Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Semi'tü Muhammede'bne Ahmed'ebne Hamdân yekûlü semi'tü Ebî yekûlü semi'tü Ebâ Hafs. "Muhammed b. Ahmed b. Hamdân demiş ki; 'Ben babamdan işittim, o da Ebû Hafs el-Haddâd hazretlerinden işitmiş ki şöyle demiş:'"
Terektü'l-amele, fe-reca'tü ileyhi, sümme terekeniye'l-amelü, felem erci' ileyhi.
Terektü'l-'amele. "Ben işi terk ettim."
Amel; "iş, çalışmak" demek.
Fereca'tü ileyhi. "Sonra döndüm."
İşi bıraktım ama yine döndüm, işe başladım.
Sümme terekeniye'l-amelü. "Sonra iş beni bıraktı."
Evvelce ben işi bırakmıştım, sonra iş beni bıraktı.
Fe-lem erci' ileyh.i "Bir daha ona dönmedim."
Demek ki çalışmayı da bırakmış, artık bütün ömrünü sırf Allah yoluna sarf etmiş; öyle anlaşılıyor. Bu da bir makam; çalışarak, helal para kazanıp işini götürmek. Bir böyle yapmış, bir terk etmiş; sonra nasılsa iş bunu terk etmiş.
İş nasıl terk eder?
Mecburi bir kader, bir sebep olmuş; iş bunu terk etmiş. Bir daha tenezzül edip de işin peşinden koşmamış
Peki ne olur?
İnsan işin peşinden koşmazsa Allah'ın hizmetine girerse ne olur? Aç mı kalır, açık mı kalır?
Hayır!
Ne olur hocam?
Mihraplarda yazar ki;
Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye'l-mihrâbe vecede indehâ rızkâ.
Annesi Meryem validemizi Allahu Teâlâ hazretlerine nezretmiş. Meryem validemiz, bizim cennetlik anamız, Hz. İsa'nın annesi.
O mübarek Hz. Meryem validemiz doğmadan evvel annesi demiş ki;
"Şu çocuğum doğarsa, dünyaya gelirse ben bunu din yoluna vakfedeceğim."
Doğmuş; kız, Meryem.
"Eyvah, kız doğdu!"
O zamana kadar da erkek çocuklar din emrine, ibadethane emrine veriliyor ama kız çocuğunun verilmesi yok.
Rabbî innî nezertü leke mâ fî batnî muharraran fe-takabbel minnî.
diye niyet etmişti, nezretmişti.
Fe-lemmâ veda'ühât kâlet Rabbi inni veda'tühâ ünsâ. "Yâ Rabbi! Ben bunu erkek olacak sanıyordum, nezretmiştim ama kız oldu."
Elbette Allah ne olacağını biliyor; ilm-i ezelîsinde ne olacağı malum. Söz değişmez, madem nezrettin, tamam. O da ibadethanenin hizmetine verildi. Meryem validemiz mübarek bir kadın. Küçüklüğünden, doğmadan evvel vakfedilmiş, nezredilmiş. Doğduktan sonra da ibadethanenin emrine verilmiş. Meryem validemiz, ömrü Allah yolunda geçen müstesna, mübarek bir insan. Müslümanlar olarak çocuklarımıza bu ismi koyabiliyoruz.
İbadethanenin, "mihrap" denilen, kapısı kilitli özel bir yerinde ibadet edermiş. Yanına kimse giremezmiş ancak teyzesinin kocası olan Zekeriya aleyhisselam -o da peygamber- gelir gidermiş.
Küllemâ, "o zamanki, her ne vakit ki" demek.
Küllemâ dehale aleyhâ Zekerriyyâ. "Her ne vakit ki Meryem validemizin yanına girerdi."
Zekeriya aleyhisselam o ibadethaneye, Meryem validemizin kapısını, kilitleri açıp girerse girebiliyor, başkası giremiyor. Anahtar kendisinde.
Ve keffelehâ Zekeriyyâ.
Kendisi tekeffül etmiş. Âyet-i kerîme ile sabit. Kendisi bakımını üzerine almış, koruyor, yanına kimse girmiyor.
Vecede indehâ rızkâ.
O tarafını yazmıyorlar. Nokta, nokta… Böyle yazıyor. Ondan sonra; nokta nokta. Gerisini hafızlar bilir; o kadar yazarlar.
Vecede indehâ rızkâ. "Orada rızık bulurdu."
Nasıl rızık bulurdu?
Zekeriya aleyhisselam meyveler, yiyecekler; o mevsimde, o diyarlarda olmayan şeyler bulurdu. İçeriye girerdi; güya yemek götürecek. Bakardı, her şey var. Şaşırırdı. Kendisi de peygamber ama şaşırır ve sorardı.
Kâle yâ Meryemü ennâ leki hâzâ. "Ey Meryem! Bunlar sana nereden geliyor?"
Kapı pencere yok; başka yol, başka yer veya yanına gelen yok. Gelen olsa bile bu meyveler bu diyarın, bu mevsimin meyvesi değil, bunlar sana nereden geliyor?
Kâlet hüve min indi'l-lâh. "Allah'tan, Allah tarafından geliyor." İnne'l-lâhe yerzüku men yeşâü bi-ğayri hisâb. "Allahu Teâlâ hazretleri dilediği kulunu böyle hesaba sığmaz şekilde rızıklandırır."
Akıl almaz, anlaşılmaz şekilde; mucize, keramet ve ikram olarak Allah peygamberlerini, evliyâullahını, salihâtını böyle rızıklandırır.
Bu da çalışıyormuş.
Neden?
Çalışıp elinin emeği ile kazanmak, ondan sonra da hayır yapmak da tatlı bir şey de ondan. Sonra bir ara işi bırakmış, yine başlamış. Sonra iş onu bırakmış. Belki sakatlandı, belki kolu yaralandı.
İşin onu bırakması ne demek? İş nasıl bırakıyor?
Demircilik yapamaz, demir dövemez hâle geldi, bir şey oldu. Ondan sonra nasıl ve ne sebeple oldu ise iş onu bıraktı. Belki çalıştığı yer, başkasının dükkânı idi. Adam; "Çık dükkânımdan." dedi; iş onu terk etti. Bir daha işe dönmemiş.
Şimdi bu adamın hâli ne olacak?
Ebu Hafs hazretleri büyük adam. Adamı biz böyle bazen tahkir makamında kullanırız, "Adama bak!" deriz. Bu, büyük adam. "Büyük zât-ı muhterem" demek lazım. Ne oldu bu zât-ı muhteremin hâli?
İnna'l-lâhe yerzukü men yeşâü bi-ğayri hisâb. "Allah ummadığı şekilde de insanı rızıklandırır."
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri mihraba çıkmıştı, hutbe okuyordu. Dışardan deve kervanının sesi geldi. Kervan geliyor. Cemaat birer ikişer camiden çıkmaya başladı.
Ne oluyor?
Medine'ye kervan geliyor.
Geliyor ama be adam! Peygamber Efendimiz hutbede, sen camidesin.
Kervanın malları pazar yerine gelecek, develerden yükler inecek, açılacak. Çanaklar, çömlekler, yiyecekler, içecekler, baklalar, pirinçler, nohutlar ortaya konulacak. Bir alışveriş heyecanı, "Her şeyin en iyisini önceden ben alayım." telaşı.
Veyahut almayacaksa bile "Allah Allah, bakalım neler gelmiş, şu devenin malları neler, ne çeşit kumaşlar gelmiş, ne çeşit yiyecekler, içecekler gelmiş, bir seyredelim." Seyri bile tatlı, zevkli, eğlenceli.
Ve izâ raev ticâreten ev lehven. "İş, ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman." İnfaddû ileyhâ. "Oraya gittiler." Ve terakûke kâimâ. "Ey Resulüm! Seni minberde ayakta bırakıverdiler."
Kim yapıyor bunu?
Tabi halis muhlis olanlar yapmaz da, gevşek olanları, düşüncesi az olanları şeytan aldatır, nefsi aldatır, bir bahane bulur, gider.
Yine Resûlullah'ı seviyordur o da; "Canım başkaları dinliyor ya, onlar dinlesin ben gideyim. Allah affeder." der.
Millet çok kere günahları nasıl işliyor?
"Allah Gafûrun Rahîm'dir, affeder. Benim günahıma mı bakacak? Allah'ın rahmeti geniştir!"
Edebiyatı böyle. Kendi işlerine yarayacak şeyleri çok iyi bilirler. Onlara dayanarak günahlara dalarlar.
Kul mâ 'inde'llâhi hayrun mine'l-lehvi ve mine't-ticareti. "Ey Resûl'üm! O şaşkınlara, camiyi bırakıp da ticaretin, alışverişin peşinden gidenlere de ki." Mâ 'indallâh. "Allah'ın yanında olan, sevaplar, mükâfatlar, ecirler." Hayrun mine'l-lehvi ve mine't-ticareti. "Alışverişten, ticaretten daha hayırlıdır." -Hem de- Vallâhü hayrün râzıkîn. "Allah en hayırlı rızıklandırıcıdır."
Hepimiz Allah'a muhtacız. Allah ile olanın sırtını kimse yere getiremez. Allah'a dayanana Allah yardım eder. Allah'tan isteyene Allah verir. Allah'ın sevdiği kul havalarda uçar, diyarları geçer. Allah'ın dostu olduğu zaman münkirin gözünü elini şöyle uzatıp çıkarır. Allah'ın dostu olmadığı zaman da Firavun gibi olur:
E leyse lî mülkü mısra ve hâzihi'l-enhârü tercî min tahtî. "Şu bütün Mısır arazisi benim değil mi? Şu aşağıdan akan nehirler benim değil mi?"
Sen öyle san! Hepsi bir anda bir gider, hiçbir şey kalmaz!
İbrahim aleyhisselam zamanında Nemrut'un burnuna bir sinek girmiş; onun ağrısından kafasını tokmaklattırırmış. Tokmağı vurduğu zaman ağrısını biraz duymuyor:
"Vurun, bir daha vurun, bir daha vurun!" dermiş.
Allah nasıl rezil ediyor.
Sen misin nemrutluk yapan! Bak nasıl tokmağı istete istete vurdurtuyor.
Kâle ve kâle racülün li Ebî Hafs. "Aynı râviler demişler ki; 'Birisi Ebû Hafs el-Haddâd hazretlerine şöyle dedi.'"
İnne fülânen min ashâbike ebeden yedurrü havle's-semâi. Fe izâ semia hâce ve bekâ. Ve mezzeke siyâbehû. "Senin müridlerinden, dervişlerinden birisi daima sema' peşinde koşuyor, onun etrafında dönüyor. Böyle bir şey duyduğu zaman heyecana geliyor ve ağlıyor, elbiselerini yırtıyor."
Mevlevîlerin sema âyinleri var, dönüyorlar. Bu eskiden beri devam eden, Orta Asya'ya doğru giden, bu zamanlara gelinceye kadar gerilere, üçüncü asra kadar uzanan bir şey...
Nedir sema?
Kelime mânası olarak "duymak" demek.
Semi' "işitmek" demek. Sema' da "bir şeyi işitip heyecana gelmek" mânasına geliyor.
Güzel söz, ilâhî gibi bir şeyler duyuyor. Oradan heyecana geliyor, dönmeye başlıyor, sema ediyor. Bu şahsı da öyle anlatmışlar, demişler ki;
"Senin dervişlerinden, müritlerinden birisi var. Aklı fikri sema' meclislerinde. Böyle şeyler duyduğu zaman heyecanlanıyor, coşuyor, ağlıyor. Heyecandan yakasını, paçasını, elbiselerini yırtıyor, kendinden geçiyor."
Kâle ebu Hafsin. "Bunun üzerine Ebû Hafs el-Haddâd demiş ki." Eyşü ya'male'l-ferîku. "Bizim grup ne işle meşgul oluyor, ne yapıyor?"
Ferik "topluluk" demek. Eyşü "hangi iş" demek.
Eyşü ya'male'l-ferîku. "Topluluk ne işle meşgul oluyor?" Yeteallaku bi-külli şey'in yezunnü necâtehû fîhi. "Kurtuluşunun onda olduğunu sandığı her şeye sarılıyor."
Ama doğru değil, yanlış. Ölçmüyor, biçmiyor, dinlemiyor, sormuyor. Aramıyor; doğrusunu, eğrisini yapıyor. Şu insanlar ne biçim iş yapıyor.
Peygamber Efendimiz'in zamanında böyle bir şey var mı? Efendimiz mi buyurmuş, Kur'ân-ı Kerîm'den mi gelmiş, yoksa sonradan mı ortaya çıkmış?
Mühim olan bu.
O da; "Senin dervişlerinden birisi öyle yapıyor." deyince beğenmemiş.
Ben de hatırlıyorum. Ortaokul talebesiyim. Hocamız camisinde vaaz verirken birisi bir coştu, kendinden geçti. Diz çökmüş otururken yerden otuz kırk cm yukarı zıplıyor, kendisini küt küt yere vuruyor. Kendinden geçmiş durumda, ne yaptığının farkında değil. İnsanlar onu tutmaya çalışıyorlar.
Ben kendi kendime dedim ki; "Bunun dizleri tuzla buz olmuştur." Halı var ama yine sert. Zıplayıp zıplayıp kendisini yere vuruyor.
Kendi kendime; "Ne âşık, ne ileri derviş!" dedim.
Kendinden geçiyor, heyecana geliyor, vecde geliyor, istiğrak haline geliyor, "Allah Allah" diye kendisini yere vuruyor, vücudunu parçalayacak, farkında değil.
Hocamız rahmetullahi aleyh dedi ki;
"İşte bazıları böyle cahil insanların yanında yetişiyorlar, yalan yanlış şeyler öğreniyorlar, ondan sonra da kontrollerini kaybediyorlar; makbul olmayan işler yapıyorlar."
Ben de hayret ettim;
"Demek bu makbul değilmiş!" dedim.
Makbul olan ciddiyet, makbul olan kendisine hâkim olmak. Makbul olan; duygularını içinde zapt edebilmek, duygularının esiri olmadan hazımlı olabilmek, derya gibi olmak.
Onun için birisi demiş ki;
"Bir danayı yese gık dememektir."
İnsan danayı yiyemez ki.
"Bir kişi bir oturuşta bir kuzuyu yiyor." diye duyuyoruz ama dana yenmez.
Demek ki hazımlı olacak. Hazmedememişse o zaman taşkınlık yapar.
Bir kabın içine su koyduğun zaman küçükse, almıyorsa taşar. Bunun da kapasitesi az olduğundan taşıyor. Kapasitesi çok olsa idi, alacaktı, hazmedecekti. Sakin, sessiz, efendi olacaktı. İçi derya gibi olacak ama dışından belli etmeyecekti. Belli etmemek de bir hüner. Hazmetmek de, duygusuna hâkim olmak da bir hüner tabi. Bu, büyüklerimizin uygun gördüğü yol.
Kâle ve kâle Ebû Hafsın. "Yine aynı râviler dediler ki; 'Ebu Hafs şöyle buyurdu:'"
Harastü kalbî, 'ışrîne seneten, sümme haresenî kalbî 'ışrîne seneten. Sümmâ veredet hâletün sırna fîha mahrûseyni cemi'an. "Gönlümü, kalbimi yirmi sene bekledim. Gönlümde bekçilik yaptım. Yirmi sene kolladım." dedi. Sözü burada bitiyor. Sümme haresenî kalbî 'ışrine seneten. "Sonra yirmi sene de kalbim beni gözledi, kolladı, bekledi."
Yirmi sene; "Kalbimde ne olacak, ne var?" diye müşahedeleri, tecellîleri gözlemiş.
Işrine sene, "Yirmi sene de kalbi bunu gözlemiş."
Ne demek olur?
Bildiğim, anladığım kadarı ile izah edeceğim.
Sümme veredet hâletün. "Sonra öyle bir hal geldi ki." Sırna. "İkimiz birden olduk." Sırna fîhâ mahrûseyni cemi'an. "İkimiz de korunan varlıklar olduk." dedi. Sözü burada bitiyor.
Tabi bu mübareklerin sözleri, hayatları tasavvufun en yüksek makamları. Onların sözlerini anlamak için bunları bilmek, yaşamak lazım. O zaman insan; "Şunu anlatıyor." diyebilir. Yüksek şeylerden bahsediyorlar.
"Yirmi sene kalbime baktım." diyor.
Bizim kalp dediğimiz şey nedir?
Şu et parçası değil, iç âlemi. İnsan yirmi sene iç âlemini kollayacak.
Yirmi sene iç âlemini murakabe etmiş, kontrol etmiş, takip etmiş, korumuş, kollamış.
Korumak ne demek?
Harese, "korumak."
"Gönlüne kötü şeyler gelmesin, içeriden defolsun. Girmek isteyenler girmesin, gönlü pak olsun." diye çaba göstermek.
İnsanın gönlünde hırslar, şehvetler, kötü duygular, kinler vesaireler varsa ne olacak?
Bekleyemedi işte! Duvardan, kapıdan, pencereden, bir yerlerden gönlüne kötü şeyler girdi. İçinde fena duygular var. Bu mübarek, yirmi sene kollamış, kalbine kötü hiçbir şey sokmamış, kalbi pırıl pırıl.
Ne ile meşgul olmuş, ne girmiş?
Ne diyor bak:
"Allah'ı bildiğim zamandan itibaren kalbime hak bâtıl hiçbir şey sokmadım."
Sırf Allah celle celâlühû ile meşgul olmuş.
"Sonra yirmi sene de kalbim beni bekledi." diyor.
Bu yirmi senelik himmetin mükâfâtı olarak yirmi sene de gönlü ona fayda vermiş, kötülüklerden korumuş; iyi, nurlu, hayırlı insan olmuş.
Yirmi sene ondan kalbine bekçilik, yirmi sene de kalbinden ona bekçilik…
Kalbi, gönlü onu kötülüklerden korumuş. Değil gönlüne bir şey girmesi ve uğraşması, gönlü o hâle gelmiş ki artık onu koruyor. O hale gelmiş.
"Ama ondan sonra öyle bir hâle geldik ki ikimiz de korunan varlıklar olduk." diyor.
Ondan sonra daha güzel bir hâle ulaşmış. Bu sefer Allah koruyor; hem kalbini koruyor hem onu. İkisi birden korunuyor. Daha yüksek bir makama çıktığını ifade eden bir söz olmuş oluyor.
Ama bizim burada anlamamız gereken bir şey var:
Duygularını gördünüz, hayatını okudunuz, sözlerini az çok anlıyorsunuz. Evliyâ olacak bir insanın nasıl demir gibi bir insan olduğu belli. İradesi nasıl kuvvetli, nasıl hayırlı mübarek bir insan olduğu belli. "Gönlüne kötü şeyler girmesin." diye korumak konusunda yirmi sene uğraşıyor.
Yirmi sene!
Kaç yaşında olduğunu düşün; yirmi senenin ne kadar olduğunu düşün, anla!
Yirmi sene uğraşıyor!
Bu işler kolay olmuyor. Allah kolaylaştırırsa saniyede bile olurmuş ama kolay olmadığını da gösteriyor.
"Yirmi sene o kalbini kollamış; yirmi sene kalbi onu kollamış. Ondan sonra ikisi birden Allah tarafından kollanmış."
Hadîs-i şerîfte var;
"Allah bir kulunu sevdi mi, onun gören gözü olur; işiten kulağı, tutan eli, söyleyen dili, yürüyen ayağı olur."
Keramet ehli olur. Her şeyi Allah ile yaptığı için muhteşem bir insan olur. O hâli anlatıyor; Allahu a'lem.
Kâle ve kâle Ebû Hafsın. "Yine aynı râviler anlattılar ki; 'Ebu Hafs hazretleri şöyle buyurmuş:'"
Men tecerrea ke'se'ş-şevkı. "Kim şevk kadehinden bir yudum içerse."
Tecerrea. Cür'a, "bir yudum" demek.
"Şevk kadehinden bir yudum içerse."
Yehîmü hüyâmen "Öyle bir kendinden geçer, öyle bir mest olur ki." Lâ yüfîku. "Uyanmaz, mestliğinden uyanamaz." İllâ 'inde'l-müşâhedeti ve'l-likâ. "Ancak müşahedeye erdiği ve kavuştuğu zaman uyanır."
"Ondan bir cür'a içti mi, ancak müşahede makamına erince ve kavuşunca uyanır, başka türlü kendine gelemez."
Şevk dediği, ne şevki? "Allah şevki, Allah aşkı celle celalühû."
Bir insanın Allah'a karşı aşkı şevki varsa, ondan birazcık tatmışsa, o aşkın şarabından bir yudum içmişse şairin;
Aşkın şarabından içem.
Mecnun gibi çöle düşem.
dediği gibi, o aşkın şarabından bir içti mi öyle bir mest olur, öyle bir kendinden geçer ki artık ayılamaz. Ancak müşahedeye erdiği zaman, kavuşunca, Allah'ın cemalini gördüğü zaman ve O'na vasıl olduğu zaman, lika halinde kendine gelir ve toparlanır.
Likâ "mülâkat, karşılaşma, kavuşma" demek.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.