Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd.
Fe-kâlelalahu Teâlâ.
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ ﴿٩٢﴾
Len tenâlü’l-birra hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûne ve mâ tunfikû mim şey’in fe-innellâhe bihî ‘alîmün.
Sadakallâhü’l-azîm.
Âl-i İmrân suresinin 92. Âyet-i kerîmesi olan, okuduğum âyet-i kerîme de Cenâb-ı Hak Teâlâ ve tekaddes hazretleri buyuruyor ki;
Len tenâlü’l-birra. "İyilik, muttaki kul, iyi kul derecesine ulaşamayacaksınız, varamayacaksınız." Hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûne. "Sevdiğiniz malları, paraları Allah yolunda harcamadıkça, nafaka olarak infâk etmedikçe, vermedikçe iyi kul derecesine ulaşamayacaksınız." Asla öyle bir mertebeyi, dereceyi kazanamazsınız. Ancak sevdiğiniz halde, sevdiğiniz mallarınızı, mülklerinizi Allah yolunda verirseniz o zaman o dereceye ulaşırsınız.
Ve mâ tunfikû mim şey’in fe-innellâhe bihî ‘alîmün. "İnfâk olarak, sadaka olarak, ihsân ve ikram olarak neyi verirseniz -sağa sola, fakirlere, muhtaçlara, arkadaşlara, dostlara, Müslümanlara, insanlara- Allahu Teâlâ hazretleri onu hakkıyla pek âlâ bir şekilde bilir." Zayi olmaz. Zerre kadar hayır işleseniz mutlaka o hayrın karşılığını bulursunuz.
Ve an Abdullah İbn Mes’ud radıyallahu anhu kâle kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
لَا حَسَدَ إِلَّا فِي اثْنَتَيْنِ: رَجُلٍ آتَاهُ اللهُ مَالًا، فَسَلَّطَهُ عَلَى هَلَكَتِهِ فِي الْحَقِّ؛ وَرَجُلٍ آتَاهُ اللهُ الْحِكْمَةَ، فَهُوَ يَقْضِي بِهَا وَيُعَلِّمُهَا. حم خ م هـ حب عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ.
Lâ hasede illâ fi’s-neteyni racülin âtâhullâhu mâlen fe-sellatahû alâ heleketihî fi’l-hakkı ve racülin âtâhullâhu hikmeten fe-hüve yakdî bi-hâ ve yü’allimühâ.
Muttafekun aleyh ve tekaddeme şerhühâ karîbâ.
Bu hadîs-i şerîf, Abdullah İbn Mes’ud radıyallahu anh tarafından rivayet edilmiş. İmam Buhârî ve İmam Müslim hadîs kitaplarında beraber bu aynı hadîs-i şerîfi sahih diye seçmişler, kitaplarına almışlar. Sağlam hadîs-i şerîf olmak dolayısıyla ikisinde de yer alıyor. İkisinin de tercih ettiği, sevdiği bir hadîs-i şerîf. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurmuş ki:
Lâ hasede illâ fi’s-neteyni. "İki kişiden başkasına gıpta edilmez." İki kişiye gıpta edilir. Başkasına gıpta etmeye, özenmeye, imrenmeye hacet yok. Ama bu iki kişiye özenilir, imrenilir, gıpta edilir.
Racülin âtâhullâhu mâlen fe-sellatahû alâ heleketihî. "Bu ikiden birisi bir adamdır ki; Allah ona mal, mülk zenginlik, para pul, imkan vermiştir. O da muhtaçlara bunu dağıtmaktadır." Müstehliklere -tüketicilere, yiyicilere, muhtaçlara, fakirlere- bunu dağıtmaktadır. İşte buna gıpta edilir. "Aferin adam helalinden kazanmış. Maaşallah. Birde fakire, fukaraya, muhtaçlara kesesinin ağzını açıyor, dağıtıyor, veriyor, dualarını alıyor, hayrını hasenatını yapıyor. Ah benim de öyle param olsa da bende yapsam." diye insan böyle bir kimseye gıpta eder. Hayırsever, dindar, zengin insana özenilir, imrenilir, gıpta edilir; bu bir.
İkincisi; ve racülin âtâhullâhu hikmeten. "Birde Allah birisine faydalı ilim vermiştir; sağlam düşünme kabiliyeti, hakkı görüp hakkı öğrenip, öğretme meziyeti vermiştir, hikmet nasip etmiştir." O da bu bilgisine göre hayatında kararlarını vermekte, tercihlerini yapmakta, ibadet ve taatta koşturmaktadır.
Ve yü’allimühâ. "Kendisi bunu icra ettiği, ilmiyle amel ettiği gibi, öğrencilere de, isteklilere de bu bildiği faydalı bilgileri -hadîs, tefsir, fıkıh, kelâm, tasavvuf- öğretmektedir. İnsanları yetiştirmektedir. Hem kendisi güzel işler yapmakta, hem de başkasını da yetiştirmektedir. İşte buna da gıpta edilir. Ne mutlu bu adama! Aferin! Ne kadar güzel! Ah keşke, anam babam bana yardımcı olabilselerdi de, okusaydım da, arapça öğrenseydim de, hafız olsaydım da, böyle âlim olsaydım da, bu bilgilerimi uygulasaydım, birilerine de anlatsaydım diye buna da gıpta edilir.
Demek ki; iki insana gıpta etmek olabilir. Bir; zengin bir insana, hayırsever zengine. İki; ilmi ile âmil olan hayırlı âlim’e. İkisine gıpta edilir "keşke öyle olsaydım" diye istenir.
Allah bizi ve çocuklarımızı böyle eylesin. Eğer okumamışsak, ömrümüz gelmiş bu yaşa, eh ne yapalım Allah hayırlı para versin. Bu hayırlı para ile hayırlar yapmayı, sadakalar yapmayı, zekâtlar vermeyi, fakirleri sevindirmeyi, İslam'a hizmet etmeyi Allah nasip etsin.
Çoluk çocuğumuzu da âlim olarak yetiştirmeyi, hikmet sahibi, ilim sahibi, irfân sahibi olarak yetiştirmeyi Allah nasip etsin. Evlatlarımızın hayırlı evlatlar olduğunu, bilgili, görgülü, terbiyeli, âbid, zâhid, müttaki, salîh kullar olduğunu bize göstersin. Gözümüz arkada kalmasın. Çocuklarımız hafız olsunlar, âlim olsunlar, fazıl olsunlar, kâmil olsunlar, muttaki kul olsunlar, Allah’ın evliyası sevgili kulu olsunlar. Bizde muttakilerin önderleri, imamları olalım.
Vec’alnâ lil muttekîne imâmâ. [1]
Allah bizi öyle eylesin.
وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ: (إِنَّ فُقَرَاءَ الْمُهَاجِرِينَ أَتَوْا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا: قَدْ ذَهَبَ أَهْلُ الدُّثُورِ بِالدَّرَجَاتِ الْعُلَى وَالنَّعِيمِ الْمُقِيمِ فَقَالَ وَمَا ذَاكَ قَالُوا يُصَلُّونَ كَمَا نُصَلِّي وَيَصُومُونَ كَمَا نَصُومُ وَيَتَصَدَّقُونَ وَلَا نَتَصَدَّقُ وَيُعْتِقُونَ وَلَا نُعْتِقُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «أَفَلَا أُعَلِّمُكُمْ شَيْئًا تُدْرِكُونَ بِهِ مَنْ سَبَقَكُمْ وَتَسْبِقُونَ بِهِ مَنْ بَعْدَكُمْ وَلَا يَكُونُ أَحَدٌ أَفْضَلَ مِنْكُمْ إِلَّا مَنْ صَنَعَ مِثْلَ مَا صَنَعْتُمْ» قَالُوا بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ: «تُسَبِّحُونَ وَتُكَبِّرُونَ وَتَحْمَدُونَ دُبُرَ كُلِّ صَلَاةٍ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ مَرَّةً» . قَالَ أَبُو صَالِحٍ: فَرَجَعَ فُقَرَاءُ الْمُهَاجِرِينَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا سَمِعَ إِخْوَانُنَا أَهْلُ الْأَمْوَالِ بِمَا فَعَلْنَا فَفَعَلُوا مِثْلَهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «ذَلِك فضل الله يؤته من يَشَاء» . وَلَيْسَ قَوْلُ أَبِي صَالِحٍ إِلَى آخِرِهِ إِلَّا عِنْدَ مُسْلِمٍ وَفِي رِوَايَةٍ لِلْبُخَارِيِّ: «تُسَبِّحُونَ فِي دُبُرَ كُلِّ صَلَاةٍ عَشْرًا وَتَحْمَدُونَ عَشْرًا وَتُكَبِّرُونَ عشرا» . بدل ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ
Enne fukarâe’l-muhâcirîne etev rasûlallahi sallallahu aleyhi ve selleme fe-kâlû zehebe ehlü’d-düsûri bi’d-deracâti’l-‘ulâ ve’n-ne’îmi’l-mukîmi fe-kâle ve mâ zâke fe-kalû yüsallûne ke-mâ nüsallî ve yesûmûne ke-mâ nesûmü ve yetesaddekûne ve lâ netesaddaku ve yu’tikûne velâ nu’tiku fe-kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve selleme e-felâ ü’allimüküm şey’en tüdrikûne bi-hî men sebekaküm ve tesbikûne bi-hî men ba’deküm ve lâ yekûnü ehadün efdale minküm illâ men sana’a misle mâ sana’tüm kâlû belâ yâ rasûlallahi kâle tüsebbihûne ve tükebbirûne ve tahmedûne dübüra külli salâtin selâsen ve selâsîne merraten fe-rece’a fukarâü’l-muhâcirîne ilâ rasûlillahi sallallahu aleyhi ve selleme fe-kâlû semi’a ihvânünâ ehlü’l-emvâli bi-mâ fe’alnâ fe-fe’alû mislehû fe-kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve selleme zâlike fadlullahi yü’tîhi men yeşâü.
Müttefakun aleyh. Ve hâzâ lafzu rivâyeti müslim ve’d-düsûru el-emvâlü’l-kesîra. Vallahu a’lem.
Bu ikinci hadîs-i şerîf; İmam Müslim ve İmam Buhârî rahmetullahi aleyh tarafından rivayet edilmiş. Sahîh hadîs-i şerîf. Ravisi, Ebû Hüreyre radıyallahu anh.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: Muhacirlerin fakirleri, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e geldiler. Biliyorsunuz, İslam Mekke'ye geldiği zaman, Mekke’nin eşrafı, âyânı, zenginleri baskı yaptılar, Müslümanları barındırmadılar. Peygamber Efendimiz'den önce müslümanlar Habeşistan’a hicret ettiler olmadı. Başka yere hicret ettiler olmadı. Sonunda Medineliler 'bize gelin' dediler. Medineye hicret başladı. Sonunda Peygamber Efendimiz'de hicret etti.
Bu hicret etmiş olanlara muhacirin deniliyor. Muhacir; hicret etmiş olan insanlar. Tabi bunlar mallarını, mülklerini, paralarını pullarını, sanatlarını, evlerini, bahçelerini bıraktılar öyle geldiler Peygamber Efendimiz'in yanına. Öyle geldiler yani yanlarında birşey yok. Fakir oldular. Mekke'de zenginse bile, evi barkı olan, burada evsiz, yersiz, yurtsuz kaldı. Bazıları da zengin oldu. Zaten zengindi paralı geldi falan. Ama fakir muhacirler Peygamber Efendimiz'e gelmişler ve demişler ki:
Zehebe ehlü’d-düsûri bi’d-deracâti’l-‘ulâ ve’n-ne’îmi’l-mukîmi.
"Yâ Resûlullah çok mal sahibi olanlar, zenginler, yüksek dereceleri aldılar götürdüler. Yüksek dereceleri kazandılar ve ebedi nimetlere, cennete sahip oldular."
Fe-kâle. "Peygamber Efendimiz buyurdu."
Ve mâ zâke. "Bu ne demek?" Bu sözünüz ne oluyor? Neyi kastediyorsunuz?
Fe-kâlû. İzah ettiler. "Dediler ki" Yüsallûne ke-mâ nüsallî. "Bu kardeşlerimiz bizim kıldığımız gibi aynı şekilde namaz kılıyorlar, beraberiz." Ve yesûmûne ke-mâ nesûmü? "Bizim oruç tuttuğumuz gibi, onlarda oruç tutuyorlar, beraberiz."Ve yetesaddekûne. "Onlar sadaka zekât veriyorlar." Ve lâ netesaddaku. "Bizim paramız yok biz sadaka, zekât veremiyoruz." Ve yu’tikûne ve lâ nu’tiku. "Onlar köle azad ediyorlar." Parasını veriyorlar, kurtarıyorlar müslüman esiri, azad ediyorlar. Köle azad etmenin sevabını kazanıyorlar. Bizim paramız yok biz bunları yapamıyoruz. Yüksek dereceleri, cenneti onlar kazandı yâ Resûlullah dediler.
Fe-kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve selleme. "Peygamber sallallahu aleyhi vessellem onlara dedi ki"
E-felâ ü’allimüküm? "Ben size bir takım bilgiler öğreteyim mi?"
Tüdrikûne bi-hî men sebekaküm. "Bunları yaparsanız, sizi geçmiş olanlara yetişirsiniz."Ve tesbikûne bi-hî men ba’deküm. "Sizden sonrakilerden de daha ileriye gidersiniz."
Sizden sonra gelenlerden de ileriye gidersiniz, sizden önce gitmiş olanlara da yetişirsiniz.
Benim size böyle birşey öğretmemi istemez misiniz?
Kâlû belâ yâ rasûlallahi. "İstemez olur muyuz, isteriz yâ Resûlullah." dediler.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki;
Tüsebbihûne. "Subhanallah dersiniz, tesbih edersiniz."Ve tükebbirûne. "Allahu Ekber, Allahu Ekber." dersiniz. Ve tahmedûn. "Elhamdülillâh elhamdülillâh." dersiniz. Dübüra külli salâtin. "Her namazı kıldıktan sonra bunları dersiniz."
Selâsen ve selâsîne. "Otuzüçer defa dersiniz." dedi.
"Bu tesbihleri çekerseniz o zenginlerin sizin yapamadığınız işlerden kazandığı paralar kadar, sevaplar kadar, dereceler kadar dereceler kazanırsınız." dedi. Biz bu tesbihleri işte ondan çekiyoruz. O yüksek dereceleri kazanalım diye çekiyoruz, namazların arkasından.
Fe-rece’a fukarâü’l-muhâcirîne ilâ rasûlillahi sallallahu aleyhi ve selleme. "Bir zaman sonra yine bu muhacirlerin fukarası, yine Peygamber Efendimiz'e müracaat ettiler." Geri geldiler. Gitmişlerdi ama bir zaman sonra yine geri geldiler.
Fe-kâlû semi’a ihvânünâ ehlü’l-emvâli bi-mâ fe’alnâ fe-fe’alû mislehû. "Bizim yaptığımızı bu zengin kardeşlerimiz duymuş yâ Resûlullah. Onlarda yapmaya başlamışlar." dediler.
Fe-kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve selleme. "Onun üzerine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki"
Zâlike fadlullahi yü’tîhi men yeşâü. "Bu Cenâb-ı Hakk’ın verdiği bir ikramdır, nimettir." İşte onlara veriyor. Onlara hem mal veriyor hem de öteki işleri yapma âşkı şevki veriyor. Hepsini yapıyorlar.
Allahu Teâlâ hazretleri fakirlere de, yani parası olmayan insanlara da sevap kazanma imkanları vermiştir.
Bir insan tatlı söz söylese arkadaşlarına kardeşlerine El-kelimetü't-tayyibetü sadakatün. Bu da sadakadır. Para pul değil. Güleç yüz, tatlı dil.
Yoldan bir taşı alsa, kenara koysa "bu birisinin geceleyin ayağına takılır düşürür. Bu taşı alayım kenara koyayım." dese. İmatetül eda anit tarikı. "Yoldan böyle eza verici şeyi kaldırmak bu da sadakadır." Yani ille para çıkması mecburiyeti yok. Parası yoksa da bir insan sevap, hayır, sadaka kazanabilir.
Demek ki; hayır yolları çoktur.
Birisi Peygamber Efendimiz'in bulunduğu meclise geldi.
“es-Selâmü aleyküm” dedi. Selam verdi. Peygamber Efendimiz aşrun "on sevap kazandı." dedi. Sonra başka birisi geldi "es-Selâmu aleyküm ve rahmetullah." dedi. Peygamber Efendimiz buyurdu işrun "bu yirmi kazandı." Çünkü es-Selâmü aleyküm dedi ve rahmetullah’ı ekledi. Arkasından birisi geldi, üçüncü bir şahıs, toplantıya;
“es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!” dedi. Selam verdi, rahmet diledi ve orada bulunanlara bereket diledi. O zaman Efendimiz; selâsün "otuz kazandı." dedi.
Her kelimeye Cenâb-ı Hak on misli fazla mükâfat veriyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi sevapları kaçırmayanlardan, güzel ibadet ve taat yapanlardan eylesin. Hayratu hasenâtımızı arttıralım, sevapları kazanalım. Cenâb-ı Mevlânın rızasına erelim. Allahu Teâlâ hazretleri bizi sevdiği, razı olduğu kullarından eylesin. Dünyada, ahirette aziz ve bahtiyar eylesin.
Bi-hurmeti esmâihi’l-hüsnâ ve bi-hürmeti habîbihî Muhammedeni’l Mustafâ ve bi-hürmeti esrâri hürmeti’l-fâtiha.
[1] Furkan Sûresi 74