Gelenek ve göreneklerimiz arasında önemle korunanlardan biri kına yakma geleneğidir. Belki bir süslenme ögesi oluşundan olacak, korunmaya da ihtiyacı olmamış ve kendiliğinden varlığını günümüze kadar sürdürmüştür.
Kına, bilindiği üzere Arapça "hına" sözünün dilimize kına olarak geçmiş biçimidir. Kına, iki çeneklilerden kına ağacı denilen bir bitkinin kurutulmuş yapraklarının tozudur. En çok Afrika, Mısır, İran ve Hindistan’da; yurdumuzda da İçel, Adana, Antalya yöresinde yetişir. Diğer kültürlerdeki yerini bilemesek de bizim geleneğimize göre olay şöyledir:
İbrahim Peygamber’e oğlu İsmail’in yerine kurban edilmek üzere bir koç gönderilmiş, o da oğlu İsmail’i kurban için süsleyip sürmelemesi gibi gelen koçun da süslemiş. Allah için kurban edilecek hayvanın süslenmesi ilk defa böyle başlamış, kurbanlıkların süslenmesi ve kırmızı boya sürülmesi gelenek haline gelmiştir. Peygamber Efendimizden nakledilen kadınların ve hatta erkeklerin de kına kullanmasını teşvik eden hadisler vardır.
Türk halk kültüründe kına üç şey için yakılır. Bunlardan birisi Allah yoluna kurban edildiği için, kesilecek kurbana kına yakmaktır. İkincisi gelinlere kına yakılmasıdır. Gelinin ailesi, kızını gelenek ve göreneklerimize göre baba ocağından başka bir eve göndermekte, kocasına ve yeni evine kurban etmektedir, bu sebepten geline kına yakılır. Üçüncüsü ise askere giden delikanlıya yakılır. Bazı yörelerde başa, bazı yörelerde de ele yakılır.
Bu uygulama, gelenek ve göreneklerimizin yanında bir nevi vatana kurban olduğunu ifade etme amacı güder. Vatan hizmetinin başlangıcında askere giderken yakılan kına, askerin görevine daha candan sarılması gerektiğini, yeri geldiğinde vatan için kurban olacağını hatırlaması içindir. Halk arasında Kınalı Ali söylencesi son derece yaygındır.
Türkler, millet olarak, tarih boyunca askerliğe ve askere büyük önem vermişlerdir. Askerliği dinin tebliği ve vatan savunmasının mühim şartı olarak kutsal bir vazife gibi telakki etmiştir. Hatta Osmanlı'da asker ocağına "Peygamber Ocağı" denmiştir. Askere gitmenin kişiyi olgunlaştırdığı ve adam ettiği düşüncesi yaygındır. O dönemlerde askerlik süresinin altı yıl, yedek askerlik süresinin de on dört yıl olduğu düşünülürse, askere giden gencin olgunlaşması bir yana dönüşünde tamamen başkalaşacağı aşikârdır. Bu yüzden, gençler bir an önce askerlik görevlerini tamamlayarak toplumdaki saygın yerlerini almaya çalışırlardır. Her hangi bir nedenle askere gidemeyen genç, bundan büyük üzüntü duymakta, askere gidenlere imrenerek bakmaktadır. Askerliğin evlenme yaşı olarak ta bir dönüm noktası olduğu kabul edilir. Askerliğini yapmayan gence, kız ana-babası kızını vermemeye özen gösterir, "askerlik bitince düşünürüz" diye kız isteme taleplerini kibarca geri çevirirlerdi. Askerlik bitince, kız da oğlanı isterse evlenmelerine izin verilirdi. Askerliğin çocukluktan olgunluğa bir geçiş dönemi olduğu kabul edilmektedir. Olgunluk olgusu, her toplumda bir başka kıymet ile ilişkilendirilir. Mesela bazı İslam ülkelerinde Hacca gitmeyene kız verilmez, bütün gençlerin evlilik öncesinde bu görevlerini manevi ikmale olgunluğa erişebilmeleri için yerine getirmeleri beklenir. Bizim toplumumuzda bu değerin asker ocağı olarak tespit edilmesinin sebebi, asırlarca İslam’ın sancaktarlığını yapmış gazi ve asker bir millet oluşumuzdan kaynaklanıyor olsa gerektir ki Allah yolunda ceht etmek de büyük amellerden sayılmaktadır.
Ecdadımız çocuklarını askere gönderme işini de bir tören haline getirerek, askere gitmeyi bir angarya olmaktan çıkarıp evlatlarının ilk mürüvveti yerine koymuş, düğün dernekler kurulmuştur. Askeri uğurlama ve askeri karşılama geleneği yüzyılların deneyimini elde ederek şekillenmiş, kendince belli kuralları olan ve günümüzde de işlevselliğini hâla devam ettiren bir gelenektir. Bu törenler toplumumuzu kaynaştıran, bir arada tutan, ortak değerler üretilmesini sağlayan, duyguda, fiilde ve emelde ortak eylemler geliştiren bir önemi haizdir.
Askere gidecek olan gençler genelde yaşıttır ve her mahallede veya köyde birkaç genç birden askere hazırlanır. Celp zamanına yakın gençler tanıdıkları ziyarete aslında haberdar etmeye giderler. Anneleri evlatlarının boyunlarına ya da kollarına kırmızı oyalı yazmalar bağlar. Kırmızı da bizde önemlidir. Bir asker, bir gelin bi de bayrak kırmızıdır. Askere gidecek gençler, toplu olarak birisinin elinde Türk bayrağı olduğu halde ev ev dolaşırlar. Akrabaları, kendilerini ziyarete gelen gençlere çeşit çeşit yemekler ikramı ederler. Bu ziyaretler 15-20 gün boyunca değişik akrabalarında ve arkadaşlarında olmak üzere devam eder. Aslında bu bir çeşit yapılacak türbe ziyareti, mevlid töreni ya da kına gecesine davet niteliği de taşır. Genellikle asker adayı, büyüklerini davet ederken yanında hediyelerle gelir ve havlu, mendil veya çorap armağan eder.
Askere gitmeye bir gün kala topluca asker kınası/düğünü yapılır. Asker kınası, akşam saatlerinde yapılır. Bu nedenle misafirlere yemekler hazırlanır. Kına için özel bir yemek olmamakla birlikte asker adayının sevdiği yemekler tercih edilir. Düğün masraflarını, asker aileleri ortak karşılarlar. Kına bayraktarı, gecenin en önemli kişisidir. Kına bayraktarı yapılan her davete gitmeyi görev olarak kabul eder ve konuşmasına şöyle başlar:
"Erenler, yârenler; evliler, ergenler; seyirciler, sualcilar; bu mecliste hazır olanlar. İzninizle!"
Kınada bulunan insanlar: "İzin senin!" Bu söyleyiş üç kere tekrarlanır. Kına bayraktarı:
"İzin benim olursa Allah’ın emriyle, Peygamber Efendimizin, kavliyle Mehmet’imizin kınasını yakacağız, Allah hayırlı uğurlu eylesin. Evvelimiz Kur'an, ahirimiz Kur'an, son peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhisselam… Ey kalpleri açan tek Allah. Sen bizi emin yollarını aç, ne bizi bırak ne de bıraktır. Bütün melekler ve evliyalar hakkı için, şahit olan müminler hakkı için, birinci Allah, en evvel Allah, ahrette de Allah. Âdem babamızı ve Havva anamızı yaratan ya Allah! Musa Allah’ın sözcüsü, İbrahim Allah’ın Halil’idir. Allah’ın selamı Hz. Muhammed Mustafa (SAS.) üstüne olsun. Bunlar arasından birçok peygamberler gelmiş ve geçmişlerdir. Gelmiş ve geçmişlerin ruhu için el-Fatiha. Gökten indi dört kitap, Lokman Hekim okudu kat kat. Kâfirin azlığına, İslam dininin kuvvetine diyelim bir Allah, Allah! Peygambere salâvat, Muhammed'e salavat… Şeref-i şahadet ibraz eden Çanakkale, İstiklal ve Kore şehitlerimize ve vatanı için çalışıp şehit düşen askerlerimize ve güvenlik görevlilerimize rahmet eyle ya Rab!"
Orada bulunanlar bu duaya ve daha çoklarına "Âmin!" der. Böylece kına için okunan dua biter. Bu arada evde hazırlanan kına, asker adayının yanına getirilir. Kına bir tepsi içinde çiçekler ve mumlarla süslenir. Bir süre tepsi elden ele gezerek oynanır. Daha sonra selamet sağdandır düşüncesiyle asker adayının sağ serçe parmağına kına yakılır. Yemekler yenilir, gecenin geç saatlerine kadar eğlenilir. İkinci gün sabah asker adayının elindeki kınayı ailesinden biri ya da arkadaşları çözer. Sağlık sadakası olsun diye fakirlere ihsanlar verilir.
Askere gitmeden bir gün önce de genç, bütün akraba konu, komşu ve arkadaşlarıyla helalleşir ve vedalaşır. Bilinir ki asker ocağına gidip de dönmemek var. Son gün akşam, tüm arkadaşlar toplanıp yemek yerler ve sohbet ederler. Akşamdan gece yarısına kadar, askerliğini yapmış olanlar hem askerdeki anılarını anlatırlar hem de yeni asker olacak gence nasihatlerde bulunurlar. Sabah olup da yolculuk vakti gelince askere gidecek delikanlı, anne-baba ve kardeşleriyle helalleşir. Genç ve annesi sarılıp ağlaşırlar.
Asker adayını uğurlayacak arabalara yine kırmızı yağlıklar bağlanır. Askerlerin bineceği arabaya ise bayrak asılır. Anne, oğluna son bir defa sarılıp helalleşir ve suyun yerden buharlaşması kadar çabuk dönsün diye arkasından biraz su döker. Genç arkadaşlarının omuzlarında kâh tekbirler ve sloganlarlar, kâh davul zurna eşliğinde halay çekip, türküler söyleyerek uğurlanır.
Bizim toplumumuz bir kütle halinde yaşar, kendisinden ayrı kalmak isteyenleri bile yalnızlığa terk etmez. Onları aynılaştıran acıda, kederde, neşede ve sevinçte hep birliktedir, duygu birlikteliği devamlıdır, paylaşma daimidir. Evladını askere yollayan aileleri de yalnız bırakmaz toplumumuz, “Allah Kavuştursun” a gidilir. Telefonun yaygın olmadığı 1970-80’li yıllara kadar, askerlerden mektup aracılığıyla haber alınabilmekteydi. Bu asker mektupları, ailesi ve nişanlı ise nişanlısı tarafından evin en iyi ve güvenilir bir köşesinde saklanırdı. Askerin ısırıp bıraktığı ekmeği dönüp rızkını yemeye gelsin diye saklanır, kokusu evden silinmesin diye kullandığı elbiseleri yıkanmaz o dönünceye kadar muhafaza edilirdi.
Asıl düğün ve kutlama, asker askerliğini bitirip de köyüne döndüğünde yapılırdı. Mevlitler okunur, adaklar kesilir, ya pişirilip yemek verilir ya da öylece konu komşuya dağıtılırdı. Müjdeci de müjdesinden pay alırdı, kendisine hane sahibinin bütçesi oranında ikram edilirdi. Düğün evine dönen hane bu defa da gözün aydın diyenlerle dolar taşardı.
Bir sonraki mürüvvetin hesabı o günden yapılmaya, bir mükâfat olarak genç askerin dünya evine gireceği günün hayalleri kurulmaya başlanırdı.