Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
Ramazan'ın son gününe geldik. Allah bu Ramazan'da bizleri de kazançları çok olanlar arasında ve kazananlardan eylesin. Âciz, nâçiz, eksikli, kusurlu, hatalı ibadetlerimizin hatasına, kusuruna, eksiğine nazar buyurmayıp tam, hatta etem, en tam şekilde kabul eylesin. Bizi nice nice mübarek günlere, Ramazanlara sağlıkla, afiyetle eriştirsin. Rahmetine mazhar eylesin. Dünyada âhirette sizleri, bizleri bahtiyar eylesin.
İtikâfa giren kardeşlerimizin o güzel ibadetlerini kabul eylesin. Kalplerini pür-nûr eylesin, feyizlerini çok eylesin... Bayrama maddeten ve mânen kârlı, sevaplı, ecirli, tertemiz çıkmayı nasip eylesin. Her iki yönden de tam mânasıyla bayram nasip eylesin...
Dünyanın üzerindeki mağdur, mazlum, mahzun müslüman kardeşlerimizi de kederlerden, üzüntülerden, dertlerden kurtarsın... Hastalarımıza şifa, dertlilerimize devalar ihsân eylesin... Geçmişlerimize rahmeylesin, kabirlerini pür-nûr eylesin...
Bu ibadetleri güzel yapabilmek çok zor. Hatta "Cenâb-ı Hakk'ın dergâhına layık ibadeti yapmaya hiç kimsenin gücü yetmez." diyebiliriz. Şeyh Sa'dî Gülistan'ın başında güzel ifadeleriyle beyan ediyor:
Ver ne sezâvâr hudâvendiest
Kes ne tevâned ki be-cây âvered
"Yoksa Cenâb-ı Hakk'ın dergâhına layık ameli kimse yapamaz." diyor. "Eksiğimizle, kusurumuzla, hatalı şey yaptığımızı itiraf ederek, tevazu takınmamız lazım geldiğini" hatırlatıyor.
Doğru bir düşüncedir. Eksiğimiz, kusurumuz çoktur. Allahu Teâlâ hazretleri eksiğimize, kusurumuza nazar eylemesin. Namazlarımıza, teravihlerimize, oruçlarımıza, Kur'an kıraatlerimize, zikirlerimize fazl u keremiyle çok büyük sevaplar ihsân eylesin.
Bir geceye bir ömür bereketi verdiği gibi, ihlâs ile bir lâ ilâhe illallah diyeni cennetine sokacağını vaad ettiği gibi, bizim de bu az ibadetlerimizi, onun çok çok rahmetine, engin rahmetine ermeye vesile eylesin.
Ebü'l-Yüsr hazretlerinden; Hanbelî mezhebinin müçtehidi, büyük alim, aynı zamanda büyük hadis bilgini Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyh kitabına almış ki Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyorlar:
Minküm men yusalli's-salâte kâmileten. "Sizden öyleleri vardır ki namazı kâmil olarak, tamı tamına, dört dörtlük kılar."
Beşerin aczi, tâkatinin sınırlılığı belli; içinizden bazıları namazı Cenâb-ı Hakk'ın razı olduğu şekilde tam kılar. Ama herkes böyle tam kılamaz.
Ve minküm men yusalli'n-nısf. "Sizden bazıları vardır, yarım kılar."
Tam değil, yarısı zayi olur.
Ver-rubu'. "Kimisi dörtte bir kılar."
Dörtte bir, yüzde yirmi beş demek.
Hattâ belağa'l-uşr. "Kimisi yüzde on kılar."
Yüz yapılacak şeyi, yüz yerine on yapıyor. Tam not yüz ama on alıyor. Çok az bir şey!
Namaz böyle olduğu gibi oruç da böyledir, diğer ibadetler de böyledir.
İnsanların ibadetlerinin kabulünün böyle farklı olması, ibadeti îfâsının tam, yarım veya çok zayıf olması nedendir?
İrfanlarındandır yani âriflik derecelerinin az veya çok olmasıyla alakalı bir şeydir. Şuuru tamsa, kalbi sâfi ise ihlâsı bütün ise kendini ibadete tam veriyorsa gönlünü dağıtmıyorsa aklını başka yerlere kaydırmıyorsa huşû ile kılıyorsa takvâlı ise o zaman tam alır.
Ama namazda aklına başka şeyler getirirse aklını başka şeylerle meşgul ederse çevresine bakarsa o zaman az olur. Veyahut namazı takvâ ile kılmazsa huşû ile kılmazsa, daha da azalır.
Hatta başka hadîs-i şerîflerden biliyoruz ki namaz insanı Allah'a yaklaştırır ama bazı namaz vardır ki Allah'a yaklaştırmaz; kılış tarzının kötü olması ve kötü maksatla kılınması gibi durumlardan dolayı Allah'tan uzaklaştırır. Adam namaz kılar, Allah'tan uzaklaşır. Çünkü riya ile kılıyor, çünkü gösteriş için kılıyor, çünkü menfaat için kılıyor, çünkü çok kötü birtakım fikirler ve duygular taşıyor. Onun üzerine Allah'tan uzaklaştırır.
Nice oruç tutan insan vardır, akşama kadar aç ve susuz durmuştur; başka bir kâr, sevap, ecir eline geçmez. Nice geceleyin kalkıp namaz kılan vardır; kalktı, abdest aldı, namaz kıldı ama uykusuz kalmaktan başka eline bir şey geçmedi. Namazı kabul olunmuyor.
Onun için muhterem kardeşlerim!
İyi müslümanın, şuurlu müslümanın, dikkatli müslümanın ne yapması lazım?
"Yaptığım ibadetlerin makbul düşmesi için Cenâb-ı Hakk'ın indinde kabule mazhar olması için nelere dikkat etmem lazım?" diye bunu araştırması, soruşturması, mutlaka öğrenmesi lazım. Çünkü akıntıya kürek çekmek olmasın, boşuna gayret olmasın, yerinde saymak olmasın, zayiat olmasın, kuma su dökmek gibi olmasın.
"Ben namaz kılıyorum, şu namazın makbul olması için neler lazım? Oruç tutuyorum, orucun makbul olması için neler lazım? Ramazan'a giriyoruz, çıkıyoruz neler lazım?"
Bunları sormak lazım.
Bunları; bir ibadetin makbul olması için neler gerektiğini, ben kitaplarımızda bahis konusu ettim. Eğer evinizde İhyâu ulûm varsa, oradaki İbadetlerin Âfetleri "İbadetlerin kabul olmamasının sebepleri nelerdir?" diye anlatan bölümlere bakarsanız, oradan da öğrenebilirsiniz. Etrafınızdaki ârif, bilgin zâtlardan sorup onlardan da öğrenebilirsiniz.
Aman boşuna zayiat olmasın, yazık olmasın, bir çuval incir berbat olmasın! Emekler heder olmasın, gayretler boşa gitmesin. Onun için çok dikkatli olmanızı dilerim. Bir de "İnşaallah Cenâb-ı Hak gayretlerimizi boşa çıkarmamıştır." diye, Cenâb-ı Mevlâ'dan kusurlarımıza rağmen ibadetlerimizi kabul etmesini dilerim.
Bu sayfada açılmış olan diğer bir hadîs-i şerîf, İbn Abbas radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiş:
Mehmâ ûtîtüm min kitâbi'llâhi fe'l-amelü bihî --eyyü vâcibün-- lâ uzre li-ehadin fî terkihî. Fe-in lem yekün fî kitâbi'llâhi fe-sünnetin minnî mâdıyetün. Fe-in lem yekün sünnetün minnî mâdıyetün fe-mâ kâle ashâb, inne ashâbî bi-menzileti'n-nücûmü fi's-semâi fe-eyyühâ ehaztüm bihî ihtedeytüm ve'htilâfü ashâbî leküm rahmetün.
Bu hadîs-i şerîf güzel konuları bize hatırlatıyor. Bu hadîs-i şerîfi dinleyince umumi kuralları öğreneceğiz Deylemî, Hatib-i Bağdâdî, İbn Asâkir rivayet etmişler, çeşitli kaynaklarda var.
Mehmâ ûtîtüm min kitâbi'llâh. "Allah'ın kitabından size ne verilmişse ne emrolunmuşsa hüküm ne ise ne buyrulmuşsa o buyrulan şeyden geri durmak olmaz. " Fe'l-amelü bihî vâcibün. "Onunla amel etmemiz şarttır."
Lâ uzre li-ehadin fî terkihî. "Allah'ın kitabındaki emrini terk etmek için hiç kimsenin mazereti kabul olmaz. Mazeret yoktur, Allah'ın emridir, akan sular durur; Allah'ın emrini dinleyeceksiniz."
Türkiye'nin yüzde doksan dokuzu müslüman.
Evet, güzel.
Dünyanın bir buçuk milyar insanı müslüman.
Tamam.
Bunun için müslüman olanların ne yapması lazım!
Allah'ın kitabını iyi öğrenmesi lazım.
"Okuduğumuz sûreleri seviyoruz; Yâsîn okuyoruz, İhlâs okuyoruz, Amme okuyoruz."
Okuyorsunuz, mânasını bilmiyorsunuz! Fâtiha'yı okuyor, mânasını bilmiyor. Eğiliyor, Sübhâne rabbiye'l-azîm diyor, Rabbenâ ve leke'l-hamd diyor, namaz kılıyor, hiçbir kelimenin anlamını bilmiyor.
Bilmeden bu işler nasıl yapılır, yıllar nasıl geçer?
Cenâb-ı Hakk'ın ifadesini bir müslüman niye öğrenmez?
Şaşılacak bir şey! Ne kadar gayretsizlik, ne kadar gevşeklik, ne kadar ayıp!
Allah hepimize utanma duygusu versin, haya duygusu versin. Yaptığımız eğrilikleri anlayıp onlardan kurtulmayı nasip eylesin. Çok ayıp! Allah'ın kitabını öğrenmemiz lazım.
Fe-in lem yekün fî kitâbi'llâhi. "Eğer Allah'ın kitabında bir konuda bir bilgi, bir hüküm yer almamışsa, o zaman. " Fe-sünnetin minnî mâdıyetün. "Benden icra olunmuş bir sünnet, benim yapmış olduğum bir sünnet geçerlidir."
Bir insan, iyi bir müslüman olarak önce Allah'ın kitabının ahkâmını öğrenecek ve onu uygulayacak. Bir şeyi yapıp yapmamak hususunda "Nasıl yapayım?" diye araştırırken, sorarken, istişare ederken, önce Allah'ın kitabına bakacak:
"Orada o konuda bilgi var mı?"
Varsa onu yapacak. Yoksa "Sünnette var mı?" diye araştıracak, sünnet-i seniyyede onun hükmünü bulacak, onu yapacak. Kaynakların sıralanışı böyle. Önce Allah'ın kitabı, sonra Peygamber Efendimiz'in sünneti.
Fe-in lem yekün sünnetün minnî mâdıyetün. "Eğer o konuda benden sâdır olmuş, vârid olmuş bir sünnet yoksa bulamamışsa mevcut değilse. " Fe-mâ kâle ashâbî. "O zaman benim ashabımın söyledikleri, kâil oldukları, kanaat getirdikleri, meylettikleri, tercih ettikleri şekilde hareket etsin."
Neden?
Ashabın sözleri de önemli. Çünkü onlar mekteb-i Resûlullah'tan yetişmişlerdir, o mektebin mezunlarıdır. Onlar çok yüksek şahsiyetlerdir. Dinin aslını Resûlullah'tan güzel güzel öğrenmişlerdir, sözlerini de ona göre söylerler; onların sözleri önemlidir.
İnne ashâbî bi-menzileti'n-nücûmü fi's-semâ'. "Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir. " Fe-eyyühâ ehaztüm bihî ihtedeytüm. "Eskiden denizde, çölde, dümdüz, başka alamet olmayan yerde, yıldızlara bakıp da yıldızlardan yönlerini tayin edip giderlerdi. Şaşırılacak, geniş, alametsiz yerde, bir insan da ashaba bakarsa yıldızlara bakıp yönünü bulan insan gibi -hangisine baksa- yönünü bulur." Ve'htilâfü ashâbî leküm rahmetün. "Ashabım bir konuda ihtilaf etmişlerse birisi; 'Şu şöyle yapılabilir.' demişse ötekisi de; 'Hayır yapılamaz!' demişse bu ihtilaf, farklılık, sizin için bir genişliktir. İsterseniz onu yaparsınız isterseniz ötekisini yaparsınız; bu da bir rahmettir."
Ashabın kanaat olarak, dinî görüş olarak, samimi kanaatinin farklı olması zararlı bir şey değildir; bir genişliktir, vüs'attir. İsteyen onu tutar, uygular isteyen ötekisini uygular; ikisi de tamamdır. Çünkü onlar iyi niyetle karar verdiği için Allah onların kararlarını sever. Müctehid hata etse bile yine ecir alır.
Demek ki ashâb-ı kirâmı da iyice öğrenmemiz lazım.
Ben size geçtiğimiz bir sohbette; "Dergilerimizin hediye ettiği Sahabe Hayatından Tablolar kitabını, bu Ramazan'da itikâfa giren kardeşlerimiz ve diğer kardeşlerimiz okusunlar." demiştim. Sahabe-i kirâm rıdvanullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn hazerâtıyla ilgili daha başka güzel çeşitli kitaplar vardır. Araştırın, belki sizin kütüphanenizde de olabilir. Kitapçılara sorun. "Bu konuda hangisi var? Hangisini tavsiye edersiniz?" diye bizim sevdiğimiz dindar, ihvanımızdan, bu konuda bilgili kitapçı kardeşlerimize sorun.
Ashâb-ı kirâmı öğrenmek lazım. Ben çok istifade ettim ve çok faydalı gördüm. Ashâb-ı kiramın hayatı ve davranışları, bizim için fevkalade kolay anlaşılabilen tablolar oluyor ve insan ölçüyü çok güzel anlıyor:
"Tamam, demek ki Allah'ın sevgili bir kulu böyle davranıyor, böyle yapmak lazımmış." diye yolu güzel buluyor.
Hatta büyüklerimizden birisine, sanıyorum Yusuf-u Hemedânî kaddesallahu sırrahu'l-azîz Efendimiz'e;
"Efendim! Evliyâullah varken, onlardan istifade ediyoruz. Ulemâ, fuzalâ, urefâ; hem bilgililer hem alimler hem kalp gözleri açık hem de dini bilgileri çok iyi biliyorlar. Onlar olmadığı zaman, bir yerde onlarsız kalırsak veya onlar vefat ederse ne yapalım?" diye sormuşlar.
"Her gün -ben şu anda rakamını tam hatırlayamayacağım, galiba altı varak demiş- altı varak evliyâullah menâkıbından, salihlerin menkıbelerinden okursanız iyi olur." demiş.
Rakamı belki değişik olabilir, belki ondur, her ne ise. O büyüklerimizin tavsiyesi; sahih kitaplardan evliyâullahın menâkıbını okumak. Tamamen şişirilmiş, sağlam olmayan bilgilerle hurafeyle dolu, mesnetsiz, hatta dine aykırı şeyler ihtiva eden, sorumsuz insanların yazdığı kitaplar oluyor; onlar değil. Ciddi alimlerin yazdığı, güvenilir kitaplardan evliyâullahın hayatlarını okumakta çok fayda var. Onları da okursunuz.
Onun için [Mehmed Zahid] Hocamız rahmetullahi aleyh'in neşrettiği eserlerin birincisi; bizim tekkemizde Hocamız'ın neşriyatı olarak ilk emrettiği sanıyorum -belki ondan önce, benim haberim olmadan bazı duaları bastırmış olabilir- Tezkiretü'l-evliyâ isimli evliyâullah hayatlarından bir kitap neşrettik. Hatta babamla ben, o el yazılarını yeni harflere çekip ilk baskısını Gümüş Yayınları olarak -o zaman Gümüş Motor şirketi de tekkemizin kurduğu bir şirket olarak faaliyette olduğundan ve Gümüşhânevî Efendimiz'i hatırlattığından- neşretmiştik.
İnsan evliyâullahın menâkıbını okuduğu zaman, onların nasıl yaşadığını; nasıl Allah'tan korktuğunu, Allah'ın sevgisini, rızasını nasıl kazandığını görür. Onun da faydası olur.
Bu da önemli. Hocamız'ın böyle bir hareketi de bizim için bir işaret.
Üçüncü hadîs-i şerîfe geçiyorum. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Ahmed b. Hanbel'in -yine Hanbelî mezhebinin kurucusu mübarek zât, rahmetullâhi aleyh- Abdullah b. Amr ibnü'l-Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet ettiği bir hadîs-i şerîf bu:
Mehlen yâ kavm, bi-hâzâ heleket el-ümemü min kabliküm bi-ihtilâfihim alâ enbiyâihim ve darbihimi'l- kütübe ba'dühâ bi-ba'din. İnne'l-Kur'âne lem yenzil yükezzibü ba'duhü bi-ba'dan bel yusaddıku ba'duhû ba'dan femâ araftüm minhü fa'melû bihî ve mâ cehiltüm minhü fe-ruddûhû ilâ âlimih.
Ne kadar güzel bir nasihat ile Peygamber Efendimiz bizi uyarıyor. Bu hadîs-i şerîfin meali şöyle:
Mehlen yâ kavm. "Ey ahali! Durun bakalım, ağır olun, kendinize bir sahip olun!"
Mehlen; Arapça'da bir şey yapan insana; "Dur bakalım, acele etme!" mânasına kullanılan bir kelimedir.
Bi-hâzâ heleket el-ümemü min kabliküm. "Bu sizin yaptığınız şu işten dolayı sizden önceki ümmetler helâk oldular. Durun bakalım, ne oluyorsunuz, yapmayın böyle!"
Helâk oldukları şey ne?
Bi-ihtilâfihim alâ enbiyâihim. "Kendilerine gönderilmiş olan peygamberlerle ihtilafa düşmelerinden, onların sözünü dinlemeyip aykırı hareket etmelerinden helâk oldular."
Peygamberlerin harfiyen emrini tutmuyorlar; ya teville ya canları istemediği için yapmıyorlar ya da aksini yapıyorlar. Mesela Musa aleyhisselam; "Haydi bakalım! Şunlarla savaşalım." dedi. Onlar savaşa gitmediler. Dediler ki;
Fe'zheb ente ve rabbüke fekâtilâ, innâ hâhünâ kâidûn. "Sen Rabbinle git, o düşmanlarla çarpış; biz burada bekliyoruz." dediler. Peygamber davet ediyor; "Gelin, şu düşmanla mücadele edelim." diye. Onlar diyorlar ki; "Sen git, biz gitmiyoruz!"
Peygamberlerine muhalefet, ya da söylediği söze karşı çıkmak, ya da aykırı davranmak. Bu sebepten helâk oldular. Milletler böyle helâk olur. Daha öncekiler bundan helâk oldular.
Ve darbihimi'l-kütübe ba'duhâ bi-ba'din. "Bir de kitaplarındaki ahkâm-ı ilâhiyyenin birisini ötekisinin karşısına çıkarıp onu diğerinin karşısındaymış gibi gösterip onu reddetmekte ötekisini kullanmaktan helâk oldular."
Kitaplarındaki hükümleri keyfî yorumlarla kullanmak istediklerinden helâk oldular.
İnne'l-Kur'âne lem yenzil yükezzibü ba'duhû ba'dan. "Kur'ân-ı Kerîm, bazı âyetleri öteki âyetlerini yalanlasın diye inmedi ki birisini alıp ötekisine karşı 'Allah bu âyette şöyle buyuruyor.' diye karşı delil olarak göstermeye kalkıyorsunuz. " Bel yusaddiku ba'duhû ba'dâ. "Aksine, bir âyet öteki âyeti takviye eder, destekler. Aynı kitabın içinde birbiriyle ihtilâflı âyet olur mu?" Fe-mâ araftüm minhü fa'melû bihî. "Eğer doğru düzgün biliyorsanız Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmına güzelce uyun!" Ve mâ cehiltüm minhü. "Bilmediğiniz şeye de burnunuzu sokmayın, karışmayın, o konuda konuşmayın." Fe-ruddûhü ilâ âlimih. "Bilene bırakın, bilene havale edin, bilene gidin, sorun!"
Muhterem kardeşlerim!
Sıradan bir konuda münakaşa çıkar da, bir insan böyle söyler, ötekisi şöyle söylerse yanılan yanılmış olur ama çok büyük bir zarara uğramaz. Ama Allah'ın kitabını münakaşa mevzuu yaparlar da birisi öyle söyler ötekisi böyle söylerse yanılan çok fena duruma düşer ve âhireti mahvolur. Allah'ın kitabındaki yanılgı, Peygamber'e itaatteki veyahut şeriatin ahkâmındaki bir yanılgı, insanı çok kötü bir duruma götürür.
Bir kere cahiller bu işi bıraksın, bilmeyenler bu işlere burunlarını sokmasın, ortalığı karıştırmasın. İyi bilen alimlere sorsunlar.
Türkiye'den uzaktayım ama zaman zaman haber özetleri geliyor. Sonra bu bilgisayarlardan gazetelerin özetleri alınabiliyor; birçok bilgileri görüyoruz.
Türkiye'de olsak akşamları Ramazan'larda "dini konu" diye televizyonlarda kimbilir ne oturumlar yapmışlardır?
Açık oturum, açık saçık oturum, kırık dökük oturum. Artık din namına neler konuşuldu, bilmiyorum.
Bu dinî konular oyuncak değildir. Keşke salahiyetli kimseler konuşsa. Hiç bilgisi, ilgisi olmayan insanlar din namına bir şeyler söylerse hem kendileri dalâlete düşerler, "dâl" olurlar. "Aman yâ Rabbi! Bizi dâllîn'den etme." diyoruz ya. Hem "dâl" olurlar ayrıca üstüne üstlük bir de "mudıl" olurlar; yani başkalarını da saptırıcı olurlar. Hem kendileri sapmışlar ayakları cehenneme kaymış hem de başkalarını kaydırıyor.
Onun için diyorlar ki;
"Efendim! Falanca adam televizyonda çok güzel konuşmalar yapıyor. Kardeşim! O kadar hoşgörülü ki!"
Allah'ın hoş görmediği bir konuyu, kullara hoş göstermeye birisinin hakkı var mı? Haddi var mı? Olur mu?
Allah'ın yasakladığı zaten kötü; ondan yasaklanmış. Allah'ın emrettiği mutlaka güzel; onun tutulması lazım. Allah'ın emrettiğini tutmamak hata, yasakladığını yapmak hata.
İnsanlar dikkat etmiyorlar; kendi keyiflerine göre, kendi kendilerine her haramı helal ediyorlar, her helali de iptal ediyorlar. Hatta duyduğumuza göre farzları iptal ediyorlar. İnsan hayretler içinde kalıyor. Bu ne fitnedir, bu ne acayip iştir ki dinin ana esaslarını bile birileri kalkıp iptal etmeye, "yapılmasın" diye söylemeye cüret ve cesaret ediyor.
Peygamber Efendimiz ne buyuruyor?
"Bu işi iyi bilen müttakî kimselere, tam ehline sorun!" buyuruyor. Zaten her işin ehline sorulması, İslâm'da ana esastır. Emanetler ehillerine verilir. İyi bilene sormazsan yarım bilen insan verdiği cevapla hem kendisi dalâlete düşer hem de seni dalâlete düşürür.
Onun için soruyu soracağın insanı kırk yerden sorup ondan sonra güvenilirse sorman lazım. Çünkü bazıları keyfe göre fetva veriyor. Dine göre değil, Kur'an'a göre, şeriate göre değil, birilerinin isteğine göre. Hatta karşısında kendisine soru soran insanın temayülünü sezmeye çalışıyor; "onun gönlü hoş olsun" diye, onun keyfine göre fetva veriyor. Kendisi de helâk oluyor, karşısındakini de helâk ediyor. Bunlar büyük fitne! Her devrin çeşitli fitneleri var; o fitnelerde bazı insanlar helâk oluyor.
Az önce kitaptan bir hadîs-i şerîfi okuyordum. Mahşer halkı, böyle yığınla insanlar toplandığı zaman, Allahu Teâlâ hazretleri buyuracakmış ki;
"Ey meleklerim! Bunları durdurun. Bunların içinden kötüleri, cehenneme atılacakları ayırın!"
Mahşer halkından binde 999'u cehenneme gidecek. Büyük hatalar, büyük yanılgılar, büyük sapıklıklar, büyük şaşkınlıklar, büyük kâfirlikler, büyük imansızlıklar yaygın bir şekilde dünyaya hâkim olduğundan, âhirette bin kişiden 999'u cehenneme ayrılacak.
Onun için aziz ve sevgili kardeşlerim!
Takvâyı öğrenme ayı olan şu mübarek Ramazan ayında, lütfen 999 kişinin yanılabildiğini unutmayalım. Doğruyu bulan binde bir içinde olmaya gayret edelim.
Bunun için de çare, Kur'ân-ı Kerîm'i okumak; bir. Kur'an-ı Kerîm'in de tam doğru anlaşılması için Peygamber Efendimiz'in sünnetine sarılmak; iki. Üçüncüsü de; -az önce okuduğum hadis-i şeriflerden çok güzel anlaşılıyor- sahabe-i kirâmın hâline, davranışına, sözüne, kanaatine nazar eylemek.
Ondan sonra da ne diyoruz?
Evliyâullah büyük zâtların da yolundan, yanından ayrılmamak lazım. Çünkü müttakî insanlar, takvâ ehli insanlar, Allah'tan korkan insanlar her devirde vardır. Hakkı tutan, hakkı söyleyen, haktan ayrılmayan insanlar vardır.
Fitnelere, fesatlara alet olup onların içine düşüp helâk olmamak lazım. Çünkü Peygamber Efendimiz büyük fitneler olacağını bildiriyor. O fitneler de imtihandır. Fitne, zaten bir bakıma "imtihan" mânasına geliyor. Her müslümanın imanının denenmesi için Cenâb-ı Hak böyle karışık, acayip şeyler ortaya atan şeytanları da ortaya çıkarıyor. Şeytanın varlığı bir hikmete dayanıyor. Hem de şeyâtînü'l-insi ve'l-cin, "insanların şeytanlarını" da ortaya çıkarıyor.
Hatta Deccal'i ortaya çıkaracak veya çıkardı; Cenâb-ı Hakk'ın kendisi bilir, Allahu a'lem.
Neden?
Deccal'in yaptığı şeyler olağanüstü olacak. Herkes, "Ooo, aman, vay be!" diye hayran kalıp kanan kanacak. Ama işte onların hepsi imtihan. İyi mü'minler aldanmazlar. İyi mü'min olmaya gayret edelim.
Bu Ramazan ayı, iyi mü'min olmanın talim edildiği "talim ayı" idi, eğitim ayı idi. İnşaallah hayırlı geçmiştir, güzel şeyler öğrenmişizdir, kazanmışızdır; Ramazan'dan sonra da devam ettiririz.
Allah hepinize iyilikler ihsân eylesin. Gönül gözünüzü açsın, her şeyi bütün gerçek veçhesiyle tam görmenizi, tehlikelerden korunmanızı, hayırları kazanmanızı nasip eylesin. Hem dünyada hem âhirette aziz ve bahtiyar olun.
Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!