Aziz ve muhterem kardeşlerim!..
Allahu Teâlâ Hazretleri, hakkı ve hayrı söylemeyi nasip etsin. Doğruluktan ayırmasın. Sevdiği razı olduğu sözleri, söylemeyi işleri yapmayı, sevdiği şekilde ömür geçirmeyi, huzuruna sevdiği razı olduğu bir kul olarak varmayı nasip eylesin.
Recebun Şehrullah, Receb Allah'ın ayıdır. Tabii bütün aylar, bütün yıllar, bütün zamanlar, bütün mekânlar, bütün varlıklar, bütün insanlar, cümle eşyâ her şey Allah'ındır. Ama, her şey Allah'ın iken, "Receb, Allah'ın ayıdır." demekten maksat ne?.. Burada maksat, "Receb ayında, Allahu Teâlâ Hazretleri kulları çok afv ü mağfiret ediyor; kulları çok affettiği, tevbe eden kullarını çok bağışladığı bir aydır." demek oluyor.
O bakımdan; Allah'ın kullarına tevbe kapısını, affetme, mağfiret eyleme kapısını açmış olduğu bir ayın, kapısından geçmiş oluyoruz. Bunu hatırlatmak benim için önemli, sizler için önemli! Çünkü, kendimizi toparlamamız, kendi muhasebemizi yapmamız, sevabımızı, günahımızı tartıp ölçüp, hatâmızı anlayıp, boynumuzu büküp, Allah'a yalvarma fırsatı elimize geçmiş oluyor. Bunu yapacağız.
Tabii receb ayında, oruç tutmak da çok sevaptır. Oruç da biliyorsunuz; insanda nefsi ıslah edici, kalbi nurlandırıcı tesir yapıyor. İki çeşit tesiri var başlıca...
Bir: Açlık; nefsin hızını kesip, nefsi yola getiriyor.
İki: Ruhu ve kalbi nurlandırıp, kuvvetlendiriyor.
Onun için insanın midesi boşaldığı zaman, oruç tuttuğu zaman, --ramazanda bunu hepiniz tatmışsınızdır, bilirsiniz-- artık duyguları, berraklaşmaya başlar. Gönlü rikkat kesbeder, incelik kesbeder, hassaslaşır. Derin derin düşünme kabiliyeti belirir. Güzel haller müşahede eder.
İşte bu bakımdan, Receb ayında; oruç tutarak, Allah'ın rahmetine ermeyi, kazanmak çalışması yapmak lâzım!.. Çünkü:
İnnemâ yüveffes-sâbirûne ecrahüm bigayri hisâb
"Her şeyin mükâfatının bir katsayısı vardır, ecrinin miktarı vardır. Ama sabırlıların ecri, sevabı, mükâfatı bi gayri hisâb,hesaba sığmayacak kadar çok olur." Oruç da sabır demek olduğundan; orucu bu Receb ayı içinde mümkün olduğu miktarda, çokça tutmağa gayret edin! Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz de bu ayda orucu fazla tutmuştur.
Tevbenizi yenileyin!
Tevbeyi açıklamamız lazım. Tevbe sadece dil ile "Estağfirullah ve etûbüileyh" demek değildir. Tevbe'nin Arapçadaki mânâsı, dönmek demektir, dönüş yapmak demektir. Tevbe yapan insan, Allah'ın rızâsına uygun olmayan halinden, yolundan, amelinden, işinden dönecek; Allah'ın sevdiği hale, yola, işe, hizaya gelecek...
Sadece diliyle tevbe eder de, bu dönüşü yapmazsa; Hakka, hayra, güzele, sevaba dönüşü yapmazsa; o zaman Hazret-i Ali Efendimiz'in ifadesiyle, böyle tevbe edenlerin tevbesi yalancıların tevbesidir.
Hazret-i Ali Efendimiz radıyallahu anh, bir gün Kûfe mescidine girdi. Bir kenarda birisinin, "Tevbe yâ Rabbi!..Tevbe yâ Rabbi!.." dediğini görünce yanına yanaştı, dedi ki:
"Ey zât-ı muhterem! İnsanın sadece diliyle tevbe demesi, yalancıların tevbesidir." dedi.
Tevbe, dil işi değildir. Tevbe; vücudun bütün âzâlarının, hayatın bütün faaliyetlerinin; Hakka, hayra dönmesi demektir. Onu da bilelim!.. Yâni, tevbeyi sadece bir söz bölümü olarak düşünmeyelim! Sözü papağan da söyler, ama idraksiz söyler. Üç defa peş peşe, "Lâ ilâhe illallah" diyen papağanı gördüm,duydum.
Eylesen tûtîye ta'limi edayı kelimât,
Sözü insan olur amma, özü insan olmaz!
Tûtî, papağan demek... Papağana konuşmayı öğretsen, sözü insan gibi olur ama, özü insan olmaz, kuştur yine... Papağandır, tabiatı neyse odur. Hâlin değişmesi gerektiğini de tevbe konusunda hatırlayalım!..
Şu günlerimizi Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönüş için, iyi bir müslüman olmak için, gerçek bir müslüman olmak için, sahabe gibi müslüman olmak için, bir fırsat olarak değerlendirelim!.. İç hesaplaşmamızı, muhasebemizi yaparak Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönelim!..
Bizim iyi müslüman olmamız, sadece bizim için değil; bütün Ümmet-i Muhammed için lâzım!.. Türkiye için lâzım, İslâm alemi için lâzım, dünya için lâzım!.. Kâfirler için bile lâzım!.. Bizim iyi müslüman olmamız, kâfirlerin de hakkı duyması, öğrenmesi, belki Cenâb-ı Hakk'ın yolunu anlayıp da --biz güzel anlatabilirsek-- Cenâb-ı Hakk'ın yoluna girmesi için fırsat olduğundan, kendi kurtuluşumuzu, salâhımızı, ıslahımızı, düzeltmemizi cihanşumül bir olay olarak, çok önemli görmeliyiz. Ona göre bu ayda; tevbe-i hakîkî, tevbe-i nasuh etmeliyiz. Tevbe-i nasuh, çok samîmî demek, çok içten demek... Çok içten tevbemizi yapmamız lâzım!..
Bu receb ayı böyle..."Receb şehrullah; Allah'ın ayı. Allah'ın tevbeleri kabul ettiği ay...
“Şa'ban benim ayımdır”, buyurmuş Peygamber sallallahu aleyhi vessellem efendimiz.
Ramazan da ümmetimin ayıdır." buyurmuş .
Demek ki, Receb de tevbe edeceğiz, Allah'ın affını, mağfiretini isteyeceğiz. Şa'ban’da Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz'in has ümmeti olmağa çalışacağız. Ramazanda da Allah'ın lütfuna ermeğe, ümmet olarak mükâfatları kazanmağa gayret edeceğiz.
Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz buyurmuş ki: "Ramazan gelip de çıktığı halde halini düzeltememiş, Ramazanın feyzinden bereketinden istifade edememiş olan bir insana yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün, burnu yerde sütresice, burnu yerde sürtmüştür." “Burnu yerde sürtsün! Diye beddua manasına da olur. Veya “burnu yerde mutlaka sürtecek! “Manasına da gelebilir.
Ramazan’da, Ramazan’dan istifade etmek için, ramazana hazırlanmak lâzım!..
Müsabakalara girecek olan birisinin, müsabakalardan önce hazırlanması gibi bir şey bu... Onlara hazırlık yapan, antrenmanlarını muntazam yapan, müsabakalarda derece alıyor. Yapmayan, birdenbire giren bir şey alamaz. Onun gibi, tâ bu aylardan Ramazan’ı görmek lâzım!.. Bu aylardan Ramazan’a hazırlanmak lâzım!..
Hacda bir hadise anlattılar: Bir hocaefendi, müridleriyle bir toplantıda iken,adamın birisi rap rap kapıdan gelmiş, bir kâğıt uzatmış hocaefendiye... Hocaefendi kâğıdı okumuş, ne yazıyorsa;
"--Olmaz evlâdım, bu istediğin senin!.. Olmaz!" demiş, ne yazıyorsa,
Adam da demiş ki:
"--Bu mutlaka olacak!.." ne olduğunu bilmiyoruz.
Bütün müridân ayağa kalkıp, adamı döğecek gibi olmuşlar. "Vay bizim hocamıza karşı geliyor; o olmaz diyor da, bu olur diyor." diye... şöyle bir işaret etse, adamı benzetecekler.
Adam çok sert ve kırıcı bir şekilde, "İlle olacak!" deyince; şeyh efendi başını böyle eğmiş, bir müddet durduktan sonra, başını kaldırmış. Derin nefes alarak:
"--Sabreden kazandı. Nefsini yenen, nefsine hakim olan, kazandı." demiş.
Sinirleniyor insan, herkes sinirlenir. Kendisine kötü bir muamele yapılınca, "Vay bana hakaret mi ediyorsun, ben senin uşağın mıyım?" der, bir şey der, nefsini yenmek kolay bişey değildir. Gazabını yutmak, kızgınlığına hakim olmak kolay bir şey değildir. Halimlik selimlik, kolay bir şey değildir. Sabır, kolay bir şey değildir. İşte sabredeceğiz! Sabrederse, nefsine hakim olursa, kendi arzularını yenerse; o zaman olgun bir müslüman demektir.
İşte insan kendi arzusunu yenecek!.. Ne istiyor nefsi?.. Yatmak istiyor. Sızlanıyor: "Yâhu zâten geç yattım, uykum az! Yatıp da sonra kılsak ,olmaz mı, kalkmasan olmaz mı?" diyor. Kalkacağım diyorsun. "Kalk ama camiye gitme bari! Şurda namazını kıl, iki rekat iki rekat kıl, daha yatak soğumadan yat! Camiye şimdi nerden, nasıl gideceksin?" diyor. İşte bir sürü bahane...
İşte onları yenmek, yatsı ve sabah namazına gelmek ihlaslı insanın, nefsini yenebilen şuurlu müslümanın işi olduğundan, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
"Münafıklar, bu iki namaza güç yetiremezler." Kalkamazlar, gelemezler.Uykusunu bölüp gelemez, rahatını terkedip gelemez. Yatsı namazına da gelemez, sabah namazına da gelemez. Ama gündüz namazlarına gelebilirler; çünkü zaten uyanık... Öteki insanlar gördüğü için, gelmediği farkedilirse ayıp olacak, toplumun içinde durumu sarsılacak,gelir.
"Münafıklar bu iki namaza güç yetiremezler diyor."
Onun için; bu iki namazı camide kılmak, mü'min-i kâmillerin işidir, ihlaslı tam müslümanların işidir. Bu hatırınızda olsun, bu iki namazı camide kılmayı ihmal etmeyin!..
Camide namaz kılınınca, evde kılınmasından farkı ne olur?
Camide namaz kılındığı zaman, erkek içindir bu; camide namaz kılmak, evinde namaz kılmaktan 27 kat daha sevablıdır.
Salâtül cemâati tafdılü salâtel ferdi biseb'in ve ışrîne dereceh. Sahîh hadîs-i şerîf bu... "Cemaatle namaz kılmak 27 derece daha sevablıdır." Ama bu mahalle mescidi içindir. Mahalle mescidine gidiyorsun, orda namaz kılıyorsun; 27 kat... Eğer cuma namazı kılınan ,büyük mescide gidersen, o zaman 50 kattır sevabı...
Bir şeyi daha hatırlatayım, muhterem kardeşlerim: Cemaat o kadar mühimdir ki, Peygamber sallallahu aleyhi vessellem buyuruyor ki:
"Bir yerde beş tane müslüman hanesi varsa, beş evin bir arada olduğu yerde ezan okumak, kamet getirmek cemaatle namaz kılmak gerekir." diyor Peygamber Efendimiz... Ölçü: Beş tane ev... Beş tane ev yaylada, mezraada, köyde, kentte nerdeyse; beş ev bir araya geldi mi, orda ezan okuyacaklar, topluca namaz kılacaklar!..
"Eğer ezan okunmaz, kamet getirip namazı cemaatle kılmazlarsa; İstahveze aleyhimüşşeytân, şeytan onlara hakimiyetini kabul ettirir, ezer. Onları hakimiyeti altına alır. Şeytanın buyruğu, hükmü, egemenliği altına girerler." buyuruyor.
Şeytanın egemenliği altına giren insanların hanesinden dırıltı, zırıltı eksik olmaz. Neden?.. Şeytanın hakimiyetine girdiler. Şeytan onları, parmaklarında oynatır.
Şeytan usta bir mahlûk... Kandırmakta usta, tecrübeli... Hazret-i Adem Atamız, zamanından beri, insanları kandırmakta tecrübesi olan bir varlık... İnsan, şeytanın ağına düştü mü, avucuna geçti mi, şeytan onu perişan eder. Çaresi nedir?.. Ezan okunacak, kamet getirilecek ki, şeytan orada hakimiyetini kuramasın!.. Namaz bu kadar önemlidir, cemaat bu kadar önemlidir. Bir yerde ezan okunmaz olursa, kamet getirilmez olursa, şeytan oraya hakim olur.
Bolu'nun dağlarına gittik, bir arkadaşın köyüne vardık, evine vardık. Bakıyoruz saate, ezan okunmadı. Dedik niye?.. İmam emekli olmuş, yeni imam gelmemiş, köyde ezan okunmuyor... Dedim ki: Çok fenâ olursunuz!.. Köyde cami var, minare var, insanlar var; namaz kılınmıyor. Herkes evinde kılıyor ama, camide namaz kılınmıyor cemaatle... Yok mu bir ezan okuyacak insan?.. Güzel olması şart değil ki, güzellik müsabakası yapılmıyor ki... Sesin güzel olma şartı yok... Çık oraya; bağırabildiğin kadar, ihlâs ile "Allahuekber" de, sesini başkasına duyurmaya çalış, Allah’ın emri yerine gelsin.” Dedik ki, “olmaz başınıza felaket yağar, taş yağar!” dedik. Orda ev sahibine dedim ki: "Ezanı sen okuyacaksın, imamlığı sen yapacaksın! Kendin okuyacaksın, kendin imamlık yapacaksın; şu köyü ezansız bırakmayacaksın!.. Hadi bakalım camiye gidelim!" dedim. Camiye gittik, minareye çıktık ezan okudu arkadaşlar... Ondan sonra içerde namaz kıldık. Sonradan duyduk; köyde kadınlar ağlaşmışlar, "Çok şükür, köyümüzde ezan okundu." diye...
Bunlar mühim şeylerdir muhterem kardeşlerim!.. Siz kıymetini belki takdir ediyorsunuzdur, belki bazıları takdir etmiyordur; çok önemli!.. Yatsı namazını ve sabah namazını, camide cemaatle eda etmek, gecenin ihyâsı için bir sebeptir; bu bir...
İkincisi: Geceleyin yatacağı zaman, insanın abdest alıp; abdest aldıktan sonra iki rekât,dört rekât namaz kılıp, abdestliyken yatıp uyuması, o da gecenin ihyâsıdır. Neden?..
Peygamber sallallahu aleyhi vessellem, hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki: "O kulun iç çamaşırı ile teni arasında bir melek bulunur. 'Yâ Rabbi, bu kulun temiz yattı, abdestli yattı; sen bunu afvü mağfiret eyle!..' diye teniyle iç çamaşırı arasında melek dua eder." Böyle diyor Peygamber Efendimiz... Bilmeyen bilmez, görmeyen görmez ama, gören söylüyor, Peygamber Efendimiz söylüyor.
Sonra, "Hafaza melekleri, kirâmenkâtibîn melekleri o kulu, sabaha kadar ibadet etmiş diye deftere yazarlar. Abdestli yattı diye, sabaha kadar cızır cızır ibadet sevabı yazılır, insanın defterine..." Bu da Peygamber Efendimiz'in bildirdiği bir şey...
Sonra, "Gökteki melekler o zâtın abdestli yatıp uyuduğunu, vücudunun mânevî bakımdan nûrâniyetinden görürler, gökten uçup o kulun etrafına izdihamlı bir şekilde, kalabalık bir şekilde toplanırlar." diyor Peygamber Efendimiz... Yâni tıkıl tıklım o insanın etrafı melek doluyor, abdestli yattığı için...
O bakımdan bir çare de gece yatarken; taze abdest alıp, iki rekât, dört rekât namaz kılıp abdestli yatmaktır. Gecenin bir ihyâsı da budur.
Gecenin ilk hatıra gelen, asıl klasik mânâda, herkesin bildiği mânâda ihyâsı da; bir miktar uyuduktan sonra kalkıp, Allah rızâsı için abdest alıp, gece namazları kılmaktır. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem buyuruyor ki:
“Rek'atâni minel leyl. "Geceleyin kalkıp da kılınan iki rekât namaz,
“hayrun mined dünyâ ve mâfîhâ”. Dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha hayırlıdır.
Kim söylüyor?
Peygamber-i Zîşânımız söylüyor. Asdakulkâili, söyleyenlerin en doğru sözlüsü, Allah'ın habîb-i edîbi, Muhammed-i Mustafâ'sı söylüyor. Sıradan bir insan söylemiyor. Ne diyor?.. "Dünyadaki her şeyden daha iyidir." diyor.
Düşünün ki bir babayiğit, çok zengin, milyarder bir adam çıktı, sizi beğendi: "Sevdim seni yâ, benim param çok, çoluğum çocuğum da yok... Aldım bu Alâaddin Oteli'ni, sana bağışladım!" dese ne yaparsınız?.. Aklını oynatabilir insan sevincinden, fırttırabilir. Aklı fırt diye gidebilir, çok sevindi de bir hal geldi adamcağıza. Hadi kolonyalar gelsin, ovuşturun bilmem ne filan, bu Alâaddin oteli benim mi?
Rasûlüllah'ın sözüne inanmıyor muyuz, muhterem kardeşlerim?
Sözün, kelimelerin taşıdığı mânâyı algılamak lâzım!..
"Dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır." diyor Peygamber Efendimiz...
Neden?..
Çünkü: "Şemmetün min ma'rifetillâh" Ma'rifetullahtan bir koklamâ çok mühimdir de ondan... Gece kalkacaksın, abdest alacaksın... Kimse yok, odanda yalnızsın... Gösteriş ihtimali yok, şöhret ihtimali yok, riyâ ihtimali yok... Rabbine yöneliyorsun, alemlerin Rabbi... Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn... Ne muhteşem kelime!.. Koca kâinâtın sahibi, yaratanı Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin divanında elpençe dîvan duruyorsun, "Sana hamd olsun yâ Rabbi!" diyorsun... Rükû ediyorsun, secde ediyorsun... İbadetin tadını; böyle yudum yudum, iksir gibi tadıyorsun.
İnsan birisi gelse kendisine baksa, utanır, sıkılır. Hattâ göstermek istemez, yapacaksa bile yapmak istemez. Ama gece yalnızsın, kimsecikler yok... Seccadene kapanıyorsun, ağlıyorsun, gözyaşlarını döküyorsun... Secde yerin ıslanıyor, "Aman yâ Rabbi!.." diyorsun. Bu duygular, çok kıymetli duygular... Bu duygular, insanı evliyâ yapar. Bu duygular, insanı dünyanın en kıymetli insanı yapar. Bu duygular insanı, başka insanlara en güzel şekilde hizmetler yapan, hayırlı, faydalı güzel insan yapar. Bu duyguları insan, işte o geceleyin kalkınca tadabilir.
Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz'e ne emrolundu:
Yâ eyyühel müzzemmil. Kumil leyle illâ kalîlâ. Nısfehû evinkus minhü kalîlâ. Evzid aleyhi ve rattililkur'âne tertîlâ.
İlk inen ayetler İkra' Sûresi'nin beş ayeti... İkinci inen ayetler bir rivâyete göre "Yâ eyyühel müddessir" sûresinin başındaki ayetler; öteki rivayete göre "Yâ eyyühel müzzemmil" sûresinin başındaki ayetler... İkinci veya üçüncü inen ayetler bunlar... Yâni üçüncü vahiyde Peygamber Efendimiz'e ne emredilmiş?.. "Geceleyin kalk, ey Rasûlüm!" diye emredilmiş.
O gecelerin ihtişamı, o gecelerin güzelliği... Bu beton yığınları arasında, yeni neslin insanları onu bilemiyorlar. O gecelerin ihtişamı ne kadar güzeldir!.. Ne kadar ruhâniyetlidir o geceler!..
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Geceleyin göğün kapıları açılır." Göğün kapıları var mıdır?.. Varmış.
Peygamber sallallahu aleyhi vessellam Efendimiz, mi'raca çıkarken,- beni çok duygulandırıyor,her yerde söylüyorum, sanıyorum sizi de duygulandırır.- Kudüs-ü Şerif'e vardılar. Kudüs-ü Şerîf'ten mi'raca çıkıyor, Cebrâil aleyhisselam'la Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz... Birinci semaya geldiği zaman, melek durdurdu. Birinci semâ nedir?..
Ve lekad zeyyennes semâ eddünyâ bime sâbiha.
"Dünyaya en yakın semâyı yıldızlarla donattık." diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri... Yıldızların olduğu semâ, birinci semâ... Ondan sonraki semâlarda neler olduğunu ordan anlayın! Yıldızların olduğu semâların ötesinde neler olduğunu artık Allah bilir.
Birinci semânın bekçisi durduruyor, Cebrâil'e soruyor. Cebrâil kim?.. Allah'ın dört büyük meleğinden birisi... Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz'e vahyi getiren muazzam melek... Ona soruyor melek... Hangi melek?.. Birinci semânın bekçisi olan melek...
-Men ente? Kimsin sen?..
Men, kim demek Arapçada...
-Ene cibrîl! Ben Cebrâilim!
Tanıtıyor kendisini... İslâmî edebde; tanıtma vardır, muhterem kardeşlerim!.. Kapı çalınıyor. "Kim o?.." diyorlar içeriden... Kapıyı çalan, "Ben!" diyor, fe sübhânallah!.. Herkes ben diyecek, ben diye cevap mı verilir; adını söyleyeceksin!.. Bak ne diyor: "Ben Cebrâilim" diyor. İnsan edeb öğreniyor.
Ben deyince, ikinci defa soruyorlar bu sefer:
"-Kimsin sen?.."
"-Benim, aç kapıyı!" diyor.
Tanıyacaksın, herkese kapı açılmaz ki!..Ne diyorlar, "Herkese kapıyı açmayın, bileziklerinizi alırlar elinizden!" diyorlar. Ayağını dayar, bıçağı çeker... İyisi var, kötüsü var... Edebli edebli kim olduğunu söyleyeceksin!..
Sonra:
-Ve men meake? Peki, yanındaki kim?..
-Muhammed! Muhammed-i Mustafâ, Allah'ın elçisi!..
-Peki ona izin verildi mi, buralardan geçmeğe?..
-Evet verildi.
-O zaman, o da geçsin!..
Yâni, semâların böyle özelliği var, muhterem kardeşlerim!..Cebrâil'e soru soran, dur diyen bekçisi var... Kapısı var, göğün kapıları var... Bilmiyoruz; gören görür, bilen bilir. Bilenler, görenler bildiriyor, göğün kapılarının açık olduğu zaman: bu gece vakti... Göğün kapıları açılıyor, "Geç aslanım!" der gibi serbest...Bu bir
İkincisi: Allah-u Teâlâ Hazretleri semâ-ı dünyaya nüzul eyleyip,kullarına nidâ eyler. Yâni kullarına yakınlaşır Allahu Teâlâ Hazretleri, buyurur ki: "Yok mu benden affını mağfiretini isteyen; haydi istesin, affedeceğim!.. Yok mu benden bir talebi olan; haydi dilesin, dilediğini vereceğim!.. Yok mu hasta olup da şifa isteyen; haydi şifasını istesin, şifa vereceğim!.. Yok mu şöyle olan, yok mu böyle olan?.." diye seslenir buyurmuş, bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz...
Ne zamana kadar?
Hiye hattâ matlail fecr. "İmsak kesilinceye kadar..." Gecenin sonu neresidir?.. İmsak vaktidir. İmsak kesildi mi, gece de biter. Kadir gecesinde de öyle...
Tenezzelül melâiketi ver rûhu fîhâ biizni rabbihim min külli emrin. Meleklerin inmesi, o fütûhat ne zamana kadardır?..
Selâmün hiye hattâ matlail fecri. Tülû u fecir oluncaya kadar, yâni fecir tamam oluncaya kadardır.
Binâenaleyh gözümüzle göremiyorsak, gökle âşinâlığımız yoksa, takvimden imsak vaktine bakarız. İmsak vaktinden evvel bir arada kalkarız, abdest alırız, namaz kılarız: "Ben varım yâ Rabbi, affını isteyen!.. Ben varım yâ Rabbi ,muhtaç olan!.. Ben varım yâ Rabbi senden dileği olan!.." diye biz de isteriz.
İsteme zamanıdır çünkü... Kulların istediği, Allah'ın da vereceğim dediği zamandır. O vakitte ibadet etmek salîhlerin, enbiyâ ve evliyâullahın adetidir. İnsan Allah ile başbaşa kalmanın zevkini öğrenmeli!.. Yalnızlıktan bucak bucak kaçmamalı!..
Adam ceketini alıyor:
-Hanım ben gidiyorum!
-Nereye gidiyorsun?
-Kahveye gidiyorum.
-Niye?
-Yalnızlıktan canım sıkıldı.
Yalnızlığı sevmeli bir insan.Yalnızlığın tadını çıkartabilmeli;
"Oh yâ! Çok şükür ki, hiç kimse yok... Rabbimle başbaşa şöyle bir kendimi çekip çevireyim, düşüneyim!" diyebilmeli... Yalnızlıktan zevk almalı!.. Yalnızlık, büyük ruhların gıdasıdır. Yalnızlık, mühim bir şeydir. Yalnızlıkta, Mevlâsıyla bağlantı kurmak çok mühim bir şeydir. O da geceleyin, güzel bir şekilde oluyor.
Onun için gecenin bir ihyâsı, geceleyin kalkıp, abdest alıp ilâ mâşâallah, Allah'ın dilediği kadar iki rekât, dört rekât, altı rekât, sekiz rekât, on rekât namaz kılmaktır. Çünkü; namaz ibadeti en güzel şekillerinden biridir. İbadetin çok çeşitli şekilleri vardır. En kompleks, tam şekillerinden birisi namazdır. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem hazretleri buyuruyor ki:
Kurreti aynî fis salâh. "Gözüm şenleniyor namaz kılarken demek... Gözümün şenliği namazda..." İçim rahat ediyor demek... Resûlullah’ ın içinin rahatladığı, gözünün şenlendiği, serinlendiği, rahatlandığı o namazdan o zevki alamayan kendisini kontrol etsin... Yâni, "Ben niye bu güzel namazdan bu zevki alamıyorum?" diye düşünsün, kendisi çaresini arasın!.. Demek ki, cihazları paslanmış, duyguları dumura uğramış, demek ki çok cahil, demek ki bu hususta çok mübtedî, çok yeni, çok toy olduğu anlaşılıyor. İnsan o yalnızlık keyfini zevkini duymalı, muhterem kardeşlerim!..
Tabii, Kur'an okumak çok sevaplı... Kur'an-ı Kerim ile bizim aşinalığımız da kusurlu hale gelmiştir, bu nesille... İngilizce öğreniyorlar, Almanca Fransızca öğreniyorlar, bir dil yetmiyor birkaç dil öğreniyorlar; herşeyi öğreniyorlar da, Arapçayı öğrenip, Kur'an-ı bellemek husususunda, bir aşk ve şevk ve gayret yaygınlaşmış değil, makbul değil... Öğrenenler de makbul tutulmuyor. Neymiş bu?.. Hafız...
Hafız gel, otur, oku!.. Tamam, al şu zarfın içindeki paranı, hadi yallah!..
Belki, "Hafız buraya gel!" dedi mi karşıdaki kızıyor, zor tutuyor kendisini... Hakaret etmiş gibi oluyor. Halbuki hafız, eskiden nasıldı yâni... Hafızlamak deniliyor, makbul olmayan bir şey olarak... Hafızlığın şân ü şerefi, kadr ü kıymeti bilinmez duruma gelmiştir.
Halbuki, Kur'an-ı Kerîm, Allah'ın kelâmıdır, yüzüne bakmak bile sevapdır. Mânâsını anlayıp, onu yaşadığı zaman, icrâ ettiği zaman nice sevap kazanacaktır. Kur'an-ı Kerim okumak, sevaptır. Kimisinin gözü rahatsız oluyor, kimisi Arapça bilmiyor, kimisi okuyamıyor, okusa mânâsını bilmediği için, bir tat alamıyor.
Bir başka ihyâ şekli, zikir.
Zikir nedir?
Mübarek bazı kelimeleri, tekrar tekrar söylemektir. Nedir o mübarek kelimeler?
Meselâ, "Lâ ilâe illallah" mübarek bir kelimedir. İnsanın cennete girmesine sebeptir.
Mesela, "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed" salâvât, çok sevablıdır. Sen salât ü selâm getirirsen, Peygamber Efendimiz'e melekler götürürler.
Meselâ, "Estağfirullah" bir zikirdir, Allah'tan afvü mağfiret istiyorsun.
Meselâ, "Sübhânallah"; meselâ, "Elhamdülillâh"; meselâ, "Allahuekber"; meselâ, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhilaliyyil azîm" gibi sözler mübarek kelimelerdir, cümleciklerdir. Bunları zikretmek çok sevapdır.
Yahut da Allahu Teâlâ Hazretleri'nin ism-i a'zamını, lafza-i celâli veya esmâ-i hüsnâsından birini zikretmek; o da zikirdir.
Meselâ, "Allah... Allah... Allah..." dese zikirdir, "Yâ Hayyû... Yâ Kayyûm..." dese zikirdir, "Yâ Vedûd... Yâ Vedûd..." dese zikirdir, "Yâ Hû..." dese zikirdir. İşte böyle bunların hepsi zikirdir. Zikir de, geceyi ihyâ etmek için bir çaredir.
Bir kul Allah'ı zikrederse, Allah da onu zikreder:
Fezkürûnî ezkürküm.
"Siz beni zikredin, ben de sizi zikrederim." buyruluyor. Onun için sen Allah dedikçe, bil ki Allah da seni zikrediyor. Kul içinden Allah'ı zikrederse, Allah da onu kendisi zikreder. Kul toplulukta zikrederse, Allah da onu daha hayırlı bir toplulukta zikreder. Böylece Allah'la kulun yakınlaşması, Allah'ın kulunu sevmesi, kulunda da Allah'a karşı aşkullah, muhabbetullah hâsıl olmasına götürür iş...
O bakımdan zikir de ibadetlerin güzellerindendir. Geceyi ihyâ şekillerinden birisidir.
Bazı namazlar vardır, Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz kılmıştır. Bunlardan birisi de tesbih namazıdır.
Üç yüz adet "Sübhânallâhi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallâhu ekber" deniliyor. Her on tanesinde veya onbeş tanesinde "Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm" deniliyor. Dört rekâtlık bir namaz kılınıyor. Bu namaz tek olarak kılındığı gibi cemaatle de kılınabilir. Peygamber Efendimiz'den sahih hadîslerle rivayet olunmuştur. Sevabı çok olan bir namazdır meselâ bu... Böyle ibadetlerle de ihyâ edebilirsiniz gecenizi...
Allahu Teâlâ Hazretleri hepinizden râzı olsun...
Fatiha-i şerife meal besmele…