Şeyh Sadi-i Şirâzî (kaddesallahu sırrahul aziz) buyurmuştur ki:
“Konuşmadan bir köşede oturan sağırlarla dilsizler, dilini tutamayan kimseden daha üstündür. Ağızda dil nedir, a akıl sahibi? Hünerli kimsenin hazine anahtarı değil mi? İçerdeki cevahirci midir, çerçi midir, kapı kapalı iken kim ne bilecek? Akıllının önünde susmak terbiye gereği ise de, sen yeri gelince söylemeğe bak. İki şey insanı çileden çıkarır: söylenecek yerde ağız açmamak, susacak yerde lakırdı etmek. İnsan hayvandan konuşmakla üstündür. Ama doğru konuşmazsan hayvanlar senden üstün olurlar.”
“Ademoğulları aynı vücudun uzuvlarıdır. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır. Felek bir uzva elem getirirse, diğerlerinin huzuru kalmaz. Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan, sana insan demek yakışık almaz. Nimet içinde iken dostluktan söz açıp, “kardeşim” diyeni dost sayma. Dost, dostunun elini onun perişanlığında, çaresizliğinde tutan kimsedir.”
“Ey hasetçi sana diyorum! Öl ki kurtulasın. Haset öyle bir hastalıktır ki, ölümden başka hiç bir şey ile ondan kurtulma şansı yoktur. Kişi nefsinin kötülüklerinden kurtulabilir. İftiracının zannından kurtulamaz.”
“Dost kapısında ölene değil, canını sağ salim kurtarana şaşılır. Bir şeye, bir kimseye gönül bağlama. Çünkü gönül ayırmak müşkül bir iştir. Dostların sohbetinden ıstırap duyarım. Çünkü çirkin huylarımı güzel gösterirler. Kusurumu hüner ve olgunluk sayarlar, dikenimi gül ve yasemin yaparlar. Nerde o pervasız, küstah düşmanlar ki, bana benim ayıbımı göstersinler.”
Şeyh Sadi-i Şirazî yine şunları buyurmuştur:
“Asık suratlıdan bir şey isteme, onun kötü huyundan elem duyarsın. Gönlünün gamını anlatacaksan bir kimseye anlat ki, yüzünü görünce ferahlayasın. Yaptığı sözüne uymasa bile, bilginin sözünü sen candan dinle. İddiacının lafları boştur. Uyuyan uyuyanı nasıl uyandırır.”
"Ya Gafur, Ya Rahim!" Sen bilirsin ki, pek zalim, pek cahil olan insan kulluk vazifesini sana lâyık bir surette ifa edemez. Sana ibadette kusur ettiğim için özür dilemeğe geldim. İbadetime güvenmiyorum. Asiler günahtan tövbe ederler. Arifler ibadetten istiğfar ederler. Abidler ibadetlerinin mükâfatını isterler, tacirler mallarının bahasını isterler. İlâhi ben kulum, ümid getirdim; taat getirmedim. Dilenmeğe geldim; ticarete gelmedim. Bana, sana yakışanı yap; bana yakışanı yapma! İster öldür, ister cürmümü bağışla. İşte yüzümü eşiğine koydum. Kul bir şey teklif edemez, sen ne buyurursan ben ona razıyım. İlâhi taatimi kabul et demiyorum, günahıma af kalemi çek diyorum.”
Şeyh Sadi-i Şirazî (kaddesallahu sırrahul aziz) son olarak şunu buyurmuştur:
“Ey mezarımıza uğrayan ziyaretçiler! Sadi toprak olmuşsa da ne çıkar, o sağlığında da toprak idi. Rüzgâr gibi dünyayı dolaştıysa da sonunda kendini toprağa verdi. Çok geçmeden toprak onu yiyecek, sonra da rüzgâr o toprakları dünyanın dört köşesine savuracak. Mana gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadi kadar güzel terennüm etmemiştir. Böyle bir bülbülün toprağından da gül bitmezse hayret ederim."