es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!
Tefsir sohbetinde karşı karşıyayız!
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'in şefaatine, Peygamber Efendimiz'in şefaatine cümlemizi erdirsin.
Bakara Sûre-i Şerifesi'nin 172. âyet-i kerîmesi.
Bismillâhirrahmânirrahîm:
Yâ eyyühellezîne âmenû külû min tayyibâti mâ razaknâküm veşkürû lillâhi in küntüm iyyâhü ta'büdûn.
Bunu anlatmak istiyorum. Bir de bunun devamı olan 173. âyet-i kerîme:
İnnemâ harrame aleykümü'l-meytete ve'd-deme ve lahme'l-hınzîri ve mâ ühille bihî li-ğayrillâhi femenidturra ğayra bâğin ve lâ âdin fe lâ isme aleyhi innallâhe gafûrun rahîmün.
Allahu Teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmelerde buyuruyor ki;
Yâ eyyühellezîne âmenû.
Ellezîne: "O kimseler ki…" demek.
Ellezîne âmenû: "O kimseler ki iman ettiler." demek.
Tam, harfiyen, motamot çevirisi.
Yâ eyyühellezîne âmenû. "Ey o iman eden kimseler, ey mü'minler, ey iman edenler!" diye tercüme edebiliriz.
Külû. "Yeyiniz!"
Kef ile kül: "Ye!" demek.
Kaf ile kul: "Söyle, de!" mânasına geliyor. Birisi kâle'den, birisi ekele'den geliyor, mâzîleri kökleri bu.
Bazı şeyler Türkçe'de anlaşılmıyor. Çünkü kaf ve kef Arapça'da ayrı harfler, bunların Türkçe karşılığı bir k harfi. Kaf mı kef mi, kalın mı ince mi belli olmuyor. Burada ince, kef ile;
Külû. "Yeyiniz ey mü'minler!" buyuruluyor.
Min tayyibâti mâ razaknâküm. "Ben Azîmüşşân'ın sizlere rızık olarak ihsan ettiğim yiyeceklerin iyi olanlarını yeyiniz! Veşkürû lillâhi. "Ve bu nimetleri dolayısıyla Allah'a şükrediniz!" İn küntüm iyyâhu ta'büdûn. "Eğer ki ona gerçekten ibadet ediyorsanız!"
"Ona ibadet eden kimselerseniz ona böyle şükredin!"
Daha önceki âyet-i kerîmede;
"Allah'ın emirleri, teklîf-i ilâhiyye, imanın kabulü kendilerine geldiği hâlde, peygamber geldiği hâlde, 'İslâm'a gelin!' denildiği hâlde kabul etmeyenlerin durumu; çobanın kendisine bağırmasına rağmen ne dediğini anlamayan, sözün teferruatını bilmeyen, sadece ses duyan hayvanlar gibidir. Onlar sağırlardır, dilsizlerdir, körlerdir ve akletmezler, akletmiyorlar, akletmeyecek durumdadırlar!" denilmişti.
Burada da; "Ey iman edenler!" deniliyor, bir bağlantı var:
"Siz o aklı olmayan, dilsiz, sağır, kör hayvanlar gibi olmayın! Ey iman edenler, mü'minler olarak Allah'ın sizi rızıklandırdığı nimetlerin helâllerinden yiyiniz ve Allah'a şükrediniz! Eğer gerçekten ona ibadet ediyorsanız." buyrulmuş oluyor.
Külû "Yeyiniz." burada "Yemeniz serbest." mânasınadır. "Mutlaka yiyeceksiniz!" mânasına olsa o zaman yenmediği takdirde emir tutulmadığı için ceza gerekir. O bakımdan bu, "Yiyebilirsiniz." demek. Ama bazen de yemek mecburiyetinde olur. Yemediği takdirde kendisinin sağlığını koruması, hayatını idâme ettirmesi mümkün olmazsa o zaman yemesi mecburî olur.
Bazen de mendub olur; güzel, sünnete uygun bir davranış olur. Mesela karnı tok ama misafir geldi, onunla beraber oturup yiyor. Bazen de yemek serbesttir; biz buna ibâha diyoruz, mübah diyoruz.
Yemek yemek canlının bir hakkıdır, hayatını devam ettirmek için tabii yiyecek. Yemek yemek hakkıdır, şükretmek vazifedir, vecibedir, farzdır, şükretmesi lazımdır.
Biz mü'minler Allah'ın nimetlerini yiyeceğiz ama;
Min tayyibâti mâ razaknâküm. "Benim size rızık olarak verdiklerimin tayyib olanlarından, iyi olanlarından yiyin!" buyuruluyor.
Yaratılmış olan şeylerin, yenilmesi mümkün olan şeylerin hepsi yenmez.
Mesela bazı hayvanlar haramdır, yenmez! Zararlıdır, zehirlidir, yenmez. Bazı otlar meyveler yenmez. Bunların tayyib olanlarından iyi olanlarından, [helâl olanlarından] yeyin!
Tayyib; "hoş, iyi" demek. Ya kendisi temizdir ya da kazanılması itibariyle temiz olması önemlidir. Mesela helal olan bir ekmeği insan çalsa o zaman bu tayyip olmuyor. Ekmek temiz, fırından çıkmış, mis gibi kokuyor, hiçbir kusuru yok, tertemiz; ama kazanma şekli günah olduğundan o zaman yenilmez.
Ya kendi kendine, bizâtihî, aslında temiz ya da kazanılması, ele geçiş şekli itibariyle temiz olacak, ikisi de olacak. Ele geçişi haram oldu mu yiyeceğin temiz olmasının kıymeti yok! Hem maddeten hem mânen hem kendisi temiz olan hem de kazanılması [itibariyle] zulüm olmayan şekilde, Allah'ın razı olacağı şekilde olması iyidir.
Mâ razaknâküm. "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi olanları!"
Rızıklar çoktur; meyveler, sebzeler, bitkiler, hayvanlar çoktur. Mesela biz müslümanlar rızıkların bazılarını yiyoruz bazılarını yemiyoruz. Mesela, kuşların pençeli, gagalı, parçalayıcı olanlarını yemek bizim şeriatimizde yok. Onu da Allah yaratmış, onu da yiyenler olabilir ama biz imanımızdan dolayı, Allah'ın emrine uymak istediğimizden dolayı yemiyoruz. Demek ki;
"Ey mü'minler! Rızık olarak verdiklerimin maddeten ve mânen temiz ve helâl olanlarını yiyin!"
Cenâb-ı Hak habis şeyleri, pis şeyleri helâl kılmamış; temiz şeyleri helâl kılmıştır. "Yiyin." dedikleri helaldir, güzeldir. Şeriatın "Yiyebilirsiniz." diye müsaade etmesi senettir. Yasaklaması, "Yemeyin." demesi de iyi olmadığına bir belgedir. Bilim adamları incelesin, türlü türlü zararlarını görürler.
Nitekim ben seneler önce Almanya'ya gitmiştim, kardeşlerimizin birinin evinde misafirdim. Televizyondaki bir konuşmacı, domuz etinin zararları üzerine konuştu, bitirdi. Ben ancak sonuna ulaşabildim. Arkadaşımız dedi ki;
"Bu konuşmacı bu televizyonda - Alman televizyonu - bir haftadır domuz etinin zararları üzerine konuşma yapıyor!"
Müslüman olarak değil de Alman olarak domuz etindeki zararları anlata anlata bir hafta konuşmayı sürdürmüş.
Cenâb-ı Hak kötülüğü emretmez, kötü şeyi yapmayı buyurmaz. Buyursaydı bir şey diyemezdik. Çünkü biz kuluz, o âlemlerin Rabbidir; itaat edecektik! "Taş yiyin!" dese taş yiyecektik, "Ağaç yiyin!" dese ağaç yiyecektik ama iyi şeyleri emretmiştir. Kötü şeyleri de yasaklamıştır. Yasakladığı şeylerin hepsi mutlaka kötüdür, görüyoruz.
İçki! Evet, başkaları içiyor ama kötü olduğunu onlar da söylüyorlar. Bira! Alkolü azmış da, bilmem neymiş de bir sürü bahane…
Ama hiç unutmuyorum, senelerce önce Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nden bir general profesör, biranın zararları üzerine bir konuşma yapmıştı. Ne kadar zararlı olduğunu anlatmıştı.
Demek ki basındaki; "Hoştur, iyidir, zararsızdır." demeler boş laftan ibarettir. Çünkü askeriyenin durumu mâlum, askerî akademinin durumu mâlum. O mevkideki bir insanın bunu, sırf bilimsel olarak söylediği bir gerçek. [Biranın içilmesi] uygun değil!
"Peki, gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda, mecmualarda reklamlar var…"
O reklam işi başka! Ticaret, kazanç işi ayrı bir iş! O, bilimden başka türlü olabiliyor. Ama mesela Amerika'da sigaranın reklamı yasak!
Neden?
Zararlı olduğu için! Güzel!
Hoş olan şeyi her nerede olursa olsun alkışlarız. Bizim doğruyu kabul etmemiz sınırlı değildir. Güzel her yerde güzeldir, çirkin her yerde çirkindir. Eğri otursak da doğru konuşmak lazım!
Cenâb-ı Hakk'ın emirleri güzeldir, emrettikleri temizdir. Yasakladıkları kötüdür, zararlıdır; onun için yasaklamıştır. Kural bu! Çünkü İslâm insanın ruhunu, bedenini, neslini, malını, kalbini, imanını korumak için gelmiştir. İman koruyucudur, koruma vazifesiyle gelmiştir. Doktor gibidir, müşfik bir tabip gibidir. Elbette zararlı olan şeyleri söyleyecek!
Peygamber Efendimiz'in mübarek sözleriyle sohbetimiz ziynetlensin, o mücevherlerle kıymeti artsın diye Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten bir hadîs-i şerîf okumak istiyorum.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki;
Yâ eyyühen-nâs! İnnallâhe tayyibün. "Allahu Teâlâ hazretleri hiç şüphe yok ki kendisi bizzat tayyibdir; iyidir, hoştur, güzeldir." Lâ yakbelü illa't-tayyibe. "Ancak kullarının da tayyib olan, iyi, hoş, güzel olan sadakalarını, hayırlarını işlerini kabul eder."
Başka bir hadîs-i şerîf de vardır:
İnnallâhe cemîlün yuhibbü'l-cemâli. "Hiç şüphe yoktur ki Allahu Teâlâ hazretleri güzeldir, güzelliği sever!" Bu da onun gibi bir ifade, ikisi birbirini hatırlatıyor.
Demek ki Allahu Teâlâ hazretleri yapılan iyiliklerin, verilen sadakaların kabulünü de şart olarak tayyib olmasına bağlıyor.
İnsan haramdan kazanç sağlasa da bu tarafta zekât verse sadaka verse fakire yardım etse kıymeti olur mu?
Olmaz!
Neden?
İşte bu sebepten!
Lâ yakbelu ille't-tayyibe. "Allah ancak tayyip olanı kabul eder."
Adam haramdan kazanmasın, helâlden kazansın; bir zeytin ikram etsin. Haramdan, başkasını ağlatıp üzüp zulmedip öldürüp parayı kazandıktan sonra beri tarafta kendisini affettirmek için cami yaptırmak [olmaz]!
Kimi kandırıyor?
Kimseyi kandıramaz. Çünkü o paraların içinde gözyaşları var, kanlar, zulümler var. Sonra ihtiyarlayınca ölüm korkusu paçasını tutuşturduğu zaman cami yaptırınca kurtulacağını sanır. Kurtulamaz. Çünkü Allah tayyibi kabul eder, tayyib olmayanı kabul etmez. İyi, hoş, güzel olanı kabul eder. Hoş, güzel, iyi olmayan kazançla yapılmış hayırları da kabul etmez.
Peygamber Efendimiz;
Ve innallâhe emere'l-mü'minîne bimâ emera bihi'l-mürselîn. "Allahu Teâlâ hazretleri mü'min kullarına, sevgili peygamberlerine emrettiği şeyleri emretmiştir. Ve kâle yâ eyyüher-rusulü kulû mine't-tayyibâti va'melû sâlihâ innî bimâ ta'melûne alîmün 'Ey peygamberler, ey resûller! Tayyib olan şeylerden yiyin ve salih ameller işleyin, güzel işler işleyin! Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.' buyurmuştur."
Mü'minlere de; Yâ eyyühellezîne âmenû külû min tayyibâti mâ razaknâküm. "Size rızık olarak verdiklerimizin, tayyib olanlarından, iyi olanlardan yiyin!' dedi.
Peygamberlere tavsiye ettiği gibi mü'minlere de tayyib şeyler yemeyi tavsiye etti. Temiz, iyi, hoş, helâl olan şeyleri tavsiye etti.
Hadîs-i şerîfte bu nasihatten sonra helâl, güzel, hoş, tayyip gıda, kazanç veya paranın gereğini tavsiye ettikten sonra Efendimiz uzun bir yolculuk yapmış, bir adamın durumundan bahsetti:
Sümme zekere'r-racüle yutîlu's-sefer. "Falanca adam uzun seferler yapmış." Eş'asu ağberu. "Seyahatten saçı başı darmadağın olmuş, toza toprağa bulanmış." Yemuddü yedehû ile's-semâi yâ Rabbi, yâ Rabbi. "Elini havaya kaldırır, hararetli hararetli 'Yâ Rabbi, yâ Rabbi!..' der. Ve mat'amühû harâmün. "Yemesi haramdır." Ve meşrebuhû harâmün. "İçmesi haramdır." Ve melbesühû harâmün. "Ve üstündeki giyecekler haramdır." Ve ğuziye bi'l-harâmi. "Haramla gıdalanmıştır." Fe ennâ yüstecâbü li-zâlike. "Cenâb-ı Hak bu adamın duasını nasıl kabul etsin?!.."
"Kabul eder mi, kabul etmez!" mânasına bir hadîs-i şerîf.
Yutîlü's-sefer sözünden anlaşılıyor ki mesela bir adam hacca gelse; memleketini bırakıyor, uzun seferler, zahmetler sonunda Mekke-i Mükerreme'ye geliyor, hac yapıyor. Elini kaldırıyor, Arafat'ta, Mina'da, Müzdelife'de dualar ediyor. Ama her şeyi haram! Onu kabul etmez, demek. Sanki hac seferine işaret ediyor ama hac seferi olmasa dahi yediği, içtiği, giydiği haram, gıdası haram olunca duasının kabul olmadığını birçok hadîs-i şerîften bildiğimiz gibi bu hadîs-i şerîften de anlıyoruz.
Buradaki mat'am, meşrab ve melbes masdar-ı mimi; başına mim gelmiş masdar mânasına kullanılan kelimelerdir.
Niye bu ikazı yapıyorum?
Çünkü bu aynı kelimeler üç mânaya gelir: Bu masdar-ı mîmi de olabilir ism-i mekân da olur ism-i zaman da olur.
Mat'am, ism-i mekân olursa "lokanta, taam yeme yeri" mânasına olur.
Meşreb ne demek olur?
"Çeşme, su içme yeri" demek olur.
[Türkiye'de] insanın tarzı, içiş tarzı gibi, hareketi, duruşu, akışı, içişindeki tarz; ona da "mezhep" gibi "meşrep" deniliyor.
Melbes de "elbise yeri" demek olabilir. Bu hadîs-i şerîfte öyle değil, hepsi masdar-ı mîmi.
"Adamın, 'Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!..' demesinin kıymeti yok! Çünkü yemesi haramdandır, içmesi haramdandır, giymesi haramdandır. Haramla gıdalanmıştır! Allah onun duasını nasıl kabul etsin?!"
"Kabul etmez!" mânasına.
Demek ki bu âyet-i kerîmeden son derece mühim bir hususu iyice kaydedeceğiz, kalbimize, aklımıza yerleştireceğiz: Yediğimiz şeyin helâl olmasına son derece dikkat edeceğiz. Çünkü hadîs-i şerîften anladığımıza göre duası kabul olmuyor.
Âyet-i kerîmede Allah bize helâl yemeyi, tayyib yemeyi emretmiştir. Haram yemeyi uygun görmemiştir, tavsiye etmemiştir, yasak etmiştir.
Veşkürû lillâhi. "Allah'a şükredin!"
Şükür nedir?
Şükür, nimeti verene tâzim etmektir. Nimeti bana verdi diye saygı göstermek ve bunu ifade etmektir. Sözle de olur hareketle de olur. Kavlen de olur fiilen de olur.
Bir insan sıcak bir günde tam susadığı sırada suyu içtiği zaman; "Yâ Rabbi, çok şükür!" der. Bu, sözle şükürdür. Yemek yediği zaman, "Elhamdülillâh. Yâ Rabbi bu nimetleri, türlü türlü meyveleri, tatlıları, etlileri, sütlüler, verdin, yedirdin; sana çok şükür yâ Rabbi!" der.
Ama esas şükür Cenâb-ı Hakk'ın nimetlerini yiyip nimetlerini yediği Cenâb-ı Hakk'a itaat etmekle olur. İsyan ederse şükretmemiş olur.
Mesela Allah bir akıl nimeti vermiş. Onu şerre kullanırsa tersine kullanmış oluyor. O zaman ne kadar, "Çok şükür yâ Rabbi, beni akıllı kıldın!" dese de kıymeti yok! Her azasını, her imkânını yaratılış gayesine uygun olarak kullanması gerekiyorsa şeriat doğruyu nasıl emretmiş, göstermişse ahlâk ve edebe [göre] kullanması lazım.
Külû. "Yiyecek." Veşkürû. "Ondan sonra şükredecek."
Bu nimetleri yiyip de şükretmek mü'minin alametidir.
Onun için şart olarak in, "eğer" mânasına geliyor:
İn küntüm iyyâhü ta'büdûne. "Eğer O'na tapıyorsanız, Allah'ı tanıyorsanız Allah'ın nimetlerini yiyin ve Allah'a şükredin!"
Demek ki mü'min insan Cenâb-ı Hakk'a şükreder, Cenâb-ı Hakk'a hamd eder. Cenâb-ı Hakk'ın nimetlerini bilir ve ona göre hareket eder.
İkinci âyet-i kerîme. Buyruluyor ki;
İnnemâ: "Sadece, yalnızca..."
Edat-ı tahsîs derler; bir şeyin özel bir kısmını [kasdediyor.] "Başka bir şey değil, sadece bu!" mânasına edât-ı tahsis.
İkinci âyet-i kerîmeyi böyle kelime kelime açıklayalım, sonra geniş açıklarız:
İnnemâ harrame aleyküm. "Sadece bazı şeyleri size haram kıldı."
Allah her şeyi haram kılmadı.
Sadece neleri haram kıldı?
el-Meytete. "Ölü etini haram kıldı." Ve'd-deme. "Kanı haram kıldı."
Kan yemeyi içmeyi haram kıldı.
Ve lahme'l-hınzîri. "Domuz etini haram kıldı." Ve mâ ühille bihî li-ğayrillâhi. "Allah'tan gayrısı adına, nâmına kesileni, kurban edileni, putlar için kesileni haram kıldı."
Sadece bunları haram kıldı.
O kadar geniş bir helâl yelpazemiz var ki önümüzde sayılamayacak kadar çok helâller var, bazı şeyler haram! Haram şeyler azdır, haramlar azdır. Onların yapılmasında zarar olduğundan, yenilmesinde zarar olduğundan haram kılınmıştır. Ama maalesef insanlar giderler giderler, bu kadar helâllerden geçerler geçerler; haramları yerler, içerler! Bu da gafletten, cahillikten ve âhiretteki hesabı idrak edememekten, düşünmemekten, korkmamaktan [kaynaklanıyor]!
el-Câhilü cesûrün.
Cahil cesur olduğundan alay edip aldırmayıp; "Sen yemiyorsan ver ben yiyeyim!" demesinden, küstahlıktan olur.
Ama dünyada dikkat edilecek bir durum var. İnsanın başına çeşitli olaylar gelebilir.
Femenidturra ğayra bâğin ve lâ âdin. "Ama o kimse ki muztar kaldı, sıkıştı, mecbur kaldı. Bâgî olarak, taşkınlık yapıcı, hududu aşıp mütecaviz olarak değil de sıkıştığı için mecbur kaldığı, muztar kaldığı için iyice daraldı." Fe lâ isme aleyhi. "O zaman bu sayılan şeylerden ölmeyecek kadar yerse günah yoktur."
Çünkü iyice sıkışmış, daralmış; yemezse helâk olacak. Ondan dolayı; "Onlara -sıkışmadan, daralmadan dolayı- günah yoktur." buyuruluyor.
İnnallâhe gafûrun rahîmün. "Hiç şüphesiz ki Allahu Teâlâ hazretleri emirlerini hikmetle veriyor. Çok mağfiret edicidir, çok merhametlidir, rahmedicidir, zulmedici değildir."
Bütün emirleri insanların lehinedir, faydasınadır. Elhamdülillâh, çok şükür!
Bu konularda biraz teferruata ait bilgileri verelim.
Allahu Teâlâ hazretleri sadece neleri haram kıldı?
İyi şeyleri yememizi emretmişti. Onun arkasından iyi şeyleri sıraladıktan sonra bu âyette de kötüleri beyan buyuruyor:
Ölü eti.
Ölü eti ne demek?
Kesilmeden, kurban edilmeden önce canı çıkmış olan, hayatı bitmiş olan hayvanın eti yenilmez. Mesela bir koyun dağda ölmüş, eti yenmez. Çünkü kesilmedi, kurban edilmiş değil; kendi kendine ölmüş. Tıp da bunu kabul eder. İncelenirse kim bilir neden ölmüştür, mutlaka mikropları vardır, zehirlenmiştir… Allah, "Ölü eti yenmez!" buyuruyor.
Kan meselesine gelince Araplar'ın âdetiymiş; kanı alırlarmış, pişirirlermiş, yerlermiş. Onu atmazlarmış. Onu da Cenâb-ı Hak haram kılmış oluyor.
Hınzır eti!
Burada "hınzır eti" sözü, "Sadece eti haramdır da, yağı haram değildir!" mânasına değil. Hınzırın her şeyi haramdır! Zikrü'l-cüz', iradetü'l-küll derler; aslolan bir cüzü, belirgin olan bir parçayı söyleyip bir maddenin, bir varlığın tamamını kastetmek gibi bir şey var. Edebi sanat var.
Mesela; "O zatın yüzü suyu hürmetine..." diyoruz. Yüzü bir parçasıdır, [kastedilen o zâtın kendisidir].
1.Ölü etinin yenmemesi meselesi!
Öldüğü zaman necis olur. Necaset tayyib olmadığından, necis olduğundan yenmez.
Fakat hadîs-i şerîflerde belirtilmiştir ki balık ve çöl çekirgesi yenilebiliyor. Çünkü Buhârî ve Müslim'den başka tüm kitaplarda olan bir hadîs-i şerîf var. Tirmizî, "hasen hadis" demiş. Peygamber Efendimiz deniz konusunda buyurmuş ki;
Hüvet-tahûru mâühû el-hillü meytetühû. "Deniz temizdir ve balığın ölüsü de helâldir."
Hadîs-i şerîf, Abdullah b. Ebî Evfâ radıyallhu anh'ten rivayet edilmiş:
Ğazevnâ mea rasûlillâhi sallallâhu aleyhi ve selleme seb'a gazevâtin ev sitten. "Yedi veya altı sefer Peygamber Efendimiz'le savaşa gitmiştik." Ve künnâ ne'külül-cerâde ve nahnü meahû. "Bu seferlerde onun yanında çekirge yerdik!"
Peygamber Efendimiz'in yanında yedikleri sabit!
Demek ki çekirge ve balık hariç! Bu konuda bir de balık eğer şişmiş, suda ölüp de suyun üstüne çıkmışsa İmâm-ı Âzam Efendimiz, yenmesinin mekruh olduğunu beyan buyurmuşlar.
Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh ve kerremallâhu veche de;
"Deniz hayvanını, balığı kendisi şişmiş, kokuşmuşsa yeme!" diyor.
İbn Abbas, Câbir b. Abdillah da böyle karar vermişler. Ama buna mukabil Ebû Bekir es-Sıddîk, Ebû Eyyûb el-Ensârî, "Yenebilir." kanaatindelermiş.
Demek ki hadîs-i şerîflerde zikredilmiş: Balık ve çekirge sürüler hâlinde bulunuyor, toplanıyor, kurutuluyor, yeniliyormuş. Ölülerden, bunlar hariç, diğerleri yenmez. Öldü mü necis olduğundan yenilmez.
2.Kan meselesinde alimler ittifak etmişlerdir ki kan necistir, yenilmez! Kesilen hayvanlardan -akan olsun, başka şekilde olsun- yenilmez.
Peygamber Efendimiz'den bir hadîs-i şerîf daha rivayet ediliyor. Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ [rivayet ediyor]. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
Uhille lenâ mine'd-demi demâni ve mine'l-meyteti meytetâni el-hûtü ve'l-cerâdü ve mine'd-demi el-kebidü ve't-tıhâlü.
Hadîs-i şerîfte Efendimiz buyurmuş ki;
"Bize Allah tarafından kandan iki kan helâl kılınmıştır, ölüden de iki ölü helâl kılınmıştır." Peygamber Efendimiz açıklıyor:
"Helâl kılınan ölü, balık ile çekirge; helâl kan da dalak ve ciğer!"
Bunlar da kan miktarı fazla olduğu hâlde, helâl olmuş oluyorlar.
3.Hınzır etinin yasaklanması!
Âyet-i kerîmede lahmi'l-hınzîr diye geçiyor. Biz "domuz" diyoruz. Eski Türkçe'de donguz diye kâf-i nûnî ile yazılırdı. Araplar hınzîr diyorlar, Avrupalılar, İngilizler pork diyorlar.
Necistir ve haramdır, bu konuda ihtilaf yoktur!
4.Ve mâ ühille bihî li-ğayrillâh. "Allah'tan gayrı için kurban edilen hayvanların eti de yenmez!"
İhlâh, ehelle-ihlâl-ühille: Burada meçhul siygasıyla geçiyor; "yüksek sesle bağırmak" demekmiş.
Araplar putlarına kurban kesecekleri zaman, yüksek sesle; "Bu Lât içindir, Uzza içindir, Menât içindir!.." diye bangır bangır bağırırlarmış, ondan sonra keserlermiş. Kesileni yüksek sesle ifade ederlermiş.
İhlâl, iki gözlü he ile yazılıyor.
İhlâl kelimesi Araplar'da, "kurban keserken sesi yükseltmek" demekmiş ama sonradan "kurban kesmek" mânasıyla kullanılmış.
Ve mâ ühille bihî li-ğayrillâh. "Allah'tan gayrıya yüksek seslerle, bağırtılarla; 'Onun adına kesiyoruz!' diyerek kesilen hayvanın eti haramdır!"
Çünkü İslâm tevhide; Allah'ın varlığına, birliğine çok önem verir. Öyle bir put adına, Allah'tan gayrı bir varlık adına kestiği zaman kabul olmaz. Allahu Teâlâ hazretlerinin gazabı gelir. Öyle bir şeye müslümanlar yanaşmaz. Bu kötü bir şeyin engellenmesi için adeta "Etini de yemeyiz!" diye bir tavırdır!
İslâm zaten kendisi bir şeyin haram olduğunu söylediği zaman o şeyin ortaya çıkmaması için her şeyi de şart koşar ve engel olarak ortaya diker.
Mesela içki haramdır; içkinin imalini, taşınmasını, sunulmasını, satılmasını… hepsini haram kılıyor. Çünkü o merhalelerden geçilince içilme durumuna geliyor. Merhaleleri engelliyor.
İslâm'a göre faiz haramdır; "Kâtipleri de, alan da, veren de, hepsi Allah'ın lânetine uğrar." diye hadîs-i şerîf var.
Zina haramdır. Zina haram olduğundan ve bu iş bakmakla başladığından nâmahreme bakmak bile haramdır. İslâm engelliyor.
Müslümanlar; "Allah'tan gayrıya kesilmiş mahlûkun da yemeyiz!" der. Çünkü Allah yasaklamıştır. "Allah'tan gayrıya kesileni Allah haram kıldı." diye bu âyet-i kerîmede bildirdiğinden yenmez.
Muztar kalmak!
Bunlar yenmez, öteki helâl şeyler yenir.
Ama haram şeyler karşısında insan sıkışır, mecbur kalır, çaresiz kalırsa ne olacak?
Çaresizlik tabii önemli bir şey. İslâm çaresizlik, sıkışma karşısında mâkul bir tavır takınıyor:
ed-Darûrâti tübîhu'l-mahzûrât. "Zaruretler mahzurlu şeyleri yapılabilir hâle getirir, mübah kılar!"
İslâm'ın buna benzer kuralları var, Mecelle'de de var fıkıh kitaplarında da geçer.
el-Emru izâ dâka itteseâ.
Sıkıştığı zaman Cenâb-ı Hak bir imkân tanıyor, mâzeret kabul ediyor.
"Muztar kaldığı zaman" ne demek?
Bunun çeşitleri hakkında bilgi verelim.
Muztar kalmak, sıkışmak üç şekilde, üç derecede, üç kısımda olabilir:
1.Ya birisi zorlandı.
"İlle bunu yiyeceksin, yemezsen öldürürüm!" dedi. Tabancayı çekti, şakağına dayadı; "Ye bunu!" diyor.
Bu bir zorlama, buna "ikrah hâli" deniliyor. Düşman inadına yapıyor. O zaman yer. Çünkü mecbur, sıkıştı.
2.Ya da açlıktandır.
Karnı acıkmıştır, çöldedir, başka gıda kalmamıştır. O var; başka çaresi yok, onu yemese ölecek! O da bir muztarlık durumudur.
3.Ya da öyle fakirdir ki başka bir şey bulamamış, yiyebilir.
Bunun dışında; "Efendim ben sıkıştım, mecbur kaldım vs." uyduruk mâzeretler kabul edilmez. Ciddi mâzeret olacak.
Ciddi mâzeretin müsaadesinin de hududu vardır.
O nedir?
Femenidturra ğayra bâğin. "Kim muztar kalırsa bâğî olmadığı hâlde..."
Bâgî ne demek?
Ye'si düşmüş. İsm-i fâil siygası; ye'si vardı ama mecrur olduğu için ye'si düşer.
Bâğî: "Bağyeden, saldırgan, isyankâr" demek.
Bağy: "Fesat, kötülük, fesat çıkartmak" demek.
Bâğî: "Fesat çıkartan, isyan eden" mânasına.
Fesatçı olarak isyancı, karşı gelici olarak değil de fakirliğinden, çok açlığından veyahut muztar olduğundan dolayı yiyebilir.
Ve lâ âdin.
Udvân'dan geliyor.
Udvân, "düşmanlık" demek.
Âdîy'de ye var ama Arapça kurallarından dolayı ye düşmüş.
el-Âdî: "Udvan eden, zulmeden, düşmanlık eden" demek. Bu da "haddi aşmak, taşkınlık etmek" mânasına geliyor.
İnsan ölmemek için bu yasaklanan şeylerden bir miktar yer. Yediği miktar sınırı geçecek kadar değil. Ayakta tutacak kadar yer, fazlasını yemez. O zaman günah yoktur.
Fe lâ isme aleyhi. "O zaman sıkışık durumda yiyen kimseye bir günah yazılmaz."
Eskiden birileri -tam da isimleriyle iyi hatırlayamayacağım da- ailece yemek yiyorlarmış. Birisi gelmiş ama onu sofraya çağırmamışlar. O da şaşırmış:
"Hem yemek yiyorlar hem de beni davet etmiyorlar." diye üzülmüş, biraz kızmış. Sonunda da söylemiş.
Demişler ki; Biz bunu yeriz, bize helâl ama sana helâl değil! Ondan sana sunmadık ikram etmedik." demiş.
"O ne demek?" demiş.
Bilmece haydi düşünün, nasıl olabilir?
"Çünkü biz aç kaldık, fakiriz, açız; ölü etini pişirdik, yiyoruz. Bize Allah günah yazmaz. Ama sen zenginsin, bunu yeme müsaadesine sahip değilsin; onun için çağırmadık." demişler.
Evliyâullahın, güzel, mübarek, muttakî insanların hâlleriyle ilgili böyle bir fıkra, böyle bir kıssa da var.
İnnallâhe gafûrün rahîm. "Cenâb-ı Hak Teâlâ, Rabbimiz, Rabbül-âlemîn Gafûr'dur, afv ü mağfiret edicidir; Rahîm'dir, çok merhamet edicidir, rahmeti geniştir. Kullarına lütfuyla rahmetiyle muamele eder. Günah yazmaz; çünkü Gafûr'dur, Rahîm'dir, affedicidir.
Cenâb-ı Hak gafûrluğu, rahîmliği dolayısıyla çeşitli zamanlarda, çeşitli şekillerde, başka sebeplerle, başka zamanlarda günah işleyenleri de affediyor; o da ayrı. Rahmetinin hududu yok!
Allahu Teâlâ hazretleri hiç şüphesiz çok mağfiret edicidir, çok merhametlidir! Gafûr'dur, Rahîm'dir, Gaffârü'z-zünûb'dur, Settârü'l-uyûb'dur, Afüvv'dür, Kerîm'dir, Ekremül-ekremîn'dir, Erhamür-rahimîn'dir!
Biz de kulluğu yapmakta çok eksikli, kusurluyuz. Hatalarımız her zaman oluyor. İyi niyetle, iyi kulluk yapmak isterken de hata ediyoruz. Bazen de müslümanlar iyi niyetini kaybedebiliyorlar.
Her hâl ü kârda bilerek bilmeyerek işlediğimiz hatalarımızın mâzeretini, tevbesini Rabbimiz kabul etsin. Hepimizi afv ü mağfiret eylesin. Bizi helâl rızıklarla beslesin. Çünkü feyizyâb olmanın, Allah'ın sevgili kulu olmanın ve duaların kabul olmasının şartı helâl, güzel rızıktır, tayyib, hoş rızıktır. Haramların her çeşidinden korusun. Haramlar çok değildir. Az haramlara tamah edip de Cenâb-ı Hakk'ın kahrına, gazabına uğramaya lüzum yoktur.
Allahu Teâlâ hepimizi güzel müslümanlar eylesin, basiretli eylesin. Yaşadığımız yerlerde, çevremizde çeşitli tehlikeler karşımıza gelebilir. Hele yurt dışında yaşayan kardeşlerimizin, İslâm ülkeleri olmayan yerlerde yaşayan kardeşlerimizin gıdalarında haramlar olabilir. Onlara çok dikkat etmeli, helâl yemeye özen göstermeli, büyük titizlik göstermeli ki Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine nâil olunsun!
Allahu Teâlâ hazretleri bizleri korusun. Her yönden hayırlara erdirsin. Allah hepinizden razı olsun.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!