ElhamdülillâhiRabbi’l-âlemînve’s-salâtüve’s-selâmüalâseyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafâ ve alââlihî ve sahbihî ve men tebiahûbiihsâninecmaîne’t- tayyibîne’t-tâhirîn.
Emmâba’d.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Kur’ân-ı Kerîm bize Allah tarafından gönderildi. Peygamber Efendimiz’e indirildi, Peygamber Efendimiz bizlere tebliğ eyledi. Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın kelâmı ve biz müminlere hitabıdır. Muhatap biziz! Hitap eden Cenâb-ı Rabbü’l-izzettir; izzet, celâl ve cemâl sahibi Allah-u Teâlâ hazretleridir.
Hitap edilen, hitap edenin ne dediğini bilmelidir. Bilmiyorsa "ne diyor" diye araştırmalıdır, anlamaya çalışmalıdır. Birisi size İngilizce bir şey söylerse anlamıyorsanız yanındakine; “Ne diyor? Tercüme et.” dersiniz, anlarsınız. Birisi başka bir dilden, bilmediğiniz bir dilden konuşursa; “Bu bana bir şey söylüyor.” diye merak edersiniz, tercüme ettirirsiniz.
Şu yeri göğü yaratan âlemlerin Rabbi, bizi yaratan ve yaşatan, rızıklandıran Allah-u Teâlâ hazretleri bize peygamber göndermiştir. O peygamberine Kur’ân-ı Kerîm’i vahyetmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri bize hitap etmektedir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
Bazı ayet-i kerîmeler; yâeyyühe’llezîneâmenû[1] demektedir.
“Ey iman edenler! Hey, size söylüyorum!” mânasına, bize hitap etmektedir.
Binâenaleyh biz müslümanların Allah’ın hitabını anlamaya çalışmaması çok büyük ar, utanç ve ayıptır. Çok yazıktır bize! Yazıklar olsun bize ki Allah-u Teâlâ hazretlerinin hitabını bilmiyoruz, Kitab’ını bilmiyoruz, ahkâmını bilmiyoruz, bize hitap ettiği âyetlerinmânasını bilmiyoruz.
O halde herkesin Kur’ân-ı Kerîm’in okunmasını öğrenmekten başlayarak; mânasını, mealini, tefsirini, ahkâmını öğrenmeye doğru her gün biraz daha hızla ve çabuk bir şekilde çalışması gerekir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm uygulanmak içindir. “Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmı insanlar tarafından bilinsin de, mucibince amel edilsin.” diyedir. Boş söz değildir.
Allah-u Teâlâ hazretlerinin ahkâmının yerine getirilmesi lazımdır. Emirlerinin yerine getirilmesi lazımdır. Yasaklarının nazarı dikkate alınması lazımdır, yasaklarından kaçınılması lazımdır.
O bakımdan Kur’ân-ı Kerîm’i şimdiden siz kişisel olarak şahsi gayretlerinizle özel çalışmalarınızla ne kadar neresinden nasıl öğrenebilirseniz öğrenmeye başlayın. İlk önce okumasını bilmeyenler okumasını öğrensin. Elif’i, be’yi, cim’i, dal’ı öğrensin. Ondan sonra Arapça’ya başlasın. Bugünden yarından itibaren Arapça öğrenmeye başlasın. Hocalar Arapça öğretmeye başlasın. Kara tahta veya ak tahtalar kurulsun. Burada tahtalar ak oluyor da yazan kalemler kara oluyor, renkli oluyor. Daha güzel! Toz çıkmıyor, ortaya tebeşir tozu yayılmıyor.
Şimdiden güzel bir ikinci meslek, ikinci lisan kazanmaya çalışın. Arapça’yı öğrenmeye çalışın. Aslında Arapça bizim ana dilimizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz’in hanımları, annelerimizdir. Peygamber Efendimiz’in zevceleri annelerimiz olduğu için Arapça da bizim ana dilimizdir, annemizin dilidir. Çünkü annelerimizin konuştuğu dildir. Anne dilimizi öğrenmemiz lazım.
Ne güzel! Anne dilimiz Arapçayı öğreneceğiz. Türk olduğumuz için Türkçeyi de biliyoruz, İngilizceyi de Avustralya’da olduğumuz için biliyoruz; üç tane meziyet. Ama bunların en önemlisi Arapçayı bilmektir. Arapçayı bir tarafa bırakalım, Kur’ân-ı Kerîm’i bilmektir. Rabçayı bilmektir; Arapça değil a’sını atalım, Rabçayı bilmektir.
Allah ne diyor? Allah-u Teâlâ hazretlerinin ahkâmı nedir? Rızası nerededir, nasıl kazanılır? Gazabı nerede hâsıl olur? İnsanlar gazabından nasıl kurtulur? Buna çalışmamız lazım. Hayatımızın en mühim işi budur!
Kebapçılık veya inşaat veya tahsil veya ticaret veya imalat değildir. Hayatımızın asıl işi, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu kazanmak ticaretle engellenmiyor, sanatla engellenmiyor, dükkânla engellenmiyor.
İnsan dükkânda çalışırken de, tarlada çalışırken de Allah’ın rızasını kazanabilir. Zaten İslâm’ın güzelliği buradadır. Hayatı müslümanca sürdürdüğünüz zaman Allah’ın rızası kazanılır. Ticaretinizi İslâmî olarak yapabildiğiniz zaman Allah’ın rızası kazanılabilir. Yaşantınızı İslâmîleştirdiğiniz zaman Allah’ın rızası kazanabilir.
İşçi olabilirsiniz, çoban olabilirsiniz, memur olabilirsiniz, âmir olabilirsiniz, esnaf olabilirsiniz, sanatkâr olabilirsiniz, tüccar olabilirsiniz hepsi caizdir, hepsi olur. Ama “Kazançların en güzeli Allah için çalışmaktır.”
Allah için çalışırken elde edilen kazanç en üstündür. Ötekiler daha sonra gelir.
Birinci rekâtta Rahman sûresinin başını okudum.
Medine-i Münevvere’denâzilolan 78âyetlik bu sûrede Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;
اَلرَّحْمٰنُۙ . عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ
er-Rahmânüalleme’l-Kur’ân.[2]
“Rahman olan Allah, Kur’an’ı insanlara öğretti.”
Allah’ın rahmanlığı öne çıkarılıyor. Bu surede 'Allah' veya 'Allahualleme’l-Kur’ân' demiyor da; 'er-Rahmânüalleme’l-Kur’ân' buyuruluyor.
Rahmân “merhamet” kelimesiyle ilgili bir kelimedir. Rahman “Merhameti son derecede çok olan” demek. Allah-u Teâlâ hazretlerinin de merhameti çok olduğundan Rahmân diye adlandırılmıştır, İngilizcedeki karşılığı mercy’ir.
Allah’ın merhameti o kadar çoktur ki düşmanlarını bile besliyor. Siz hiç hayatta düşmanına yiyecek, içecek veren bir kimse gördünüz mü?
Allah-u Teâlâ hazretleri kâfirlere bile rızık veriyor, hayat veriyor, imkân veriyor, fırsat veriyor. Herif, eline kalemi almış, İslâm’a saldırıyor. Herif, ömrü boyunca İslâm’a, müslümanlara ateş püskürüyor. Herif, ömrü boyunca İslâm’la mücadele ediyor; Allah yine ona rızık veriyor, ömür veriyor.
Ben çok kızıyorum, yerimde duramıyorum; başkaları oturup kalkıyor, yerinde duramıyor ama Allah-u Teâlâ hazretleri Rahmanlığından rızkını veriyor. Sübhanallah!
O Rahmân olan, merhameti sonsuz olan, çok olan Allah-u Teâlâ hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmiştir. Elimizdeki bu Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın Peygamber Efendimiz’e, Peygamber Efendimiz’in de bizlere aktardığı, bize Allah tarafından öğretilen kitaptır. Bunun içindeki ahkâm, Allah’ın öğrettiği bilgilerdir. Biz müslümanların bu bilgileri bilmesi gerekiyor. Biz bunları bilmek zorundayız. Çünkü hitap bizedir.
Bir kitap indirilmiş; “Bana ne?” diyemezsiniz; bu kitabın hitabı bizedir. O halde bu hitabı öğreneceğiz. Yarından itibaren bir Arapça kitabı alırsınız. Ben hatırlıyorum İngilizce olarak TeachyourselfArabic Kendi kendine Arapçayı öğren diye bir kitap vardı, ben üniversitede okurken kütüphanede onu görmüştüm. İsterse insan kendi kendine de öğrenebilir ama Arapça bilen hocalar var. İlâhiyat fakültesinden mezun kaç tane hocanız var. “Hadi bakalım bize şu Arapçayı basitinden kolayından, üzmeden yormadan tatlı bir şekilde anlat.” filan demek lazım. Gönüllerini almak lazım. İkna etmek ve bu Arapçaya başlamak lazım. Ondan sonra da Kur’an’a başlamak lazım.
Benim kendi aklıma kalırsa, zamanım olsa; Kur’ân’ı öğretmenin çok keyifli, çok tatlı, çok zevkli bir usûlü de var. Arapçayı öğretmenin çok güzel bir usûlü var.
Geçen gün hoşuma gitti, yanıma çocuklar geldiler; “Hocam, bize hadîs oku.” dediler. Bacak kadar çocukların gelip de; “Hadîs oku.” demesi çok hoşuma gitti ama o akşam onlara hadîs okuyamadık. Bizi yemeğe çağırdılar; “Çorba konulmuş, soğuyacak.” filan dediler çorbanın başına geçtik. Ama ben arkadaşlara; “Çocukların hadîs istemesi neyi gösteriyor?” diye sordum. “Mayanın tuttuğunu gösteriyor.” dediler. Onlar da anlamlı bir cevap verdiler.
Çocuğun gelip de hadîs istemesi neyi gösteriyormuş?
Mayanın tuttuğunu gösteriyormuş, Elhamdülillah!
Demek ki çocuklarımız bizden sonra müslüman olabilirler. Daha dikkat edersek inşaallah biz öldükten sonra arkamızda müslüman evlatlar bırakırız. İnşallah onlar bizden sonra imandan ayrılmazlar, küfre düşmezler. Bunun için çalışmak bizim vazifemiz.
Kur’ân-ı Kerîm’i Allah öğretti. İçindeki bilgiler Allah’ın bize öğrettiği bilgilerdir, çok önemlidir.
خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ . عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
Halaka’l-insâneallemehü’l-beyân.[3]
“O Rahmân olan Allah, insanoğlunu yaratmıştır. İnsanı yaratan Allah’tır.” Allemehü’l-beyân.
“Ona meramını beyan etme imkânı vermiştir.”
Dünyada kendi aramızda sakat bazı insanlar biliyoruz; konuşamıyorlar, ne kadar zor oluyor. Elleriyle işaret etmeye çalışıyorlar, bir takım anlamsız sesler çıkarıyorlar. Ekseriyetle dilsiz olanlar sağır da oluyor, sağır olanlar dilsiz oluyor. Ne kadar zor oluyor. Ama Allah-u Teâlâ hazretleri bir kere bizi yaratmıştır. Biz kendi kendimizi yaratmadık, kendimizin nasıl yaratıldığından haberimiz yok, bizim bu işe bir iştirakimiz yok. Çünkü biz hayatı kaç yaşından sonra anlamaya başlıyoruz?
Hiçbir şeyden habersizken, küçücük bir bebekken yaratılmıştık, işte o zaman Allah bizi yarattı. İlk insanı da öyle yarattı, bütün mahlûkları da öyle yarattı.
Bizi Allah yarattı; bir de bize meramımızı beyan etme "allemehü’l-beyân" anlatım kabiliyeti verdi. Meramını ifade kabiliyeti verdi. İçindeki duygularını karşı tarafa aktarma usullerini öğretti.
Konuşmak, yazmak, meramını çeşitli şekillerde karşı tarafa iletmek; insanoğlunu öteki mahlûklardan ayıran üstün bir meziyet ve farklılıktır.
Onun için insanın çeşitli tarifleri var.
İnsanoğlu nasıl bir mahlûktur?
Uzaydan gelen birisine dünyadaki mahlukları tanıtıyorsun; “Bu fildir; hortumu vardır, dört tane ayağı vardır, kuyruğu vardır, yelken gibi kulakları vardır. İşte bu fildir.” This is elephant diyorsun.
“Bu aslandır, sakın yanına yanaşma, ‘gırr’ der, atlar. Bunun pençeleri vardır; bir tane vurdu mu beş tane tırnağı insanın etine 4-5 cm-batar, elinden kurtulamazsın. Ondan sonra ağzını açar ‘hart’ diye insanın bir parçasını koparır, alır götürür. Aman ha, bu aslandır!” dersin, tarif edersin.
“Bu zürafadır. Bu geyiktir. Bu kuzudur, korkma, bunun tüylerinden filan ürkme, bu sevimlidir, hiçbir şey yapmaz, eti tatlıdır, kızartması güzel olur vesaire...” dersin.
İnsanı nasıl tarif edeceksin?
İnsan nasıl bir mahlûktur?
الانسان حيوان الناطق
El-insânühayevânü’n-nâtıkûn diye tarif etmişler. “İnsan konuşan bir canlıdır.” Konuşma kabiliyeti var.
“Hocam, papağan da konuşuyor.”
Papağan konuşmuyor, papağan sesleri taklit ediyor. Papağan ne söylediğini bilmiyor; söylediği sözün anlamını bildiğinden değil ahengini kulağında ezberlediğinden söylüyor. Ama insanoğlu ne söylediğini bilerek söylüyor, bir şeyler hissederek onu söze dökebiliyor. Karşı tarafın sözüne karşılık cevap verebiliyor. Bu çok büyük bir meziyettir, anlayana...
Ol mâhiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler demiş şairin birisi.
Ne demek?
Denizde yüzüyor da; denizin deniz olduğundan balığın haberi yok, dışarı çıkınca anlar. Çık bakalım dışarıya, seni oltayla kenara çeksinler de gör bakalım dışarısı nasılmış! Denizin kıymetini dışarı çıkınca anlar.
Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.
Denizdeyken kıymetini bilmezler. Biz de konuşuyoruz ama konuşmanın çok büyük bir nimet olduğunu bilmiyoruz. Allah onun nimet olduğunu burada bize bildiriyor.
Halaka’l-insâneallemehü’l-beyân. “İnsanı yarattı ve ona konuşma kabiliyeti verdi, meramını anlatma meziyeti verdi.”
İnsan, konuşan mahlûk. Konuşuyor. Konuşmasını o kadar ilerletmiş ki felsefî eserler yazıyor, şiir yazıyor, kalın romanlar yazıyor, ciltlerle roman yazıyor. Oku oku bitmeyen romanlar yazıyor.
Bu kadar lafları nereden çıkarıyorlar? Bu kafa bu kadar lafı nasıl imal ediyor? Tiyatro eserleri, şiirler, romanlar, hikâyeler, masallar, destanlar bir sürü şey... Bu büyük bir meziyet elhamdülillah! Ya bu konuşma meziyetimiz olmasa...
Bazı nimetler vardır ki; o nimetlerin kıymeti, eldeyken bilinmez, elden gittiği zaman bilinir. Kıymeti bilinmeyen nimetlerden birisi gençliktir. Gençlik çok kıymetli bir hazinedir.
Genç Farsçada “hazine, define” demek zaten. Farsçada yerin altındaki şeye genç denilir. Ama biz bunu yaşı ilerlememiş, taze, yeni yetişme insanlar için kullanıyoruz.
Gençlik bir hazinedir, sıhhat bir hazinedir; insanlar kıymetini bilmiyor. Hastalandığı zaman sıhhatin kıymetini bilir. Gençliğin kıymetini ihtiyarlayan bilir; sağlığın kıymetini hasta olan bilir. Boş zaman bir kıymettir.
“Bugün patlayacağım hocam!”
“Niye patlıyorsun hayrola? Bir yerden seni fitillediler mi, ne oldu? Fitilini mi ateşlediler, niye patlıyorsun?”
“Hocam, bugün canım sıkılıyor.”
“Niye?”
“Yapılacak hiçbir şey yok. Bugün de tatil günü, neredeyse patlayacağım.”
Boş zaman bir kıymettir. Kur'ân öğren, tesbih çek. Bir defa Allah desen...
"Bir kez Allah dese aşk ile lisan.
Dökülür cümle günah misli hazan."
Kur’an oku, Kur’an öğren, Arapça öğren. Adama bak, boş zamanı bulmuş da patlayacakmış! Boş zamanı bulmuşsun, kıymetini bilsene be adam!
Kıymeti bilinmeyenlerden bir tanesi boş zamandır.
Göz, kıymeti bilinmeyen bir nimettir. Kör olan bu nimetin kıymetini bilir. İşitmek, çok büyük bir nimettir, sağır olan bu nimetin kıymetini bilir. Konuşmak, çok büyük bir nimettir; dili tutulan, dili felç olan bu nimetin kıymetini bilir. Şu elin kolun, hareket ederek iş görmesi bir nimettir. Ağzın kurumaması bir nimettir. Kuruduğu zaman insanın dudakları çatlar. Burnun kurumaması bir nimettir, burnun ıslak kalması, insanın derin rahat nefes alması bir nimettir. Astım olduğu zaman nefes alamıyor, alnında boncuk boncuk terler beliriyor.
Ne oluyorsun?
“Hocam, astım işte.”
Nefes alamıyor, nefes darlığı var; ne sıkıntı! Bazı nimetler yok olduğu zaman anlaşılır. Akıllı insanlar anlarlar, nimetin nimet olduğunu bilirler. Onlar da aksini düşünerek bulurlar. “Allah bana bu nimeti vermiş; ya vermeseydi hâlim nice olurdu!” der, oradan anlarlar.
Televizyonda ayakları felç olmuş insanları gördük. Demirden desteklere tutunuyorlar ayağını zar zor atıyor, biraz öteye koyuyor ama ayağı basmıyor. İdman yaptırıyor; “Yürüdükçe ayakları kuvvetlensin.” diye yürüttürüyor. Ben de onları görünce; “Bizi böyle yapmayan, bizim ayaklarımızı sağlam yapan Allah’a hamd olsun.” dedim.
Olmayınca kıymeti anlaşılıyor.
Demek ki insanı Allah yarattı ve ona konuşma kabiliyeti verdi. Konuşmak çok büyük bir nimettir. Allah’a hamdolsun. Konuşma denilen sistem, teşkilat, karmaşık olay olmasaydı ben size ne söyleyecektim, şu hissettiklerimi nasıl anlatacaktım?
Ben size nasıl anlatacaktım? Siz nasıl anlayacaktınız, bilmediklerinizi nasıl öğrenecektiniz, öğrenmeyi nasıl sağlayacaktınız? Konuşma olmasaydı insanlar mahvolurdu.
“Ben çok şeyler hissediyorum da anlatamıyorum bazen.
Orhan Veli ne diyor?
"Anlatamıyorum." diyor bir şiirinde. İnsan bazen anlatamıyor. Çok şey duyuyor; “Anlatamıyorum.” diyor.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî demiş ki;
Mürde men der hasreti fehmi dürüst.
“Doğru düzgün bir kavrayış, anlayış, leb demeden leblebiyi anlayan anlayışın hasretinden öldüm ya!”
Hacmi gûyem be katli fehmitust.
“Ne söylüyorsam senin anlayışın kadar. Benim söyleyeceğim şeyler çok ama ne yapayım işte o kadar anlatıyorum. Senin anlayacağın kadarını anlatıyorum” diyor Mevlânâ. Kaç bin beyit yazmış hem de eline kâğıt kalem almadan...
“Yazın bakalım.” diyor; etrafındakiler kâğıdı kalemi alıyorlar, yazıyorlar.
Bişnev ez ney çün hikâyet mîkoned.
Ez cüdayihâ şikâyet mîkoned.
Hoppala, boyuna söylüyor... On binlerce beyit; vezinli, kafiyeli, anlamlı, nükteli hazine. Büyük meziyet. Elhamdülillah ki Allah bize konuşma kabiliyeti vermiş, almasın. Konuşmayı hayra kullanmayı da nasip etsin. Beyan kabiliyetini iyi kullanmayı nasip etsin.
Fâtiha-i şerîfe meal besmele.
[1] 2/Bakara, 104.
[2] 55/Rahman, 1-2.
[3] 55/Rahman, 3-4.