Hz. Peygamber ve sahabenin hayatından ilham alan, İslâm tasavvufundan da etkilenen Müslüman Türk'ün hayatı, zamanla câmilerde, tekkelerde ve çeşitli tarikat toplantılarında yapılan ibadet ve zikir esnasında, birtakım vesileler ve çeşitli kaideler çerçevesinde icra edilen bir mûsikîyi meydana getirmiş, buna da Türk Din Mûsikîsi adı verilmiştir. Din musikisi her kültürde bulunduğu gibi bizimkine hususi bir ad ve önem vermemizin sebebi bizim kültürümüzü rengini taşımasındandır. Esasında kültürümüz İslam’dan aldığı renk ve ilhamı zevki ile harmanlamış ve ortaya bir dini musikisi ve zevki çıkarmıştır.
Dinimizde Hz. Peygamber’in adı anıldığında ona salâtü selâm getirilmesi tavsiye edilmiş, bu özen sebebiyle özellikle Osmanlı kültüründe salavat getirmek, salavat çekmek, salâ vermek gibi adlarla pek çok salâ türü ortaya çıkmıştır. Sözleri Arapça olup bir kısmı besteyle okunan salâlar okundukları yere ve zamana göre sabah salâsı, cuma ve bayram salâsı, cenaze salâsı, salât-ı ümmiyye, salâtü selâm gibi adlarla anılmıştır.
Hz. Peygambere hürmet gayesiyle salalar bilhassa tasavvuf büyükleri ve ulema tarafından çeşitli şekillerde tertiplenmiştir. Namaz gibi dinin en temel ibadeti yanında, başta cami ve tekkeler olmak üzere çeşitli yerlerde yapılan törenlerde bazen bir kişi, bazen toplu halde olmak üzere okunan bestelenmiş övgü ve dua cümlelerinin hepsini içine alan bir terimdir. Günümüzde minarelerden okunan şekline salâ diyoruz.
Sala uygulaması belki ezan-ı Muhammediyye’den sonra kendisine salat getirmek güzel olur, İslam beldesi gümbür gümbür Resul'e merhaba ile inler, işitenler salat eder sevaba nail olur düşüncesinden kaynaklanmış olabilir. Arapça’da dua ve namaz sözcük anlamlarına karşılık olarak gelmekte olan salât, Türk Din Mûsikîsi formundaki özel anlamı bakımından, Hz. Peygamber başta olmak üzere İslâmiyet’te önem arz eden diğer din büyüklerine Allah’tan rahmet ve selâm temenni eden, onu metheden, onun şefaatini dileyen, aile fertlerine ve yakınlarına dua ifadelerini içeren, çeşitli şekillerde tertiplenmiş hürmet ve dua cümlelerini ihtiva eden, belirli bestesiyle veya serbest şekilde okunan güftelerin tamamına ad olmuştur.
Hz. Peygamber (SAS.) döneminde mûsikî ile ele alınabilecek düzeyde salâ okunduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlanılmasına rağmen, ilk örneklerini Hz. Ömer’in torunlarından Ömer bin Abdülaziz döneminde buluyoruz. O dönemde Hz. Allah (celle celâluhu) ve Hz. Peygamber (SAS.)’e yönelik selâm ve övgü metinlerinin mûsikîyle sunulması salâ; mûsikîsiz okunması ise salât-u selâm olarak adlandırılmıştı. Nasıl olduğuna dair bir kaynak günümüze ulaşmamasına rağmen salâ vermenin de yine Ömer b. Abdülaziz döneminde başladığını biliyoruz. Türklerde ise tarihi neredeyse bin yıla kadar dayanıyor. Artuklu döneminde başlayıp Selçuklular, Memlükler ve Osmanlı dönemine kadar devam ediyor. İlk olarak hicri 700 yılında Memlük Sultanı el-Melikü'n Nasır Muhammed b. Kalavun'un iradesiyle Cuma ezanından önce, 791 yılında el-Melikü's-Salih b. Eşref Zeynüddin II. Hacci döneminde akşam ezanı dışında bütün ezanların ardından salâ verilmesi usulü getirilmiş.
Özel gün ve gecelerde salâ vermek geçmişten günümüze aktarılan bir gelenek. Ecdad her kutlu ve mutlu gününde sevincine veya hüznüne Resulullaha salat ve selam ederek anlam kazandırmış, bu niyetle bu geleneğin bir kısmının hala Anadolu’nun birçok yerinde “doğum salâsı, isim konulma salâsı, nikâh salâsı” gibi adlarla anılarak kültürümüzde önemli bir konuma yerleştiğini görüyoruz.
Anadolu'da işitilen bu salalardan bir kaçına örnek verelim.
Hüseyni Cenaze Salâtı: Bu salâ minareden değil, cenaze musalladan alındıktan sonra kabre götürülene kadar yolda cemaatin önünde yürüyen sesi güzel bir okuyucu tarafından yüksek sesle okunurdu. Kabristanda mevta kabre defnedilinceye kadar, yine okuyucu tarafından önderlik edilmek suretiyle cemaatin de iştirakiyle okunmaya devam ederdi.
Dilkeşhâveran Sabah Salâtı: Dilkeşhâveran makamında ve durak evferi usulünde bestelenmiş ve bestecisinin Hatip Zâkiri Hasan Efendi olduğu görüşünün yaygınlık kazandığı salâ’dır. Bu salât-u selâm günümüzde en yaygın bilinmekte ve verilmekte olan salâdır. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar sürmüş, bir gelenek halini almıştır. Cuma günleri, mübarek gün ve gecelerde ve hatta cenaze ilanlarında dahi bu salânın verildiği belirtilmektedir. Yine Osmanlı döneminde bu salânın “cihâd salâsı” olarak da adlandırıldığı bilinmektedir. Öyle ki o dönemde cihâda çıkılacağı zaman Osmanlı devletinin her beldesinde dilkeşhâveran makamındaki bu salânın okutulduğu ve böylelikle halka cihâd müjdesinin verildiği ifade edilmektedir.
Bayâti Bayram Salâtı: Bayramın birinci günü sabah namazından sonra okunan salâ. “İki mûsikî cümlesinden oluşmaktadır. Bir müezzin tarafından solo kısımları okunur. Beraber okunan kısımları diğer müezzinlerin ve cemaatin [cumhur] iştirakiyle okunur.
Uşşak Salât-ı Kemâliye: Cehrî [açıktan] zikir yapılan zikrin kuûdi kısmından evrada geçmeden önce okunan ve adını metin içinde geçen “kemâllillahi” sözcüğünden alan bir salâ türüdür. İlgili salânın metni, Halvetiyye Bekri kolundan Şeyhi Mustafa Kemâleddin El-Bekrî’ye aittir.
Segâh Salât-u Selâm [Salât-ı Ümmiye]: Diğer salât-u selâm bestelerinden farklı olarak Türk, Arap ve diğer İslâm ülkelerinde belki de tek uygulama alanı bulan ortak bir salât-u selâm metni ve bestesidir.
Salât-u selâm ve mûsikîsi ile ilgili birikim ne yazık ki Osmanlı Devleti’nden öteye gidememiştir. Günümüzdeki müezzinler tarafından pek bilinmeyen ve unutulmaya yüz tutmuş pek çok salât-u selâm uygulamaları bulunmaktadır. Osmanlı döneminde okunan salaların notaları günümüze kadar ulaşmış olmasına rağmen icra edilmiyor olmaları, geleneğe sahip çıkılmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Şimdi evvelde var olan ama şimdi unutulmuş olan bayram salasının sözlerini mealen okuyalım:
“Bayram yeniler giyen için değil,
Bayram kıyamet gününden korkan içindir.
Bayram bineklere binen için değil,
Ancak bayram günahları terk edenler içindir.
Bayram halı seren için değil,
Ancak bayram sırat üzerinden geçen içindir.
Bayram dünyan süsüyle bezenen için değil,
Ancak bayram takva azığı ile azıklanan içindir.
Bayram çeşit çeşit renklere bakan için değil,
Ancak bayram Rahmân’ın güzelliğine bakan içindir.”