Yolu payitahttan geçen hemen her seyyahın dikkatini şehrin siluetine damgasını vuran camilerden sonra mezarlarımız çekmiştir. O kadar ki, 19. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden o seyyahlardan biri, “İnsan, gözü mezarlıklara ilişmeden bir şehre ne girebilir ne de çıkabilir” demekten kendisini alamamıştır.
Mezarlar ve sakinleri ne dünyayı terk etmiş fanilerdir halkımızın gözünde ne de hatıralara defnedilmişlerdir. Onlar bedenen diri oluşlarındaki hayatiyetlerini toprağın üstünde olduğu gibi altında da devam ettiren, toplumumuzun daimi üyeleri, hayatımızın parçası, varlığımızın sebeplerindendir. O yüzden mezarlar hep evlerin avlularında yahut civarlarında yerleştirilir, olmadı yakın çevresinde tutulur. Evler mezarlıklarla, mezarlar mahallelerle çevrilidir Anadolu’da, birbirlerinden ayrılmamış ve ayrı düşmemişlerdir.
Anadolu halkı mezarlarından, mezarda yatanlarından ayrı kalmaya bile tahammül edemez, ayrılıkların kabir ehlini rencide edeceğini düşünür, yakınında bulunur olmazsa sık sık ziyaret eder. Ziyaretlerindeki hitapları bile bir diriye seslenir gibidir, Resulullah’ın “siz onları duymasanız da onlar sizi duyalar” hadisine itibar etmiş, kalanlarla göçenler arasında bir hususi dil peyda etmiştir. Hoş bizim halkımız öldü de demez ölü de, zarif irfanı ile mesela “Hakk’a yürüdü” der, “sizlere ömür” der, terk-i dünya etti”, “erenlere karıştı”, ”rahmet-i Rahman’a kavuştu”, “ruhunu teslim etti”, “emaneti sahibine tevdi etti”, “dar-ı bekaya irtihal eyledi”, “ebedi alâme göçtü”, “dünyadan yüz çevirdi” der.
Tanpınar’ın deyişiyle ölümü ehlileştiren Anadolu halkının ölüleriyle arasındaki irtibatı sağlayan hususi ‘dil’ini anlamak için sadece lisana aşina olmak yetmez, bir de onun kültürüne karabet kesbetmek icab eder.
Son yıllarda bir mezar taşı okumak ve okumamak, okumanın faydası, okuyamamanın zararı tartışılıyor ya… Bu sadece bir Osmanlıca dediğimiz eski Türkçemizi öğrenmek ve okuyabilmekle alakalı bir entelektüel çaba değildir. Mezar taşlarını okuyabilmek harfleri ve kelimeleri sökebilmek demek değildir, anlayabilmek de gereklidir, anladıktan sonra kavrayabilmeyi de zorunlu kılar. Nedir bu mezar taşları niye dikilir birer işaret taşı gibi her yere, manası mahiyeti, ehemmiyeti nedir?
Türklerde mezar taşı dikme geleneğinin atalar kültünün bir neticesi olarak ortaya çıktığı söylenir. “Beşik, eşik, keşik” üçlemesinin son unsuru olan “keşik”in (ölüm) Türk kültüründe çok önemli bir yeri vardır. Köktürkler döneminde dikilen mezar taşlarına kişinin “bengü”sü nazarıyla bakıldığını, ölen kişiyi simgelediğine inanıldığı için mezar taşı için “ebedî” anlamına gelen “bengü” kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.
Anadolu’ya Türk’lerle gelen, dikilen mezar taşları, Osmanlılar döneminde şekil ve muhteva olarak daha da zenginleşmiş. Özenle işlenen, üzerlerinde bir çok sanat icra edilen, kültürümüzü nesillerden nesillere intikal ettiren ve mimari üsluplar ile irtibatları açıkça fark ettirilen mezar taşları Müslüman Türk’ün yaşadığı her yerde kimliğinin simgesi olmuştur. Bu gün her millet mezarlıklarını varlık ve tarihlerinin bekçileri olarak görmekteyse de hiç bir milletin mezarlıkları Türk kabristanları kadar orijinal ve muhteşem, kendine özgü yani nev-i şahsına münhasır değildir. Bizde nerdeyse her mezar taşı eşi bulunamaz bir sanat eseri, bir abide niteliğindedir.
Mezar taşları, bir zamanlar aynı havayı teneffüs edip aynı mekânlarda yaşayan sakinlerin, inançları, dertleri, korkuları, üzüntüleri, nükteleri ve türlü hissiyatını bizlere aktaran belgelerdir. Başka milletlerin mezarlıklarında duyulan korku, ürperti, kasvet ve sıkıntının yerini Türk kabristanlarında huzur, tefekkür ve tatlı hayallerin aldığını yabancı ağızlardan bile duymaktayız.
Mezar taşları, tarihimize ışık tutan, hiçbir yerde ulaşamayacağımız bilgileri havi kaynak durumundadır. Bazı coğrafi isimler, mülki bölümler, devlet müesseseleri, meslek, sanat ve zanaatlarımız ile bunları icra edenler, alimler, şairler, devlet ricali ve kahramanlar için belki de sadece mezar taşlarını kaynak gösterebiliriz.
Mezar taşlarında bir tarih yer alır. Kişinin doğum ve ölüm tarihi hakkında bilgi sahibi olur, ölüm sebebini öğreniriz. Hastalıktan öldüyse genellikle hangi hastalık olduğu belirtilir. Bir istatiski çalışma bile sırf mezar taşları üzerindeki bilgilerden çıkarılabilir.
Mezar taşlarımız taş oymacılığı ve ustalığımızın en seçkin örneklerini takdim eder, taşa hak ettikleri güzelliklerden hareketle ölüme ve bu dünyadan ebedi aleme göçüşe yükledikleri uhrevi manaların güzelliğini anlamak bile mümkündür. Mezar taşları yazıları, tezyinatı ve şekilleri itibari ile Türk taş işçiliğinin en mühim şubelerindendir.
Güzel bir mezar taşında hattat, nakkaş bazen şair ve mermer ustasının emeği bulunur. Bütün sanatların yansıtılması elbette taş sanatkarının işidir. Taş ustasının çok hassas çalıştığı taşlar diğer sanatlar içinde kıymet eder. Her devirde mezar taşçılığı Türk mimari ekolleri ve üsluplarıyla paralellik arz eder. Dönemin mimari eserleriyle mezar taşları arasında malzeme motifler ve yöresel detaylarda büyük benzerlikler vardır. Çeşitli sebeplerle heykel yapmayan Türk sanatkarı bütün maharetini mezar taşlarında ve bilhassa serpuşlarda göstermiştir. Mezar taşı ustası ile heykeltıraşın teknik ve estetik plandaki çalışmaları neredeyse aynı gözükmektedir.
Başlıklar sarıklar, fesler ve remizler kişinin sosyal sınıfına, vazifesine, mesleğine, sanatına hatta tasavvufi meşrebine delalet ettiğinden kıyafet tarihimiz ve müzeciliğimiz için belgesel değer taşıyan mezar taşları çağlar boyu süregelen değişiklikleri gözler önüne sererler.
Mezarlıklarımız tükenmez birer etnoğrafik malzeme deposudur. Sayılamayacak kadar çok çeşitli kavuk, serpuş, fes gibi erkek başlıkları; tozak, terlik, takke vb. pek çok kadın başlıkları gibi giyim eşyası; gerdanlık, broş, küpe gibi ziynet eşyaları; kemer, hançer, kılıç, şamdan, kandil, vazo, meslek aletleri, ibrik, divit, rahle gibi günlük hayatta kullanılmış malzemeler mezar taşları üzerinde bulunmaktadır. Bunların incelenmesi, atalarımızın yüzyıllar içerisinde geliştirdiği hayat tarzını daha iyi anlamamıza katkı sağlayacaktır.
Mezar taşı kitabeleri, nazım ve nesir ifadeleriyle, edebiyat tarihimizin ulaşılamamış hazinesi durumundadırlar, mezar taşı kitabeleri döneminin dil ve ifade özelliklerini yansıtarak Türk dilinin tarihi seyrini takip edebilme imkanı verirler.
Ölüm gibi insanların ziyadesi ile hissiyatını harekete geçiren bir hadise, mezar taşı kitabelerinde; ayet, hadis, vecize, atasözü, nesir, şiir, temenni ve dua olarak yankı bulmuş, Müslüman Türk 'ün hislerine bu kitabeler tercüman olmuştur. Şairlerimiz ebced hususundaki kudretlerini en çok mezar taşı kitabelerinde sergilemektedir. Genelde son beyitte yer alan tarih düşürme metodunun bir örneğini Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocamızın seng-i mezarında gördüğümüz şu beyitler hocamızın ebced hesabı ile irtihalinin tarihini verir:
"TARİHTE BİR GİDER FİRDEVS İÇRE BÖYLE BÜLBÜL,
OLUR MAKÂM-I MAHMÛD ES' AD COŞAN'A GÜLŞEN."
Mezarlıklarımızda hüsn-i hat ve tezyini sanatlarımızın en muhteşem örnekleri görülür. Güzel yazı ve süsleme sanatlarımızın çeşit ve üslup olarak tarih içindeki değişimini, hangi devirlerde hangi tarzın daha fazla tercih edildiğini mezar taşlarından öğrenebiliriz.
Hat sanatımızın tarihi tekamülünü en güzel izleyebildiğimiz ve sürekli açık bir sergi, bir açık hava müzesi durumundaki mezarlıklarımızda, en büyük sanatkarlarımızın imzalarını görebilmek mümkündür. Osmanlılar yazıya ayrı bir önem verdikleri için Osmanlı mezar taşlarında kitabe ve hüsn-i hat ön plana çıkmıştır. 19.yüzyıldan itibaren en nefis örneklerine rastladığımız celi yazılar, en meşhur hattatlarımız tarafından, Osmanlıların son zamanlarına kadar mezar taşı kitabesi formunda icra edilmiştir.
Eski mezarlarımız Türk tezyinatının tetkikine yarayacak binlerce eserin bulunduğu özel mekânlardır. Binbir çeşit motif ve çiçek uygulaması ile mezar taşlarında, tarihten günümüze Türk süsleme sanatı sergidedir. Mezar taşları üzerindeki tezyinat muhtelif sanat devirlerine göre değişir. Bunların tarihlerine göre Türk süslemesinin üslupları ve zaman içindeki değişiklikleri ile alakalı malumat edinmek mümkündür. Mezar taşları üzerindeki süslemeleri kronolojik olarak bir albüm çalışması ile tespit etmek Türk bezemeciliğinin en doğru tarihini meydana getirmek demektir. Taş ustalarının en ince detaylarına kadar işlediği klasik motifler ve çiçekler Osmanlı sanatının Avrupa etkisi ile bozulduğu dönemlerde barok ve ampir üslubundan etkilenmiştir. Son devrin vasıfsız ve kişiliksiz tezyinatı önceki sanatımızın durumunu acıklı bir şekilde yansıtır.
Bu veriler bizi yüzyıllar içerisinde Türk toplumunda meydana gelen estetik tercih değişiklikleri ile ilgili bilgilere de ulaştıracaktır.
İslâm düşüncesine göre toprağa defnedilen insanın en uzun süre bulunacağı yer, mezardır. Yine bu sebeple ebedi istirahatgâh olarak adlandırılmıştır. Kabirlerin düzenli ve tertipli yapılması, temiz tutulması ve yeşillendirilmesi, hayatta olan insanların geçmişlerine karşı bir vefa borcu olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte çok süslü ve abidevi mezarlar İslam inancına aykırı kabul edilmiştir.
Son olarak bir Osmanlı mezar taşındaki mütevazı ve samimi satırlara bakalım.
Yusuf Efendi’nin ciğerparesi Fitnat Hanımın hâbgâh-ı Ebediyesi:
"Nûcivânım uçtu cennet bağına
Firâkı kaldı valideynin canına
Ziyarette maksat duadır
Bugün bana ise yarın sanadır."