Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmu sultânih Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedinve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
Fe-kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem:
مَا مِنْ بُقْعَةٍ يُذْكَرَ اللهُ تَعَالَى فِيهَا، إِلَّا اسْتَبْشَرَتْ بِذِكْرِ اللهِ تَعَالَى إِلَى مُنْتَهَاهَا مِنْ سَبْعِ أَرَضِينَ، وَإِلَّا فَخُرَتْ عَلَى مَا حَوْلَهَا مِنْ بِقَاعِ الْأَرْضِ، وَإِنَّ الْـمُؤْمِنَ إِذَا أَرَادَ الصَّلَاةَ مِنَ الْأَرْضِ تَزَخْرَفَتْ لَهُ الْأَرْضُ. أَبُو الشَّيْخِ وَالرَّافِعِيُّ وَابْنُ شَاهِينٍ عَنْ أَنَسٍ.
Mâ min buk’atin yüzkerallâhü teâlâ fîhâ illâ istebşerat bi-zikrillâhi teâlâ ilâ müntehâhâ min seb’i eradîne ve illâ fehurat alâ mâ havlehâ min bi-kâ’ı’l-ardı ve inne’l-mü’mine izâ erâde’s-salâte mine’l-ardı tezahrafet lehü’l-ardu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
Mâ min buk’atin. "Hiçbir mekan, yer yoktur ki;"
Yüzkerallâhü teâlâ fîhâ. "Orada Allah’ın zikri anılan hiçbir mekan, yer, arazi yoktur ki;"
İllâ istebşerat bi-zikrillâhi teâlâ ilâ müntehâhâ. "Allahu Teâlâ hazretlerinin bu zikri ile yedi kat yerin altındaki sonuna kadar müjdelenir, ferahlanır."
Ve illâ fehurat alâ mâ havlehâ min bi-kâ’ı’l-ardı. "Etrafındaki başka yeryüzü arazilerine iftihar eder." Bende Allah’ın mümin kulları zikir yaptı, ne haber diye övünür, iftihar eder.
Ve inne’l-mü’mine izâ erâde’s-salâte mine’l-ardı. "Mümin bir yerde, toprakta, namaz kılmayı isteyince."
Tezahrafet lehü’l-ardu. "Yeryüzü süslenir." Bu mümin kul bende namaz kılacak diye manevî bakımdan ziynetlenir ve süslenir; sevincinden süslenir.
Demek ki, Cenâb-ı Hakk’ın zikredilmesi ki, namaz da zikrin bir çeşididir. Yeryüzünün hangi yerinde Allah’ın zikri yapılır, namaz kılınır, ibadet edilirse, orası yedi kat dibine kadar, ta sonuna kadar ferahlanır ve etrafındaki başka yerlere iftihar eder ve bir mümin bir yerde namaz kılmak istediği zaman, o yeryüzü ziynetlenir, süslenir, hazırlanır mümin bende namaz kılacak diye.
Bu kadar önemlidir Allah’ı zikretmek ve namaz kılmak.
İkinci hadîs-i şerîf;
Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce ve Taberânî kaynaklardan Efendimiz buyurmuş ki;
مَا مِنْ خَارِجٍ خَرَجَ مِنْ بَيْتِهِ فِي طَلَبِ الْعِلْمِ، إِلَّا وَضَعَتْ لَهُ الْـمَلاَئِكَةُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا بِمَا يَصْنَعُ، حَتَّى يَرْجِعَ. عب حم هـ حب طب ك عَنْ صَفْوَانَ.
Mâ min hâricin harace min beytihî fî talebi’l-‘ılmi illâ veda’at lehü’l-melâiketü ecnihatehâ ridan bi-mâ yasna’u hattâ yerci’a.
"Evinden ilim öğreneceğim diye çıkan hiçbir kimse yoktur ki; melekler onun üzerine kanatlarını germesin. Yaptığı işten dolayı, memnun olduklarından, beğendiklerinden onu sevdiklerinden kanatlarını germesinden, ta eve geri dönünceye kadar, melekler kanatlarıyla, ilim öğrenmeye gidenleri gölgelendirirler.
Üçüncü hadîs-i şerîf;
مَا مِنْ حَافِظَيْنِ يَرْفَعَانِ إِلَى اللهِ بِصَلَاةِ رَجُلٍ مَعَ صَلَاةٍ، إِلَّا قَالَ اللهُ تَعَالَى: «أُشْهِدُكمَا أَنِّي قَدْ غَفَرْتُ لِعَبْدِي مَا بَيْنَهُمَا». هب عَنْ أَنَسٍ.
Mâ min hâfizeyni yerfe’âni ilallâhi bi-salâti racülin me’a salâtin illâ kâlellâhü teâlâ üşhidükümâ ennî kad ğafertü li-‘abdî mâ beynehümâ.
Bu hadîs-i şerîf Enes radıyallahu anh’dan.
Biliyorsunuz her kulun iki melek amellerini yazıyor, sağ omuzunda, sol omuzunda. Buna kirâmen kâtibîn melekleri deniliyor. Bu meleklerin sağ taraftaki sevapları yazıyor, sol taraftaki günahları yazıyor. Bu melekler, kulun kıldığı namazı, Allah Teâlâ hazretlerinin huzuruna götürürler.
Me’a salâtin. "Salât ile." Yani salât u selâm getirerek -Peygamber Efendimiz'e salâtu selâm- demek olabilir.
Bi-salâti racülin me’a salâtin. İkinci manası da; Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna bir namazla öteki namazı götürürler.
İllâ kâlellâhü teâlâ. "Allahu Teâlâ hazretleri der ki bu meleklere;" Üşhidükümâ. "Ben sizi şahit tutuyorum."
Ennî kad ğafertü li-‘abdî mâ beynehümâ. "Bu iki namazın arasında işlenen hataları, kusurları, günahları ben bu kulumdan afettim. Bakın, şahit olun." der.
Onun için namaz çok önemli bir ibadettir, dinin direğidir. Buna kendimiz çok önem vermeliyiz, çocuk çoluğumuzu namaza alıştırmalıyız, namazı sevdirmeliyiz ve namazı erkekler mutlaka camide kılmalı. Cami yoksa cami yapmalı, varsa camiye gelmeli, camide kılmalı.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi ibadetlerine müdavim kullarından eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref olacak şekilde, sevdiği razı olduğu amelleri işleyip huzuruna öyle varmayı nasip eylesin.
مَنْ حَمَلَ مِنْ أُمَّتِي دَيْنًا، وجَهِدَ فِي قَضَائِهِ، فَمَاتَ قَبْلَ أَنْ يَقْضِيَهُ، فَأَنَا وَلِيُّهُ. حم ع طس ق ابْنُ النَّجَّارِ عَنْ عَايِشَةَ.
Kemâ reveveytü seyyidetüna Âişe radıyallahu anhuma.
Men hamele min ümmetî deynen ve cehide fî kadâihî fe-mâte kable en yakdıyehû fe-ene veliyyühû.
Hazreti Âişe Sıddıka validemizden rivayet edilmiş olan bu hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz'in şöyle söylediği, buyurduğu rivayet ediliyor;
Men hamele min ümmetî deynen. "Ümmetimden her bir kişi ki, borç yüklenmiş, boynunda omuzunda borç var."
Ve cehide fî kadâihî. "Borcunu ödemeye de cehd etmiş, uğraşmış, samimi gayret göstermiş."
Fe-mâte kable en yakdıyehû. "Ama borcunu ödeyemeden borçlu ölmüş." Borçluydu, ödemeye gayret etti, ama ömrü vefa etmedi, ölüm geldi, vefat etti, borçlu öldü.
Fe-ene veliyyühû. "Onun borcunu ödeyecek velisi benim." Arkasından onun işlerini takip edip hesaplarını halledecek olan velisi benim diyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Bu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in hayatında böyle olduğu gibi, Peygamber Efendimiz "vefat eden kimsenin borcu var mı" diye sorardı. Borç çok önemli, borcun ödenmesi lazım. Çok önemli! Çok önemli, çok önemli! Borcun ödenmesi lazım.
"Borcu var mı?"
"Var."
"Bunu ödeyecek malı var mı?"
"Yok."
"Peki bu kardeşe bu borcu bunun namına ödeyiverecek bir hayır sahibi var mı?"
Çünkü o da çok sevap. Bir borçlunun borcunu ödeyivermek de çok sevap. "Yok."
"Alacaklı sen borcunu bu borçlu kardeşine hibe eder misin, bağışlar mısın? Affettim borcumu, helal ettim." der misin?
"Yok."
"Tamam ben ödüyorum." derdi, öderdi. Borçlunun borcunu öderdi Peygamber Efendimiz hâli hayatında.
Burada da diyor ki:
"Ben onun velisiyim, ben hallederim onu."
Hayatında böyledir. İnşâallah hayatından âhirete irtihalinden sonra da böyledir. Allahu Teâlâ hazretleri borçlu ölen ama; borcunu ödemeye cehd etmiş, çalışmış, niyeti iyi, ama ödeyememiş. Bu şartla! O zaman Cenâb-ı Hak onun borcunu ödeyiverir. Alacaklının gönlünü yapar, alacaklıya bir şeyler verir, bunu borçtan kurtarır.
Bunu hadîs-i şerîflerden biliyoruz. Böyle cennetin köşklerini gösterir.
"Bak bunlar nasıl? Güzel mi?"
"Çok güzel."
"Bunlar kardeşlerini affeden, borçlarını bağışlayanlara verilecek. Sana da veririm bir tane." der. Köşkü almaya razı olunca adam borcu öder.
Bunun okumuştuk misallerini. Cenâb-ı Hak, kulun kul borcunu da ödemeye ve onun kul borcundan da kurtarmaya lütfu ile çeşitli çareler ihsan eder.
En iyisi borç edinmemektir ama hayatta borç edinmeden olmuyor sıkışıyor insan.
Ben bugün mesela birisine yüz dolar borçluyum.
Neden?
Yanımda para yoktu, param yetmedi, şu anda borçluyum ben. Yüz dolar borçluyum. Hâlbuki borçlu olacak durumum yok. Zenginim ama şu anda borçluyum. Ölsem şu anda yüz Avustralya doları borçlu öleceğim. Eve giderken ölsem yüz Avustralya doları borçlu öleceğim mesela. Oluyor yani.
Zengin adam, ticarethanesi güzel, evi var, barkı var, saltanatlı, güzel evi var ama fabrikayı biraz genişleteceğim diye bir arkadaşından borç alıyor filan. İnsanlık hali olabilir. Borç alırken ödemeye niyet ederek alacak. Vadesi gelmeden de ödemeye gayret edecek filan.
Şimdi Türkiye de bunlar böyle olmuyor.
Mesela; "Ben bir kere borcu alırken bunu sallayabildiğim kadar sallarım. Bu hangi kanuni yollara başvuracaksa başvursun. Bunu en aşağı üç sene sonra öderim. O zamana kadar bu parayı işletirim." diye düşünüyor.
Sonra bir de şöyle düşünüyor?
"Ben bugün bundan yüz milyon lira alırım. Üç sene sonra öderim." Yüz milyon lira, o zaman yüz milyon kuruş gibi oluyor. Üç sene sonra, enflasyondan dolayı para tepetaklak gittiğinden olmuyor.
Bizim Profesör Nihat beye birisi gelmiş Beyazıt’a.
"Ooo! Üstadım, efendim seni gökte ararken yerde buldum. Nasılsın ciğerimin köşesi" Boynunu sarılmış bilmem ne filan. Allah Allah... Arkasından demiş ki;
"Ya ben senelerdir seni arıyorum. Senden yirmi sene önce beş yüz lira almıştım ya. Al kardeşim şu paranı şu borçtan kurtulayım."
Nihat bey demiş ki;
"Gel gidelim. Şurada Beyazıt umumi kütüphanesi yakın. Beyazıt umumi kütüphanesinde gazete koleksiyonları var. Yirmi sene öncenin gazetelerini açalım; borç aldığınız zaman, beş yüz liraya kaç tane altın alınıyordu o zaman."
Kimisi; böyle vadeden dolayı borç hafifler diye haince düşünüyor. Kimisi; adamdan borcu alıyor, eli rahatlıyor, 'nasıl olsa iki sene sonra ödeyeceğim' demiştim diye parasını vermiyor. O parayı, istiyorsa o kullanır. Sen sıkıştığın zaman o sana verdi. Şimdi eline geçtiği zaman hemen versene. Yok.! Alırken yalvara yalvara alıyor, Öderken yalvarta yalvarta ödüyor. Olmaz.!
Kimisi de;
"Yok ben senden borç almadım. Ne yaparsan yap. Nereye müracaat edersen et." diyor.
"Etme Ya. Ömer efendiyle, Ali efendinin yanındayken sana şu kadar vermiştim ya."
"Yok öyle bir şey kardeşim, yanlış hatırlıyorsun."
"Ya yapma, etme, arkadaşız diye ben sana yazmadım, çizmedim, bir şey."
"Yok." diyor. Öylelerini biliyorum ben. İnkar ediyor.
Onun için Kur’an-ı Kerîm'de, âyet-i kerîme var. Kocaman tek bir sayfa bir âyet. Amenerresûlü’den önceki âyet
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ.....
Yâ eyyühellezîne âmenû izâ tedâyentüm bi-deynin ilâ ecelin müsemmâ fe’ktübûhü... (2/Bakara 282. âyet.)
"Birisine borçlandığınız zaman yazın onu." En iyisi yazmaktır. Birisi diyor ki; "Hocam ben seni seviyorum."
"Yaz, onu duvara asacağım." diyorum. "Hocam sen bir tanesin."
"Tamam öyleyse yaz, duvara asayım. Altını imzala, tarih koy." falan. Çünkü söylerim kimse inanmaz. 'Haydi ya sen de. Sana bu lafı kim söyleyecek' der. Ben de imzalı şeyi duvara asarım mesela. Her şeyin senetli, imzalı olması iyi.
Ödememek niyetiyle aldı ve ödemedi, tamam. Allah bu kulun canını çıkartır. Bin kere, milyon kere pişman eder. Çünkü kötü niyetliydi, alırken de daha ödemeye niyetli değildi. Ama alırken ödemeye niyetliydi de ödeyemedi, o zaman Allah öder. Peygamber Efendimiz velisi olur. "Ya Rabbi! Ben bunun velisiyim." der. Resûllahın velisi olan kulun da sırtı yere gelmez. Allah kurtarır, kurtartır habibinin hürmetine.
Onun için borç konusunda, borç vermek çok sevap, bunu bilelim. Borç vermek fukaraya sadaka vermekten daha sevap. Biliyor muydunuz?
Arkadaşa borç vermek, fukaraya sadaka vermekten daha büyük sevaplıdır. Daha büyük sevap. Çünkü o arkadaş hakikaten muhtaçta, ondan o sırada borç istiyor. Ötekinin belki gizli bir apartmanı var. Belki de başka sebeplerden, arkadaşlık muhabbeti çok önemli olduğundan belki. Arkadaşa borç vermek daha önemli ama bu devirde kimse vermek istemiyor.
Neden?
Borç alanların edepsizliğinden. Parası varken 'yok' diyor yalan söylüyor. 'Bana lazım kardeşim, param yok' diyor. Var biliyoruz, bal gibi biliyoruz. Şurada kelepir bir şey var, çok güzel bir otomobil çok ucuz bir fiyata satılıyor desen para çıkıyor o zaman. Çok güzel bir ev var yarı fiyatına satılıyor, çok kelepir, aman dediğin zaman paralar çıkıyor.
Ama borç istediğin zaman para yok.
Neden?
Çünkü adam borç vermiş bir iki defa, ağzı yanmış, sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek bile yemiyor. Sütten ağzı yandı bir kere. Bunda tabi borcu alıp da ödemeyenlerin veballeri var. Öyle de olsa yine de insanın samimi kardeşine borç vermeye çalışması lazım.
"İyi hocam tamam borç verelim ama sen bu ticari hayatı biliyor musun?"
"Bilmiyorum."
"Dükkanın var mı?"
"Yok."
"Enflasyon diye bir şeyi biliyor musun?"
"Biliyorum. Öyle bir canavar var. Gazetelerde resimleri var çok büyük bir şey, uzun bir şey, ağzından alevler filan çıkıyor, pençeleri var, enflasyon canavarı diye bir şey, resmini birkaç defa gördüm. Van Gölü canavarından daha korkunç bir şey. Enflasyon canavarı var, tamam."
Onun için ne yapmak lazım?
Bence değişmeyen bir ölçekle borcu vermek lazım. Çünkü para değişiyor. ?
O zaman ne lazım?
Değişmeyen bir ölçek bulmak lazım. Bu ölçek sahte, bu ölçek yanlış bir ölçek. Para ölçeği bir birim olmaktan çıkmış enflasyondan dolayı. Enflasyon canavarı yarısını yiyor. Bir teneke benzin aldın sabahleyin, ağzı açık bir teneke, bir kova benzin aldın benzinciden gittin, garaja bıraktın, iş yerine gittin, akşam geldin.
Senin kovanda ne kadar benzin var?
İki parmak.
Ötekisi ne oldu?
Uçtu.
Enflasyon da böyle işte. Paranın değerini uçuruyor. O zaman altınla hesaplarsın, değişmeyen ekmekle hesaplarsın. Çünkü ekmekle karnı doyacak insanın. Veyahut bir kilo buğdayla hesaplarsın. Nasıl zekâtı, buğdayla vesaire ile hesaplıyorlar. Buğdaydan zekât şu kadar -o bile değişmiş- hurmadan şu kadar, arpadan bu kadar, buğdaydan bu kadar, çok büyük fark var. Birisi; on ediyor birisi; yirmi ediyor birisi; elli ediyor. Farklı oluyor. Farklılaşmış.
Hâlbuki ilk başta Peygamber Efendimiz'in zamanında eşitti ki ''ya o, ya o, ya o' diyebiliyordu. Şimdi değişmiş yani.
İşte bu kıymet birimleri değiştiği için diyebilirsin ki "ben senden on altın borç aldım. On altın borç vereceğim." Tamam. Ama diyorlar ki; altının da inişi çıkışı var. Doğru. O yüz dolar aldı, doların da inişi çıkışı var. O da doğru, bunun sağlam bir ölçeği kalmamış artık. Yani hangisine razıysa tarafeyn, ondan en yakın, en kolay bir şeyle borç vermek uygun. Yoksa Türk lirası olarak çok oynayan, çok kaybeden İtalyan Lireti ile olmaz bu işler. Onları hesaplamak lazım. Borcu vermek lazım. Bir esasa, sağlam esasa bağlamak lazım.
مَنْ حَمَى مُؤْمِنًا مِنْ مُنَافِقٍ يَغْتَابُ بِهِ، بَعَثَ اللهُ مَلَكًا يَحْمِي لَحْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ نَارِ جَهَنَّمَ؛ وَمَنْ رَمَى مُسْلِمًا بِشَيءٍ يُرِيدُ شَيْنَهُ بِهِ، حَبَسَهُ اللهُ عَلَى جِسْرِ جَهَنَّمَ، حَتَّى يَخْرُجَ مِمَّا قَالَ. حم د طب ابْنُ الْـمُبَارَكِ وَابْنُ أَبِي الدُّنْيَا عَنْ سَهْلِ بْنِ مُعَاذِ بْنِ أَنَسٍ عَنْ أَبِيهِ.
Men hamâ mü’minen min münâfikın yağtâbü bi-hî be’asallâhü meleken yahmî lahmehû yevme’l-kıyâmeti min nâri cehenneme ve men ramâ müslimen bi-şey’in yürîdü şeynehû bi-hî hasebehullâhü alâ cisri cehenneme hattâ yahruce mimmâ kâle.
Bu hadîs-i şerîf de, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Taberânî, İbn Ebü'd-Dünyâ, Sehl ibn-i Muâz ibn-i Enes'den o da babasından rivayet etmiş buyurmuş ki Peygamber Efendimiz;
Men hamâ mü’minen. "Kim bir mümini himaye ederse, korursa."
Min münâfikın. "Münafığa karşı bir mümini himaye ederse."
Ne bakımdan?
Yağtâbü bi-hî. "Onu gıybet eden bir münafığa karşı o mümini himaye ederse." Münafık mümini çekiştiriyor; 'Ya şu Ali varya, Ali baba var ya, kebapçı, yani şu Elizabeth caddesinde, süpermarkette dükkanı olan. Aman Allahım, aman şöyledir de böyledir' diyor münafık herif, gıybet ediyor seni.
Sen Ali baba değil misin? Seni gıybet ediyor. Ben de 'yok ya, öyle bir şeyi yoktur' diyorum. Koruyorum seni, himaye ediyorum, onun laflarını reddediyorum, seni temize çıkartmaya çalışıyorum.
Tamam mı?
Müslüman, bir mümin kardeşini bir mümin kardeşini onu gıybet eden bir münafığa karşı korur, himaye ederse ne olur?
Be’asallâhü meleken. "Allah bir melek gönderir." Bu koruyan kimsenin yanına -benim yanıma- bir melek gönderiyor Cenâb-ı Hak Teâlâ.Yanıma bir melek gönderir.
Yahmî lahmehû yevme’l-kıyâmeti min nâri cehenneme. "Kıyamet gününde benim vücudumu cehennem ateşinden koruyan bir melek gönderir." Melek beni koruyacak, geçeceğiz gideceğiz.
Neden?
Ali babayı münafığa karşı savunduğum, koruduğum için dünyada.
مَنْ خَافَ اللهَ أَخَافَ اللهُ مِنْهُ كُلَّ شَيْءٍ، وَمَنْ لَمْ يَخْفِ اللهَ أَخَافَهُ اللهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ. أَبُو الشَّيْخِ عَنْ وَاثِلَةَ، وَالرَّافِعِيُّ عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
Men hâfellâhe ehâfellâhü minhü külle şey’in ve men lem yahfillâhe ehâfehullâhu min külli şey’in.
İbn Ömer radıyallahu anh dan.
Men hâfellâhe ehâfellâhü minhü külle şey’in. "Kim Allah’tan korkarsa, müttaki bir kul ise, Allah’tan korkan bir kulsa, müttaki bir kulsa, her şeyi ondan korkutur Allah." Yani bütün mahlukat ondan korkarlar, insanlar, başkaları filan; korkarlar, sayarlar, hürmet ederler, dokunamazlar.
Çok böyle eski âlimlerden insanlar. Hükümdar demiş ki; "Falanca âlimi getirin, o çok dik dik konuşuyormuş duyduğuma göre, benim de aleyhimde sözler söylüyormuş. Getirin, ben onunla konuşurken elimi şöyle yaparsam, sarığımı böyle yaparsam, bir işaret yaparsam; siz de perdenin arkasından çıkın boynunu vurun." Tertip düzen alınıyor, adamın kafasını uçuracaklar, hükümdarın gözünün önünde. Âlim ciddi âlim. İsimlerini unuttuğum kimselerden böyle çok şahıslar var, böyle olmuş. Fakat o âlim -o çağrıldığı asker zoruyla çağrıldığı- hükümdarın huzuruna girdiği zaman, hükümdarı bir korku alıyor, bir titreme alıyor, işaret yapmaya mecali olmuyor, ayağa kalkıyor elini öpüyor eteğini öpüyor, ondan sonra o da salimen kalkıp gidiyor yine. Yani öldürülme işaretini çakamıyor.
Neden?
Bir kul Allah’tan korkarsa, bütün başka şeyleri Allah ondan korkturur. Ona karşı saygılı, ondan korkan şey olur.
Amma ve men lem yahfillâhe. "Allah’tan korkmuyorsa bir adam." Allah’tan korkmuyor,utanmıyor, günahlardan kaçınmıyor, her türlü edepsizliği yapıyor, Allah’tan korkmayan insana da.
Ehâfehullâhu min külli şey’in. "Allah bir korku verir, her şeyden korkar." Allah’tan korkmuyor ama her şeyden korkar. Acaba benim rakip çetenin reisi adama iki tane casus taktımı? Aman şurada mı? Aman bu taksiye bineyim mi? Aman binmeyeyim mi? Tabancası hemen koltuğunun altında, yastığının altında mı?
Neden?
Korkuyla geçiyor ömrü.
Bu mafyacıların çoğu korkudan şeker hastası oluyorlar. Vücudunun dengesi bozuluyormuş, karaciğeri de bozuluyormuş.
Mafyacılar neden oluyormuş?
Gerilimli hayattan.
Hep korkuyla geçer bu çeşit adamların hayatı. Hep gerilimli geçer. Rahat uyku uyamazlar. Sen vurdun mu kafayı gezinti yerinde bile uyursun Östediğin zaman uyursun. Uykum geldi dersin otlara uzanırsın uyursun. Bir tasan yok, ne olacak ama o, öyle yapamaz. Onun çok tedbirler alması lazım. Çok zor! Koca başın derdi de büyüktür, çok büyüktür.
"Kim Allah’tan korkarsa, her şeyi Allah ona saygı göstertirir, her şey ondan korkar. Kim Allah’tan korkmazsa, Allah kendisinden korkmayan kulu, her şeyden korkutur."
Kıpırdayan yapraktan korkar. Sallanan ağaçtan korkar, hemen tabancayı çeker bakar ki gölgesiymiş. Olmadık şeyden korkar.
Neden?
Allah korkutuyor, ağız tadı vermiyor, ağız tadıyla yaşatmıyor.
Onun için çare, doğru, akıllıca tutulacak yol nedir?
Allah’ın emrini tutmak. Allah’tan korkmak. Günahlardan uzak durmak. Sevaplı işleri yapmak, ondan sonra rahat yaşamaktır.
Borcu varsa ödemeye çalışacak Müslüman. Halis niyetle ödemeye çalışacak. Ödeyemeden ölürse de Allah onu kurtarıyor.
Yanında bir müslüman kardeşini birisi gıybet ederse kardeşini koruyacak. Birisine yanlış bir iftirada bulunursa, Allah onu sırat köprüsü üstünde terlettiriyor, beklettiriyor, hapsediyor onu öğrendik.
Bir de Allah’dan bir kimse korkarsa her şey ondan korkar. Bir kimse Allah’tan korkmazsa her şeyden korkar duruma gelir. Gölgesinden korkar duruma gelir. Ona göre ayağını denk alacak.
Allah bizi sevdiği kul eylesin. Dünyada ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle kahrına gazabına uğramadan büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini her zaman her yerde refîk eylesin. Şükrü yerinde şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip takdire rıza gösterip -çünkü rıza en yüksek makamdır- sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ ve Habîbihi’l-müctebâ ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.