Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdülillâhi rabbi’l-âlemîn hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. es-Salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba’dü
Fe-kâle Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
طَيِّبُوا أَفْوَاهَكُمْ، فَإِنَّ أَفْوَاهَكُمْ طَرِيقُ الْقُرْآنِ
Tayyibû efvâheküm fe-inne efvâheküm tarîkü’l-Kur’an.
Peygamber Efendimiz; metnini okuduğum bu kısa hadîs-i şerîfte bize, ağız temizliğini emrediyor, Buyuruyor ki;
Tayyibû efvâheküm. “Ağızlarınızı hoş eyleyiniz, temizleyiniz.”
Sebep olarak da buyuruyor ki;
Fe-inne efvâheküm tarîkü’l-Kur’an. “Çünkü ağızlarınız Kur’an’ı okuma yoludur.”
Kur’ân-ı Kerîm, ağızdan çıkıyor. Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın kelamı, binaenaleyh ağzınızı hoş ve temiz eyleyiniz.
Tahhirû, “temizleyiniz” buyurmamış; tayyibû, “ağzınızı hoş tutunuz, pak, iyi tutunuz” buyurmuş.
Bu maddî bakımdan; ağzın misvaklanması çalkalanması, temizlenmesi mânasına gelir. Zaten misvak kullanmanın çok büyük sevabı var.
“Misvakla kılınan namaz misvaksız kılınan namazdan yetmiş kat daha sevaplı!”
Eğer misvaklanıp geldiyseniz, ağzı temizlediği için namazı misvakla kılan, misvaksız kılandan yetmiş kat fazla sevap aldı. Ağzını temizlediği için.Ağız temizliği var.
Ağzın temizliği, misvakla olur.
Misvak yerine diş fırçası olur mu?
Olur. Çünkü o da temizliyor. Fırça da temizliyor, misvak da temizliyor. Mühim olan ağzı temizlemek. Fakat misvakın, bilim adamlarının inceledikleri, çıkarttıkları birtakım özellikleri var: Misvak mikrop öldürücü özelliğe sahip. Fırçada o özellik yok! Fırça mikrobu tutuyor, muhafaza ediyor.
Kılların içi deliktir.
Biliyor muydunuz?
Bakmadınız tabii! Bakanlar söylüyorlar ki kılların içinde kıl kanalı denilen kılın beslenmesine yarayan bir boşluk var. İşte o boşluğa mikroplar yerleşiyor, mağaraya kurtların girip de barındıkları gibi yuvalanıyor.
Onun için hayvan kılından yapılmış olan fırça kesinlikle kullanılmamalıdır. Hem sıhhî bakımdan iyi değil, hem de o hayvan domuz olduğundan uygun değil, kesinlikle!
“Bu domuz kılı mı?”
“Domuz kılı.”
Hemen;
“Hayır, ben bunu istemiyorum!” diyeceksiniz.
Öbür fırçalar, temizlik işini gördüğünden, misvak gibi ağzı temizlediğinden o da olur.
Hatta Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
الاصابع تجري مجرى السواك
el-Esâbiu tecrî mecre’s-sivâk. “Misvak olmadığı zaman, parmaklar da misvak yerine geçer.”
Ağzını parmağıyla temizlediği zaman da ne olur?
Ağız temizlendiği için, parmaklar da misvak yerine geçer, diyor. Demek ki mühim olan ağız temizliği. Yalnız burada üzerine bastırarak söylemem gereken bir şey daha var:
Kıl fırçayı kullanmayacak! Öteki düz fırçada herhangi bir temizleyicilikten başka özellik yok! Ama misvakta temizlemekten ayrı mikropları öldürme özelliği var. İlaç, misvak aynı zamanda antiseptik olduğundan, mikrop öldürücü olduğundan ilaç! Ağzı temizleyici ve mikropları öldürücü olduğundan misvak kullananların dişlerinde, diş köklerinde, diş etlerinde, başkalarında olan hastalıklar olmuyor.
Ben dişlerimi yaptırmaya gittiğim zaman, Ankara’daki diş doktoru bana söylemişti:
“Ahalinin yüzde doksanında diş kökü iltihabı vardır.” dedi. Yüzde doksan! Adı da piyore hastalığı diye söyledi.
Dişin kökü iltihaplanıyor, çıkabilecek durumda oluyor. Bu piyore hastalığı misvak kullananlarda olmuyormuş. Çünkü antiseptik olduğundan mikropları, hastalık yapan o küçük canlıları öldürdüğünden misvak kullananların daha iyi bir şey yaptığı muhakkak! Aynı zamanda ağızlarını ilaçlamış oluyorlar. Bu maddî temizlik oluyor!
Peygamber Efendimiz, misvaktan başka bir şey kullanır mıydı?
Evet, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selem dişler arası için kürdan yerine geçen çubuklar da kullanmıştır. Bazen insanın dişlerinin arasında et parçaları veya maydanoz gibi kabuklu şeyler kalıyor. Onların da ayıklanması var, Peygamber Efendimiz onu da yapmış.
Bir de ağzın tayyîb edilmesi!
Tiyb: Hoş kokulu veya hoş hâlli olması.
Ağıza; karanfil gibi, nane gibi güzel kokulu şeyler almak mânasına da gelebilir. Karanfil güzel kokar, nane güzel kokar.
Nanenin [Avustralya’daki] adı ne?
Mentol, mint.
Nane mint, nane yağlı olan şeye de mentol diyorlar. Mentollü mendil, mentollü diş macunu vs. O da ağızda bir güzel koku veriyor. Tabi daha başka güzel koku veren şeyler vardır.
Bir de ağzın başka türlü temizlenmesi nasıl olur?
Karanfil. Karanfil de hem güzel koku veriyor, hem de karanfil yağı, doktorların diş tedavisinde kullandıkları bir yağdır. Pamuğu karanfil yağına batırıyorlar, oydukları dişin içine koyuyorlar. Diyorlar ki;
“Şu kadar zaman sonra buraya gel. Bunun içine dolgu yapacağım.”
Orada mikroplar ölsün diye o pamuğu koyuyor, karanfil yağına batırıp koyuyor. Karanfil yağı mikropları öldüren, o küçük canlıları öldüren kıymetli bir şey; hem de ağza güzel koku veriyor.
Hatta nazımın geçtiği bir diş tabibinden onun kullandığı o karanfil yağını aldım. Çünkü;
“Senin bu karanfil yağı halistir, benim esansçıdan aldığımda belki katık vardır. Seninki tıbbî olduğundan sağlamdır…” dedim.
“Al hocam.” dedi.
Karanfil çok güzel kokuyor. Karanfil kokusu bir, şebboy kokusu iki. Şebboy zaten karanfilin amcazâdesi, onlar birbirleriyle akraba. Şebboy da çok güzel kokar.
“Ağzı güzel kokulamak…” mânasına da gelebilir.
“Misvaklanmak, güzel kokulanmak…”
Ağzı hohh dediği zaman güzel kokması. Vayy aman filan denmemesi.
“Oruçluyken, insanın ağzı kötü kokuyor hocam…”
Oruçluyken ağzının kötü kokması, oruçtan dolayı olduğundan Allah onu seviyor. Peygamber Efendimiz;
“Oruçlunun ağzının kokusu Allah indinde misk kokusundan daha iyi!” diye bildiriyor. Çünkü oruçtan oldu. Oruçtan olunca o ağız kokusu [kötü] değil. Ama ağzın sünnete uygun olarak misvaklanmamasından oluyorsa doğru değil!
Müslüman’ın ağzı tertemiz olacak. Çalkalayacak. Şimdi bir de ağız [sıvısı] var. Almanca’sı Mundwasser, İngilizce ne diyorlar bilmiyorum. Ağza alıp çalkaladığı zaman ağızda çok güzel koku kalıyor. Hem de [temizliyor]. Böyle bir şey de olabilir.İki.
Üçüncüsü;
Ağzın tayyîb olması, hoş olması ne demek?
Kötü laf söylememesi! Ağızdan küfür, galiz kelimeler, ağır çirkin kelimeler çıkmayacak. Böyle şeyler olmayacak. Bu da ağzın temiz olmasının, mânevî tarafı.
“O adamın ağzı çok pistir, ağzı bozuk…” ne demek?
“Açıyor ağzını, yumuyor gözünü, kalaylıyor herkesi…” demek. Öyle de olmayacak! Çünkü bu ağız, bu dil o çirkin sözleri söylemek için yaratılmadı. Müslümanın ağzına ,Kur’an yakışır da çirkin sözün ağzından çıkması uygun olmaz.
Üç temizliğe de hepsine de dikkat edelim!
Çünkü ağız, Kur’an okuma yoludur. Ağzın her yönden temiz olması lazım. Hem misvaklanması, hem hoş kokulu olması, hem de çirkin sözler çıkmaması! Kırıcı, kalp kırıcı sözler filan çıkmaması. Evet, Peygamber Efendimiz böyle buyurmuş. İnşaallah bundan sonra dikkat edelim.
“Hocam ağız kokusuna dikkat edelim de, koltuk altı kokusuna dikkat etmeyelim mi?..”
Bazısının koltuk altı, on yıllık erkek tekenin kokusundan daha beter kokuyor. Otobüste elini kaldırıp da tuttu mu gömleğinin altından kılları, mısır püskülü gibi, koltuğunun altını temizlememiş. Delikanlı koşmuş, terlemiş, kurumuş vs. Oradan bir koku çıkıyor ki otobüsün şoförü neredeyse bayılacak! Yolcular neredeyse aşağı inecek!..
Ne yapmak lazım?
Koltuk altlarının kazınması lazım.
Netfü’l-idt derler, koltuk altlarındaki kılların izale edilmesi lazım. Çünkü koltuk altında kıllar oldu mu pislik olur, pislik olmaması lazım. Bir de şimdi güzel bazı maddeler var. Sürüyorsun, orayı kokutturmuyor. Ona da dikkat etmek lazım.
Tabii müslümanın temizlik yönünden, tırnaklarına dikkat etmesi lazım. Ayak tırnaklarına, el tırnaklarına dikkat etmesi lazım.
Başka neye dikkat etmesi lazım?
Çok mühim olan küçük ve büyük ihtiyacını, hacetini gördükten sonraki temizlik! Bu çok önemli! Küçük ve büyük ihtiyacını gördükten sonraki temizlik çok önemli! Çünkü namaza tesir eder. O temizlik orada olmazsa namaz olmaz! Taharetsiz namaz olmaz! Onun için hem küçük abdest ihtiyacını gördükten sonra ,hem de büyük abdest ihtiyacını gördükten sonra çok güzel temizlenmesi lazım ve bunu öğretmek lazım. “Müslüman tertemizdir, aman tertemiz olsun!” diye küçükten öğretmek lazım.
İkinci hadîs-i şerîf.
عَائِدُ الْـمَرِيضِ فِي مَخْرَفَةِ الْجَنَّةِ. فَإِذَا جَلَسَ عِنْدَهُ غَمَرَتْهُ الرَّحْمَةُ
Âidü’l-marîdi fî mâhrefeti’l-cenneti fe izâ celese indehû ğamerathü’r-rahmetü.
Aşere-i Mübeşşere’den Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh’ten rivayet olunmuş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selem diyor ki;
“Hastayı ziyaret eden, hasta ziyaretine giden kimse, cennetin bahçesinde demektir.”
Fî mâhrefeti’l-cenneti. “Cennet bahçesinde demektir.”
Hasta ziyaretine çok dikkat etmek lazım. Özellikle cuma günleri hasta ziyaretine gitmeye gayret etmek lazım. Başka zaman da hasta olan bir kardeşi hemen yoklamalı, hâlini hatırını sormalı.
Fe izâ celese indehû ğamerathü’r-rahmetü. “Hastanın yanına oturduğu zaman, ziyaret edeni rahmet gark eder, her tarafını kaplar.”
Neden?
Hastanın yanına oturdu. Hasta ziyaret ettiği için Allah taltif ediyor, Allah’ın rahmeti onu her yönünden kuşatır. Hasta ziyaret eden kimse rahmetine sarılır, rahmetinin ortasında kalır. Hastaların hastanede ziyaretçiyi nasıl gözlediğini bir bilseniz… Hasta olduysanız bilirsiniz.[Ziyaretçi] gelmeyince nasıl mahzun olduğunu bir bilseniz, nasıl içlendiğini ağladığını bilseniz… Onun için hasta ziyaretine de dikkat edelim.
Mü’minin mü’mine karşı vazifeleri arasında; “Selam verdiği zaman selamı alınır, hastalandığı zaman ziyaretine gidilir, öldüğü zaman cenazesine gidilir.” deniliyor.
Hasta ziyaretinde aslolan, mü’minin mü’mine karşı olan vazifesi.
İslâm ahlakının güzelliğini göstermiş oluyoruz. O da faydalı bir şey! Yalnız aslolan müslümanın müslümana ziyareti.
Üçüncü hadîs-i şerîf.
عَالِمٌ يُنْتَفَعُ بِعِلْمِهِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ عَابِدٍ
Âlimün yüntefe’u bi-ilmihî hayrün min elfi âbidin.
Hz. Ali radıyallahu anh’ten, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Âlimün yüntefe’u bi-ilmihî. “Bir alim kişi ki; ilminden istifade olunuyor, istifade ediliyor.”
Alim konuşuyor, yazıyor, vaaz ediyor; ilminden istifade olunuyor.
Hayrün min elfi âbidin. “Böyle bir alim, bin tane âbidden daha hayırlıdır, daha kıymetlidir.”
Âbid ne demek?
“Kendini ibadete vermiş insan” demek. Çekilmiş bir kenara; namaz kılıyor, Kur’an okuyor, tesbih çekiyor, ibadet ediyor, ibadet ediyor, ibadet ediyor… Böyle insana âbid derler. Mesleği ibadet etmek gibi olmuş. Ekseriyetle vakti ,ibadetle geçiyor. Nice nice namazlar kılıyor, tesbihler, Kur’anlar; çalışıyor çalışıyor, ibadet yapıyor. İbadetin çeşitlerini yapıyor.
“Alim, bin tane âbidden daha hayırlıdır!”
Çünkü başkalarına ilim öğretiyor. Âbid, sevabı kendisi kazanıyor. Namaz kıldıkça sevap kazanıyor. Kur’an okudukça sevap kazanıyor...
Ama alim, başkalarına da fayda veriyor. İlminden başkaları istifade ediyor. Bize söylediği zaman dinleyenlerden bir tanesi o sözü tutsa; hem o sözü tutan kimse sevap kazanıyor, hem de o sözü o alim söylediği için, o alim sevap kazanıyor. Onun için alimin sevabı, sonuç itibariyle çok fazla oluyor. Yetiştirdiği talebelerin, öğrettiği kimselerin, yaptığı hayır hasenât ibadet ve taatlerden dolayı çok sevaplar kazanıyor.
Hele İmam Buhârî gibi, Hocamız Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhanevî gibi -onun kitabını okuyoruz- İmam Gazâlî gibi kitapları her kütüphanede, her evde, her kitaplıkta bulunan kimseler. Onların kabirlerine, her an dünyanın her yerinden nehirlerle, Niagara Şelalesi’nden Superior Gölü’nün suları elli metreden aşağı akıyor gibi, güldür güldür sevaplar akıyor!
Onun için evlatlarımızı alim yetiştirmeye gayret edelim! Bildiklerimizi başkasına öğretelim, Allah bizi de alim sınıfında yazsın!
Bir de kırk hadis öğrenip kırk hadis ezberleyip bellerse, Allah o kimseyi alimler sınıfında hasredecek! Kırk hadisi de belleyiverin mübarekler yahu! Biraz dişinizi sıkın! Toowoomba’da yarış yaptık da yarışanlar çok az oldu.
Kırk hadisi de ezberleyiverin!
Allah hepinizden razı olsun.
el-Fâtiha!
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdülillâhi rabbi’l-âlemîn hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. es-Salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emmâ ba’dü
Fe-kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
أَثْبَتُكُمْ عَلَى الصِّرَاطِ أَشَدُّكُمْ حُبًّا لِأَهْلِ بَيْتِي وَلِأَصْحَابِي
Esbetüküm ale’s-sırâti eşeddüküm hubben li-ehl-i beytî ve li-ashâbî.
Hadis Hz. Ali radıyallahu anh’ten, Deylemî’nin ve diğer bir kaynağın rivayet ettiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlar ki;
Esbetüküm ale’s-sırâti eşeddüküm hubben li-ehl-i beytî ve li-ashâbî. “Cehennemin üstündeki köprü olan sırat köprüsünde en sağlam duranınız, ayağı kaymayan, aşağı düşmeyen, cehenneme yuvarlanmayan, sıratı sapasağlam bir şekilde geçeniniz, sırat üzerinde en sağlam ayaklı olanınız benim ehl-i beytime ve ashabıma sevgisi en çok olanınızdır.”
Sevgisi ne kadar çoksa sıratta basışı, ayağı kaymaması, sağlam duruşu da o kadar fazla olur.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i sevmek İslâm’ın temelidir.
Bunu geçende bir hadîs-i şerîfte anlattım. Hadisi şerif okudum:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e tâbi olmadan, sevmeden iman bile tamam olmuyor. Allahu Teâlâ hazretleri onu şart koşuyor.
Eşhedü en lâ ilâhe illallah diyecek, Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühû diyecek, Resûlullah’a da tâbi olacak!
Peygamber Efendimiz yemin ederek söylüyor ki;
“Sizden biriniz beni babasından, evladından ve bütün sevebileceği sevgili insanlardan daha çok sevmedikçe mü’min olmaz!” buyuruyor.
Burada da;
“Sıratta en sağlam duranınız, ayağı en sağlam olan, kaymayan, cehenneme düşmeyecek olanınız; ehl-i beytime ve ashabıma sevgisi en şiddetli, en çok olanınızdır.” buyuruyor.
Peygamber Efendimiz’i seven onun sevdiği bütün kimseleri de sever!
Peygamber Efendimiz’in en sevdiği kimseler kimlerdir?
Şüphesiz ki yakınları, ehl-i beyti; evinde kendisinin beraber yaşadığı hanımları, çoluk çocuğu, torunlarıdır. Ve kendisine Peygamberlik vazifesini yaparken itaat etmiş, beyat etmiş, etrafında halkalanmış, ona hizmet etmiş ve İslâm yolunda malını canını vermiş olan ashabıdır.
Elbette Peygamber Efendimiz’in mübarek ashabını ve ehl-i beytini sevmesi lazım. Severse kurtulur, sıratta sağlam basar, sıratı geçer, cennete girer! Sevmezse bu ne biçim iş! Hem “Müslümanım!” diyor hem de Peygamber Efendimiz’in ehl-i beytini, kendisini, ashabını sevmiyor! Böyle şey olmaz! Sevmediği takdirde de mahrum kalır. Sevmediğinden çok şeyler kaybeder. Sevmediğinin cezasını çeker. Sevmemesi, muhakkak ki kendisinin bir kusurundan bir yamukluğundan bir hatasındandır!
Tabii bize ne gerekiyor bizim ona bakmamız lazım. Hadisi şerifi okuyoruz:
Falanca cennete girecekmiş; girsin, mübarek olsun ama bize ne gerekiyor?
Bize gereken gönlümüzde Resûlullah sevgisini uyandırmaktır. Şu sevgi çarşıdan mı alınır pazardan mı alınır?!.. Kaç bin marka alınır kaç bin dolara alınır, nereden alınır, nasıl alınır ise bu sevgiyi içimize yerleştirmemiz lazım. Yoksa “Neden yok?” diye düşünmemiz, tedbir almamız lazım!
Bir kere Peygamber Efendimiz’i sevmenin, ehl-i beytini, ashabını sevmenin ilk adımı hayatlarını okumaktır!
Bir oku bakalım şu mübarekler ömürlerini nasıl geçirmişler, ne kadar fedakârlıklar yapmışlar, nasıl yaşamışlar? Senin yaşayışın nasıl onların yaşayışı nasıl? Ne kahraman insanlarmış ne fedakâr insanlarmış, Cenâb-ı Hakk’a nasıl güzel kulluk etmişler?.. İlk önce okuyacaksın. Ondan sonra da Resûlullah’ın ehl-i beyti, mübarek yakınları diye; ne mutlu onlara onların sahip olduğu şeref ne büyük şeref ki Resûlullah’ın meclisinde bulunmuşlar, cemâlini görmüşler, sözünü dinlemişler, iltifatına, sevgisine nâil olmuşlar diye onlara bağlanmak lazım.
Bu hususta insanların bir çalışma yapması lazım. Çalışmadan olmuyor!
Resûlullah’ın sevgisini kazanması için bir kere maddî olarak yapması gereken işlerden birisi salât u selâmı çok getirmek! Peygamber Efendimiz’e salât u selâmı çok getirmek! Günde en aşağı yüz defa salavât getirmek lazım. Çünkü Efendimiz kendisi bu rakamı tavsiye buyurmuş, bunun faydalarını hadîs-i şerîflerinde bildirmiş. Gözünü kapayacaksın, Peygamber Efendimiz’e salât ü selâm getireceksin. En aşağı yüz defa, en aşağı!
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sünnetine uymak lazım! Peygamber Efendimiz sözünü dinleyen, sünnetine uyanı sever; sözünü dinlemeyen sünnetine uymayanı sevmez, kesin! Aykırı aykırı giden âsi, mücrim, yapma dediğini yapan insanı tabii sevmeyecek! Elbette sünnetini okuyup öğrenip uymak lazım! Bunları yapmadıktan sonra Resûlullah’ın sevgisi insana bahşolmaz! O kapı insana açılmaz, o âleme girilmez!
İman edeceksin, sünnetine sımsıkı sarılacaksın, ümmetini seveceksin, hayatını öğreneceksin, tavsiyelerini tutacaksın! Salât u selâmı çok getireceksin! Dilinde zikri olacak, gönlünde, aklında fikri olacak! O zaman o sevgi hâsıl olacak!
Olmayınca yamuk oluyor, yarım oluyor. İşte o zaman dışarıdaki insanlar gibi oluyor. Bugünün zamane müslümanları gibi oluyor! Allah Allah bu nasıl müslüman, herkes hayret ediyor! Akıl mantık almıyor. Akla mantığa uymuyor, şunların hâline bak! Hem “Müslümanım.” diyorlar hem de ne kadar İslâm’dan uzaklar! Acayip bir şey!
“Hz. Ali’yi seviyorum, Hz. Ali taraftarıyım.” diyor, Hz. Ali Efendimiz’e uymuyor!
Ben onların yanına gittim sordum:
“Yahu siz Hz. Ali Efendimiz’i seviyor musunuz?”
“Seviyoruz.” diyorlar. “Alevî’yiz.” diyorlar.
Uysanıza!
“Fatıma anamızı seviyor musunuz?”
Uysanıza, onun dediği gibi yapsanıza, onun yaptığı gibi yapsanıza!..
Şu dünyada çok acayip işler oluyor. En çok “Taraftarım.” diyen insanlar en uzak durumda olursa çok acayip!
“Müslümanım.” diyor, İslâm’dan uzak; “Alevî’yim.” diyor Hz. Ali’den uzak!
Allah bu aldanmayı müslümanların üzerinden alsın. Aldananlara tevfîkini refîk eylesin, hidayet eylesin. Bu insanlar bir yerden şaşırıyor. Bu şeytan şaşırtıyor. Neresinden giriyorsa nasıl ikna ediyorsa bu yamuk işleri onlara doğru göstertip yaptırıyor!
Allah “İçmeyin!” demiş şu içkiyi! İçme yahu! İçmeyen içmiyor da bir şey mi oluyor?!.. Bir sürü güzel meşrubat var; meyve suları, tabii sular, hemen taze sıkılmış meşrubat, şifalı şeyler… Bunların hepsinden geçiyorsun geçiyorsun, içmiyorsun, onlar gözünde büyük olmuyor; Allah’ın yasakladığı içkiyi içiyorsun! Karaciğerin tahrip oluyor, siroz oluyor. Kafan darmadağın oluyor. Sağlığın bozuluyor. Alkolik oluyorsun, hastanelere düşüyorsun… Yine de içiyorsun!
Be adam, içecek hiç başka bir şey bulamadın mı yahu?!..
Zehir içiyorsun!
Sigara içiyor! Yahu millet biraz dumanlı bir yer oldu mu kaçıyor; sen bu dumanı kucağına almışsın, ağzına sokuyorsun, burnuna çekiyorsun! Ağzından emiyorsun, burnundan halka halka çıkartıyorsun, havada seyrine bakıyorsun!..
Bu insanoğlunun içi bir acayip! Zararlı, yapıyor! “Seviyorum.” diyor, tutmuyor!
Allah uyanıklık versin!
اِثْنَانِ لَا يَنْظُرُ اللهُ إِلَيْهِمَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ: قَاطِعُ الرَّحِمِ، وَجَارُ السُّوءِ
İsnâni lâ yenzurullâhü ileyhimâ yevme’l-kıyâmeti kâtiü’r-rahimi ve cârü’s-sûrî.
Enes radıyallahu anh’ten Deylemî rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
İsnâni lâ yenzurullâhü ileyhimâ yevme’l-kıyâmeti. “İki insana Allah kıyamet gününde nazar eylemez!”
“Allah’ın kıyamet gününde nazar eylemeyeceği…” demek, “kızdığı, sevmediği” demek. Yüzüne bakmıyor, nazar eylemiyor. “Rahmetine ermeyecek!” demek.
Allah’ın nazar etmediği iki kimse, kim bunlar?
Kâtiü’r-rahimi. “Sıla-yı rahim yapmayan, akrabalarını aramayan sormayan, onları korumayan kollamayan, onlara yardım etmeyen, akrabalığa akrabalık hukukuna riayet etmeyen, hatta küsen, ilgiyi kesen kişi.”
Allah Allah! Hem akrabası; dayısı, halası, amcası, yeğeni hem de hiç ilgilenmiyor! Adam büyük şehre gitmiş; unutmuş köyünü kentini, akrabasını! Zengin de olmuş, fabrikatör de olmuş, parası da çok; öbür tarafta eşi dostu akrabası köyde fukaralıktan kıvranıyor! Yardım etmiyor! Olmaz!
Hatta mesela bir iki defa yardım için gitmişler, kapıdan kovmuş!
“Gelmeyin benim yanıma!”
Neden?
Giyimleri güzel değil, görgüleri onun keyfine uygun değil, evine yakıştıramıyor! Evi saray gibi lüks! Ters yüz göstermiş, ilgiyi koparmış! Neredeyse oralı olduğunu söylemek istemiyor, onlardan utanıyor! Öyle şey olmaz!
Aslını inkâr eden namerttir! Aslını inkâr etmeyecek, aslını arayacak! Eksikleri varsa düzeltecek, yardımcı olacak!
Ne kadar hoşuma gitti!
Nevşehir’e gittim. Orada Gülşehir diye adı güzel bir kasaba var. Baktım, kasabada kesme taştan şahane eserler var. Muazzam bir Osmanlı Camii var, kubbeli. Medrese var, hamam var, çeşmeler var...
Ne oldu?
Bir de inceledik ki oradan, Gülşehir’den bir vezir çıkmış. Sadrazam da olmuş ama beldesini unutmamış, beldesini ihyâ etmiş! Aferin! Bak eşini dostunu, akrabasını, yakınlarını unutmamış. Sahip olduğu imkânlarla kütüphane açmış, her şeyi var. Elinden gelen yardımı yapmış.
Bizim de sıla-yı rahim yapmamız, eşimizi dostumuzu, akrabamızı; köyümüzü kentimizi; büyüdüğümüz yerleri, çocukluğumuzda bize iyilik yapmış olanları; anamızın babamızın yakınlarını aramamız, kayırmamız, kollamamız lazım. Çünkü Allah muhabbeti seviyor, insanların birbirleriyle dostluğunu seviyor.
Muhabbet bağlarının en kuvvetlilerinden birisi de akrabalık bağıdır.
İnsan akrabasını sever.
Bu bir fırsat!
Mü’minler birbirini sevecek! Kardeş olacak, birlik beraberlik olacak! Toplum canlı olacak ve toplumda hayır çıkacak!
Muhabbet olmayınca kimse kimseyle ilgilenmeyince herkes birbirinin aleyhinde olunca herkes birbirinin kuyusunu kazınca o toplum yıkılır! Orada yaşamak insana zehir olur. Allah muhabbeti seviyor. Muhabbeti sağlayan her şeyi seviyor.
Muhabbeti sağlayan şeylerin en başında insanlar arasında muhabbeti sağlayan şeylerin başında da sıla-yı rahim geliyor, akrabaları kollamak geliyor!
Bunu yapmayanı Allah sevmez. Yüzüne bakmaz bile!
Her yere bakıyor her şeyi görüyor.
اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ
İnnallâhe basîrün bi’l-ibâd. [1]
Allah her şeyi görüyor ama “Nazar etmez!” ne demek?
İltifat etmez demek, rahmetine erdirmez demek, sevmiyor, buğz ediyor, cezalandıracak demek. Demek ki böyle olmamalıyız!
İkincisi:
Cârü’s-sûrî. “Kötü komşu.”
Komşuluk bağı da önemli bir husustur. Komşular birbirlerini severse o belde güzel olur. Good Neighbourhood, burada adamlar “iyi komşuluk bağları” teşkilatı kurmuşlar. Levhalar filan var. Soruyorum:
“Bunun aslı esası nedir?”
Kuvvetli bir iş birliği! Levha koymuşlar. Bunlar nasıl bir içtimai düzen içinde bunu yerleştirmişlerse beldelerini güzelleştirmek için çok güzel çalışıyorlar. Beldelerine parklar, bahçeler açıyorlar. Temiz tutmaya gayret ediyorlar. Toplanıyorlar, kararlar alıyorlar, para harcıyorlar. En küçük kasabalar bile güzel. Bakıyorsun, güzel. Demek ki dikkat ediyor.
Demek ki bizden önceki dinin mensupları olan hristiyanlar Hz. İsa’nın taraftarı olan İsevîler itikatlarını düzeltecek, tamam! Yanlış itikatları var. Hz. İsa’yı Peygamber bilmiyorlar, Allah’ın oğlu sanıyorlar ve çok büyük yanlışlık! Kur’ân-ı Kerîm bunu bildiriyor. Ama dinlerinin öteki emirlerine uyuyorlar! Teşkilatlılar, muhabbetliler, komşuluğa riayet ediyorlar, çok güzel yardımlaşıyorlar…
İslâm beldelerinde görmediğimiz güzel şeyleri görüyoruz. Sakatlara yardım gençlere her türlü imkânları hazırlamışlar. Buyurun idman yapın, oynayın, rahat edin; çocuklara her şeyi yapmışlar, biz bunları kendi memleketimizde görmedik! Belediyeler yapmıyor, muhtarlıklar yapmıyor, bu işleri düşünmüyor! Bunları gördüğü hâlde bile yapmıyor!
Yahu be adam, bunları hiç görmedin mi? Bunların kendi köylerine kentlerine ne kadar önem verdiklerini ne kadar dikkat ettiklerini gördünse niye kendi köyünü kentini güzelleştirmiyorsun?!..
Antalya’ya doğru bir yerden geçiyorduk, bir kasabaya gittim. Geçiyoruz; Burdur, Isparta… Bir yere gideceğiz. Eskişehir tarafından gidiyoruz. Allah Allah! Bir kasabaya geldim; çok güzel, dümdüz caddeler, gayet geniş… Allah Allah! Hayret ettim…
Yahu başka Anadolu evleri birbirlerine yakın, sokaklar eğri büğrü, duvarlar yıkık, her taraf bakımsız [iken] bu intizam ne?
Belediye başkanı biraz Almanya’da bulunmuş, beldesine hizmet etmeyi kararlaştırmış ve yapmış. Ferah ferah yollar, kendileri de rahat ediyor geçen de rahat ediyor, gayet güzel!
Komşuluk tabii çok önemli bir bağ! Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Cebrail aleyhisselam geldi. Bana komşularla iyi geçinmeyi öyle övdü, o kadar tavsiye etti, öyle bahsetti ki Allah komşuyu komşuya varis edecek sandım!”
Varis olmak ancak çoluk çocuğun, yakınların hakkı!
Allah Allah! Nerdeyse komşu komşuya varis olacak! Cebrail aleyhisselam o kadar çok tavsiye etmiş, bu konuyu Peygamber Efendimiz’e o kadar önemle anlatmış! Biz de komşuluğa dikkat edeceğiz!
“Hocam benim komşum falanca filanca…”
Sen de toplan, bir mahalle kur! İyi komşulardan bir mahalle kur!
Yapamaz mısın?
Azıcık dikkat etsek tasarlasak uğraşsak yapardık. Hepimiz burada tek tek ev aldık. Tek tek ev aldık, her birimiz en aşağı yüz elli bin harcadık! 30-40 aileyiz. Bu paralarla dağları devirirdik, ovaları doldururduk, uçurumları geçerdik! Şu Mount Cotton Rd.da yirmi hanelik yer yaptık! Onu bile yapamayız edemeyiz vs. gittik başka yerlerden aldık. Yapamadık!
Beceremiyoruz, bizde bir eksiklik var! Komşuluğun önemini de bilmiyoruz!
Ev alma komşu al!
Dedelerimiz mi söylemiş?
Evet, dedelerimiz söylemiş ama bu mübarek hikmet yine Peygamber Efendimiz’den!
el-Câr kable’d-dâr. “Evden evvel komşu!”
“Falanca yerden ev alayım mı hocam?”
Komşularını incele! Bak bakalım komşular nasıl?
Önce komşular, ondan sonra ev! Komşuluğa çok önem vermemiz lazım. Mevcut komşularımıza da iyi davranmamız lazım. Malına, canına, arazisine, ağacına, meyvesine, yemişine, hayvanına, karısına kızına zarar vermememiz lazım!
Yakın olunca komşu birbirinin evini görüyor. Çoluğuna çocuğuna, eşine ailesine yamuk bakarsa o da çok çok büyük günah!
Allah güzel ahlâka sahip eylesin ve o sevapları kazanmayı nasip eylesin. Çünkü:
أَثْقَلُ شَيْءٍ فِي مِيزَانِ الْـمُؤْمِنِ خُلُقٌ حَسَنٌ. إِنَّ اللهَ يُبْغِضُ الْفَاحِشَ الْـمُتَفَحِّشَ الْبَذِيَّ
Eskalü şey’in fî mîzâni’l-mü’mini hulukün hasenün. “Kıyamet günü amellerin tartıldığı zaman mü’minin terazisine koyulan şeylerin en ağırı güzel huydur.”
Güzel huy terazinin kefesine bir konuldu mu ağır bastırtacak! Güzel huyların hepsini Allahu Teâlâ hazretleri bizlere ihsan eylesin!
İnnallâhe yubğidü’l-fâhişe’l-mütefahhişe’l-beziyye. “Allahu Teâlâ hazretleri fuhşiyâtı işleyen, işi ve sözü kötü olan hayâsız kimseye buğz eder!”
Allah kötü huyluya buğz eder, kötü huyluyu sevmez! İyi huylu olmaya dikkat edelim.
Huyları tanıyalım!
İyi huylar hangileridir öğrenelim, tanıyalım. Bir de şu soruyu kendimize soralım:
Bu iyi huylardan kaç tanesi bende var?
Bir de kötü huyları öğrenelim ve kendimize soralım:
“Yahu bu kötü huyları Allah sevmiyor, insanda olursa büyük tehlike, âhirette çok büyük zarar görecek. Bu kötü huylardan hangileri bende var?”
Kendi kendimize şöyle bir inceleyelim. Kaç tane kötü huy olduğunu bir araştıralım: Asabilik mi var, vefasızlık mı, sabırsızlık mı, nefse fazla uymak mı var, sebatsızlık mı var?..
Hangi huyumuz kötüyse; “Benim şu huyum kötüymüş, ben onu atacağım şu iyi huyu alacağım.” diye uğraşmamız lazım.
Kötü huyların hepsi kitaplarda yazılı belli.
[Mehmed Zahid Kotku] Hocamız’ın en güzel eserlerinden birisi Tasavvufî Ahlâk! Oku, [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız orada huyların hepsini güzel güzel anlatıyor. Başka kitaplarda da var. O kitaplardan derlenmiş, anlatıyor.
Allah güzel huylara sahip olmayı cümlemize nasip eylesin.
el-Fâtiha!