoruz. Biz şu anda kıymeti sayılamayacak kadar çok, hazinelerin içindeyiz.
“O mâhîler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” demiş şair. Şimdi biz deryadaki balık gibiyiz, deryanın kıymetini bilmiyoruz. Nimetlerin içinde yüzüyoruz. Çok kıymetli bir zamanda, çok güzel bir yerdeyiz. Çok güzel bir din üzereyiz. Çok güzel bir maksatla buraya toplanmışız; hac yapacağız. Onun için bu haccı güzel yapmaya çok dikkat edin. Bu haccın bir yerinde bir sakatlık olmasın, bir bozukluk olmasın.
Haccın sevabını kaçıran şeyler nelerdir?
Kötü sözler söylememek, çirkin işler yapmamak, günahlara bulaşmamak, birbiriyle itişip kakışmamak, çekişmemek, kavga gürültü yapmamak...
Bunlar haccın kuralları! Refes olmayacak. Refes; sözle ve fiilen çirkin, müstehcen iş yapmak demek. Mesela ağzını açmış, ana avrat küfretmiş. Refes bu. Küfür refestir. Kötü söz, kötü iş yapmamak, bir. Ve lem yefsuk."Fısk ü fücur" yapmayacak. Günah olan, haram iş yapmamaya dikkat edecek.
Bir de cenk ü cidal yapmayacak. Birbiriyle itişme, kakışma, kavga, mücadele, yumruklaşma...
Bazı insanlar bunları yapıyorlar. Neden yapıyor? Otel odası yüzünden yapıyor. Hadi bir kavga çıkıyor, şeytan kavga ettiriyor. Kavga etmeyecek, halim selim olacak, yumuşak olacak. Bu ibadeti iptal etmemeye dikkat edecek.
مَنْ حَجَّ لِلهِ وَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ اُمُّهُ
Men hacce lillâhi ve lem yerfus ve lem yefsuk race’a ke-yevmi veledethu ümmühû.
"Böyle hacceden, anasından doğduğu gündeki gibi evine tertemiz, günahsız döner."
Bu hadîs-i şerîfte zikredilmeyen ilk şart nedir?
Haccın helal parayla yapılmasıdır.
Haramla olmaz. Köroğlu’nun işi gibi olmaz. Köroğlu gider zenginlere işkence yaparmış, soyarmış; aldığı paraları fakirlere dağıtırmış.
Öyle şey olmaz! Haramla hayır olmaz! Falanca kötü bir kadın kötü ev işletmiş, onun parasıyla cami yaptırmış. Olmaz! Vaiz bunu böyle söyledi diye Diyanet Teşkilatı da vali şikayet etti diye vaizi cezalandırıyor. Ağzına sağlık, vaiz doğru söylemiş. “Haramdan hayır olmaz.” diye hadîs-i şerîf var. Peygamber Efendimiz öyle söylüyor. Vali kızsa da, hakimler ceza yazsa da işin doğrusu bu. Haramdan hayır olmaz. Helal olacak.
Ondan sonra da ibadeti güzel yapacak. Dalaşmayacak, itişmeyecek, kavga etmeyecek. İyi niyetli, yardımcı, cömert, ikramcı olacak. Mü’min kardeşini, arkadaşını sevecek. Güleç yüzlü, hayırhah olacak.
Sonra cömert olacak. Burada on riyalin, yüz riyalin, yüz doların kıymeti olmaz. Onun için kavga olmaz. İnsanın hac için harcadığı paranın mükâfatı bire yedi yüzdür. Cihat parası gibi, hac için harcanan para da bire yedi yüz mislidir. Bir milyon harcıyorsan, yedi yüz milyon harcamış gibi sevap alıyorsun. Yüz milyon harcamışsan, yetmiş milyar para harcamış gibi sevap alıyorsun. İnsan kesenin ağzını açacak. Arkadaşına ikram edecek. “Al sana tavuk kızartması aldım, ye, buyur; dua et yeter, para istemez.” “Al sana meşrubat aldım, iç.” “Al sana şunu, al sana bunu.” Hayır yapacak, kesenin ağzını açacak. Burada cimrilik olmaz. Burada parayı harcarken el titremesi olmaz. Buraya yaptığın her masraf bire yedi yüz mislidir. Ne kadar büyük sevabı var! Onun için ne otel parasından kaçınacaksın, ne vasıta parasından kaçınacaksın, ne ikramdan kaçınacaksın. Burada ne kadar ikramcı, masrafçı olursan sevabı o kadar çok olacağı için cömert olacaksın.
لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ، لَبَّيْكَ لَا شَرِيكَ لَكَ، لَبَّيْكَ إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لَا شَرِيكَ لَكَ
Lebbeyk çekmek de zikirdir. Lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, inne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerîke lek.
“Ne oluyor hocam bundan?”
Ne oluyor, söyleyeyim;
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُلَبِّي إِلَّا لَبَّى مَنْ عَنْ يَمِينِهِ أَوْ عَنْ شِمَالِهِ مِنْ حَجَرٍ أَوْ شَجَرٍ أَوْ مَدَرٍ حَتَّى تَنْقَطِعَ الْأَرْضُ مِنْ هَاهُنَا وَهَاهُنَا
Mâ min müslimin yulebbî illâ lebbâ men an yemînihî ev an şimâlihî min hacerin ev şecerin ev mederin hattâ tenkatı’al-ardu min hâhunâ ve hâhunâ.
Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî, Hâkim, Sehl b. Sa’d radıyallâhu anh’den rivayet etmişler.
“Kim lebbeyk çekerse; sağındaki, solundaki ağaç, taş, dağ, toprak o taraf bitinceye kadar bu taraf, bu taraf bitinceye kadar o taraf, hepsi lebbeyk çeker. Hepsinin sevabı da bu lebbeyk çekene gelir.” Oyuncak değil, çok büyük mükâfatlar var.
Lebbeyk ne demek?
Bursalı Derviş Yunus, hac için şiir yazmış, diyor ki;
Delil yapışsa elime,
Lebbeyk öğretse dilime,
İhram bezini belime,
Sarsam ağlayı ağlayı.
Bana göre en mühim yeri, en sonu; "ihram bezimi belime, sarsam ağlayı ağlayı.”
Şimdi bir soru soruyorum:
İhram bezini bağlarken ağlayan var mı?
Kendi kendinize sorun; “Ben bu ihram bezini belime bağlarken ağladım mı ağlamadım mı?” Bak âşıkların ibadeti nasıl, gafillerin hali nasıl? Aradaki fark nasıl? Allah şimdi ona verdiği sevabı buna verdiği sevap gibi mi yapar? Arada fark olur. İhram bezini bağlarken hüngür hüngür aşkından, şevkinden, heyecanından ağlıyor. Çok mühim.
Hocalardan birisi Hocamız Mehmed Zahid Kotku hazretlerine şikayet etmiş. “Hocam, ben Kâbe’ye gittim, tavafı yaptım ama bir şu kadarcık bir heyecan, bir feyiz, böyle bir tat, bir lezzet, hiçbir şey duyamadım. Kalbim kaskatı, ne ağlamak geliyor ne bir heyecanlanmak var içimde.” Hocamız bir dua etmiş ona. O duadan sonra tavafa girmiş, ağlaya ağlaya, ağlaya ağlaya, feyizden, zevkten mest olmuş. İnsanın bir kusurundan, bir kabahatinden dolayı bazen kalbi katı olur.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
İbadetin sevabını Allah en çok kime verir?
En güzel duygularla, en içten yapana verir. Takvâsı en çok olana verir. Duygusuz, namaza durmuş, aklı parada pulda, çarşıda pazarda, alışta verişte... Ona vermez! Ötekisi ağlaya ağlaya namaza durmuş. Allâhu Ekber demiş, ağlıyor, Fâtiha’yı okuyor, ağlıyor, secdeye varmış ağlıyor.
“Mübarek, dövdüler mi, niye ağlıyorsun; bir yerin mi acıyor, ondan mı ağlıyorsun?”
“Değil.”
“Niye ağlıyorsun?”
“Sorma hocam, karıştırma, kurcalama.”
Neden ağlıyor?
Çünkü içinden güzel duygular geliyor.
“Hocam, güzel duygusu filan olur mu, günahına ağlıyor.”
Günahına ağlamak da çok güzel! Bir insan günahına ağladı mı, şöyle gözünden bir sinek başı kadar bir damla gözyaşı çıksa, azıcık bir ağlamak bile çok sevap. Gözyaşları toprağa döküldü mü inci taneleri gibi, afv u mağfiret olunuyor. Cehennem dermiş ki; “Sen uzağa git, benden uzaklaş; yoksa gözyaşların şimdi benim ateşimi söndürecek, beni tehlikeye sokuyorsun.” dermiş. Cehennem Allah korkusundan ağlayan insana, “Sen uzağa git!” dermiş. Gözyaşı cehennem ateşini söndürürmüş.
Onun için yaptığınız ibadeti takvâ ile yapmaya çok dikkat edin. Duyarak; duygulu, hassas insan olarak, düşüne düşüne, edepli edepli yapmaya çalışın.
Edep bir tâc imiş, nûr-ı Hudâ’dan,
Giy ol tâcı, emin ol her belâdan.
Edepli olacaksın. Her yaptığın işi edepli yapacaksın.
“Hocam bu edep ne demek?”
Edep; bir işin esasına uygun yapılmasını gösteren kaideler demektir. O iş nasıl yapılması gerekiyor; yani bu işin tam bir ustası, en iyisi bu işi nasıl yaparsa yapar? İşte onları yazmak gerekse; şöyle yapar, böyle yapar... İşte bu işin âdâbı budur. Yemek yemenin âdâbı vardır.
“Söyle bakalım hocam, biraz âdâbtan misal olsun, bileyim. Yemeğin âdâbı nedir?”
Besmele ile başlamak; Bismillâhirrahmânirrahîm. Bismillâhirrahmânirrahîm demezse şeytan onunla beraber yer. Tabaktan bir lokma alırsın, iki lokma eksilir. Şeytan insanın yediğine, içtiğine ortak olur.
Hatta, hatta, hatta... Üç defa söylüyorum, Peygamber Efendimiz bildiriyor; insanın çocuğuna şeytan ortak olurmuş!
Yani ne demek?
“Bazı insanların çocukları karısından doğuyor ama şeytanın çocuğu oluyor.” demek. Düşünürsen öyle. “Bizim oğlan hiç laf dinlemiyor!..” “Bizim oğlan hayırsız!..” “Bizim oğlan namazsız niyazsız, anasına babasına saygısız!..” Şeytanın çocuğu o, senin değil.
Neden?
Nikâhı usulüne, âdâbına uygun yapmadın. Zifafı, düğünü âdâbına uygun yapmadın; şeytan da çocuğuna ortak oldu. Âyette geçiyor bunlar, laf değil. Âlemlerin Rabbi Kur’an’da söylüyor. Şeytan insanın çocuğuna da, yediğine de, içtiğine de ortak olabilir. Ne yapacak? Besmele ile… Şeytanın ortak olmaması için eûzu-besmele ile başlayacak. Bu işin âdâbı bu. Mesela bir âdab bu.
Yemek yerken herkes önünden alacak. Gidip de ta karşıdakinin önünden alırsan, “Bre insaf ya! Sen hiç yemek yeme âdâbını öğrenmedin mi? Niye gidiyorsun oradan alıyorsun, kendi önünden yesene!” derler. Başkasının ağzına, lokmasına bakmayacak. Yemek yemenin birçok âdâbı var.
“Hocam sevdim bu âdâbı ben, bunları nereden öğreneceğim?”
Âdabla ilgili güzel bir kitap var. Bir parmak kalınlığında; Mecmau’l-âdâb, edeplerin topluca bulunduğu, yazıldığı kitap demek. Bir Osmanlı müftüsü oturmuş, kalkmış, kitapları karıştırmış, her şeyin âdâbını oraya yazmış. Şimdi o kitap yanımızda olsa, açsak; haccın âdâbını da söyleyecek. Haccın âdâbı, yemeğin âdâbı, ticaretin âdâbı, evliliğin âdâbı, düğünün âdâbı...Her şeyin âdâbını kaleme almış. Evlatlık âdâbı, babalık âdâbı, hanımlık âdâbı. Her şeyin âdâbı var. Âdâbına riayet edecek.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlenizden razı olsun.
Bi-hürmeti esrâr-ı sûreti’l Fâtiha.