es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.
Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun...
Kaldığımız ayet 148. ayetin başı; onu okuyalım.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ve liküllin vichetün hüve müvellîhâ festebiku'l-hayrâti eyne mâ tekûnû ye'ti bi-kümüllâhu cemî'an, innallâhe alâ külli şey'in kadîr.
Bu 148. ayet-i kerîme… Bununla beraber [149 ve] 150'yi de okursak Kıblenin çevrilmesi, tahvili ile ilgili ayetler bununla tamamlanacak.
Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm ve innehû le'l-hakku min rabbik ve mallâhu bi-gâfilin ammâ ta'melûn.
Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm ve haysü mâ küntüm fevellû vücûheküm şatrahû li ellâ yekûne li'n-nâsi aleyküm hüccetün, illellezîne zalemû minhüm felâ tahşevhüm vahşevnî ve liütimme ni'metî aleyküm ve le'alleküm tehtedûn.
Bunların izahını, dilimizin döndüğünce bunlar üzerinde sohbetimizi yapalım.
148. âyet-i kerîme, daha önceki âyet-i kerîmelerde başlamış olan kıblenin tahvili konusu üzerinde devam ediyor.
Ve liküllin vichetün hüve müvellîhâ. "Herkesin bir yönelişi vardır, yöneldiği yön vardır; o, ona yönelir." Hüve, "O kişi, o millet veya o kavim, o kavmi teşkil eden kişi" ona yönünü döndürür.
Vicheh, fi'leh vezninde, çeşit bildiren bir mastar oluyor; "şöyle bir başka çeşit dönüş" mânasına... Bir de kıble gibi "dönülen yön" mânasına geliyor. Ve likülli "Herkesin bir yöneliş biçimi vardır veya yöneldiği kıble vardır." demek oluyor.
Bir kıraatte de;
Ve likülli vichetin hüve müvellîhâ olarak okunuyor, külli kelimesi vichetün'e izafe edilmiş. Ve likülli vichetin hüve müvellîhâ kıraati de var.
Ve liküllin. "Herkesin bir yöneldiği taraf var, yön var, kıble var; her millet bir tarafa yöneliyor." Yahudiler, Kudüs'te ki Kubbetü's-Sahrâ -hı harfi ile- denilen kutsal kaya var. Hz. Ömer'in üzerine kubbe bina ettiği mukaddes yer. Mescid-i Aksâ'nın önündeki meydanda olan bir şey.
"Yahudiler Sahrâ'ya yönelirler." diyor kitaplar. Hristiyanlar da doğuya yönelirler. Her kavmin böyle bir yöneldiği taraf vardır. Bir mâna bu…
Diğer bir mâna; "Her bir kavmin bu yönelme konusunda, kıbleye dönme konusunda bir tutumu vardır; bir heyeti, bir hali vardır." şeklinde de izah ediliyor.
Üçüncü bir mâna da; "Her müslümanın kıbleye, bulunduğu yerden bir yönelme şekli ile yönelmesi lazım gelir." mânası da var. Hitap müslümanlaradır. Kuzeydeki müslümanlar Kâbe'ye yönelecekler, Medine'dekiler güneye dönecekler. Yemen'deki müslümanlar Kâbe kuzeylerinde kalıyor; kuzeye dönecekler. Doğudakiler Kâbe batılarına kalıyor; batıya yönelecekler. "Her bir müslümanın kıble konusunda yöneleceği taraf vardır." mânasına hitap müslümanlaradır. "Müslümanlar, hristiyanlar, yahudiler kastedilmiştir" diyenler olduğu gibi "Anlatım müslümanları anlatıyor" diyenler de var.
Hüve müvellîhâ. "Herkesin yöneleceği bir yön vardır." O, o tarafa yönünü, yüzünü çevirir, Buradaki hüve, "o kişiye delâlet eden bir zamirdir." diyenler de var; "Cenâb-ı Hakk'a râcî olur, buradaki hüve'den maksat Cenâb-ı Hak Teâlâ'dır." diyen müfessirler de var.
O zaman; "Her bir kavme Cenâb-ı Hak kıblelerinin neresi olması gerektiğini beyan eylemiştir, o yöneltmiştir." mânasına [gelir.]
Bütün kavimlerin aslında asıl kıblesinin Kâbe-i Müşerrefe olması lazım! Çünkü:
İnne evvele beytin vudı'a li'n-nâsi lellezî bi-bekkete mübâreken ve hüden li'l-âlemîn. "Yeryüzünün en şerefli, en eski, en mübarek, en muazzam mescidi olan Kâbe'ye dönmesi lazım!"
Sonuç itibariyle ister kastedilenler bütün kavimler olsun, herkes yönünü bir tarafa çevirmiş yöneliyor veya Cenâb-ı Hak herkese şu tarafa yönelin demiş ama, kimisi o sözü dinliyor, kimisi dinlemiyor…
Festebiku'l-hayrât. "Siz hayırlara yarışarak, koşarak gidiniz!" "Ey mü'minler! Siz başka kavimlerin itaatsizlikleri gibi, inatları gibi ters duygulara kapılmayın; hayırda yarışın, hayırları, sevapları işlemeye gayret edin!"
Eyne mâ tekûnû ye'ti bi-kümüllâhu cemîâ. "Siz insanlar her nerede olursanız olun, Cenâb-ı Hak hepinizi topluca bir araya getirir." Sizi âhirette, mahşer yerinde huzuruna toplayacaktır ve hepinizi yaptığınızdan dolayı; kim hayırlara koşarsa, yaptığı hayırlardan dolayı mükâfatlandıracaktır; itaat etmeyenleri de huzuruna geldiği zaman cezalandıracaktır.
İnnallâhe alâ külli şey'in kadîr. "Hiç şüphe yok ki Allahu Teâlâ hazretleri her şeyi yapmaya sonsuz derecede kudret sahibidir, muktedirdir; hiçbir mânî, hiçbir imkânsızlık bahis konusu değildir."
Binâenaleyh, insanların kıble konusunda böyle çeşitli tutumları var; kimisi kıbleyi kabul ediyor, kimisi reddediyor, kimisi dedikodu yapıyor, kimisi itaat ediyor... Ama itaat edenlerin en başında ve en Allah'ın seveceği tarzda itaatini ispatlamış olan Peygamber-i Zîşânımız'dır. Çünkü ilk önce Beytül-Makdis'e doğru dönülmesini Cenâb-ı Mevlâ emredince, emre itaat etmiş, o tarafa dönmüş; ondan sonra öbür tarafa dönün deyince, o tarafa, Kâbe-i Müşerrefe tarafına dönmüş. Gönlü başından beri Kâbe-i Müşerrefe'yi sevdiği halde, Allah "Kudüs'e dönün!" dediği zaman, Kudüs'e dönmekte tereddüt etmemiş.
Bu bir büyük itaat ve ihlâs ve Cenâb-ı Hakk'ın emrine anında imtisâlin güzel bir misâli. Bütün ümmetlerin öyle yapması lazım!.. Yahudilerin de, hristiyanların da aynı itaati göstermesi gerekirdi.
Cenâb-ı Hak hepsini huzurunda toplayacak, hepsine amelinin karşılığında yapacağı muameleyi kendisi biliyor. Cezalandırılacağı cezalandıracak, mükâfatlandırılacağı mükâfatlandıracak.
149. âyet-i kerîme; te'kîden, kuvvetlendirmek için, tereddütleri izâle etmek için, zihinlerde herhangi bir soru kalmasın diye, [yine kıble konusunda:]
Ve min haysü haracte. "Ey Resûlüm! Nereye çıkarsan çık." Fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm. "Yönünü Mescid-i Harâm tarafına döndür!"
Bu emir daha önceki âyet-i kerîmelerde de yakın kelimelerle geçmişti. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gökyüzüne bakıp da, gönlünden kıblenin değiştirilmesini Cenâb-ı Hak'tan temenni ederken; "Ey Resûlüm! Senin gökyüzüne bakışını görüyoruz. Haydi bakalım, bundan sonra yönünü Mescid-i Harâm tarafına çevir!" diye daha önceki âyet-i kerîmede geçmişti.
Burada te'kîden, kuvvetlendirmek için [tekrar bildiriliyor.] Çünkü bu kıble değiştirilmesi önemli bir şey; herkes bunun Allah tarafından emredildiğini kesin olarak bilsin, bir tereddüt olmasın diye "Nereye çıkarsan çık, nereye gidersen git, yönünü kıbleye çevir!"
Demek ki, "Sadece Mekke'de otururken, sadece Kâbe'yi görebilen bir yerde dururken yönünü Kâbe'ye dön." denmiyor; Kâbe'nin görünmediği yerde de, Peygamber Efendimiz'e ve bütün namaz kılan müslümanlara yine yönünü Mescid-i Harâm'a çevirecek.
el-Mescidü'l-Harâm, ikiside elif lâm'lı… Kâbe-i Müşerrefe'nin ortasında bulunduğu mukaddes, mübarek, büyük mescit. Etrafında direkler, revaklar, katlar var... Kâbe'nin etrafında önce bir geniş alan, meydan var; orada tavaf edilebiliyor, üstü açık... Ondan sonra kenarlarda kubbeli kısımlar var. Daha gerilerde yine iki katlı binalar var. İşte bütün burası, her tarafı, duvarlarıyla, kubbelerinin altlarıyla, dış kapısına kadar kocaman alan ve Kâbe'nin etrafındaki tavaf edilen boşluk, ortasında Kâbe-i Müşerrefe binasının olduğu yer; her taraf hepsi birden el-Mescidü'l-Harâm...
Ne demek el-Mescidü'l-Harâm?
"Çok muhterem, Cenâb-ı Hakk'ın çok mübarek, muhterem kıldığı mescit" demek. "İçinde saygısızlık fiillerinin yapılmasının haram olduğu, her türlü saygı ve edebin takınılması gereken mübarek yer" demek. Onun için el-Mescidü'l-Harâm diye geçiyor. Kur'ân-ı Kerîm'de birçok ayette böyle geçiyor.
el-Mescidü'l-Aksâ, Kudüs'teki mescit; el-Mescidü'l-Harâm, Mekke'deki mescit. Müslümanlar Mekke'deki mescide yönünü dönecek...
Ve innehû le'l-hakku min rabbike. "Hiç şüphe yok ki, bu kıbleye doğru yönelme olayı, muhakkak ki senin Rabbinden sana emredilmiş, hikmet dolu, şek ve tereddüt edilmeyecek, ittibâ edilecek bir emirdir, bir husustur." Bu hususta hiç şekke lüzum yoktur, muhakkak bu böyledir.
Ve innehû el-hakku denmiyor le'l-hakku deniyor. Başına le gelince bir kelimenin, te'kid, kuvvetlendirme mânası vardır. Bir sözün muhakkak öyle olduğunu gösterir. "Bu kıblenin Kâbe'ye döndürülmesi, namaz kılarken insanların oraya dönmesi, Cenâb-ı Hak tarafından mü'minlere emredilmiş, hikmetli ve kesin bir emirdir." demek. Hem hikmetli mânasına geliyor, -hak kelimesinin içinde bu mâna var. Cenâb-ı Hakk'ın sağlam, hikmetli bir hükmü- hem de muhakkak böyle olduğu, tereddüte mahal olmayan, çok açık seçik bir gerçek olduğu beyan edilmiş oluyor.
Ve mallâhu bi-gâfilin ammâ ta'melûn. "Ey mü'minler, ey insanlar! Cenâb-ı Hak sizin yaptıklarınızdan aslâ ve kat'â, kesinlikle habersiz değildir, gâfil değildir, bilmiyor değildir; hepsini çok çok güzel görüyor." İtaat edenlerin itaatlerini görüyor, itaatli kullarını seviyor; itaat etmeyenlerin de oyunlarını, hilelerini, madrabazlıklarını, düzenbazlıklarını, inatçılıklarını, maddiyatçılığını, hangi duygularla bu edepsizliği yapıyorsa o edepsizliğinin sebebini biliyor. Onun da tabii karşılığını verecek.
Ve mallâhu bi-gâfilin ammâ ta'melûn'un sonundaki ta'melûn kelimesi, bir kıraette de, Ebû Amr kıraetinde; ya'melûn tarzında gelmiş. O zaman, "Onların işlediklerinden Allah gâfil değildir." Kıbleyi kabul etmeyen, emri tutmayanların yaptıklarından gâfil değildir." demek oluyor. Muhalefet edenler hakkında bir tehdit mânası taşıyor.
150. âyet-i kerîmeye geliyoruz. Bu kıble ilgili konunun emirlerini ihtivâ eden, bu konu ile ilgili sonuncu âyet-i kerîme:
Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm. "Nereye çıkarsanız çıkın, nereden sefere çıkarsanız çıkın, nerede olursanız olun..." Haysü kelimesi yer bildirir, zaman bildirir. Burada "çıkmak" fiili bahis konusu olduğu için ve Kâbe'nin mekan olarak mekânı önemli olduğu için, "Her nereye çıkarsanız" demek. Zaman mânası bahis konusu değil.
"Her nereye doğru sefere çıkarsanız çıkın..." Mekke'de değil de, dünyanın başka yerinde de olsanız, uzak seferlere de çıksanız; harp için, yolculuk için, ticaret için gittiğiniz yerlerde de, bulunduğunuz yerlerde de... Fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm "Ey Resûlüm! yönünü, yüzünü sen Mescid-i Harâm tarafına döndür!" Bunun altında yatan mâna; "Namaz kılan bütün müslümanlar da yönlerini namazlarında Kâbe-i Müşerrefe'ye döndürsünler!" demektir.
Zaten arkasından, müslümanlara da aynı emir [geliyor];
Ve haysü mâ küntüm fevellû vücûheküm şatrahû. "Ey müslümanlar! - burada çoğul sigası olduğu için böyle diyeceğiz- nerede olursanız olun, siz de yüzlerinizi, yönünüzü onun tarafına, Mescid-i Harâm tarafına çevirin!" Burada şatrahû'daki hû zamiri Mescid-i Harâm'a gidiyor.
İşte onun için biz de Türkiye'de de olsak, Almanya'da da olsak, Avustralya'da da olsak, namaz kılacağımız zaman, "Kâbe ne tarafta? Mekke ne tarafta?.." diye coğrafyayı düşünüyoruz, yönleri düşünüyoruz, dünyanın konumunu, durumunu düşünüyoruz; ince ince hesapla, pusulaya, haritaya bakarak, Allah'ın emrini tutalım diye yönümüzü o tarafa çeviriyoruz.
Şimdi Cenâb-ı Hak Teâlâ Peygamber Efendimiz'e üç defa, nerede olursa olsun yönünü Kâbe-i Müşerrefe'ye çevirmeyi emrediyor. Bunun birinci mânası; "Bu iş artık çok kesin, tereddüt edilecek bir tarafı yok, önemli bir şey, Kudüs'e doğru değil, bundan sonra Kâbe-i Müşerrefe'ye dönülecek!" mânasına kesinlik ifade ettiği muhakkak. Daha başka nice nice hikmetleri olduğunu tefsir kitapları yazıyor.
Hikmetlerinin bazısı bu âyet-i kerîmede bize açıklanıyor:
Li-ellâ yekûne li'n-nâsi aleyküm hüccetün. Li, "şu sebepten" demek; bu sebep bildiren bir harf. Kelimelerin başına geliyor. Fiillerin başına gelir, isimlerin başına gelir; "için" mânasına gelir. Li-ellâ yekûne li'n-nâsi aleyküm hücceh. "İnsanlar için, sizin aleyhinize kullanacakları bir delil, bir belge olmaması için."
Kâbe'nin neden namazda kıble edildiğini böyle beyan buyuruyor: "Sizin aleyhinizde kullanacakları bir belge olmasın" diye.
Buradaki "insanlardan" maksat; bir kere yahudiler ve hristiyanlardır. Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz'e, Kudüs'e yönelik namaz kılmasını emrettiği zaman, gevezelik ediyorlardı, tenkit ediyorlardı. Hâlbuki bilseler, o emri veren Rableri... Onların da, bizim de Rabbimiz olan Allahu Teâlâ hazretleri emrediyor. O zaman, dinî konularda böyle edepsizliğe kalkışmamaları lazım gelirdi.
Diyorlardı ki:
"Muhammed hem bizim Yahudiliğimizi, Hristiyanlığımızı tenkit ediyor, hem de bizim Kudüs'ümüze dönüyor..."
Bir kere sizin nereden Kudüs'ünüz oluyor, Peygamber Efendimiz'in, müslümanların, mü'minlerin Kudüs'ü... Niye siz sahip çıkıyorsunuz da, ötekileri dışlamaya çalışıyorsunuz?.. O mantık yanlış!
İkincisi;
Allahu Teâlâ hazretleri ne emrederse, Peygamber Efendimiz onu yapıyor; samimiyetini görsenize!.. Bakın, o tarafa dönün dediği için [dönüyor]; kastı, garazı yok, size bir düşmanlığı yok, Allah'ın hak peygamberi... "Kudüs'e dönün!" dendiği için dönüyor. Sizin yanlışlarınız olduğu için, Allah da o yanlışları size bildirmesini ona emrettiğinden, yanlışları da söylüyor. Ne diye siz de yanlışlık yapıyorsunuz, ne diye Allah'ın dinini değiştirdiniz?.. Ne diye Hz. İsa'nın hakiki konumunu anlayamıyorsunuz?.. Ne diye Hz. Musa'nın emirlerini tutmuyorsunuz?.. Ne diye onları eğip büküp değiştiriyorsunuz?.. Elbette söyleyecek.
Zaten Musa aleyhisselam olsa, İsâ aleyhisselam olsa kendisi söyler. Allah onun için Peygamber Efendimiz'e söylemesini emrettiğinden, söylüyor. Onların bu meseleyi anlaması lazımdı. Hatta Kudüs'e dönmesinden, samimiyetini daha iyi anlamaları lazımdı. "Evet, bak bizi tenkit ediyor ama yine de Allah'ın emrine bağlı olduğundan Kudüs'e dönüyor." demeleri lazımdı.
Bir kere Kâbe'ye dönülünce bu dedikoduların önü kesilmiş oluyor. Ama tefsir kitapları bir başka hususu anlatıyorlar. Hatta yerini de gösteriyor bazı tefsir kitapları. Bu Ahd-i Kadîm'in, yani Tevrat'ın Eş'iyâ kitabında, Kitâb-ı Eş'iyâ'da, Mekke'nin istikbalini anlatan ayetlerde işaret ediliyor ki: "Âhir zaman peygamberi geldiği zaman, kıbleyi Mekke'ye çevirecek!"
Onu Cenâb-ı Hak [işaret ediyor]: "Kudüs'e doğru dönüp dururken, işte sizin kitabınızda da önceden yazıldığı gibi, sizin de bildiğiniz gibi, tahmin ettiğiniz gibi, hak peygamber olduğundan, hakiki âhir zaman peygamberi olduğundan, bak işte orada vaat edildiği üzere, kıbleyi de Kâbe tarafına döndürdü."
Çünkü Kâbe, Hz. İbrahim aleyhisselam'ın yeniden bina ettiği ama esas temelleri öncelerden olan, dünyanın en eski mescidi, en mukaddes yeri... İşte onu da görünce, yahudilerin derhal mü'min olmaları lazımdı. "İşte tamam, bizim Ahd-i Kadîm'de, Tevrat'ta, kitabımızda yazıldığı şekilde kıbleyi de değiştirdi. Demek ki bu hakiki âhir zaman peygamberiymiş!" demeleri lazımdı.
Öyle yapmasaydı, bu sefer de: "Bu âhir zaman peygamberi olsaydı, kıbleyi değiştirirdi. Bak değiştirmiyor!" diyeceklerdi. İşte artık söz söylemelerinin, tenkit etmelerinin önü de kesilmiş oldu. Onlara da bir belge verilmiş oldu. Gelen zât, "ben âhir zaman peygamberiyim" diyen zât, hakikaten o mu, yoksa bir iddiacı mı?.. İşte bak hakikaten o; çünkü sizin kitabınızda evsafı söylenen şekilde çıktı ve yapacağı işleri de yaptı.
Li-ellâ yekûne li'n-nâsi aleyküm hüccetün "Ey mü'minler! Öteki insanların, yahudilerin, ehl-i kitabın sizin aleyhinizde kullanacağı, bir delil, yürüteceği bir tenkit mantığı kalmasın diye bu..." Artık iyice ağızlarını kapatmak için, tenkit edecek bir laf bulamamaları için ve gerçeği tam görmelerini sağlamak için. Bir de âhirette, "Ben size gerçekleri işaret ettim, gösterdim, niye uymadınız?" diye aleyhlerine Cenâb-ı Hak onları cezalandırmakta bunları bahis konusu edecek.
Bu kadar aşikâr delillerden, belgelerden sonra, âhir zaman peygamberi buymuş diye, iman edip etrafında toplanmaları lazımdı. Musa aleyhisselam'a iman ettikleri gibi, Peygamber Efendimiz'e de iman etmeleri lazımdı. İsa aleyhisselam'a iman ettikleri gibi, hristiyanların da Peygamber Efendimiz'e iman etmeleri lazımdı. Ama yapmadılar.
Yapmayanlar nedir?
Zalimlerdir.
İllellezîne zalemû minhüm. "Onlardan zulmedenler müstesnâ..." Gerçekleri gördüğü halde kabul etmiyor da yola gelmiyorsa o insan zalimdir. İşte o zalimler müstesna... Hem görüyorlar, hem anlıyorlar, hem de çocuklarını bilir gibi kesin olarak biliyorlar. Gene de tâbî olmuyorlar.
O zaman bunların yaptıkları nedir?
Haksızlıktır, adaletsizliktir, zulümdür, hakka suikasttır, hakkı desteklememektir; elbette cezalandırılacak.
Müslümanlar böyle kıbleyi Allah'ın emretmesi üzerine, çevirmesi üzerine Kâbe'ye dönmeye başladılar, ötekiler de ileri geri konuştular. Müşrikler de konuşacak. Peygamber Efendimiz Kâbe'ye dönme âyetini okuyunca, müşrikler dediler ki: "Bakın, Muhammed Kâbe'ye döndü. İlk önce Kudüs'e doğru dönüyordu, şimdi Kâbe'ye döndü; yavaş yavaş geriye doğru dönüyor. Tamam, bizim çizgimize gelecek, bizim hizamıza gelecek, işte bizim haklılığımız ortaya çıkacak!" dediler.
Onların da böyle söylemelerine hiç meydan kalmıyor artık. Çünkü "Siz İbrahim aleyhisselam'ın Kâbe'sini seviyorsanız, işte o Kâbe'ye dönmüş peygamber; siz de ona tâbi olun!" Daha önceden dırdır ediyordunuz. "Hem İbrahim aleyhisselam'ın torunuyum diyor, hem İbrahim aleyhisselam'ın dini olan haniflikten bahsediyor, 'ben ona bağlıyım' diyor, hem de Kudüs'e dönüyor, Kâbe'yi bırakıyor; olur mu?" diyenlerin de artık tenkitlerinin önü kesilmiş oluyor. Bunların kesilmesi için:
Li-ellâ yekûne li'n-nâsi aleyküm hüccetün. "Ey mü'minler, müslümanlar! Öteki o insanların sizin aleyhinize söyleyecek böyle bir mantık yürütmesi, imkânı, bir belgesi kalmasın diye, bundan dolayı Cenâb-ı Hak bu emri verdi. Onun için Kâbe'ye dönün! O zalimler müstesna... Artık onlar ne söylerse söylesin, siz onlara aldırmayın!
Felâ tahşevhüm. "Onlardan korkmayın!" Kâbe'ye dönün, onların dedikodusunu veya daha başka bir tehlikesini nazar-ı dikkate almaktan uzak durun, korkmayın!
Vahşevnî. "Benden korkun!" Allahu Teâlâ hazretleri öyle emrediyor. "Onlardan korkmayın, benim emrimi tutun, benden korkun! Kâbeye dönün!"
Ve li-ütimme ni'metî aleyküm. "Ben bunu insanların, sizin aleyhinizde delil yürütme imkânı kalmasın diye yaptım. [Kıbleyi] Kâbe'ye ondan böyle çevirdim. Bir de sizin üzerinizde nimetimi tamamlamak için..."
Tabii şerefli bir ümmet kıldı. Âhir zaman peygamberinin ümmeti oldular, en sevdiği peygamberinin ümmeti oldular. Kur'ân-ı Kerîm üzerlerine geliyor, iniyor. Kâbe de artık kıbleleri olunca, dinî konudaki nimeti tamamlamış oluyor. "İşte o nimeti tamamlayayım diye, bu değiştirmeyi yaptım. Onun için siz Kâbe'ye dönün!" diye Allah emrediyor.
Ve le'alleküm tehtedûn. "Tâ ki hidayet üzere hareket edesiniz diye..." Yani yanlış iş yapmış olmayasınız, doğru olanı yapmış olasınız, Cenâb-ı Hakk'ın razı olduğu hidayet yolu üzerinde olasınız diye bu emri verdim. "Bu Kâbe'ye dönme işini size emrettim. Onun için bunu böylece tutunuz!" diye Cenâb-ı Hak Teâlâ bunun bir nimet olduğunu muazzam bir nimet olduğunu ve insanların tenkitçilerinin ağzını kapatacak bir davranış, bir emir olduğunu ve doğru yolda müslümanların en sevdiği şekilde yaşamalarını sağlayacak tamamlayıcı bir emir olduğunu beyan ediyor.
Bu 150. âyet-i kerime ile konu burada bitiyor, bundan sonraki âyet-i kerimeler:
Kemâ erselnâ fîküm rasûlen minküm yetlû aleyküm âyâtinâ ve yüzekkîküm ve yü'allimü'l-kitâbe ve'l-hikmete ve yu'allimüküm mâ lem tekûnû ta'lemûn.
Fezkürûnî ezkürküm veşkürûlî ve lâ tekfurûn.
151. ve 152. ayetler birbirine bağlı. "Ben size peygamber gönderdiğim gibi, siz de beni zikrediniz, şükrediniz, küfrân-ı nimette bulunmayınız!" mânasına müstakil, 151. ve 152. âyet-i kerimelerin bu kıble konusuyla ilişkisi bitmiş oluyor...
Ya da bazı müfessirlere göre, bu Kemâ erselnâ fîküm rasûlen minküm yetlû aleyküm âyâtinâ âyet-i kerimesi, le'alleküm tehtedûn'e mânaca bağlı olduğunu düşünenler de var... Her iki hususu inşaallah bir dahaki tefsir dersimizde anlatırız.
Ama artık Bakara Sûresi'nin ikinci cüzünün birinci ve ikinci sayfasında, uzun uzun emirlerle anlatılan kıblenin Kâbe'ye döndürülmesi hususu, bu 150. âyet-i kerime ile üç defada yönünüzü Kâbe'ye, Mescid-i Harâm'a döndürün diye peş peşe, te'kiden emretmek suretiyle kesin olarak anlatılmış oluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bütün emirlerini can u gönülden, rızasını kazanacak vechile, uygun, edepli bir tarzda yapmaya cümlemizi muvaffak eylesin... Rızasına aykırı duygulardan, edepsizliklerden, ahlâksızlıklardan, yanlışlıklardan, hatalardan, inatlardan cümlemizi, cümlenizi korusun... Ne emrederse onu yapalım, neyi yasaklamışsa ondan kaçalım!
Bizim fakültede bir profesör vardı. Bakanlık da yapmış bir kimseydi. Almanya'da bakan olarak oraya gittiği zaman önüne geniş ziyafet sofrasında içki koymuşlar. Demiş ki:
"Bana içki koymayın, ben içki içmem!"
"Niye?.." demişler.
"Cenâb-ı Hakk'ın o kadar çok nimetleri var ki sofranın üstünde, ona lüzum yok!" demiş.
Cenâb-ı Hakk'ın helâlleri o kadar çok ki, haramlarına tenezzül etmeye, sapmaya hiç lüzum yok! Her ihtiyacın karşılanmasını Cenâb-ı Hak helâl yollardan nasip etmiş. Onlarla ihtiyaçlar karşılanır, gönüller şen olur. Hayat mutlu olarak devam eder, nesiller devam eder. İnsanlar mutlu olur.
Ama insanlar, bu kadar geniş saadet imkânları varken, kıyıda köşede istisnaî, "şunu yapmayın bunu yapmayın" diye tek tük, azınlıkta olan yasaklar var; inadına gidip onlara saplanıyorlar, onları yapıyorlar. İnsanoğlu şeytana kanıyor, nefsine mağlup oluyor; iyi düşünmüyor, aklını kullanmıyor, hatalı işler yapıyor.
Cenâb-ı Hak bizi helalleriyle perverde eylesin... İbadet ve taatinde yaşamayı nasip eylesin... Haramlarına tenezzül etmeyen yanaşmayan, bulaşmayan kullarından eylesin... İsyanda ömür geçirtmesin, isyana ayağımızı kaydırmasın... Emirlerine mutî, yasaklarından müctenib olarak yaşamayı nasip eylesin... Böylece temiz pak şekilde ömür sürmeyi, kişi olarak saadet ve selâmetimizi sağlamayı nasip eylesin...
Ama bir de bundan daha yüksek güzel bir durum var: Bir de başkalarının da İslâm'la müşerref olması, mutlu olması için, dünya ve âhirette aziz ve bahtiyar olması için çalışmak var... Bunu da milletçe, devletçe, ümmetçe, fert olarak, cemiyet olarak yapmalıyız.
Çünkü Cenâb-ı Hakkın kuluyuz, Cenâb-ı Hak'tan kendimiz rızasını kazanıp cennete gittiğimiz gibi, gitmek istediğimiz gibi başkalarının da cennete gitmesini istiyoruz. Onun için çalışmamız gerekir. Çalışırsak asil bir şey yapmış oluruz, herkesin iyiliğini istemiş oluruz. Onun için, bütün insanların müslüman olması, mü'min olması için gayret edelim!..
Dikkat edersek, onlar da böyle gayretler içindeler ama ters gayretler içindeler... Komünistler müslümanları İslâm'dan koparıp komünist yapmak istiyor; misyonerler hıristiyan yapmak istiyor. Esrarkeş yapmak isteyenler var, yoldan çıkartmak isteyenler var... Birliklerini dağıtmak, iktisadî durumlarını bozmak, birbirlerine kırdırmak isteyenler var... Bunlar hep şeyâtînü'l insü ve'l-cin, "insanların ve cinlerin şeytanlarının" faaliyetlerinden ve kâfirlikten, şirkten, zulümden oluyor.
Allah bizi şirkten ve küfürden şiddetle korusun... İman ve ihlâs sahibi eylesin, mü'min-i kâmil eylesin... İslâm'a da güzel hizmet şerefiyle şerefyâb eylesin...
Nice hayrât u hasenât yapıp, rızasını kazanıp iki cihan saadetine erelim! Rabbimizin cennetiyle, cemaliyle müşerref olalım!
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.