Euzubillahimineşşaytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbi'l âlemine hamden kesiran tayyiben mübareken fih. Kema yenbeği licelali vechihi vel azimi sultanih. Vesselatu vesselamu alâ seyyidina ve senedina ve mededina Muhammed’ il Mustafa ve alâ âlihi ve sahibi ve men tebiahu ila yevmil ceza.
Emma ba’d.
Aziz ve muhterem ve sevgili kardeşlerim;
Çok kıymetli bir âlimin, Ebu Abdurrahman Es-Sulemi’nin yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakatus-sufiyyesini okuyoruz. Yani tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş bu büyük âlim. Bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel ilaveler, dipnotlar ve açıklamalar yaparak neşre hazırlamış.
Bu Türk Dilimize henüz tercüme edilmemiş olan bir kaynak eser olduğu için, Tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini, fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Büyük alimin Tabakatus-sufiyye’sinin 157. sayfasında kalmıştık okumaya devam edeceğiz. Konu geçen hafta başlamıştı. Cüneydi Bağdadi isimli çok büyük, çok meşhur, tasavvuf büyüğünün Seyyidüt-taife denilen tasavvuf erbabının efendisi, soylusu mânâsına gelen bir lakapla anılan Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin hayatının kısa bilgilerini vermiştik.
Ne zaman doğdu, nerede doğdu, nerede yetişti, hocaları kimler, ne zaman vefat etti? Onları geçen hafta okumuştuk. Özetleyelim.
Cüneydi Bağdadi hazretlerinin ismi El-Cüneyd. El var başında. Künyesi Ebu'l-Kasım. Babasının adı Muhammed. Ebu'l-Kasım El Cüneyd İbn-i Muhammed. El-Hazzaz lakabı var. Bir de nisvesi var, kavarîrî nisvesi var. El-Hazzaz sıfatı, lakabı var. Nihavend şehrinden gelme bir aileden. Bağdat'ta yetişti. Çok büyük zatlardan ilimleri öğrendi. Geçen haftadan üstüne çok bastıra bastıra önemini anlattık. Fakih olarak tanınmış. Bir mutasavvıf fakih oldu mu tasavvuf bakımından çok kıymetli bir durum. Çünkü fıkıh İslam'ın ahkâmını bilmek demek. Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyi bilmesi. Ne yapması lazım, ne yapmaması lazım? Ne sevap kazandırır, ne günah kazandırır.? Bunları bildiren ilim. Bu çok önemli. İnsan bunu bilirse şeytanın oyununa düşmez hatalı iş yapmaz. Tasavvufta böyle bir durumun fevkalade önemli olduğunu belirtmiştik.
297 senesinde halifenin neyruzunda vefat ettiğini -tahta cülus bayramında vefat ettiğini- cuma gecesi vefat edip, cumartesi defnedildiğini yazmıştı. Bir hadisi şerif onun rivayet ettiği bir hadisi şerif. Hadis raviliği de var onu da okumuştuk. O hadisi şerifte Peygamber Efendimiz ne buyurmuştu?
Söz Peygamber Efendimiz’in ama ravisi Cüneydi Bağdadi. O bakımdan burada alınmış. Cüneyd-i Bağdadi'nin rivayet ettiği hadislerden birisi diye örnek olarak, numune sadedinde yazılmış. O hadis neydi?
“ Mü’minin ferasetinden kork, korkun. Çünkü o baktığı zaman Allah'ın nuruyla bakar.” Keramet gözüyle görür. Kur'an-ı Kerim'de de buna delalet eden:
اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمٖينَ
“İnne fî zâlike le âyâtil lil mutevesimin“ (Hicr: 75)
Ayeti kerimesi vardır. El-mütevessimin lakabıyla anılan kimseler “feraset sahibi uyanık Müslüman, müminler” demektir diye bitirmiştik.
157. sayfanın başına geldik. Semîtü Muhammed'ebne Abdullah İbni Şazan. Yekûlu kâlel Cüneyd..
Kitabın yazarı Sülemi Hazretleri diyor ki:
“Ben Şazanoğlu Abdullah oğlu Muhammed’ten işitmiştim ki Cüneyd şöyle buyurmuş.
Arada çok isim yok, zamanları yakın olduğundan hemen tek bir Ravi'den bilgiyi almış.
“El kurbu bi’l vecdi cem'un vel gaybetü bi'l beşeriyyeti tefrikatun .”
Tasavvuf tabirleri çoktur. Her mesleğin tabirlerine ıstılah denilir. Mesela; doktorun öbür doktorla konuştuğu zaman Türkçe konuşur o iki doktor ama söylediği sözlerin çoğunu sen anlamazsın. Neden? Meslek tabirlerini kullanıyorlar, ıstılahları kullanıyorlar, onun için anlamıyorsun.
Hastalığın ismi Latince, şöyle oldu diyor, bilmem ne diyor. O ne demek, bu ne demek anlamıyorsun. Neden? Meslek tabiri kullanıyor, özel tabirler kullanıyor. Aynı şekilde bir mühendisi de anlamazsın. Aynı şekilde hususi bir sanat, meslek sahibini de anlamazsın. Fizik ilminin tabirlerinde şu ne demek? Bu ne demek? Aydınlanma ne demek? Bir tarifi vardır, güç ne demek, kuvvet ne demek? Onun gibi bu umumi bir kaide.
Tasavvufun da tabirleri vardır, terminolojisi vardır, ıstılahları vardır. Bunları bilmeyen anlamaz. Söylenen cümleyi anlamaz. Tabii bu tabirler nasıl gelişmiştir? Nasıl oluşmuştur? Hepsinin kökü var, aslı var, izahı var. Mesela nefsi emmare; çok emreden nefis. Bu nereden geldi? Allah Allah. Bu ne demek? Kur'an-ı Kerim bütün ilimlerin kaynağıdır. Kur'an-ı Kerim bütün ilimlerin kaynağı olduğu için İslam ilimlerinin tabirleri de oradan çıkmıştır. Bir tabir var
إِنَّ النَّفْسَ َلأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ (يوسف:)
“İnne’n-nefse le-emmâretün bi’s-sui inne rahime Rabbi” deniliyor oradan gelmiş. Demek ki insanoğlunun nefsinin çeşitleri var çeşit çeşit nefisler var. Bir tanesi kötülüğü çok emreden nefis. Bazı insanların nefisleri o insana kötülüğü çok emrediyor. Şu günahı işle, şu hırsızlığı yap, şu keyfi yerine getir, şu hırsını tatmin et, şu sadistliğini yap. Kim söylüyor? Nefsi! Canı istiyor, ısrarla istiyor, yapıyor. Nefsi o vasıfta. Tamam. Kur’an'dan çıkmış.
Nefsi emmâre deyince başkası anlamaz. “Allah Allah! Yirminci yüzyılda yetiştim, üniversiteyi bitirdim, yabancı dilleri biliyorum. Bu adam nefsi emmare deyince neyi kastediyor.”
Gel anlatayım kardeşim bu tasavvufi bir tabirdir. Nefis şu demektir. Emmare şu demektir.
Peki nefsi levvâme ne demek? Ha o da Kıyamet suresinde:
1. Lâ uksimu bi yevmil kıyâmeh
2. Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh
Orada geçtiği için insanlar anlamışlar ki; Allah'ın kitabında bir de levvâme diye bir tabir geçiyor. Bir de demek ki levvâme nefis varmış. O tabir oradan gelişmiş.
Bir de nefsi mülheme var. Nefsi mülheme... Bazıları tasavvuf kitabı yazıyorlar. Tasavvufu anlatan kitap yazıyorlar tabirin nefsi mülheme olduğunu bilmiyorlar. Yanlış söylüyor, nefsi mülhime diyor. Mülhime olmaz, mülheme olur. İlhamı veren Allah, mülheme olacak. O nereden geliyor?
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
“Fe-elhemehâ fucurehâ ve takvahâ” ayeti kerimesinden geliyor. Demek ki Allah nefislere ilham ediyor. Fisk-u fücurunu ve takvasını ilham ediyor. Demek ki ilhama mazhar olan nefis manasında mülheme. O da bir tabir.
Ondan sonra Radıyeten merdıyyeten var, nefsi muttmainne var. Bunlar demek ki terminolojik ıstılahlar Kuran'dan çıkmış, anlıyoruz. Kökünün nereden çıktığını bilen biliyor. O zaman
kökünü de anlıyor. İşin mahiyetini de anlıyor. Bilemeyen ıstılahlarda boğulur, ana manayı anlayamaz, kelimelere takılır kalır. Öbür tarafa geçemez. Kelimenin altında yatan manayı kavrayamaz. Umumiyetle muhakkık olan insanlar, yani derin insanlar mânâyı anlarlar. Umumiyetle mukallit olan insanlar -taklitçi olan insanlar- kelimelere takılırlar, işin özünü anlayamazlar, gafil gelirler, gafil göçerler.
Demek ki ıstılahlar var. Tasavvufi ıstılahların anlatıldığı eserler var. Bu işi bilen insanlar bunları uzun uzun Istılahat-ı Sufiyye diye izah edici kitaplar da yazmışlar. Veyahut tasavvufa dair bir kitap yazmış da onun içinde bir bölümde tasavvufi ıstılahları -terimleri- açıklamış. Mesela çok meşhur, çok kıymetli, çok güzel bir eser olan İmam Kuşeyri'nin Er- Risale-i Kuşeyriye isimli eseri. Risale-i Kuşeyriye derler...Mesela orada tasavvuf ıstılahları vardır. Es-Serrâc’ın Cum’a isimli eserinde da tasavvuf ıstılahları vardır.
Mesela Gazali'nin ihyasında tasavvuf ıstılahları açıklanır. Bazı ansiklopedik eserlerde açıklanır. Kurb, el kurbu; bir tasavvufi ıstılahtır. Kulun Allah'a yakınlığı. Kurb, kurbiyyet demek, yakınlık demek. Sonra cem ve tefrika diye iki tabir var, birbirinin zıttı.
Cem ve tefrika diye iki tabir var. Aslında cem bir araya gelmek demek, tefrika da ayrılmak demek. Cem bir araya getirmek, tefrika iki bir araya gelmiş şeyi ayırmak demek. Ama bunlar tasavvuf ıstılahları. Yani adam cem halindedir. Cem haline ulaşmıştır, cem-u cem halindedir veyahut adam tefrika seviyesindedir, tefrikadadır.
Ne demek bunlar?
Bunların izahları sayfalarca sürer. Bilmeyen bu işi iyice anlasın diye derslerle anlatmak lazım. Tabii Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri'ne de sormuşlar. Yani “Nedir bu cem? Nedir bu tefrika?” diye. Tarif etmiş, yani soranın anlayacağı şekilde tarif etmiş ama sizin ve bizim anlamamız için bu kadarcık söz yetmez. Çok daha uzun tarifler lazım. Geniş anlatım lazım. Yani insanın vecd haline gelip de Allah'ın yakınlığını kazanması işte bu cemdir.
Ve’l gaybetü bi’l beşeriyyeti tefrikatün. “Beşeriyet sıfatlarının tesiri altında kalıp da beşeriyetten sıyrılamamış olmak da tefrikadır.”
Demek ki; vecd haline gelip de beşeriyet sıfatlarından sıyrıldığı zaman cem haline geliyor. Beşeriyet sıfatlarını geçemeyip o halde kaldığı zaman tefrika halinde kalıyor. Tabii buradaki bu sözleri de anlatmak lazım. Bunlar da yetmez.
Şimdi insanın Mevlasına kavuşması deniliyor. Ama bu nasıl bir şey? Allah'a kavuşmak, Allah'a vasıl olmak. Falanca zatı muhterem Allah'a vasıl olmuş, vuslat makamına ermiş kimse filan deniliyor. Ermiş diyoruz. Ermek, ulaşmak diyoruz. Bu nasıl olacak yani? Yüksek bir yerde de şöyle uzanıp da mı eriyor? Ermek nasıl oluyor? Ulaşmak nasıl oluyor? Bir yerde duruyor da onun yanına gidince mi yakın oluyor? Allah'a yakınlaşmak esrarı nedir, bu işin şekli nedir? Bu neyle ilgili? Allah bilgisiyle ilgili. Allah bilgisi nedir? Kişideki Allah bilgisi marifetullahtır.
Sen Allah'ı biliyor musun? Belki biliyorum dese bile çok şey bilmiyordur. Çok insan, Allah hakkında doğru, düzgün, sağlam, geniş bir bilgi bilmiyordur. Bizim kardeşlerimiz inşallah biliyorlardır da çok kimse bilmez. Çok kimse de yanlış bilir. Mesela bir Amerikalıya -onlar Allah demiyor tabii god diyor- Nedir god? Tanrı dediğin nedir dediğin zaman? Abuk sabuk bir şey söyleyecek. Yanlış söyleyecek. Çünkü Hazreti İsa'nın Tanrı olduğunu sanıyor. Yanlış. Kökünden yanlış. “Tanrı nedir?” diye bir Japon'a sorsan o da abuk sabuk ve sapık bir şey söyleyecek. Neden? Onun da zaten kökü bozuk. Adam güneşi tanrı sanıyor. Ondan ne hayır gelir. Güneşi tanrı sanan bir insan ne anlar bu işten?
Ha demek ki Allah'a yakınlaşmak demek Allah'ı doğru bilmekle ilgili bir şey. Yani Allah'ı doğru bilen bir insan Allah'a yakınlaşmayı da doğru bilir,
Allah'ı yanlış bilen bir insan, Allah'a yakınlaşmaktan da hiçbir şey anlamaz. Aval aval bakar, ağzı açık durur, içine de sinek kaçar. Anlamaz bir şey.
Şimdi tabii Allah'ı Kur'an-ı Kerim'de celle celaluhu kendisi hakkında buyuruyor ki;
Leyse kemislihi sey’en...
Allah gibi birşey yok, hiç O’nun gibi bir şey yok. Allah gibi bir şey yok.
Mesela biz putperest kavimler gibi değiliz. Ağaca tapmışlar. Obje dediğimiz yani görünen bir şeye tapmışlar. Bilinen bir şeye tapmışlar. Şu dağa tapmışlar. Mesela bu dağ benim tanrım diyor veya bir hayvana tapmış. Eskimolar beyaz ayıya tapınıyormuş, Afrika'daki filanca kabile bilmem neye tapınıyormuş filan.
Allah-u Teala Hazretleri'ni biz öyle bilmiyoruz. Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teala hazretleri buyuruyor ki:
Leyse kemislihi şey'en. “Allah'a benzeyen bir şey yok.”
O halde benzeyen bir şey olmayınca biz teşbihle Allah'ı anlatabilir miyiz? Anlatamayız. Şunun gibi diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Elektrik gibi diyemeyiz, güneş gibi diyemeyiz. Hava gibi diyemeyiz, madde gibi diyemeyiz.
Leyse kemislihî şey'en. Hepsini kökünden silmiş. “Onun gibi bir şey yok.” Bilemeyiz.
Sonra ne buyurmuş?
Lâ tüdrikihü'l ebsâr ve hüve yudrikü’l ebsâr. “Allah gözleri, gönülleri bildiği halde gözler onu göremez.” Allah her şeyi bilir ama gözler, etrafı gören şu gözler onu görmez. Gözler Allah'ı kavrayamaz, idrak edemez, algılayamaz.
Demek ki biz bakıp da ha Allah şurada bak gördüm diyemeyeceğiz. Yani öyle direk gibi, şekil gibi, renk gibi bir şey değil. Binaenaleyh hiçbir şeye benzemeyen, hiçbir O’nun benzeri olmayan, benzersiz, nazirsiz, şeriksiz olan, gözlerin görmediği, Allah-u Teala hazretlerini bir insan nasıl bilecek? Al başına mühim bir problem; büyük, altından kalkılmayacak bir soru.
Ver bakalım cevabı. Benzeri yok, şeriki yok, naziri yok. Gözler onu göremez. Nasıl bilecek? Allah celle celaluhu gözlerle görünmez ama gönülle bilinir. İnsanın Allah'ı bilme uzvu, organı, azası; gözü değil, gönlüdür. Gönlüyle bilinir. Onun için büyüklerimiz demişler ki:
“Allah mümin kulunun gönlüne tecelli eder.”
Onun için şair kısaca söylemiş:
"Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecellî ede Hakk
Pâdişâh konmaz Sarâya, hâne ma'mûr olmadan"
Ezberleyin, bu çok güzel bir beyit. Çok güzel bir şey. Tamamını ezberlemek lazım. Böyle güzel şiirler kaçırılır mı? Boş şeyleri ezberleyeceğine bu şiirleri ezberlemek lazım.
Bu beyitte şair ne diyor?
Gönlünden yabancıları masivallahı, gayrullahı çıkart, gönlünde başka bir şey kalmasın. Allah'tan başka bir şey koma gönlünde Allah sevgisinden başka bir şey, hepsini çıkar.
Sür çıkar ağyarı dilden. Dil; lisan demek değil. Dil; gönül demek. Farsça’da dil gönül demek.
Türkçe dil ağızdaki lisan dediğimiz şey. İngilizce’de tongue deniliyor. Ama Farsça'da dil ne demek? Gönül demek. Türkçesi gönül, Farsçası dil, Arapçası kalp. Kalp, dil, gönül hepsi aynı şey.
“Sür çıkar ağyarı dilden.” Masivallahı kalbinden sür, çıkart, at. Kalbinden at diyor
Gönlünden Allah'tan gayrı olan şeyleri at. At ki; Allah senin kalbine, gönlüne tecelli etsin. Çünkü sebep söylüyor.
Pâdişâh konmaz Sarâya hâne ma'mûr olmadan
Ev; güzel, tertemiz, kıymetli, alımlı, şerefli olmazsa padişah gelip öyle bir yere yerleşmez, misafir olmaz. Alem padişahı olan Rabbül Alemin olan Allah-u Teala hazretlerinin senin gönlüne gelmesi için sen gönlündeki masivallah pisliklerini çıkar, tertemiz yap bakalım orayı. Gönlün tertemiz olsun.
Tabii anlıyoruz ki gönülden pis duygular gidecek, çirkin düşünceler gidecek, kötü niyetler gidecek.
İnsanoğlunun içindeki kötü huylar temizlenecek. İnsanoğlunun içinden kötü duygular gidince, kötü fikirler gidince, kötü niyetler gidince, kötü huylar gidince, tertemiz, çok iyi niyetli bir insan olunca; Allah tecelli edecek. O zaman tecelli edecek.
İnsan, Allah-u Teala hazretlerini gönlüyle bilir, gönlüyle bulur, gönlüyle müşahede eder. Onun için gönle nazar etmek lazım. Gönül alemine teveccüh etmek lazım ki Allah'ın tecellisine mazhar olsun. Bir de şu var; bilmeyen bir insana hiç görmediği bir şeyi, benzetme olmadan anlatmak mümkün değildir.
Mesela; anadan doğma görme engelli olan bir insanın kırmızı renk ne demek, yeşil renk ne demek? Anlaması mümkün değil. Çünkü gözü yok. Anlamaz.
Tatma duygusu olmayan bir kimsenin ekşi ne demek, tatlı ne demek, acı ne demek? Anlaması mümkün değil. Hiçbir şeye benzemeyen Allah-u Teâlâ hazretlerini; tatmayan, bulmayan, bilmeyen, anlamayan bir kimseye tadan bulan, bilen bir kimse anlatamaz.
Neden?
Ne desin de anlatsın?
Tatmayan bilmez. Nasıl anlatacak yani? Anlatamaz. Ancak der ki; çok güzel, sonsuz derecede tatlı bir alem, çok güzel bir duygu, tarifsiz, şerefli bir şey.
Son derece bir şeyler der, ama ne? Sen onu müşahede etmeyince ne demek istediğini anlayamazsın.
Büyüklerimiz demişler ki: “Allah'ı, sana bildirse bildirse yine Allah bildirir. Başkası bildiremez.”
Neden?
Allah her şeye kadir olduğu için.
Tarif edilmeyen şey Allah için mümkün mü? İmkânsızlık mümkün mü? Herhangi bir şeyi “Yapamaz!” diyebilir misin? Allah yapılamayanı yaptığından, her şeye Kâdir olduğundan başkasının bildiremediği şeyi O bildirir. Bildirdiği zaman “Ha bu muymuş? Aman Allah'ım bayıldım” dersin. Bildirmediği zaman da bildirmediği kimse bilemez.
Tabii bu sözler nerelere kadar gider? Daha başka ne kadar konuşmak lazım?
Allah-u Teala Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor. Neden hep Kur'an'ı delil alıyoruz? Çünkü Allah'ın kelamı, en sağlam kaynak o. Müslüman'ın anayasası, imanın anayasası Kuranı Kerim’dir. Her şeyin bilgisi orada. Onun için orayı kaynak alıyoruz. Orada söyledikten sonra hiç de tereddüt etmiyoruz. Musa aleyhisselam da Allah'ı görmek istemiş de Musa aleyhisselam sanmış ki; şöyle gözüyle baktığı zaman görebilir. Allah-y Teâlâ Hazretleri “Göremezsin” demiş.
Allah-u Teâlâ Hazretleri bir de buyuruyor ki:
Ve hüve meaküm eynema küntüm.
“Siz nerede olursanız olun Allah sizinle beraber.”
Nerede olursanız olun! Sen demiyor, siz diyor. Herkes nerede olursa olsun demek, netice itibariyle her yer demek yani.
Onun için Allah her yerde hazır ve nazır. Her yerde! Bir yerde değil, bir mekanda değil, bir cihette değil, bir yönde değil, bir tarafta değil; her yerde, her anda, o bir şanda, her anda bir tecellide, her yerde!
Nerede olursanız o sizinle beraber.
Bu nasıl bir beraberlik? O bizimle beraber olduğu halde biz nasıl ondan uzağız? Ne kadar ayıp! Ne kadar acayip bir şey ki, Allah kuluna şah damarından daha yakın, kulu Rabb'inden korkunç mesafelerde uzak. Tarifsiz derecelerde uzak. Ne kadar ayıp, ne kadar acayip! Allah yakın, kul uzak.
Hadis-i kudside Allah-u TTeâlâ azretleri buyurmuş ki; “Kulum bana bir karış gelirse, ben ona bir arşın gelirim. O bana bir arşın gelirse ben ona bir kulaç gelirim. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” Fesubhanallah!
Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de ne buyuruyor.
Bismillahirrahmanirrahim
Hüve'l evvelü ve’l âhiru, ve’z-zâhiru ve’l bâtınu ve hüve bi-külli sey’in alîm.
“O evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır.”
Buyur bakalım. Gel bakalım, anla bakalım, izah et bakalım. Kavra bakalım.
Evvel ve âhir O'dur. Zahir ve batın O’dur. Şimdi tabii kim neyi isterse Allah istediğini veriyor. “Bana dua edin ben istediğinizi vereyim.” diyor.
Sen niye Allah'ı bulamıyorsun? Sen Allah'ı istemiyorsun da ondan. Parayı istiyorsun, parayı buluyorsun. Tahsili istiyorsun, çalışıyorsun, tahsili yapıyorsun. Evlenmek istiyorsun, eş buluyorsun. İş arıyorsun, iş buluyorsun.
E Allah'ı aramıyorsun, istemiyorsun.
Candan istedin mi Allah'ı. “Şu Allah'ı bir bulayım, bir bileyim, bir kavuşayım.” diye içine ateş, bir kavuşma arzusu düştü mü? Yok!
Küçüklükten beri bizim içimize hiç öyle bir merak aşılanmadı ki. İnsanoğlunun gönlü hep masivallah dediğimiz Allah'tan gayrı şeylerle meşgul oluyor.
Küçükken; şekerle, çikolatayla, sütle, tatlıyla, oyuncakla, oyalanacak şeylerle meşgul oluyor. Biraz büyüyor, biraz gelişiyor, ergenlik çağına geliyor. Başka insanlarla meşgul oluyor. Karşı cinsle meşgul oluyor. Hatta ona aşık oluyor. Hatta romanlara mevzu oluyor. Hikayelere konu oluyor. Candan istiyor. Arzu var içinde. Bir müddet de onunla oyalanıyor, ondan sonra muradına eriyor. Tamam. Nişan, nikah, düğün, evlilik.
“Tamam mı bu paşam?”
“E tamam.”
Erdin mi muradına? Murat mıydı yani bu? Asıl mıydı bu? Esas mıydı, gaye miydi? İşte gör. Oldu işte. Evlendin.
Bak senden önce nice evli insan vardı. İşte şimdi sen de evlendin. Ha, hayatın gayesi bu da değilmiş ya. Şeker değilmiş, eş değilmiş. İnsanoğlu oyalanıyor. Masivallah olan, yani şairin gönlünden çıkart dediği şeylerle oyalanıyor.
Şeyh Sadi diyor ki:
Ömrü giran baha derin sâr şot
Ta çohhore seyhü çephi şemşitâ
“Şu aziz ömür, şu kıymetli sermayesi olan insanın ömrü kışın ne örtüneyim, yazın ne yiyeyim demekle geçti.”
Doğru. Ekseriyetle insanların derdi yemek, içmek, giyinmek, kuşanmak filan. Bunların hepsi gaye değil. Nereden anlaşılıyor? Elde ediyorsun pek önemli olmadığını anlıyorsun. Hatta bıkıyorsun, şeker yiye yiye çocuk şekerden bıkıyor. Bir zaman geliyor, insanoğlu eşinden bıkıyor. O da esas değilmiş, o da esas değilmiş.
Asıl esas olan ne? Asıl güzeller güzeli, her güzelliği yaratan, her şeyin sahibi olan, her kemâlâtın mâliki olan, her şeye kâdir olan, tariflere sığmayacak kadar Esma-ül Hüsna’sı olan, en güzel sıfatları olan...
Esma-ül Hüsna ne demek muhterem kardeşlerim? Kelimelerini düşünürse insan manaları yakalar. Esma; isimler demek. Hüsna ne demek? En güzel demek.
En güzel isimler, sıfatlar kimin? Allah'ın. Neden? Vasıf güzel de, onun ismi de ondan güzel oluyor. Allah'ın her şeyi çok güzel, en güzel. Çok güzel değil, en güzel!
Sen en güzeli bırakıp da kusurlu, eksikli güzelle ömrünü geçiriyorsun. Hiçbir şey anlamadan hayatın manasını da kavramadan gençlik çağı geçiyor. Çocukluk geçiyor, gençlik geçiyor. Olgunluk geçiyor, ergenlik geçiyor, ihtiyarlık geliyor, bunaklık geliyor, ölüm geliyor. hayattan hiçbir şey anlamadan gidiyor. Hayatın manasını anlamadı.
Hayatta asıl peşinde koşulacak en güzel ideali bulamadı. Çok insanlar bulamıyor. Çok insanlar bunu bulamıyor. Hatta bu sözler bile tesir etmiyor. Neden? Tesir etse, anlasa o zaman işler çok farklı olacak. Aslında cem; Allah'la beraber olmak demek aslında. Tefrika da o beraberlik zevkinden mahrum olmak demek.
Demek ki vecd halinde insan Allah'a yakınlaşmış oluyor. O zaman cem oluyor. Beşeriyet sıfatları bastırdığı zaman, o zaman tefrika oluyor, ayrılık oluyor.
Beşeriyet sıfatları nedir? Beşeriyet ne yapar? Acıkma duygusu öne geçtiği zaman acıkır. Uykusu geldiği zaman uykulu olur. İçine bazı şiddetli arzular düşer. O arzuların peşine düştüğü zaman gözü körleşiyor asıl şeyi bulamıyor. O zaman tefrikaya düşüyor. O zaman keyfi zevki bulamıyor. Kaybediyor. Ayrılıkta gayrılıkta kalıyor.
Semi’tü abde’l vahideb’ne Bekrin.
Yekûlü semi'tü Hemmâne'bnel Harisî yekûlu semi’tü Cüneyd yekûl:
Müellif üç ravinin ismini zikrediyor. O ondan, o ondan, o ondan duymuş.
Cüneyt bir Bağdadi Hazretleri şöyle söylemiş
Babu külli ilmin nefîsin celilin beznü’l mechûd ve leyse men taleballahe bi-beznü’l mechûd kemen talebehu min tarîki'l cûd
Arapça sözler o kadar güzel ki, o kadar güzel ki… Bilseniz, o kadar tatlı ki kelimelerin seçilişi. Kısa kısa izah etmeye çalışalım.
Babü külli ilmin nefisin beznü’l mechûd.
Her; nefis, celil, ulu, güzel, tatlı, hoş, kıymetli ilmin giriş yolu, kapısı beznü mechuttur.
Ne demek? “Elinden geldiği kadar gayreti sarf etmektir.”
Biliyorsunuz bezletmek; bol bol vermek demek.
Mechud; insanın sarf ettiği gayrete derler. Yani gayretini elinden geldiği kadar sarf ederek o güzel ilimler elde edilir.
Babü külli ilmin nefisin celil.
Her nefis ve celil olan ilmin kapısı gayreti; bezletmektir. Gayret etmektir, çalışmaktır, çabalamaktır.
Nefis ne demek? “Şahane, nefse çok tatlı gelen çok güzel” demek. İlmi nefis, yani çok güzel ilim.
Celil ne demek? Ulu demek. Azametli, kıymetli, büyük ve çok güzel bir ilmin her güzel ilmin kapısı, gayreti sarf etmektir. Çok gayret sarf etmektir.
Beznül Mechûdi. Cüneydi Bağdadi'nin bu sözünü az önceki sözümüze bağlayalım.. Hemen bağlayalım. Konu birbiriyle ilgili.
Allah bilgisi, bilgilerin en güzeli, en nefisi, en nefisi, en ulusu, en celili, en kıymetlisi mi? En kıymetlisi! Şek şüphe yok.
Her ilim çalışmakla elde ediliyorsa, Allah bilgisi oturduğu yerden öğrenilir mi? Ona da çalışacak. Allah'ın marifetullahını -Allah bilgisini, Allah'ı tanımayı- elde etmek için ne yapacak insan, ne yapacaksınız, ne yapacağız? Çalışılacak, ter dökülecek, gayret sarf edilecek.
Allah'ın bilgisini, ilmini, marifetini elde etmenin tanışıklığını kazanmanın ilmi nedir? Tasavvuftur.
Tasavvuftaki metotlardır, çalışmalardır, riyazettir, uğraşmadır.
Şeyh efendi bir kimseyi tarikata, tasavvufa alıyor ne yapıyor? Kimsenin bildiği yok ki.
Millet tarikata düşman, tasavvufa düşman, dervişe düşman, zikre düşman, şeyhe düşman. Niye düşman? Ondan da haberi yok. Yanlış şeyler var kafasında ondan düşman. Kötü bir şey sanıyor, ondan düşman.
Yahu ne yapıyor şeyh efendi bir insanı aldığı zaman? Ne yapmış. Tarihte ne yapmış? Yani Mevlana Celaleddin'i Rumi hazretlerine bir derviş gitmiş bağlanmış da fena mı olmuş.
“Yok, iyi olmuş hocam.” Nerede... Mevlana gibi olsa.
Yunus Emre hazretlerine bir derviş gitmiş bağlanmış da fena şeyler mi öğrenmiş?
“Yok hocam. Keşke Yunus gibi olsa. Ne güzel şey öğrenmiş.”
Peki Eşrefoğlu Rumi Hazretleri'ne bağlanmış da fena mı olmuş?
“Yok hocam.”
Hacı Bayramı Veli'ye bağlanmış da fena mı olmuş?
“Yok hocam.”
İbrahim Hakkı Hazretlerine bağlanmış da onun terbiyesinden tornasından, tezgahından elinden, sanatından geçmişte fena mı olmuş?
“Yok hocam.”
E ne olmuş bu adamlar? Efendi olmuş, kâmil insan olmuş, olgun insan olmuş, ahlaklı insan olmuş. Temiz insan, tatlı insan, geçimli insan olmuş. Hayırsever insan olmuş. E iyi olmuş ya. Odun olarak, tomruk olarak girmiş. Buradan zarif bir sanat eseri olarak çıkmış.
İyi yontulmuş maşallah bu tezgahlar. İyi olmuş. Bu adam hart hurt bir adamdı. Höt be höt bir adamdı. Bu tezgaha girdi, öbür taraftan şöyle bir halim selim insan çıktı. Demek ki güzel bir şey. Bu güzelliği tarihten biliyor.
Bu devirde tasavvufa düşman. Neden? Anti propaganda var, aleyhte propaganda var, kötüleme var, yalan yanlış sözler var, kötü misaller var tabi. Olsun.
Her ilimde, her yolda, her dalda, her meslekte kötü misal vardır. Yani bir öğretmen talebesine tecavüz etmişse, öğretmenlik mesleği tamamen mi kötü? Değil. O öğretmen kötü.
Bir baba evini barkını terk etmiş, hanımına çocuğuna bakmamış, perişan etmişse, bütün babalar mı kötü? Hayır, o baba kötü.
Ben Müslümanım diyen bir insan filanca yerde bir günah işlemiş, bir hata işlemişse Müslümanlık mı kötü? Hayır.
Filanca şahıs; şöyle yapmış, böyle yapmış. Yol mu kötü? Hayır. Sen yolun esasını al. Ermenilikten dönüp de Müslüman olmuş bir kimseye papazlar gelip gidip diyorlar ki:
“İslam'a girdin, niye girdin? Dön bize. İslam kötü. Kapalıçarşı'da, tüccar yalan söylüyor. Müslüman güya. Hacı efendi şurada şu hileyi yapıyor.”
O demiş ki: “Siz onlara bakmayın. Siz suyun kaynağına bakın. Dağdaki ilk çıktığı yerdeki pınarın temiz suyuna bakın. Şehirdeki lağımdaki suya bakmayın oraya bakın. Asıl kaynağına bakın.” demiş. Oraya bakınacak.
Şimdi tabii tasavvuf ilmi nedir? Nefsi terbiye etme ilmidir, ahlakı güzelleştirme ilmidir.
Tasavvuf ilmi güzel. Bir insan tasavvufun ehli değilse, öğreten iyi değilse, öğrenen iyi değilse; kusur öğretende ve öğrenende. İlim kötü değil.
Matematikte, hoca zayıf diye, veya öğrenci problemi yanlış çözdü diye matematik ilmi fena mı, fizik ilmi fena mı? Değil. O ilimler güzel, o şahıslar nâkıs. Onun için tasavvuf ilmi eğer Allah'ı tanıma ilmi ise hepimize en lazım olan şey. Herkese lazım! Tepeden tırnağa, yukarıdan aşağı herkese lazım. Allah'ı tanıyacak, kainatı yaratan, kendisine nimetleri gönderen Rabbini bilecek. Fena mı? En önemli şey..
Marifetullah, tasavvufla elde ediliyor. Yani tasavvufun konusu, marifetullah. Ooo...O zaman tasavvuf güzel. Nefsi terbiye etme ilmi. Ooo...O zaman tasavvuf güzel. Ahlakı güzelleştirmek, kötü huyları atıp iyi huyları almak. Ooo... O zaman tasavvuf güzel.
Peki niye itiraz ediyorsun. Hem de Müslümanım diye çıkıp itiraz ediyor. Tasavvuf; İslam değil başka bir din diyor. Böyle diyenler var biliyorum ben. Yarım entellektüel, enteller var. Tam değil, yarım yamalak. “Tasavvuf ayrı bir din.” diyor. Tasavvuf İslam değil diyor. Tasavvuf İslam'ın özü, Kur'an'ın özü, Peygamber Eendimiz’in hali, ahlakı...Onu bilemiyor. Şu misal var, bu misal var.
Yahu sen şimdi problemi yanlış çözen tembel talebeyi örnek verme bana. Acemi doktor misal olamaz. Tıp ilmi güzel, matematik güzel, fizik güzel, kimya güzel. Sen bırak nâkıslığı.. Sen ilim doğru mu yanlış mı onu söyle.
Nefsi terbiye etmek lazım mı? Lazım! Allah'ı bilmek lazım mı? Lazım! Ahlakı düzeltmek lazım mı? Lazım! O halde tasavvuf ilmi güzel.
Bu celil ve nefis ilmi öğrenmek de gayretle olur. Böyle havadan, sudan olmaz. Ağacın altına yatıp da ağzını kocaman açıp da armut piş, ağzıma düş diye beklerse bir insan çok bekler. Yatacak armut ağacının altına çimenlere... Ağzınıda kocaman açacak; armut piş ağzıma düş diyecek...
Vay akıllı vay. Sen çok yatarsın daha burada. Armut olacak da ağzına bir düşecek. Çalışacaksın. Her celil ve nefis ilmin kapısı, elden gelen gayreti göstermektir. En celil, en ulu, en nefis, en kıymetli, en güzel ilim tasavvuf ilmiyse ona da çalışacak. Çalışmışlar. Onu da biliyor herkes. Edebiyat kitabından biliyor. Tarih kitabından biliyor. Filanca kitaptan biliyor. Menkıbe bile olsa biliyor ki, Yunus Emre kırk yıl odun taşımış tekkeye.
Kırk yıl nasıl geçer diye düşün bakalım. Bak bezli mechud işte; elden gelen gayreti göstermek. Kırk yıl odun taşımış da bir tane eğri odun götürmemiş. Şeyhine muhabbetinden, tasavvuftaki edebinden, sevgisinden, saygısından tekkeye eğri odun götürmemiş.
Şeyhi soruyor:
“Yunus dağda eğri odun yok mu?”
Her odun muntazam. Köyde yaşayanlar bilirler; odunlar katar yapılır, üst üste konulur katar yapılır kışın yakılır. Eğri bir oldu mu katara sığmaz, işi bozar. Muntazam oldu mu güzel olur. Demiş ki:
“Efendim, şeyhim, üstadım, sizin bu mübarek mekanınıza, tekkenize odunun bile eğrisi yakışmaz. Kaldı ki insanın eğrisi yakışsın.”
Onun için layık görmüyor. Şeyhine layık görmüyor. Eğri odun... Nihayet ocağa konulacak, yakılacak; dervişin çorbası pişecek, tekkenin çorbası pişecek ama eğrisine rızası yok. Neden? Seviyor. Allah için seviyor. Onun için her şeyin güzeli onun olsun diye istiyor. Tamam. Kırk yıl çalışmış. O kadar değildir bu iş. O kadar değildir.
Bir de müjdeli bir şey söyleyeyim.
Bir insan kabiliyetliyse çok kısa bir zamanda da olur. Çok kısa bir zamanda da gönül gözü açılır; gerçekleri müşahede eder ârifü billah olur gider.
Onun için demişler ki:
Erenlerin nazarı kimyadır,
“Bir baktığı zaman bakırı altın eder.”
Yani “olmadık insanı oldurur, bir anda erdirir.” demişler. Himmetiyle .. Ha ama çalışacak. Armut piş ağzıma düş, tembellik yok. Gayretsizlik yok
ilgisizlik yok. Çalışmak şart diyor. Aferin. Tabii biz Cüneyd-i Bağdadi'ye aferin diyecek insan değiliz ama aşk olsun. İşte bak tasavvuf büyükleri böyle..
Tasavvuf tembellik miymiş? Anla bakalım şimdi. Gel bakalım yalancı alçak, iftiracı. Tembellik miymiş tasavvuf. Bak tasavvufun en büyüğü ne diyor. “Çok çalışacaksın.” diyor. “Her celil ilmin, gayretle olur.” diyor.
Güzel yazının en büyük üstadlarından, Osmanlı'nın yetiştirdiği en büyük hattatlardan birisi Hafız Osmandır. Hafız Osman hattıyla Kur'an'ı Kerim sahaflarda herkes onu arıyor. Hergün Yedi Kule'den Eyüp'teki hat hocasına ders almaya gidermiş. Mercedesle gitmiyor. Neyle gidiyor? Tramvayla da gitmiyor. Hızlı tramvayla da gitmiyor. Neyle gidiyor? Yedikule'den Eyüp'ü bilir misiniz? Yedikule'yi bilir misiniz? Eyüp'ü bilir misiniz? Yedikule'den Eyüp'e her gün hocasından ders almaya gidiyor
Şimdi çocuklar servise biniyor. Evinden, evinin kapısından servise biniyor. Okulda yediriliyor, içiriliyor, hatta istirahati yaptırılıyor, ondan sonra da evine bırakılıyor.
Hocanın kıymetini nereden bilsin onlar. Nereden anlasın. Eskiler öyle... Yıllarca hizmet etmişler aşk ile, şevk ile. Hafız Osman öyle birden olmuyor. Beyazıt'ta üniversitenin giriş tâkı; o kocaman muhteşem kapının üstündeki yazıları, hattat Şefik Efendi yazmış oraya. Oradan da onun yazısından oraya geçirmişler. O Beyazıt'taki o muhteşem üniversite kapısının, şahane kapının üstündeki o şahane yazıları, altın yazıları Şefik Efendi yazmış. Altmış altın mükafat yazmışlar. Gitmiş Yıldız Sarayı'ndan bu altmış altını alacak Şefik Efendi. Aslında hocayı oraya götürmese de eline verseler daha iyi olur. Çünkü öyle muhterem insanlar para peşinde koşturtulmaz ama işte mevzuat, bilmem ne, imza mimza filan diyorlar. Bizim de başımıza geldi. Çok büyük bir kalın kitabın bir bölümünü de biz yazdık
İngilizce basıldı. Turizm Bakanlığı basmış. Eh bize de bir telif ücreti tahakkuk ettirdiler. Bunu maliyeden alacaksınız hocam dediler. Verdiler elimize kağıdı. Maliyeye gittik. Ne yapalım? Gittik yani usul öyle. Şefik Efendi de gitmiş Yıldız Sarayı'na. Oradaki mabeyinci subay kağıda bakmış. Şapka başından bir gidip gelmiştir fes. Yukarıya atmış altın. Vay altmış altın!.. Bir maaş ne kadar? Onbeş altın.
Onbeş altın maaş bayağı bir maaş. Yani altmış altın bayağı bir para. Sarı sarı. O hani paralar var ya. Görmediğiniz veya işte ancak eskiden kadınlar buralarına takardı. Şimdi onlar da takmadığı için artık bilmiyoruz. Yerine dolar geçti, kağıtlar...Millet altını unuttu. Altmış altın. “Hoca” demiş, asıl sözü oraya getireceğim. “Hadi iyisin iyisin.” demiş. Adam terbiyesiz genç. Hoca yaşlı...
“On beş dakikada altmış altın kazandın. Biz aylarca çalışıyoruz da bu parayı alamıyoruz. Altı saatte böyle altmış altın kazandın.” demiş. Zarif adam. Hattat, zarif, alim veya zarif, efendi..
Belki tasavvuf terbiyesi görmüş. Bilmiyorum Şefik Efendi'yi incelesek kim bilir nasıl bir zat. “Evladım yanlış söyledin, yanılıyorsun. Ben onu, altı saatte yazmadım, atmış yılda yazdım.” demiş.
Ne demek istiyor? “Ben o hattatlık üstatlığı seviyesine gelinceye kadar altmış yıl uğraştım.” diyor. Altmış yıl uğraştım demek istiyor. Kolay mı? Herkesin yazısını yazıyorlar mı oraya? Asarlar mı Şefik Efendi'den istiyorlar
“Hocam sen yaz da şuraya asalım.” diyorlar. Şefik Efendi altmış yılda yetişiyor, kolay değil. İşte onun gibi her ulu, kıymetli, nefis, celil ilmin kapısı gayret etmektir. Tasavvuf da öyle, gayret edeceksin. Burası tamam
Müttefikiz, herkes de kabul eder ki çalışmak lazım. Tamam. İtiraz eden yok. İtiraz eden parmak kaldırsın.
Ve leyse men taleballaha bi beznul mechûd kemen talebehu min tariki'l cûd.
İşte bu cümle bomba gibi müthiş bir cümle. Allah celle celalühüyü bezli mechudla talep eden bir kimse -elinden gelen gayreti göstererek marifetullaha ermeye çalışan bir kimse- onu bahşiş yoluyla elde eden gibi değildir.
Cûd cömertlik demek, bahşiş. Mesela bir zengin gelir bir fakire “al evladım şunu” der. Adam avucuna konulan paraya bakınca şaşırır kalır. Uuu amma çok verdi. Ne kadar çok verdi. Öyle. Allah ömürler versin. Teşekkür ederim. Allah razı olsun. Allah cennetlik etsin. Bilmem ne
Dilenciye biraz fazla para verdin mi ne kadar dua ediyor. Çok dua ediyor. Cûd, cömertlik. Allah bilgisini bazı insanlar çalışa çalışa çalışa çalışa hizmet ede, hizmet ede, hizmet ede, hizmet ede
Bir makama ulaşıyorlar. İşte bezni mechutla elinden gelen gayreti göstererek Allah'ı talep eden, isteyen bir Allah yolunun yolcusu, O’nu cömertlik yoluyla pattadak hemen alıvermiş insan gibi olmaz. Anlatabildim mi? Öteki çalışan daha kıymetli. Allah yolundadır. Çalışan, hizmet eden, izzet bulur. O daha kıymetli.
Allah-u Teâlâ lütfederse pattadak verir, bildirir. Allah her şeye Kadir ama çalışanın hali başka. Gayret edip iyi çalışanın hali başkadır. Her ilimde böyledir. Çalışanın, uğraşanın Allah sâyini meşkûr eder, derecesi daha yüksek olur.
Allah-u Teâlâ hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz’in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz’in has ümmeti olmanızı nasip eylesin.
Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevs-i âlâda peygamberi zişanımıza
cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütene’im eylesin.