Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
174. sayfanın 23. paragrafını okuyarak başlayalım:
Ebû Osman-ı Hîrî hazretleri şöyle buyuruyor:
Kâle ve kâle Ebû Osman: Ente fî sicnin mâ teba'te mürâdeke ve şehevâtik fe-izâ fevvadte ve sellemte's-terahte.
Sen, kendi muradına, isteğine ve şehevât i nefsâniyyene tabi olduğun müddetçe esirsin, hapiste gibisin. fe iza fevvadte işlerini Allah'a havale edersen, tefvîz-i umûr eylersen, Allah'a tevekkül edersen..." (selamette olursun, rahata erersin.)
Bu adam aslında aslında hür bir insan değil.
Neden?
Çünkü bu adam nefsinin esiri; muratlarının, arzularının esiri. Aklına, vicdanına tâbi olmuyor. Nefsi bunun burnuna kancayı takmış, boynuna tasmayı geçirmiş sürüklüyor. Nefsinin esiri, hapis. Başını derde sokacak, tehlikeye atacak, âhiretini mahvedecek işler yapıyor. Bunu da hürriyet sanıyor. Şeytana uyuyor, şeytanın, nefsinin esiri oluyor da esir olduğunu anlayamıyor, kendisini hür sanıyor.
Serbestlik!
Şeytana veya nefsine köle olmuş, onu anlamıyor.
Sonuç ne olacak?
Günah işleyen her insan, dünyada ve âhirette günahının cezasını çekecek.
Öyle değil mi? Mü'min değil miyiz, bilmiyor muyuz? Allah'ın adaleti bunu gerektirmiyor mu? İşlediği günah, günah işleyenin yanına kâr kalır mı?
Kalmaz.
Zâlimlere bir gün dedirir hazreti Mevlâ.
Tallâhi lekad âseraka'llâhu aleynâ'.
Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir.
Elbette olur ev yıkanın hanesi vîran.
Şairler bunları kalıba dökmüşler, şiir kalıbına göre söylemişler.
Zulmettin mi?
Zulüm görürsün.
Ev yıktın mı?
Evin yıkılır.
İnsan ettiğini bulur. "Ne ekerse onu biçer."
Bunu nereden biliyoruz? Bir takım bilgiler, tecrübeyle kazanılır. Tabiat bilgileri de, fizik bilgileri de öyle. Tecrübeye Türkçe'de ne diyorlar. "Deney" diyorlar. Deney yapılır, işin böyle olduğu laboratuvarda anlaşılır. Veyahut dışarıda gözlem yapılır; inceleme, müşâhede sonunda böyle olduğu anlaşılır. Fizik kanunu, kimya kanunu, tabiat kanunu, meteoroloji kanunu. İnsanlar bu kanunları tecrübeyle bulmuş, anlamış.
Allah'ın dünyadaki adaletinin kanunu. Allah dünyada da zalimin zulmünün cezasını verir, çektirir. Tecrübeyle sabit. Ev yıkanın, evi yıkılır. Babasına kötü muamele eden, çocuğundan kötü muamele görür. Her şey böyledir; misalleri çok. Ararsak kendi hayatımızdan da misaller bulabiliriz.
Günah fena, zararlı. İnsanı hem dünyada, hem âhirette perişan edecek.
Diyarbakır'da bir grup asi ve bâği; nişanlı öğretmenleri öldürdü, yüreğim yanıp duruyordu. Gaddar ve katil insanlar. Nihayet vicdan azabı çekmiş, teslim olmuş.
Neden?
İnsanın içinde bir de vicdanı vardır. Vicdanı da yakalar insanı, perişan eder. Gelmiş; "Bu işi ben yaptım, pişman oldum, vicdan azabı çekiyorum." demiş.
Kızcağıza çok acıyorum. Kadınları ayırıyorlar, erkekleri öldürecekler.
Kız diyor ki; "Ben kocamdan ayrılmam."
Daha kocası değil, nişanlısı, bir ay sonra düğün olacak, evlenecekler. Nişanlısının yanına gidiyor, onunla beraber kızı da öldürüyorlar. Genç yaşında, daha evlenmemişler bile, vicdan dayanacak gibi değil. O öldürme işini, katl işini yapanların bir kısmı, birkaç gün sonra müsademede öldürüldüler, bir tanesi şimdi yakalandı. Yardım edenler de cezasını çekecek. Dünyada da, ahirette de cezasını çekecek.
Dünyada âhirette insanı mahvedecek kötü bir işi yapmak akıllılık mı?
Değil.
Akıllılık ne?
Bir insan dünyada da âhirette de kendini kötülüklerden koruyabiliyorsa bu akıllılıktır.
"Aklımı kullandım, bu işten kurtuldum."
Aklını kullanan, zamanında tedbir alan kurtuluyor. Bu adam sonunda Allah'ın kahrına, gazabına uğrayacağı için aslında hürriyet gibi bir şeyler yapıyor ama kendini mahvediyor, yanlış iş yapıyor. Neden yapıyor? Şeytanın ve nefsinin esiri olduğundan yapıyor. İşte insanlar burasını anlayamıyor. Bu zamanın insanları bunu anlayamıyor. Siz anlıyorsunuz.
İnsanın içinde bir nefsi var, kötü şeyler yaptırır. Yalnız kaldığı zaman, polis görmediği zaman, kötülük yaptırır, hırsızlık yaptırır, günah işlettirir, haram işlettirir. Nefs, bir düşman.
Biz bunu biliyoruz. Elhamdülillah Kur'an'dan, hadîs-i şerîften müslümanlar nefsin bir düşman olduğunu biliyor. İçimizde bir düşman var; nefsimiz.
Ne yapıyor?
Hevâ-i nefs, şehevât-i nefsâniyyesini bizim aklımıza gönderiyor, bildiriyor, vesvese veriyor. En basitinden bir misal verelim. Nefsi çocuğa diyor ki; "Komşunun bahçesindeki şu kırmızı elmaya bak, ne kadar güzel, ben o elmayı yemek istiyorum, kopar."
Mahallede oynayıp dururken çocuğun gözü elmaya takılıyor, içinden onu koparmak fikri geliyor.
Nereden geliyor?
Nefsinden geliyor.
Şehevât-i nefsâniyyesi o elmayı "hart" diye ısırmak istiyor.
Sarhoş bir adamın ailesi başına toplanmış; "İçki içme, tevbe et, çoluk çocuğunun rızkını içkiye yatırma, karın, çocukların perişan, yapma, etme, işine muntazam git." diye nasihat etmişler.
"Tamam, tevbe ettim." demiş.
İşinden evine dönerken, meyhanenin yanından geçiyor. İçinden bir ses diyor ki; "Şuraya bir uğra, bakalım arkadaşlar ne yapıyor, çok fazla para harcama canım, bir kadehcik atarsın, gir şuraya!"
"Yok, girmem, dün akşam tevbe ettim olmaz."
"Canım ne olacak, kimse görmez."
İçinden zorluyor.
Kim zorluyor?
Nefsi. Nefsinin arzuları zorluyor. İçeriden nefsinin istekleri geldi mi, onun karşısında durmak zordur. "Hayır! Haram, olmaz!" demek zordur. "Olmaz!" diyebilmek için babayiğit olmak lazım. Allah'ın yardım etmesi lazım. Allah kuvvet verirse o zaman diyebilir.
Nefsi insana böyle şeyleri istetiyor.
Bir de şeytan vesvese veriyor, kötülükleri yaptırıyor. İnsan bunların her dediğini yapıyorsa "Nefsinin esiri, şeytanın esiri" diyoruz. Adam şeytanın esiri; şeytanın her dediğini yapıyor. Rahmân'ın dediği hiçbir şeyi yapmıyor, şeytanın dediği her günahı işliyor. Allah'a asi, şeytana itaatli.
Halbuki nasıl olacaktı?
Allah'a itaat edecekti, şeytanı dinlemeyecekti. Şeytan Allah'ın lanetli bir mahlûku, imtihan için serbest bırakmış.
Onu dinlememek, işte dindarlık bu.
Dindarlık ne?
Dindarlık, şeytanın sözünü dinlememek; ona karşı direnebilmek. Nefsinin arzularını frenleyebilmek, Rahmân olan Allah'ın emrini tutmak. Dindarlık bu, takvâ bu. Nefis ve şeytan bir şey söylüyor yapmıyorsun, günahtan sakınıyorsun, takvâlısın. İşte insan bunu anlarsa; tasavvuf bu, dindarlık bu.
O zaman bilir.
O elma benim kendi malım olmadığına göre koparmamam lazım. Canım istese de; "Sus, otur oturduğun yerde, haram yemek doğru değil!" diye nefsini azarlayıp susturması lazım.
"Hayır, olmaz! Meyhaneye gitmeyeceksin!" deyip kendisini tutması lazım.
Bu bir mücadele. Ne mücadelesi, bunun adı ne?
Nefisle cihad etmek, bir mücadele, ceng-i cidal; uğraşıyorsun. O bir şey söylüyor, sen bir şey söylüyorsun. O istiyor, dayatıyor, sen "hayır" diyorsun. Nefsi ile cenk edip, cidâl edip, muharebe edip, harp eden, nefsini yenen sevap kazanır. Nefsine mağlup olan, şeytanın sözünü dinleyen günaha bulaşır.
İnsan, esas itibariyle, Allah'ın sözünü dinlemiyorsa, şeytanın esiri, nefsinin esiri demektir. Hapisteki insan gibi.
Burada da öyle söylüyor:
"Sen kendi muradına ve şehvetlerine tabi olduğun müddetçe hapistesin, esirsin." demektir.
Şeytanın esirisin. Ne zaman hür olacaksın?
İşini Allah'a havale edersen, kendini Allah'a teslim edersen. "Allah'ın buyruğunu tutacağım." dersen, müslüman olursun; o zaman rahat edersin.
Müslüman olmak neydi?
Kendini Allah'a teslim etmekti.
Zaten her şey Allah'ın; Allah'a teslim olmak nasıl olur?
Allah'a teslim olmak, "Allah'ın hükmüne razı olmak" demektir. Allah; "Hırsızlık yapmayın!" demiş; "Yâ Rabbi! Teslim oldum, kabul." Allah; "Harama bakmayın!" demiş; "Tamam, Yâ Rabbi! Kabul!" Allah; "Zina etmeyin, nikâhlanın, evlenin, fâiz yemeyin!" demiş; "Yâ Rabbi! Kabul!" diyebiliyorsa, "Allah'a teslim oldu demektir. Askerlik çağındaki delikanlının şubeye gidip teslim olması gibi, o da Allah'ın emrine teslim olursa, işini Allah'a havale ederse o zaman rahat eder. "Ben kendi bildiğimi yaparım." derse olmaz.
Bizim bildiğimiz bir yerde, birisi deniz kenarında bir malını pahalı, yüksek bir fiyata sattı. Çok para aldı. Bizim akrabalar, tanıdıklar demişler ki; "Bu helal para, tarlayı sattın da kazandın, aman bunu harama çevirme!"
Çok nasihat etmişler. Bugün onlardan birisi bana anlatıyor; "Adam maalesef o parasıyla şimdi haram kazanıyormuş, haram yiyormuş."
Keyfi tıkırındaymış, göbeği kocamanmış, karnı tokmuş, sırtı pekmiş ama haramdan.
Sonra ne olacak?
Belasını bulacak, cezasını çekecek, mahvolacak. Çünkü parasını Allah'ın haram kıldığı yoldan üretmeye, faiz yemeye başlamış. Faiz yemeden helalinden kazanabilir, iş ortaklığı yapar kazanabilir. Çok nasihatler edildi, dinlemedi. Haramdan yiyor. O zaman kendisi bilir. Nasihat edildi, edilmedi değil.
Demek ki nefsinin esiri oldu, şeytan onu kandırdı. Keyif rahat, tatlı geldi. Faiz parasıyla beleşten, bedavadan geçinmek hoş geldi; öyle geçinmeye başladı.
Bu adamın yahudiden ne farkı kaldı, nasrânîden ne farkı kaldı? Çalışmıyor, haramdan yiyor, başka kazancı da yok.
Bu adamın sofrasına oturulur mu?
Oturulmaz.
Kahvede ısmarladığı çay içilir mi?
İçilmez.
Haramdan kazanıyor. İşini faize, ribâya bağladı. Yazıklar olsun!
Keşke bağda, bahçede uğraşıp ter döküp de bir avuç buğday elde etseydi, onu kendi eliyle, değirmeniyle öğütseydi, kepekli kuru ekmek yapsaydı, onu yeseydi de haram yemeseydi. Allah'ın yasak ettiği şeyi yapmasaydı. Bu adam esir. Şeytan bu adamın nefsini esir almış, mânevî bakımdan hapiste. Ondan günah işliyor, nasihat dinlemiyor. Kendisi bilir. İşte dünya imtihanı bu. Dünya imtihanını kaybetti.
Birçok insan önüne biraz tatlı gibi görünen bir menfaat gelince, Allah'ın kendisini imtihan ettiğini anlamıyor, kaybediyor. Gözünü açacaksın.
"Yâ Rabbi! İlâhî ente maksûdî ve rıdâki matlûbî. Yâ Rabbi! Benim muradım, maksudum, gayem, benim arzum, isteğim, benim amacım, hedefim sensin; ben senin rızanı kazanmak istiyorum."
"Beleşten, haramdan para gelecek."
"Yâ Rabbi! İstemem, harama bulaştırma, helal lokma yedir, helal lokma ile yaşat, sonra beni azaba uğratma!" demek lazım.
Birçok kimse imtihanı kaybediyor. Bakıyorum, üzülüyorum. Kimisi tasavvuftan imtihanı kaybediyor. Allah; "Gıybet etme!" demiş, gıybet ediyor.
Allah, vefalı olanları seviyor, inne'l-ahde kâne mes'ûlâ, yapılan ahde vefa göstermek lazım; vefasız. Allah doğruluğu seviyor; yalancı, sözünde durmuyor. Allah cömertleri seviyor; cimri, huyu kötü, değiştirmesi lazım, değiştirmiyor.
Söylemiyor muyuz?
"Kötü huylar da insana günahlar kadar zarar verir." denilmiyor mu?
İyi huyları, kötü huyları bilmiyor musunuz? Liste yapmayacak mıydınız? İyi huyları edinip de, kötü huyları bırakmayacak mıydınız?
Buradaki büyüklerimiz söylemedi mi?
Söyledi.
Niye yalanı bırakmıyorsun, cimriliği bırakmıyorsun, niye vefasızsın, niye sözüne sadık değilsin, niye gıybetçisin, niye dedikoducusun, niye sû-i zancısın, niye sabırsızsın, niye şükürsüzsün?
Bunların hepsi huy; iyi veya kötü huy. Tasavvuf güzel huydur da niye mutasavvuf olamadın?
Dervişlik güzel ahlak demektir de, sen niye güzel ahlaklı olamadın? Niye huyların kötü?
Söylemiyor muyuz; tasavvuf; et-turuku küllühâ âdâbün. "Tasavvuf tepeden tırnağa güzel ahlaktır."
Hani nerede senin güzel ahlakın? Şu huyun kötü, şu huyun kötü... Bunları kendin anlamıyorsun. Bunların çok büyük bir zarar olduğunu bilmiyor musun? Bilmiyorsun bil!
Kötü huylar çok fena, günahlar kadar fena! Günah bir defa işlenir, kötü huy insana kötülüğü her zaman yaptırtır. Günah kötü, ama kötü huy devamlı. İnsana her türlü kötülüğü tekrar tekrar yaptırır.
İyi huy da çok iyi. Her türlü iyiliği tekrar tekrar yaptırır.
Onun için; "Bir insan güzel huyu sayesinde, gündüzleri akşamlara kadar oruç tutan, geceleri de sabahlara kadar namaz kılan, ibadet eden, tesbih çeken insanın kazandığı sevabı alır, onun çıktığı hatta ondan daha yüksek derecelere çıkar."
Hadîs-i şerîfte zikrediliyor.
Ben merkeze oturmuşum, her yerden haber geliyor. "Falanca yerde ihvanınız, kardeşleriniz çok iyi maşaallah! Şu hizmetleri, hayırları yapmışlar; mektep açmışlar, anaokulu açmışlar."
Aferin!
"Filanca yerdekilerin arasında ihtilaf çıkmış, birisi bir baş çekmiş, ötekisi bir baş çekmiş."
Hubb-u Riyâset, başkan olma sevgisi dervişi nasıl yakaladı.
"Başkan ben olacağım, sen değil, dur durduğun yerde, tabancamı çekerim, kafanı kırarım!"
Dervişlik nerede kaldı? Böyle miydi bizim ahdimiz, anlaşma böyle miydi? Hani dervişlik nerede, sabır nerede?
Bir camide bizim ihvandan iki kişi vardı; birisi imam, birisi müezzin. Aralarında ihtilaf çıkmış, gelmişler Hocamız'a (Mehmed Zahid Kotku) söylemişler;
"Hocam! İmam, müezzinle kavgalı, birbirleriyle zıt, çekişiyorlar. İkisi de bizim ihvan. Ne tavsiye edersiniz?"
"Dervişliği tavsiye ederim." demiş Hocamız.
Ne demek istiyor?
Herkes derviş olsun; imam da, müezzin de… Sabırlı, hoşgörülü, seven, affeden bağışlayan, cömert insanlar olsunlar, kavga etmesinler. Madem ikisi de ihvan, kardeş; o halde kardeşçe yaşasınlar.
İsimleri ihvan, hareketleri düşman. Zıt! Utanmasalar birbirlerini öldürürler ama utanıyorlar. Öldüren de var. Misal, al Afganistan'ı, Sudan'ı, Cezayir'i, Mısır'ı, Suudi Arabistan'ı, Yemen'i... Her tarafta öyle. Haberlerini gazetelerde okumadık mı? Her birisinin haberlerini okuduk.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Dünya hayatının imtihanı kolay değil. Her zaman başarılı geçmiyor. Bu imtihan hayatın sonuna kadar sürüyor, herkes başaramıyor.
"Ben derviş oldum, sizden ders aldım."
"Allah mübarek etsin, razı olsun, feyzini çok etsin, kalbin pür nûr olsun. Ama dervişlik, bir takım kurallara uymayı gerektirir."
Dövene elsiz gerek,
Sövene dilsiz gerek.
Derviş gönülsüz gerek.
Sen derviş olamazsın.
Ele geleni yersin,
Dile geleni dersin,
Böyle dervişlik dursun,
Sen derviş olamazsın.
Ummana dalmayınca,
Mürşide ermeyince
Hak nasip etmeyince
Sen derviş olamazsın.
Baş; 'yaralı' demek. Dervişin bağrı yaralı olmalı, kırık gönüllü olmalı. Derviş bağrı baş gerek.
Derviş bağrı baş gerek,
Gözü dolu yaş gerek.
Koyundan yavaş gerek.
Sen derviş olamazsın.
Bunlar güzel huy. Kuzu gibi olmak, koyundan yavaş olmak, güzel huy. Gözü yaşlı olmak, rikkat, ince kalplilik, güzel huy…
Dövene elsiz olmak; kavgada taraf olmamak, karşısında sert çıkmamak. Sövene dilsiz olmak; kötü söz söylememek, kötü mukabele etmemek. Gönülsüz olmak; affetmek, kırılmamak, darılmamak. "Kalbim kırıldı, küstüm." dememek.
Bunlar güzel huy, dervişlik ahlâkı.
Millet bunları bilmiyor mu?
Herkes iyi huyları da kötü huyları da biliyor. Bu cemaat de bilir. Bilmek yetmiyor, bildiğini uygulamak gerekiyor. Biliyorsun ama önemsemiyorsun. Önemini anlayacaksın, uygulayacaksın. Uygulamadığın zaman sevabı kazanamıyorsun, imtihanı kaybediyorsun.
İmtihanı Allah yapıyor. İmtihanın müddeti, ömür boyu sürüyor. Âkil bâliğ olduğun zamandan başlıyor, aklın başında olduğun müddetçe devam ediyor. Bunamadıysan, deli, mecnun olmadıysan imtihan ölünceye kadar devam ediyor.
Sen neden; "Şunu şöyle yapmayayım, imtihanı kazanayım." demiyorsun?
"Kötü huylarımı bırakayım, şu iyi huyu öteki kardeşim yapıyor, ben de yapayım; hocam söyledi, ben de tutayım." demiyorsun?
Önemsemiyorsun. Şeytanın oyunlarından bir tanesi de mühim olan şeyleri küçük görmek, önemsememek. İşi ciddiye alacaksın. Burada büyüklerimiz demedi mi, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfinde yok mu?
"Küçük veya büyük hiçbir iyiliği, hor hakir görme, yap. Kötülüklerden hiçbir kötülüğü de az görme, korun."
"Azdır canım, şu kadarcık yapsam ziyan etmez."
Belli olmaz, belki ziyan eder.
Nala çakılan bir çivi, bir nal kurtarır. Bir nal, bir at kurtarır. Bir at, bir yiğit kurtarır. Bir yiğit, bir vatan kurtarır.
Bazen de aksi olur:
Bir çivi noksanlığı, bir nalın düşmesine sebep olur. Bir nalın düşmesi, atın tökezlemesine sebep olur. Atın tökezlemesi, mücahidin yere düşmesine sebep olur. Mücahidin ölmesi, vatanın korunamamasına, kaybedilmesine sebep olabilir.
Kötülükler de, iyilikler de küçük değil. İyiliği yapmaya çalış, kötülükten korunmaya çalış. "İyilik yapmadığın zaman esirsin." Kendini hür sanıyorsun ama şeytanın veya nefsinin esirisin. Allah'ın emrini tutmaya başladığın zaman hürsün.
Mevlana Celâleddîn-i Rûmî efendimiz diyor ki;
Bağları kopar da âzâd ol, ey evlad!
Ne zamana kadar altının gümüşün esîri olacaksın?
Bağları kopar da âzât ol; hür bir insan ol.
Çent başı bende-i sim bende zer.
Ben büksün lü âzâd bağ baş ey büser.
Biraz yanlış veya eksik söylemiş olabilirim.
İnsanın paraya tutsak olması da bir esarettir, bağdır. "Onları kopar da, tam hür ol." diyor. Hür olan insana Ahrâr derler. Büyüklerimizden bir tanesinin ismi Ubeydullâh-i Ahrâr hazretleri. Horasan'ın Mâverâünnehir'in en büyük evliyâsından birisi.
"Büyüklüğünü nereden biliyorsun?"
Hindistan'ı fetheden Bâbür Şah, Semerkant'ta, Buhara'da kardeşleriyle, akrabalarıyla; "Şu şehir senin, bu şehir benim." saltanat kavgası yapıyormuş.
Osmanlıların evlatları arasında da bu saltanat kavgası oluyormuş. Çarpışmışlar, savaşta yenilmiş, adamlarının hepsi ölmüş. Bu da atına atlamış, hasmından kaçmış. Atını bağların, bahçelerin arasına sürmüş, yollarda izini kaybettirmiş. Harpten sonra üç-beş saat kaçmaktan sonra, nefes nefese bir çalının dibine yatmış, düşünün; ne kadar uykusuz, yorgun ki orada uyumuş kalmış.
Bâbür Şah Timur'un şehzadelerinden birisi.
Rüyasında Ubeydullâh-i Ahrâr hazretlerini görüyor, ona; "Evladım! Telaşlanma, seni bulamayacaklar, ölmeyeceksin, kurtulacaksın. Büyük bir devlet kuracaksın." diyor.
Hakikaten onu orada yakalayamıyorlar. Şeyh efendi rüyada müjdeledi.
Neden?
Evliyâ da ondan.
Ubeydullâh-i Ahrâr, Nakşî tarikatimizin büyüklerinden, mübarek zât. Kabrini ziyaret ettik. "Evladım korkma ölmeyeceksin." diyor; ölmüyor. "Büyük bir devlet adamı olacaksın, büyük bir devlet kuracaksın."
Hakikaten de oralardan kurtuldu, Hindistan tarafına gitti, oraları fethetti. Hindistan'da Hint-Moğol imparatorluğu diye çok büyük bir imparatorluk kurdu. Taç Mahal gibi eserlerini, tarih kitaplarında okumuşsunuzdur. Onun sülalesinden evlatları, o eserleri meydana getirdiler. Ubeydullâh-i Ahrâr hazretlerinin rüyada müjdelemesi, büyük zât olduğunu gösteriyor.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.