Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben müberaken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
Fe-kale Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
إِذَا أَرَدْتَ أَمْرًا فَتَدَبَّرْ عَاقِبَتَهُ. فَإِنْ كَانَ خَيْرًا فَأَمْضِهِ، وَإِنْ كَانَ شَرًّا فَانْتَهِ. ابْنُ الْـمُبَارَكِ عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مِسْوَرٍ مُرْسَلًا.
İzâ eradte emran fe-tedebber âkıbethû fe-in kâne hayran fe-emdıhî ve in kâne şerran fe’n-tehi.
Sadeka Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem ve netaka habîbullah aleyhi efdalü’s-salavâti ve ekmelü’t-tahiyyâti ve’t-teslimâti.
Peygamber Efendimiz tavsiye buyuruyor bu hadîs-i şerîfinde bize.
İzâ eradte emran fe-tedebber âkıbethû. "Bir işi yapmayı istediğin zaman, bir işi murad ettiğin zaman, bir işe girişmeyi düşündüğün zaman, sonucu ne olacak diye bir tedebber eyle, tefekkür eyle." Ben bu işi yaparsam, bunun sonunda sonuç ne olacak diye onu tefekkür eyle.
Bu âdeti hepimizin uygulaması lazım, her işimizde. Ticari işimizde, daha başka günlük faaliyetlerimizde, atılımlarımızda, konuşmalarımızda, icraatımızda hep aynı kuralı düşünmemiz lazım, uygulamamız lazım. Yani paldır küldür bir işe giriş. Ondan sonra eyvah ben bunu niye yaptım? Hiçte iyi olmadı. Olmaz!
Dünya bu kural üzerine başarıdan başarıya koşuyor. Adam ev yapacak; "işçileri çağırırım, kazdırırım evi yaparım." Yağma yok. Öyle şey olur mu?
Mühendise gideceksin. Güzel tasarımını, planını çizdireceksin. Yetmiyor. Belediyeye götüreceksin, vereceksin, şunu inceleyin bakalım. Keyfinize uygun mu, değil mi?
Belediye diyor ki;
Kaç kişilik bu ev?
Kaç aile?
Hani bunların araba koyacak yerleri?
Nerden çıkacak?
Nerden girecek?
Bu caddeye giriş, çıkış nasıl?
Atık sularını nereden geçireceksin, nereye dökeceksin? Ne yapacaksın?
Ühüüü ev yapmadan, insanın anasından emdiği süt burnundan geliyor. Her şeyi düşünüyor. Elektrikleri, düğmeleri nereye koyacağını bile düşünüyor. Kapıdan girer girmez kapıyı şöyle açtım, şu tarafta düğme olması lazım. Ters tarafta düğme olunca öyle zor oluyor ki.
Bizim şimdi yeni yaptırdığımız odada elektrik terste. Arada bir kapı var. Bu kapıyı bu tarafa açacaksın, ondan sonra bu kapıyı bu tarafa iteceksin, ineceksin, buradan düğmeye basacaksın. Şurada oluverse şıp diye basacaksın iyi olacak. Çok önemli! Kabahat bende. Yerini iyi tespit etmemişim, önceden düşünmemişim.
Bir teknik parça, tornacıya geliyor; "Ustam bana işte şöyle şey yapıver."
"Yoo yağma yok. Öyle şey yok."
"E nasıl olacak?"
"Sen bunu git bir teknik ressama güzelce bir çizdir bakayım, ölçülendir bakayım. Bende ona göre parçayı alayım, tornaya takayım, yontayım yontayım o hale getireyim."
"Teknik resim olmazsa olmaz mı? Ben şu kadar santimlik bir şey istiyorum." "Nasıl istediğini şu kağıda güzel bir dök bakalım. Hem de ölçülendir. Çünkü ölçüsü uymazsa vida girmez. Birazcık bir farklı olsa başına iş açar insanın. Azıcık bir yerine oturmadığı zaman, iki milim kaydı mı, gidiyor iş."
Akıbetini düşüneceksin. Bir işi murad ettiğin zaman, yapmaya giriştiğin zaman, tasarladığın zaman, sonucu ne olur diye iyice derin derin düşüneceksin.
Fe-in kâne hayran.
Haa bunlar benim söylediklerim, dünya işleri. Eğer yaptığın işin sonu hayır ise, Allah’ın rızasına uygunsa onu yap. Sonu hayırsa.
Yani ben bir dükkan açsam içki satsam ne olur?
Düşündün, taşındın, valla çok fazla para kazanılır. Kazanılır ama, dünya parası kazanırsın ama, içki sattığın için akıbetin mahvolur. Haa bu hayır değil o zaman. Ben bu işi yapmayayım.
Veyahut ben şu işi yaparsam başıma şunlar şunlar şunlar gelir. Ondan sonra ooo. Olmaz. O zaman çok günahlara girerim ben. Yapma! Sonu hayırsa yap!
Ve-in kâne şerran fe’n-tehi.
Sonu şer ise bırak, o işi yapma! Böyle hareket etmek, hem başarı için şarttır, hem de insana çok sevap kazandırır. Gayet kolay. Çok sevap kazanır insan. Her işinde sonunu düşünüp hayır olduğu için yapmaya girişince çok sevap kazanır. Şer olduğunu düşünüp vazgeçtiğinden de çok sevap kazanır. Böylece her faaliyeti sevap olur. Her işi manevi kazanç olur. Allah’ın sevgili kul olur.
Çünkü büyük evliyâullah büyüklerimiz, enbiyâ-i izam hep böyle hareket etmişlerdir. Hayrı yapmışlardır, şerden kendilerini geri çekmişlerdir, uzak tutmuşlardır.
İkinci hadîs-i şerîf;
إِذَا اسْتَأْذَنَ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ أَنْ يَغْرِزَ خَشَبَةً فِي جِدَارِهِ فَلَا يَمْنَعْهُ. هـ د ت صَحِيحٌ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
İze’s-te’zene ehadüküm ehâhü en yağrize haşebeten fî cidârihî fe-lâ yemna’hü.
إِذَا اسْتَأْذَنَتْ أَحَدَكُمْ امْرأتُهُ إِلَى الْـمَسْجِدِ فَلَا يَمْنَعْهَا. حم م ن خ عَنِ ابْنِ عُمَرَ.
İze’s-te’zenet ehadeküm imraetühû ile’l-mescidi fe-lâ yemna’hâ.
Sizden birisinden hanımı, eşi, karısı, mescide gitmek için izin isterse;
Fe-lâ yemna’hü. "Ona mani olmasın, gitme demesin." Mescide gitmeyi engellemesin. Evet hanım efendisinden izin alacak. Çünkü evin reisi beydir. Bey olduğu için, izinle olacak her iş. İzin alacak, izin verirse gidecek.
"Vermiyorum izin."
"Neden vermiyorsun? Bir sebebi olmalı." "İşte şöyle bir tehlike var, şöyle bir töhmet olabilir, şöyle bir zarar çıkabilir, şöyle bir sıkıntıya düşebilirsin."
"Tamam. Mescide gitmek istiyor. Mescide gidecek; teravih namazı kılacak, vaaz dinleyecek."
"Gitme. Kadınlara mescide gitmek mecburi değildir." bilmem ne falan.
Peygamber Efendimiz "hanımınız mescide gitmeyi istediği zaman izin verin." diyor. Çünkü güzel yer. Çünkü orada sevap kazanacak. Çünkü orada bilgisini artıracak, vaaz dinleyecek, kur-an dinleyecek, hadîs dinleyecek. Erkeklerin gelmesini zorluyoruz burda mescide. Hanımlar eskiden geliyorlardı. Şimdi ramazandan ramazana geliyorlar. Halbuki vaazımız ramazandan ramazana değil. Bilgiler her zaman veriliyor. Gelebilirse, gelse iyi olur. Hanımlar için yerimizde var. Oraya seste gidiyor. Evet kadının evinde namaz kılması daha iyi ama, mescitte de ilim var, bilgi var. Keşke çocuklarımızı alıştırdığımız gibi mescide, hanımlarda alışsa, muntazam gelip ibadet yapıp kendi aralarında görüşüp, hanım faaliyetlerini artırsalar.
Bu hanımlar ne yapacak?
Genç kızlar ne yapacak?
Delikanlılar ne yapacak?
Bunların hepsi soru. Bu soruların cevaplarını arayacaktık, bulacaktık uygulayacaktık. Bunları düşünmemiz lazım.
Dini faaliyet olarak, İslama fayda cihetinde hanımlar ne yapacak? Çünkü İslam’a faydalı olmak çok sevap ve çok büyük ihtiyacı var Müslümanların, her yönden.
Ve nihayet. Ve nihayet bir tatlı rivayet.
Peygamber Efendimiz'den nakledilmiş ki;
Ebu’ş-Şeyh, Hatîb-i Bağdâdî, Hulvânî[Ebû Nu’aym], Beyhakî ve İbn Asâkir rivayet etmişler.
إِذَا اسْتَقَرَّ أَهْلُ الْجَنَّةِ فِي الْجَنَّةِ اشْتَاقَ الْإِخْوَانُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ، فَيَسِيرُ سَرِيرُ ذَا إِلَى سَرِيرِ ذَا، وَسَرِيرُ ذَا إِلَى سَرِيرِ ذَا، حَتَّى يَلْتَقِيَا، فَيَتَّكِي ذَا، وَيَتَّكِي ذَا، فَيُحَدِّثَانِ مَا كَانَ بَيْنَهُمَا فِي دَارِ الدُّنْيَا، فَيَقُولُ: يَا أَخِي، تَذْكُرُ يَوْمَ كُنَّا فِي دَارِ الدُّنْيَا فِي مَجْلِسِ كَذَا، فَدَعَوْنَا اللهَ فَغَفَرَ لَنَا. حل ق وَأَبُو الشَّيْخِ وَالْخَطِيبُ وَابْنُ عَسَاكِرَ عَنْ أَنَسٍ. مَجْهُولٌ بِرِوَايَةِ سَعِيدٍ.
İze’s-tekarra ehlü’l-cenneti fi’l-cenneti iştâka’l-ihvânü ba’duhüm ilâ ba’dın fe-yesîru serîru zâ ilâ serîri zâ ve serîru zâ ilâ serîri zâ hattâ yeltekıyâ fe-yettekî zâ ve yettekî zâ fe-yühaddisâni mâ kâne beynehümâ fî dâri’d-dünyâ fe-yekûlü yâ ahî tezekker yevme künnâ fî dâri’d-dünyâ fî meclisi kezâ fe-de’avnallahe fe-ğafera lenâ.
Allah’ın Resûlu, Allah’ın verdiği bilgileri bize öğreten, dünyayı ahireti anlatan, geçmişi, istikbali bildiren, habib-i edibimiz, efendimiz, serverimiz, ümmî Resûl amma, hoca mektep görmemiş, amma hocaların hocası, âlimlerin âlimi Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
İze’s-tekarra ehlü’l-cenneti fi’l-cenneti. "Cennetlikler, cennet ahalisi, cenneti kazananlar, cennete ehil olanlar, cennette yerlerine yerleştikleri zaman, köşklerine yerleştikleri zaman." Artık imtihanda bitti, cennete de girdiler, nimetlere gark oldular, köşklerine oturdular, huriler dolaşıyor, gılman dolaşıyor, nehirler akıyor, kuşlar ötüyor, meyveler sarkıyor, salınır tuba dalları, güzel cennet kokuları, köşkünün odaları dolu dolu, efendim türlü türlü gönlün çektiği her türlü nimet, cennet hulleleri üzerlerinde, cennet taçları başlarında.
İştâka’l-ihvânü ba’duhüm ilâ ba’dın. "Dünyadaki ihvan, kardeş olanlar, orada birbirilerini arzularlar, hasretlik duyarlar, özlerler." Birbirlerini özlerler, özleyecekler. Özleyince; fe-yesîru zâ ilâ serîri zâ ve serîru zâ ilâ serîri zâ. Bu taraftaki cennetliğin tahtı -sere serpe uzanıp rahatlara gömüldüğü serîri, sediri, divanı- o özlediği kimsenin serîrinin yanına uçup gidecek. Çünkü istedi, isteyince hopp gidecek. İstemek kafi! Bunun divanı, tahtı, sediri oturduğu koltuğu, vızzztt, ötekisinin koltuğunun yanına uçacak.
Hattâ yeltekıyâ. "Kavuşuncaya kadar." Birbirlerine mülaki oluncaya kadar, yan yana gelinceye kadar, ne kadar mesafe varsa vızzzt gidecek.
Fe-yettekî zâ ve yettekî zâ. "O yaslanacak divanının yumuşacık yastıklarına. O da yaslanacak yastıklara; yan gelip yatacak, böyle rahat bir şekilde oturacaklar.
Fe-yühaddisâni. "Konuşacaklar, sohbet edecekler."
Ne diyecekler mesela?
Mâ kâne beynehümâ fî dâri’d-dünyâ. "Dünya hayatındayken aralarında geçen şeyleri hatıraları konuşacaklar." Hatırlayacaklar bu köhne dünyadaki yaşamlarını. Onları -hatıraları- konuşacaklar.
Ve mesela diyecekler ki;
Fe-yekûlü yâ ahî. "Aziz kardeşim, mübarek cennetlik kardeşim."
Tezekker yevme künnâ fî dâri’d-dünyâ.
Hatırlıyor musun? [Veyahut hatırla, iki türlüde okunabilir. Öyle mana kazanır.] Dünyadayken bir gün hani falanca yere gitmiştik ya. Fî meclisi kezâ. "Bir toplantıda oturmuştuk ya."
Hani hatırlıyor musun?
Hatırla o günü.
Fe-de’avnallahe. "Hani o mecliste Allah’a dua etmiştik."
Fe-ğafera lenâ. "İşte bak! Allah bize mağfiret etmiş." Görüyor musun bak! Cennete girmişiz diye konuşacaklar, hatırlayacaklar, sohbet edecekler.
Allah bizi böyle cennete girenlerden eylesin.
إِذَا أَصْبَحَ إِبْلِيسُ بَعَثَ جُنُودَهُ فَيَقُولُ: مَنْ أَضَلَّ مُسْلِمًا أَلْبَسْتُهُ التَّاجَ، فَيَجِيئُونَ فَيَقُولُونَ: هٰذَا لَمْ أَزَلْ بِهِ حَتَّى طَلَّقَ امْرَأَتَهُ، فَيَقُولُ: فَيُوشِكُ أَنْ يَتَزَوَّجَ، وَيَجِيءُ هٰذَا فَيَقُولُ: لَمْ أَزَلْ بِهِ الْيَوْمَ حَتَّى عَقَّ وَالِدَيْهِ، فَيَقُولُ: فَيُوشِكُ أَنْ يَبَرَّ، وَيَجِيءُ هٰذَا فَيَقُولُ: لَمْ أَزَلْ بِهِ حَتَّى أَشْرَكَ، فَيَقُولُ: أَنْتَ أَنْتَ، م، وَيُلْبِسُهُ التَّاجَ. طب ك عَنْ أَبِي مُوسَى.
İzâ esbaha iblîsü be’ase cünûdehû fe-yekûlü men edalle müslimen elbestühü’t-tâce fe-yecîûne fe-yekûlûne hâzâ lem ezel bi-hî hattâ tallaka imraetehû fe-yekûlü fe-yûşikü en yetezevvece ve yecîü hâzâ fe-yekûlü lem ezel bi-hî el-yevme hattâ ‘akka vâlideyhi fe-yekûlü fe-yûşikü en yeberra ve yecîü hâzâ fe-yekûlü lem ezel bi-hî hattâ eşrake fe-yekûlü ente ente ve yülbisühü’t-tâce.
Peygamber Efendimiz bu metnini okumuş olduğum hadîs-i şerîf’te bizim bilmediğimiz bir şeyi öğretiyor, anlatıyor, şöyle;
İzâ esbaha iblîsü. "Şeytan sabaha çıktığı zaman." Büyük şeytan, iblis.
Be’ase cünûdehû. "Şeytanlardan oluşan ordularını, vazifelendirir." Gönderecek; insanları aldatsınlar diye. Hepsini göndermek üzere hazırlar.
Fe-yekûlü. "Ve der ki onlara."
Men edalle müslimen. "Kim bir Müslüman’ı saptırırsa, şaşırtırsa." Elbestühü’t-tâce. "Onun başına taç giydireceğim." Bu işi başaranın, mükâfat olarak başına taç giydireceğim der.
Fe-yecîûne fe-yekûlûne. "Günlük şeytanlık vazifelerini yapmaya giderler ve dönerler."
Fe-yekûlû hâzâ. "Bunlardan bir tanesi der ki."
Lem ezel bi-hî hattâ tallaka imraetehû. "Yapıştım herifin yakasına, bırakmadım Müslüman’ı. Azdırdım, kızdırdım, şaşırttım, sapıttım, nihayet karısını boşattırdım." Kışkırttım kışkırttım, şeytanlığımı yaptım, kışkırttım, azdırdım, saptırdım. Herif küplere bindi, kadın bağırdı, adam bağırdı derken, çanaklar kırıldı, çangır çungur, gürültü patırtı. Hep şeytanın işleri bunlar... Kızdırdım, başardım adam en sonunda; 'boşadım seni, boşsun benden' diye karıyı boşadı. Boşattırdım karıyı.
Fe-yekûlü fe-yûşikü en yetezevvece. "İyi ama bunlar yine de evlenebilirler." Boşanmış ama, bir yuva yıkmışsın ama barışırlar, veyahut birbirleriyle evlenirler, veya başkalarıyla evlenirler. Evli insan dinini korumuş oluyor. Bekar, şeytanın daha çok avucuna geliyor, daha çok kanıyor ama evli dinini korumuş oluyor. Bir şey yapmışsın tamam. Ama bunlar gene toparlanabilirler, evlenirler yine der. Büyük şeytan, İblis.
Ve yecîü hâzâ. "Bu sefer bir başka şeytan gelir."
Fe-yekûlü lem ezel bi-hî el-yevme. "Ben bugün bir Müslümanın yakasına yapıştım, uğraştım uğraştım." Hattâ ‘akka vâlideyhi. "Nihayet kafayı bozdurttum, anasına babasına asi hale getirdim." Müslümanı, annesine babasına isyan ettirttim. Anneye babaya isyan etmek çok büyük günah İslam'da. Asi gelmek, sözünü dinlememek çok büyük günah. O büyük günahı işlettirdim. Boşamak ta en büyük günah, çok büyük günah.
Buna da der ki iblis, büyük şeytan.
Fe-yekûlü fe-yûşikü en yeberra. "Sen bu evladı, anasına babasına karşı getirtmişsin, asilik yaptırtmışsın ama, bu evlat pişman olur tevbe eder, belki yine el öper falan, vazgeçer. Yine senin emeklerin boşa gider."
Ve yecîü hâzâ. "Nihayet bir başkası gelir şeytanlardan." Şeytanın ordusu çok ya, iblisin ordusu çok.
Fe-yekûlü lem ezel bi-hî hattâ eşrake.
Der ki;
"Ben de bir Müslümanın yakasına yapıştım, vesveseyi bastırdım, verdim, kafasını karıştırdım, kalbini karıştırdım, karıştırdım, aklını bozdum."
Hattâ eşrake. "Nihayet müşrik oldu." İmandan çıkarttım, Müslümanlıktan ayağını kaydırttım, müşrik oldu.
Fe-yekûlü. "O zaman iblis der ki."
Ente ente. "Tamam. En iyisini sen yapmışsın. En büyük şeytanlığı sen yapmışsın." der. Çünkü şirke düştü mü, İslam’dan çıktı mı mahvoluyor insan. En kötüsünü o yaptı diye.
Ve yülbisühü’t-tâce. "Ve ona şeytanlık mükâfatı olarak -yaptığı muzırlığın, şeytanlığın karşılığı olarak- başına şeytanlık tacı giydirir.
Diğer hadîs-i şerîf;
إِذَا اصْطَحَبَ رَجُلَانِ مُسْلِمَانِ، فَحَالَ بَيْنَهُمَا شَجَرٌ أَوْ حَجَرٌ أَوْ مَدَرٌ، فَلْيُسَلِّمْ أَحَدُهُمَا عَلَى الْآخَرِ، وَيَتَبادَلُوا السَّلَامَ. هب عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ.
İze’s-tahabe racülâni müslimâni fe-hâle beynehümâ şecerun ev hacerun ev mederun fe’l-yüsellim ehadühümâ ala’l-uhrâ ve yetebâdelü’s-selâme.
Hayret edeceğiniz bir diğer hadîs-i şerîf.
Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den. Buyuruyor ki Efendimiz;
İze’s-tahabe racülâni müslimâni. "İki Müslüman ahbaplık ettiler mi." Beraber yolda arkadaş olup bir yere gidiyorlar. Giderlerken bu beraberlikleri esnasında;
Fe-hâle beynehümâ şecerun ev hacerun ev mederun. Aralarına bir ağaç, yahut bir toprak tepesi -yığını- yahut bir taş girerde şöyle ayrılır, tekrar buluşurlarsa kavuşurlarsa. Düşünün ki iki atlı gidiyor, tıkır tıkır tıkır yan yana konuşarak, önlerine bir şey geldi, şöyle gittiler, şöyle gittiler, sonra yine kavuştular. Ha aralarına böyle bir mani engelledi aralarına girdi de, sonra tekrar karşılaştılar mı;
Fe’l-yüsellim ehadühümâ ala’l-uhrâ. "Birisi ötekisine hemen selam versin." Ya biz zaten ahbabız, zaten yola beraber çıktık demesin. Her maniyi geçtikten, her yüz yüze geldikten sonra birbirlerine yine selam versinler .
Ve yetebâdelü’s-selâme. "Selamı birbirlerine çok çok versinler." Çok çok ikram etsinler.
Yani buradan şunu anlıyoruz; selam oyuncak değil, kıymetli bir şey! Boş bir âdet değil, faydalı sevaplı bir şey.
Onun için iki adam bile yolda giderken, karşılaştıkça karşılaştıkça, 'es-selamu aleyküm ve rahmetullah, es-selamu aleyküm ve rahmetullah' desin.
Çünkü es-selamu aleyküm ve rahmetullah demek; Allah’ın selamı senin üzerine olsun. Allah seni dünyada ahirette selamette eylesin. Selamet yurdu olan cennetine soksun falan demek.
Her selamın on hasene sevap kazandırması var insana. Onun için sahabe-i kirâm, kalabalık yerlere selam vermek niyetiyle giderlerdi.
Abdullah İbn-i Ömer, birisine diyor ki;
"Kalk çarşıya gidelim." O da ona bakıyor hazreti Ömer’in oğlu Abdullah niye böyle çarşıya gitmek istiyor?
Diyor ki; "Ey Ömer’in oğlu Abdullah. Ben senin halini, huyunu tanıyorum, biliyorum. Sen çarşıyı pazarı sevmezsin. Orada yalan yere yeminler edilir, tartılar eksik tartılır, günahlar, haramlar, faizler, bilmem neler, aldatmacalar olabilir. Sen çarşıyı sevmezsin. Niye çarşıya gidelim diyorsun durup dururken? Gel beraber çarşıya gidelim niye diyorsun?" şeklinde soruyor.
O da diyor ki;
"Yahu orada adam çoktur, selam veririz; sevap kazanırız." diyor.
Düşünceye bak. Orada adam çoktur, selam veririz; sevap kazanırız. Selam çok önemli! Çok sevaplı bir şey! Karlı bir şey! Faydalı bir şey!
إِذَا أَضَلَّ أَحَدُكُمْ شَيْئًا، أَوْ أَرَادَ أَحَدُكُمْ غَوْثًا، وَهُوَ بِأَرْضٍ لَيْسَ بِهَا أَنِيسٌ، فَلْيَقُلْ: يَا عِبَادَ اللهِ، أَغِيثُونِي، يَا عِبادَ اللهِ، أَعِينُونِي. فَإِنَّ للهِ عِبَادًا لَا يَرَاهُمْ. طب عَنْ عُتْبَةَ بْنِ غَزْوَانَ.
Bu da çok ilginizi çekecek bir konu.
İzâ edalle ehadüküm şey’en ve erâde ehadüküm ğavsen ve hüve bi-‘ardın leyse bi-hâ enîsün fe’l-yekul yâ ‘ıbâdallâhi eğîsûnî yâ ‘ıbâdallâhi e’înûnî fe-inne lillâhi ‘ıbâden lâ yerâhüm.
Utbet'übnü Gazvân radıyallahu anh’den. Taberânî rivayet eylemiş bu üçüncü hadîs-i şerîfi;
İzâ edalle ehadüküm şey’en. "Sizden biriniz bir şeyi kaybettiği zaman, şaşırdığı zaman." Yani adamın köyde keçisi kayboluyor, kuzusu kayboluyor, atı öküzü kayboluyor falan. Bir şeyi kaybettiği zaman;
Ev erâde ehadüküm ğavsen ve hüve bi-‘ardın leyse bi-hâ enîsün. "Yahut şöyle bir laf söyleyecek, yardım isteyecek bir insanın olmadığı tenha bir arazideyken, sizden biriniz, bir yardım ihtiyacında olursa, yardım isteyecek olursa, medet isteyecek olursa."
Fe’l-yekul. "Desin ki."
Yâ ‘ıbâdallâhi eğîsûnî. "Ey Allah’ın kulları! Benim imdadıma yetişin."
Yâ ‘ıbâdallâhi e’înûnî. "Ey Allah’ın kulları! Bana yardımcı olun" desin. Ama ortada kimse yok. Yine böyle desin. Görmediği halde böyle desin.
Fe-inne lillâhi ‘ıbâden. "Çünkü Allah’ın bazı kulları vardır ki."
Lâ yerâhüm. "O, onları görmez." Göze görünmez ama, Allah’ın öyle bazı kulları vardır.
"Ey Allah’ın kulları bana imdadıma yetişin. Ey Allah’ın kulları! Bana yardım edin." deyince; Allah’ın o kulları fırt yardıma yetişirler. Kerametle veyahut erenlerden oldukları için böyle yardımına yetişirler. Bu da Cenâb-ı Hak’ın demek ki bazı görünmez kulları, mahlûkları, melekleri vesairesinin olduğunu gösteriyor.
Bir hikaye okumuştum. Belki tam hatırımda da kalmış olabilir ama çerçevesiyle söyleyeyim. Bir mübarek zat yalnız yolculuğa çıkıyor. Malı, mülkü, parası, kesesi, atı vesairesi ile tek başına yola çıkıyor. Tenha bir yerde karşısına harami çıkıyor. Kılıcıyla bunu öldürecek, soyacak. Yol kesici paralarını alacak.
Bu bir duaya başlıyor; adam tam öldürecek. "Hey dur." Böyle bir ses duyuyor adam. Şöyle bir tereddüt ediyor. "Yahu ben tenha bir vadide adamın yolunu kestim, burada in yok cin yok. Bu ses nereden geliyor." diye, sağa bakıyor sola bakıyor; kimse yok. Yine kılıcıyla tam adamı öldürecekken yine böyle "hey dur, yapma." falan. Allah Allah! Yine bakınıyor etrafına, yine kimse yok. Üçüncü bir defa, "ya ben hayal mi görüyorum ne oluyor." falan. Öldürecek; atını, devesini, heybesini, her şeyini alacak. Onu orada öldürecek artık. O sırada bir beyaz atlı beliriyor, dıgıdık dıgıdık, süratle geliyor. Bu kılıcı kaldırmış olan herifi bir anda haklıyor orada, yıkıyor yere. Tabi ötekisi bakıyor ki, kurtuldu ölümden. Yani kılıç kafasına kalkmışken kurtuldu.
Diyor ki; "ya mübarek yani, hayatımı sana borçluyum, sen beni kurtardın.Sen kimsin?"
"Ben bilmem kaçınca semada vazifeli meleğim. Sen o duayı okuduğun zaman Allah beni vazifelendirdi. Oradan buraya gelinceye kadar iki defa da bağırdım, yapamasın diye yetiştim." diyor.
Allah’ın yeri de geniş, gökleri de geniş. Bizim bilmediğimiz nice yaratıkları var, mahlukları, melekleri var. Cinler var, insanlar var. Erenler var, evliya var. "Cenâb-ı Hak’ın has kullarından, yardım isteyin." diyor Peygamber Efendimiz.
Ey Allah’ın kulları! Mübarek kulları! Benim imdadıma yetişin, bana yardım edin deyince, Allah onlara yardım gönderiyor.
Allahu Teâlâ hazretleri, bizi de yardımına, nusretine, ikramına, ihsanına mazhar eylesin. Her türlü tehlikeden korusun. İki cihanda aziz eylesin.
إِذَا أَفْصَحَ أَوْلَادُكُمْ فَعَلِّمُوهُمْ: لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ، ثُمَّ لَا تُبَالُوا مَتَى مَاتُوا؛ وَإِذَا تَقَرَّؤُوا فَمُرُوهُمْ بِالصَّلَاةِ. ابْنُ السُّنِّيِّ عَنِ ابْنِ عَمْرٍو.
İzâ efsaha evlâdüküm fe-‘allimûhüm lâ ilâhe illallahü sümme lâ tübâlû metâ mâtû ve izâ tekraû fe-mürû bi’s-salâti.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu metnini okuduğum hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
İzâ efsaha evlâdüküm. "Sizden biriniz, sizin evlatlarınız konuşmaya başlayınca." Fasih konuşmaya başlayınca, yani derdini anlatabilecek hale gelince;
Fe-‘allimûhüm lâ ilâhe illallahü. "Ona Lâ ilâhe illallah’ı öğretin." Yani hem manasını herhalde. Çünkü artık sözü anlamaya başlıyor. Hem de telafuzunu öğretin. Söylemesini öğrensin, manasını da bilsin.
Sümme lâ tübâlû metâ mâtû. "Sonra ne zaman ölecekse ölsün, gam çekmeyin, aldırmayın." Lâ ilâhe illallah’ı öğrendikten sonra, öğrettikten sonra -dininin temelini öğretmiş oluyorsunuz- artık bu hal üzerine sizden büyük vebal gitmiş oluyor. Nerede, ne zaman ölecekse ölsün, üzülmeyin. Yani çünkü ben Lâ ilâhe illallah ile başlattım. Dinine, ana İslam akidesine onu sahip kıldım falan manasına.
Ve izâ tekraû. "Okuduğunuz zamanda." Çocuk karşınıza geçipte, siz "şunu oku bakalım, bunu oku bakalım, şu şöyledir, bu böyledir" okumayı öğrettiğiniz zamanda;
Fe-mürû bi’s-salâti. "Onlara namaz kılmayı emredin." Okumaya başlayınca da namaz kılmayı emredin.
İlk başta -söz söylemeye başlayınca- lâ ilâhe illallahü öğretin. Okumaya başlayınca da namaz kılmayı öğretin.
إِذَا أَقْرَضَ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ قَرْضًا، فَأَهْدَى إِلَيْهِ طَبَقًا، فَلَا يَقْبَلْهُ؛ أَوْ حَمَلَهُ عَلَى دَابَّةٍ، فَلَا يَرْكَبْهَا، إِلَّا أَنْ يَكُونَ جَرَى بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ قَبْلَ ذٰلِكَ . ص هـ ق عَنْ أَنَسٍ.
İzâ akrada ehadüküm ehâhü kardan fe-ehdâ ileyhi tabakan fe-lâ yakbelhü ev hamelehû alâ dâbbetin fe-lâ yerkebhâ illâ en yekûne cerâ beynehû ve beynehû kable zâlike.
İzâ akrada ehadüküm ehâhü kardan fe-ehdâ ileyhi tabakan. "Sizden biriniz bir arkadaşına borç para verdiği zaman, ona bir tabak hediye gönderirse." Fe-lâ yakbelhü. "Onu kabul etmesin." Çünkü borç verdi faiz olur.
Ev hamelehû alâ dâbbetin. "Yahutta bin atıma derse, atına bindirmek isterse."
Fe-lâ yerkebhâ. "Ata binmesin." Çünkü borç verdi. Bir menfaat sağlanmış oluyor, faiz gibi oluyor. Borç karşılığında sağlanan her menfaat; faiz grubuna girer, ona binmesin.
"Atına bindirmek isterse de binmesin, bir tabak içinde bir hediye verse de almasın."
İllâ en yekûne cerâ beynehû ve beynehû kable zâlike. "Ancak bunun istisnası var; bu borç verme işleminden öncede tabak hediye ediyordu, atına bindiriyordu -arabasına diyelim biz şimdi- aralarında bu olup geliyorsa o zaman mahsuru yok." Demek ki, adet böyle. Ama borç verdikten sonra böyle yapmaya başlıyorsa, o zaman olmaz, faiz olur. Çünkü daha önce yapmıyordu, borçtan dolayı yapıyor; faize girer.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem "o zaman kabul etmesin." diye böyle bir tavsiyede bulunuyor.
إِذَا اقْشَعَرَّ جِلْدُ الْعَبْدِ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ، تَحَاتَّتْ عَنْهُ خَطَايَاهُ، كَمَا يَتَحَاتُّ عَنِ الشَّجَرَةِ الْبَالِيَةِ وَرَقُهَا. هب طب وَالشَّافِعِيُّ وَالْحَكِيمُ عَنِ الْعَبَّاسِ.
İzâ ikşe’arra cildü’l-abdi min haşyetillahi tehâttet ‘anhü hatâyâhü ke-mâ yetehâttü ani’ş-şecerati’l-bâliyeti varakuhâ.
Bu son hadîs-i şerîfte ki manada şöyle:
İzâ ikşe'arra cildü'l abdi min haşyetillâhi. "Kulun cildi, haşyetullah’tan ürperirse." Tehâttet anhü hatâyâhü. "Üzerindeki günahlar sapır sapır dökülür." Allah korkusundan kul ürperir, titrerse; günahları sapır sapır dökülür.
Ke-mâ yetehâttü ani’ş-şecerati’l-bâliyeti varakuhâ. "Kurumuş ağaçtan -yaşlı kurumuş ağaçtan- kuru yaprakların döküldüğü gibi." Bir kulun derisi, Allah korkusundan ürperiyor, 'ay' diyor, titriyorsa; onun günahları kuru yapraklar gibi sapır sapır dökülür.
Allahu Teâlâ hazretleri şu dünya hayatının imtihanında cümlemizi muvaffak eylesin. Haramlardan, günahlardan korusun. Rızasına uygun yaşamayı nasip eylesin. Takvâ ehli eylesin. Havfullah ve Haşyetullah’a cümlemizi Allah’tan korkma duygusuna hepimizi sahip eylesin. Nefsimizi tutmayı, şeytana aldanmamayı, fani dünyaya kapılmamayı nasip eylesin. Huzuruna yüzü ak, alnı açık varalım da, rabbimiz bize rahmetiyle muamele eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ. Ve bi-hürmeti Habîbihi’l-müctebâ. Ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.