Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Her işin, eylemin, ef'âl ve a'mâlin kılavuzu nedir?
İlim.
İlim gösterecek bize; şunu şöyle yapalım, şunu şöyle yapmayalım. Çok modern bir kaide bu. Amerika bununla yükseldi, Avrupa bununla ileri gitti. Taassupla bir yere gidilmez. İlim önder olduğu zaman herkes hatasını anlar, herkes dosdoğru yolu bulur, gider.
Bu, ibadetin bile ilimsiz olmayacağını söylüyor.
Şimdi gel bizim camilerimize…
Zengin bir arkadaşımız var, iyi müslüman, meraklı, güngörmüş de bir insan. Kendi camisinde anket yapmış; Sübhânallah'ın mânasını biliyor musun? diye sormuş.
Siz de şimdi kendi kendinize sorun; Sübhânallah'ın mânasını biliyor musunuz?
Hani otuz üç defa Sübhanallah, Sübhanallah, Sübhanallah diyorsun ya, Sübhâne Rabbiye'l-azîm, Sübhâne Rabbiye'l-a'lâ." diyorsun ya, Allahu ekber dedikten sonra Sübhâneke Allâhümme ve bi-hamdike. diyorsun ya; "Nedir bu Sübhaneke? Nedir bu Sübhanallah?" sormuş.
"Hocam, yüzde doksandan fazlası bilmiyor." diyor.
Adam kırk yıldır camide ibadet ediyor, kırk yıllık müslüman, elli yıllık müslüman, günde kırk vakitte kaç defa yüzlerce söylediği Sübhanallah'ın mânasını bilmiyor. Belki siz de bilmiyorsunuz. Utanın, öğrenin,
"Kim bir kapıyı çalarsa ve ısrar ederse kapı sonunda açılır." Tak, tak, tak çalacaksın; tak, tak, tak çalacaksın; tak, tak, tak çalacaksın; bekleyeceksin, "Bu kapı açılmadan gitmem. Kovsalar gitmem. Allah'ın rahmetinden vazgeçmem. İlla Allah'ın lütfunu, rahmetini istiyorum." diyeceksin, sonra Allah affedecek.
Hadîs-i şerîf var, Peygamber Efendimiz diyor ki;
"Günahkar, kötü kul, 'Yâ Rabbi!' der; Allah nazar etmez. Günahkâr, terbiyesiz, edepsiz; Allah yine nazar etmez. Kul yine 'Yâ Rabbi!' der, Allah yine nazar etmez. Kul yine yılmıyor, 'Yâ Rabbi affet, bağışla!' yalvarıyor, ağlıyor."
Peygamber Efendimiz'in bize bildirdiğine göre o zaman Allah dermiş ki;
"Ey meleklerim, şahit olun, ben bu kulumu affediyorum, çünkü bu kulum 'Yâ Rabbi!' diyor. Benim varlığımı, birliğimi anlıyor, benim kapımdan başka kapı olmadığını biliyor, benden başka Rabbi olmadığını biliyor. 'Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!' diyor. Ben bunun 'Yâ Rabbi!' demesine cevap vermemeye utanıyorum, affediyorum bunu, şahit olun."
Ne lazım?
Muhterem kardeşlerim!
Yüzün ne kadar kara olsa, suçun ne kadar çok olsa, yalvarmaya devam lazım. Yalvarmaya devam. "Aman yâ Rabbi, aman yâ Rabbi!" diye yalvaracaksın, haddini bileceksin, suçunu bileceksin.
Cürmünü mu'terif ol,
Taata mağrur olma.
diyor şair.
Cürmünü, yani işlediğin günahları, kabahatlari, muterif ol, taate mağrur olma. "İbadet ettim, taat ettim, namaz kıldım, hacca gittim." diye mağrur olma. Cürmünü, kusurunu bil, haddini bil, yalvar.
Şeytanın aldatmacasının birisi de nedir?
İnsana kendisinin yaptığı taati beğendirmesi, yaptığı taati bir şey sandırması, taatine güvendirmesidir. Bu da bir şeytan oyunudur. Senin kıldığın namazın ne kıymeti var ya; eskici babaya versen almaz.
Senin kıldığın namazdan ne olacak?
Aklının yarısı bakkalda, yarısı futbolda, yarısı orada, yarısı burada.
Arkadaş diyor ki;
"Allahu ekber" diyorum, aklıma hep müstehcen şeyler geliyor.
Şeytan boş durmuyor. Kötü kötü şeyler getiriyor.
Senin kıldığın namazdan ne olacak ya! Delik deşik, perişan, pis pasaklı ibadetlerimiz…
Haccediyoruz, Allah'lık, Allah kabul eylesin. Namaz kılıyoruz, Allah'lık. Arapça bilmeyiz, sözümüzün mânasını bilmeyiz. Dergah-ı izzetin âdâbına âşina değiliz, âdâba riayet etmeyiz.
"Kul, "Allahu ekber" dediği zaman, "Allah'a yöneldi." diye, Allah da ona yönelir. Kul gönlünü sağa sola dağıtınca, Allah da ona bakar ki sağa sola gönlünü dağıtmış, o zaman ondan yüz çevirir." diyor Peygamber Efendimiz.
Sen "Allahu ekber" deyince, gönlünü Allah'a döndüreceksin.
Mısır'da bir söz duydum da tüylerim diken diken oldu. İmam namaza duracak, birkaç camide de âdet böyle demek ki sonradan duydum, arkaya döndü, Savvû sufûfeküm. "Saflarınızı muntazam yapın..." diyor.
Bak, İslâm'da saflar bile muntazam olacak. Her şeyde intizam olacak. Diş fırçalamak var, safların muntazam olması var; İslâm'da her şey var. Bak, ilme hürmet var. Ama bizim İslâm'dan haberimiz yok.
Savvû sufûfeküm. "Saflarınızı muntazam yapınız. Gönlünüzü de Allah'a döndürünüz." diyor. İnsan fena olur.
"Yüzünü kıbleye döndüğün gibi, gönlünü de Allah'a döndür." diyor.
İnsanın tüyleri diken diken oluyor; öyle nasihat ediyor. Aklını şu dünya işlerinden bir çek. "Hanım bana ne tembih etmişti, pazardan neler alacaktım? Birisi maydanozdu, ötekisi iki kilo patatesti, berikisi yarım kilo beyaz peynirdi. 'Şunu da unutma.' demişti."
Sen namaz mı kılıyorsun, ne oluyor?
Akla böyle şeyler hücum ediyor; olmuyor.
Nasıl olacak?
Mısırlı imam ne diyor?
"Yönünü Kâbe'ye çevirdiğin gibi, gönlünü de Allah'a çevir." diyor.
Allah'ın huzurunda olduğunu bil, Allah'ın azametini düşün, söylediğin sözü kulağın duysun, nerede olduğunun idrakinde ol. Çünkü sen aklını başka yere kaydırınca, Allah onu görüyor, Allah da senden yüz çeviriyor.
Tabi bize bunlar söylenmediği için biz namazları nasıl kılıyoruz?
Paldır küldür kılıyoruz. "Allahu ekber" diyoruz, namazları hızlı kılıyoruz, zevkine varmadan kılıyoruz. Olmaz! Bu gönül iş. Gönlü ile Allah'ın huzurunda olduğunu idrak edecek.
Ahberenâ Ebû Ca'fer Muhammedü'bnü Ahmede'bni Saîdini'r-Râziyyü'l-Müktibü; haddesenâ Ebu'l-Fadli, el-Abbâsü'bnü Hamze; haddesenâ Ahmedü'bnü Hamzeh; haddesenâ Ahmedü'bnü Ebi'l- Havâriyyi ed-Dimeşkıyyü, kâle: Semi'tü Ahmede'bne Âsımini'l-Antâkiyye, yekûlü: Hâzihî ğanîmetün bârideh: Aslıh mâ bakiye, yuğfer leke mâ medâ.
Çok güzel bir sözü daha geldi. Bu zât-ı muhterem çok mühim, sözleri çok müthiş. Ebû Cafer Muhammed b. Ahmed er-Râzî el-Müktip. Aşağıda izahat veriyor:
Müktip demek, çocuklara yazı yazmayı ve hüsnü hattı öğreten muallime derler. diyor. Bu zât o imiş. Ebû Cafer Muhammed b. Ahmed er-Râzî el-Müktip.
Râzî de, Rey şehrinden demek. Rey şehri de şimdiki Tahran'ın bitişiğinde, hemen yakınında olan bir yer. "Tahranlı" demek. Oradan çok büyük alimler yetişmiş. Orada ehl-i sünnet alimlerinin çok büyükleri yetişmiş.
Mesela Fahreddin-i Râzî var; çok büyük Tefsir-i Kebîr'i yazmış. İlm-i kelâmda çok derin, Fahreddin-i Râzî var. Ebû Bekir Muhammed b. Râzî var; o da kimyagerlerin en meşhurlarından; sülfirik asidi bulmuş. Tam eski devirlerden. O da oradan yetişmiş, bu da oralı. Bu kitabı yazan Ebî Abdirrahman es-Sülemî'ye o haber vermiş.
Demiş ki;
Haddesenâ Ebu'l-Fadli el-Abbâsü'bnü Hamze. "Hamza oğlu Abbas bana haber verdi."
O da ne demiş?
Haddesenâ Ahmedü'bnü Hamze. "Hamza oğlu Ahmed bana haber verdi." demiş.
Bu şahısların kim oldukları hakkında izahatlar var, Mîzânü'l-İtidal'de. Burada Arapça isimlerle ilgili bir hususu söyleyeceğim.
el-Abbâsü'bnü Hamzeh diyor. el-Abbâs diyor. Arapça'da bir ismin başında elif-lam olması, olmaması önemlidir. Biz elif-lam'ın kıymetini bilmediğimizden, Türkler olarak kullanmayız ama önemlidir.
İsmi elif-lam'lı konmuşsa elif-lam'lıdır; babası tarafından elif-lam'sız konmuşsa, elif-lam'sızdır. el-Abbâsü'bnü Hamzeh diyor. Onu hatırlatmış olayım.
O da Ahmed b. Ebi'l-Havârî ed-Dimeşkî'den duymuş. O da bir büyük sûfî idi. Hayatı daha önce geçti. O da Ahmed b. Âsımini'l-Antâkî'den işitmiş. Şu terceme-i hâlini, güzel sözlerini okuduğumuz zâttan duymuş.
Bu zât ne söylemiş?
Hâzihî ğanîmetün bâride. "Şu karşında mücessem bir ganimettir."
Elde, çantada keklik, mücessem bir ganimettir, büyük bir kazançtır.
"Şu" ne?
Aslıh mâ bakiye, yuğfer leke mâ medâ.
Çok güzel bir söz.
İnsanın bir istikbali var, bir de mâzisi var.
Birisi bana bugün; "Hocam, ben duvarlara yazılar yazan anarşist bir komünisttim." diyor.
Şimdi nasıl?
Sakallı bir çocuk. Şimdi çok güzel bir müslüman.
İnsanın bir mâzisi var, bir de istikbali var. Mâzisi geçti, şu yaşa geldik. O mâzimizde;
"Hocam ben namaz kılmazdım." diyenler var; "Hocam ben şu büyük günahı işledim, Allah beni affeder mi?" diye soranlar var; çok müthiş şeyler söyleyenler var.
Biz hocayız ya, herkes geliyor bize derdini açıyor. Biz de sır saklamak zorundayız tabi, saklamaya çalışıyoruz. Ama çok şeylerini söyleyenler var:
"Hocam ben şu haltı yedim, bu işi yaptım, şu günahı işledim." diye söyleyenler var.
İnsanın mâzisi var, bir.
Bu mâzide işlenen günahlar ne olacak şimdi?
Ayıkla pirincin taşını.
"Ben Müslümanlığın iyi bir şey olduğunu öğrendim ama şimdi öğrendim. Benim eskiden yaptığım günahlar ne olacak?"
Hadi bakalım, bu bir problem değil mi, hepimizin problemi değil mi?
"Elhamdülillah ki müslümanım ve şu anda camideyim. Allah ayırmasın. Ama hocam, bundan evvelki hayatım şöyleydi, böyleydi."
Dansözdü; tevbekâr oldu, başörtü örttü. hacı oldu. Kumarbazdı; tevbekâr oldu, şöyle oldu. Evliyâullahtan birisi, yol kesen bir eşkiya imiş,. Yol kesiyormuş, harâmî, çekiyormuş kılıcı; "Dur!" diyor, kervanı durduruyormuş, soyuyormuş. Sonra evliyâ olmuş.
İnsanın bir mâzisi var, böyle kötü olabiliyor.
Bir de ne var?
İstikbali var.
Şimdiki an, kısa bir an. İçinde bulunduğumuz an kısa, hemen geçiyor, mâzileşiyor.
O halde bir mâzi var, bir istikbal var. İçinde olduğumuz an hemen mâziye kaçıyor, elimizden kaçıp gidiyor, boşa akıp gidiyor.
Ne güzel söz söylemiş:
"Şu çok kesin bir kazançtır." diyor.
Ne söylüyor?
Aslıh mâ bakiye. "Sen geriye kalan ömrünü ıslah et, güzel kul ol." Yuğfer leke mâ medâ. "Geçmişini Allah affeder."
Geçmişi affolunur.
Demek ki geçmişteki suçların, günahların, kabahatlerin silinmesi, affedilmesi için çare neymiş?
Bundan sonraki ömründe insanın iyi müslüman olması, ıslah olması, halini ıslah etmesiymiş.
Allah eskiyi affeder. Bir insan tevbekâr oldu mu, doğru yola girdi mi, eski günahları affeder.
Hem de nasıl affedermiş?
Müjde o kadar kuvvetli ki burada değil başka hadîs-i şerîften biliyorum. Omuzlarımızda melekler var. İyilikleri, kötülükleri deftere yazıyorlar. Yarın Mahkeme-i Kübrâ'da onlar çıkacak, defter açılacak; "25 Mart bilmem cumartesi günü bu adam şu haltı işledi, bunu yaptı." diye yazılı; oraya çıkacak. Her şey yazılıyor omuzlara.
Ne yaparmış Allah?
Bir, defteri silermiş. Defterdeki günah silindi.
İki, meleklere unuttururmuş. Çünkü onlar şahitlik edeceklerdi:
"Yâ Rabbi! Evet, biz yanındaydık, ben bir omzuna oturmuştum, arkadaşım da öbür omzuna oturmuştu; bu adam gitti o haltı yedi, o günahı işledi."
Onlara da unuttururmuş.
Başka neler şahitlik edecek?
Âyetleri bilsek, tir tir titreriz, uykumuz kaçar. İnsanın gözleri, kulakları, elleri, ayakları kendisinin aleyhine şahitlik edecek. Derisi kendisinin aleyhine şahitlik edecek:
"Evet yâ Rabbi! Ben değdim o kadına. Evet yâ Rabbi! Ben bu gözümle oraya baktım. Evet yâ Rabbi! Ben elimi o günaha uzattım. Evet yâ Rabbi! Ben ayak olarak tıpış tıpış oraya gittim." İnsanın eli, ayağı, gözü, kulağı aleyhine şahitlik edecek.
Allah affetti.
Ne yaparmış?
Azalarına da unuttururmuş.
Başka ne kaldı?
Bütün delilleri siliyor Allah, elhamdüllillah! Gaffâru'z-zünûb; "affedici."
Bir de mekanlar var; mekanlar da şahitlik edecek. Oda, duvar, bina şahitlik edecek. Ağacın altında işlediyse günahı, ağaç şahitlik edecek. "Evet yâ Rabbi! Bahar günü geldiler, benim gölgeme sığındılar, içki sofrasını kurdular, mezeleri yaydılar, rakıları bardaklara koydular, içine suları kattılar, beyaz hale getirdiler, lıkır lıkır, gözleri kızara kızara içtiler, bu haltı yediler. Senin yasakladığın içki içmeyi benim altımda yaptılar yâ Rabbi!" diye ağaç söyleyecek, çimen söyleyecek.
Allah onlara da unuttururmuş.
Allah bir işi yaptı mı, öyle yapar!
"Gaffâru'z-zünûb'um, günahları mağfiret ederim, örterim; Settâru'l-uyûbum, ayıpları örterim." dediği zaman, öyle örter.
Ama ne şartla?
Kul tevbesini sıdk ile yapmışsa bir daha işlememeye azm u cezm ü kast etmişse. Ömrünü güzel geçirmişse eskiyi siler.
"Tevbesini bozmuşsa, yine günahlara dönmüşse, eski affettiğini de tekrar hesaba koyar." diyor Peygamber Efendimiz.
Affetmişti ama bu adam döndü, ahdini bozdu, tevbesini bozdu. Hem yeni işlediği günahı hesaba koyar hem de eski silinmişleri hesaba koyar. Onun için insan tevbe etti mi, erkekçe, mertçe, tam tevbe etmeli, hakkın yoluna girdikten sonra dönmemeli. Cenâb-ı Hakk'ın yolunda yürümeli.
Bir öyle bir böyle...
İnnellezîne âmenû sümme keferû sümme âmenû sümme keferû sümm'ezdâdû küfren lem yeküni'llâhu li-yağfira lehüm ve lâ li-yehdiyehüm sebîlâ.
"İman ettiler, sonra kâfir oldular. Sonra iman ettiler, sonra kâfir oldular. Sonra küfürlerini artırdılar..."
Ne oluyorsun ya? Sen adam değil misin, senin sözünün bir kıymeti yok mu, ne oluyorsun?
İman ettin, Allah'a söz verdin, yürü Allah'ın yolunda! Biraz meşakkate göğüs ger, sabret!
Sende erkeklik yok mu?
"İğne yapılıyor." diye, bangır bangır çocuk gibi bağıracak mısın? "Dişçi, kerpetenle dişini söküyor." diye, "Başına bir olay geldi." diye ağlayacak mısın?
Sen erkek değil misin?
Biraz sabret, Allah yolunda vefa, sabır, sebat göster. Allah senin güzel huyunu sevsin.
"Bak kulum vefalı; verdiği sözden dönmüyor." diye ahdine sadık olması lazım.
Burada ne diyor?
Hadislere dayalı bir hakikati söylüyor.
"Sen ömrünün geri kalanını ıslah et, güzel geçir; Allah eskileri siler. Müsterih ol, eski günahlarını siler." diyor.
"Ama sen ondan sonrasını güzel işle!" diyor.
Onun için tevbeyi sıdk ile aşk ile yapın. Tevbenize sadık olun. Allah'ın yolunda fütur getirmeyin, yan çizmeyin, gevşemeyin, unutmayın, bırakmayın, terk etmeyin, ayağınız kaymasın!
Ve bi-hâze'l-isnâd. "Yine bu râvilerle, bu isnat zinciri ile." Kâle Ahmedü. "Ahmed b. Âsımini'l-Antâkî demiş ki."
Kâle'llâhu teâlâ. "Allahu Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor:"
Bismillâhirrahmânirrahîm.
İnnemâ emvâlüküm ve evlâdüküm fitnetün.
Enfal suresinden, 28. âyet-i kerîme bu.
Ne demek?
Âyet-i kerîmenin mânası:
İnnemâ. "Ancak ve sadece" demek, edât-ı tahsis.
İnnemâ emvâlüküm ve evlâdüküm fitnetün. "Sizin emvâliniz, mallarınız ve veledleriniz, yani çocuklarınız, ancak ve ancak fitnedir."
Mallarınız ve çocuklarınız fitnedir; ne demek?
İmtihandır. Hepsi bir imtihan; bunların hepsi başa bir püsküllü bela, bir çetin imtihan sorusudur.
Bakalım malını nasıl kullanacaksın, bakalım evladını nasıl yetiştireceksin?
İmtihan bu; püsküllü, müşkül bir fitnedir.
Bu âyeti okumuş da, arkasındaki cümleyi çok güzel yapıştırıyor Ahmed b. Âsımini'l-Antâkî hazretleri;
Ve nahnü nestezîdü mine'l-fitne. "Biz de kalkmışız, fitneyi arttırmak için Allah'a yalvarıp duruyoruz."
Ne istiyoruz?
"Yâ Rabbi! Mal ver. Yâ Rabbi! Evlat ver. Aman yâ Rabbi!"
Ne istiyoruz?
Fitneyi arttırmayı istemiş oluyoruz.
"Fitnemi arttır yâ Rabbi, püsküllü belamı arttır başıma, çorapları daha çok ör!" demiş gibi...
Evet, öyledir. Mal sahibi olmak keyiflidir, zevklidir. Hakikaten de malı mülkü oldu mu insan konforlu oluyor, rahat oluyor, arabası güzel oluyor. Veyahut yaya olmaktan arabalı olmak güzel oluyor. Sobasız bir evde, üstü yağmur damlarken, akan bir teneke çatıdan içeride tir tir titremekten, kaloriferli bir yerde mayışmak, yayılmak daha güzel oluyor. Aç durup da; "Ah midem, ah karnım!" demekten; baklavaları, börekleri, kaymakları yiyip de "Oh!" demek daha güzel oluyor.
Bunların hepsi güzel, herkesin hoşuna giden, yutkunduğu şeyler. Ama imtihan. Mal imtihan.
Neden?
Allah malı verdi, bakalım sen malının gereğini yaptın mı; zekâtını verdin mi, hayrını yaptın mı, müslümanlara yardım ettin mi?
Öğle namazında camiden çıktık, kadıncağızın birisi; "Açım, Allah rızası için…"
Döndüm baktım, bir köylü kadın. Olabilir. Yalan da olur, çünkü dilencilerin çoğu yalancı; üç-beş tane dairesi oluyor. Yalan da olabilir ama kadıncağızın tipine baktım, aç da olabilir. Burada kimisi tokluktan ölüyor, hastaneye kaldırıyorlar, çok yemiş, midesini yıkıyorlar; kimisi öbür tarafta namuslu oluyor, bir şey de isteyemiyor, açlıktan ölüyor. Öylesi de var.
kimisi açlıktan orada ses çıkarmıyor, ölüyor, belki ses çıkaracak takati kalmadığı için ses çıkaramıyor; kimisi de burada tokluktan bidon dolusu fazla yemeği dışarıya atıyor.
Zaten "Tabağı tamamen sıyırmayın ha, tabağı tamamen sıyırırsanız ayıp olur."
Ne olacak?
Biraz kalacak ki kibar olduğunuz anlaşılsın. Tabağı tamamen sıyırmayacaksınız. "Çayın yarısını boş bırakın ha, sakın tam içmeyin. Tam içerseniz "Amma aç!" derler size, "Vay görgüsüz vay!" derler. İlla biraz dibinde kalacak, illa biraz tabakta kalacak, illa biraz ziyan etmeniz lazım ki ilerici, kibar bir insan olabilesiniz.
Böyle sıyırmak filan, hele o çok ayıp! Bir de sıyıracaksın tabağı; "Vay vay görgüsüz, dağdan mı indin, nereden geldin?" derler.
Halbuki İslâm'da ne var?
İsraf yok. İsraf yok ama işler böyle işte. Mal sahibi oluyoruz ama malın gerektirdiği görevi yapmıyoruz, fakirlere bakmıyoruz.
Somali'deki kardeşlerimiz de açlıktan ölüyor, Kenya'daki kardeşlerimiz de ölüyor, Ayvansaray'daki kardeşlerimiz de ölüyor. Kimisi de tokluktan patlıyor, çatlıyor. İşte malla ilgili imtihanı kaybettik.
Zekâtı vermedik, hayrı yapmadık, hasenâtı yapmadık.
Bir de o para nereden kazanıldı?
Helalden mi, haramdan mı, faizden mi, zinadan mı, fuhuştan mı?
O da ayrı mesele.
Şimdi nereden kazanırsa kazansın, devlete fazla vergi veriyorsa adam makbul; vergisiyle ölçülüyor.
Refiğ Cevat Ulunay Brigitte Bardot'nun aleyhine bir makale döşenmiş:
"Kötü kadın!" diye.
Brigitte Bardot'nun adamları, sekreterleri, -herhalde oraya rapor gitmiş- tekzip göndermişler. Fransa'dan Brigitte Bardot'dan cevap gelmiş.
Cevabı ne? Çok merak ettim; merakla okudum.
"Sen beni niye o kadar kötü görüyorsun? Ben Fransız hükümetine senede şu kadar vergi veriyorum." diyor.
Dini imanı para, ibadethanesi banka, fazilet ölçüsü de vergi. Öbür tarafları; Refiğ Cevat Ulunay'ın tenkit ettiği namus tarafları önemli değil! Şuraya şu kadar para veriyor ya, tamam.
Paranın kazanılış yeri önemli. Parayla ilgili görevler önemli, sarfettiğin yer önemli!
Onları başaramazsan imtihanı kaybedersin; o malın sana püsküllü bela olur.
Evladın kazanılması önemli.
Bu nereden senin evladın oluyor?
Bu kadınla nerede evlendin, nikâhın sahih mi?
Kimisinin evlenmeden çocuğu oluyor; çocuğu temize çıkarmak için nikâh kıyıyorlar. Önce nikâhsız evlat ediyorlar; ondan sonra "Çocuk temize çıksın." diye nikâh kıyıyorlar.
İslâmî bakımdan bu çocuk şimdi çocuk oldu mu?
İşte çocuğun kazanılması, iktisabı, hanım önemli.
Sonra yetişmesi önemli. Sonra çocuğa yedirdiğin lokma önemli, terbiyesi önemli. Çocuğa koyduğun isim bile önemli. Çocuk senden davacı olabilir. Öyle isimler koyuyor ki kâfir ismi.
Şimdi moda oldu; dizi filmlerdeki meşhur artistlerin ismini koyuyor çocuğuna.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Tabii biz "Mal ve evlat fitnedir." diye, oradan kaçınmayacağız.
Ne yapacağız?
Malı helalinden kazanıp, mâlî vazifelerimizi yapmaya gayret edeceğiz. Evladı iyi yetiştirip iyi bir müslüman olmasına gayret edeceğiz. Ama tabii sorumluluk duyan insanlar da bundan titriyorlar.
"Biz netice itibariyle, Allah'a dua ederken fitnenin artmasını istiyoruz." demiş bu mübarek.
Görüyorsunuz, İslâm sizin kafanızdaki İslâm tasavvurundan, konseptinden, düşüncesinden ne kadar farklı bir şey, değil mi? Sizin şimdiye kadar "İslâm" diye bildiğiniz bir şey var; bir de buralarda şu vaaz münasebetiyle şu mübareklerin sözlerini okuyarak, dinleyerek karşılaştığımız İslâm var. İnce bir yol, hassas bir şey.
Allah bizi akıllı, hassas müslüman eylesin. Mânevî gerçekleri güzel yakalayabilen, Allah'a güzel kulluk edebilen bir insan eylesin. Huzur-u Rabbi'l-İzzet'e O'nun sevdiği, razı olduğu bir kul olarak varmayı nasip eylesin. Cümlenize, cümlemize, hem sizlere hem bizlere cennetini, cemalini müyesser eylesin. İki cihanda bahtiyar eylesin.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.