Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Cumanız mübarek olsun.
Bu konuşmalarımın konularını umumiyetle bizim Gümüşhaneli Hocamız Ahmed Ziyâüddin Efendi’nin hazırlamış olduğu hadis koleksiyonundan seçiyorum.
Bu Cuma sohbetimiz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in âdet-i seniyyeleri ve şemâil-i şerîfeleri; yani siması, görünüşü, yüzünün, elinin, vücudunun özellikleri, yaşamındaki kendisine mahsus birtakım âdetleri vs. olacak. Gümüşhaneli Hocamız kitabının sonunda bir güzel, geniş bölüm olarak o konudaki hadisleri özel olarak toplamış ve Râmûzü’l-ehâdîs’in sonuna eklemiş.
Niçin?
Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz biz müslümanlar için model insan, örnek insan; numune. Allah’ın en sevgili kulu, peygamberlerin de serveri. Eşref-i mahlûkâtın en şereflisi, en yükseği. Resûl-i Ekrem; yani keremli Peygamber ve Allah onu bize İslâm’ı öğretsin, kendi emirlerini tebliğ etsin diye göndermiş olduğu için onun yaşam tarzı, sözleri ve hareketleri hatta sükûtu, susması bile bir mâna ifade ediyor.
Onun sözleri, hareketleri bizim için bir örnek oluyor ve bizim hareketlerimizin nasıl yapılması gerektiğine bir kaynak oluyor. O bakımdan Hocamız büyük bir hadis alimi olarak büyük bir titizlikle o konudaki hadisleri toplamış. Çok büyük bir şemâil bölümü olmuş. Bu kadar şemâil toplayan kitap kolay bulunmaz. Gümüşhaneli Hocamız hepsini toplamaya gayret etmiş. Nur içinde yatsın, Allah makamâtını daha iyi, yüksek eylesin. Kabrinde nurunu, sürurunu daha ziyade eylesin.
Enes radıyallahu anh’ten Tayâlisî’nin rivayet ettiğine göre;
كان رحيما بالعيال
Kâne rahimen bi’l-ıyâl.
Kâne fiilinin faili Peygamber Efendimiz.
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz aile fertlerine karşı çok merhametliydi, rahimdi, merhametli idi.”
Iyâl, Geçimini teminle mükellef olduğu insanların teşkil ettiği gruba derler. Biz Türkçe’de “aile” diyoruz. Ailenin içine insanın eşi girer, çocukları girer, annesi babası girebilir, ayrıca geçimini temin ettiği başka kimseler de -hani evinde yaşlı teyzesi, halası, dayısı olur vs.- giriyor. Bir insanın böyle baktığı, kollayıp gözettiği insanlar ıyâli oluyor. Evlad ü ıyâl deniliyor; eşi, çocukları ve diğer aile fertleri oluyor.
Peygamber Efendimiz onlara karşı çok merhametli idi.
Rahîm sıfatı “merhametli” demek, ama mübalağa sîgasıdır. Çok merhametli demek. Arapça’da mübalağa sîgaları vardır. Bir şeyin çok olması durumunda o şeyle ilgili sıfatı değişik bir kalıpta değişik bir şekilde söylemeye mübalağa sîgası derler.
Rahîm, Allahu Teâlâ hazretlerinin isimlerinden birisi. Esmâ-i Hüsnâ’nın bir kısmı sadece Allahu Teâlâ hazretlerine mahsustur, bazıları da insanlar için de kullanılagelmiştir dilin içinde. Rahîm kelimesi Allah’ın sıfatlarındandır;
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm. Rahîm sıfatını Besmelede dahi, Fâtiha’da dahi görüyoruz.
İnsanlar için de kullanılır; çok müşfik, merhametli olan kimselere rahîm sıfatı kullanılmıştır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hakkında da Tevbe sûresinin sonunda Allahu Teâlâ hazretleri çok merhametli olduğunu ifade etmek üzere;
رَءُوفٌ رَحِيمٌ
Raûfurrahîm. Raûf; çok yumuşak kalpli, şefkatli demek. Rahîm de merhametli demek. Çok merhametli olduğunu burada da âyet-i kerîme zaten beyan ediyor.
Enes radıyallahu anh Peygamber Efendimiz’in ashabından mübarek bir kişi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i izleme imkânı buluyor. Yanında bulunan bir kimse. Onun için onun ailevî durumunu bize böyle anlatıyor.
Kâne rahîmen bi’l-ıyâl. “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz aile fertlerinin hepsine karşı çok merhametli idi.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bizler için bir örnek insan, model insan. Kendisi taklit edilecek, kendisine uyulacak, kendisinin her yaptığı şey uygulanacak kadar güzel bir numûne-i imtisal. Peygamber Efendimiz kendisine uyulacak bir numune. O halde bizim de Peygamber-i Zîşânımız’ın bu sıfatını çok düşünmemiz ve ailemizde bu durumda olmamız lazım. Aile reisi, aileyi yöneten bir kimse için bu, sıfat olmalı.
Peygamber Efendimiz aile fertlerine karşı çok merhametli idi. Biz de merhametli olacağız. Hanımımıza karşı, çoluk çocuğumuza karşı merhametli olacağız.
Merhametin tezahürü ne, insan merhametli olunca ne yapar?
Bazen merhametli olduğu için onu tehlikelerden koruma hususunda kaşını da çatar; “Hayır, onu yapma!” diye… Mesela çocuğu sobanın yanına yaklaşırsa “Çekil bakayım oradan!..” diye seslenebilir.
Bu da neden?
Merhametten. Onun için aile reisi olan bir kimse bir kere âyet-i kerîmede kendisine verilen vazifeyi hiç unutmayacak.
قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا
Kû enfüseküm ve ehlîküm nârâ.
“Ey müslümanlar! Kendinizi ve aile fertlerinizi cehennem ateşine düşmekten, cehennemlik olmaktan, cehennemde cayır cayır yanmaktan koruyun!” buyruluyor. En büyük merhamet bu.
Bir aile reisi çocuklarını seviyor, kucağına alıyor, öpüp kokluyor, yıkayıp saçını tarıyor, güzel elbiseler giydiriyor, kimsenin ona yan bakmasına razı olamıyor, parklara götürüyor, salıncaklara bindiriyor, sallandırıyor, istediği şeyi alıyor; elma şekeri, kâğıt helvası, lolipop, bonibon, çeşit çeşit şeyler…
Tamam, bunlar sevgi ama bu çocuğun âhireti ne olacak? Bu çocuk âhirette cehennemlik olacaksa acaba aile reisi o çocuğa acımış mı demek, o çocuğu korumuş mu demek?
Hayır, korumamış demek. O çocuğu cennetlik olacak şekilde yetiştirmemiş ise o çocuğu korumamış.
Neden?
Bu dünya hayatı 80, 90, hadi diyelim100 yıl, hadi biraz daha yükseltelim. 120 yıl, 130 yıl… Bu kadar yaş yaşayan insan çok az. Hadi diyelim 150 yıl yaşadı, ondan sonra ölüm! Ama âhiret hayatı sonsuz. Yani yılların, rakamların bitmeyeceği sonsuz bir saadet cennette. İnsan cennetlik olduğu zaman bu sonsuz saadeti kazanıyor. Ebedî cehenneme de atıldığı zaman ebedî azaba uğramış oluyor. Şimdi insan çocuğunu seviyorsa, hanımını seviyorsa eğer merhametli ise;
“Ben seni çok seviyorum, -anneler gününde- sen çok yoruldun diye eve şu hediyeyi aldım, şu elbiseyi, şu mücevheri, şu kolyeyi, şu yüzüğü, şu bileziği aldım…”
Güzel, sen onu seviyorsun, merhametli gibi görünüyorsun ama onu sen cehennem ateşinden koruyamadıktan sonra asıl merhameti yapmıyorsun da küçük merhametlerle uğraşıyorsun demektir. Onun için her şeyden önce biz de Peygamber Efendimiz gibi ailemize merhametli olmak bahis konusu olduğuna göre önce onları cennetlik yapmaya gayret edeceğiz. Cennete gidecek şekilde yetiştirmeye gayret edeceğiz.
Dünyada da acıyacağız, merhamet edeceğiz. İyi yetişmesine gayret edeceğiz. Yüksek bir şahsiyet olmasını isteyeceğiz, eğitimine önem vereceğiz.
Dünyada da onun iyi olmasına gayret edeceğiz.
Ne diyelim?
Bedevîlerden birisi gelmiş de;
“Siz böyle çocukları kucağınıza alıp öper, sever misiniz? Vallahi biz hiç sevmeyiz!..” demiş.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz;
“Allah senin kalbine merhameti koymadıysa; merhametsizsen, bu kadar katı kalpliysen ben ne yapayım?!.. Çocuk sevilmez mi?” buyurmuş.
İnsanın evladı gerçekten ne kadar sevimli oluyor, yumurcaklar ne kadar tatlı oluyorlar; sevilir tabi. Allah merhameti vermediyse ne yapsın? Bazıları çocuğunu düşman gibi görüyor. Hayata geldiğinden memnun değil. “Nereden çıktın geldin?..” der gibi ve doğduğu andan itibaren “Keşke ölse de kurtulsam!” der gibi bir tavır. Bu İslâmî bir tavır değil. Müslümanlar böyle yapmaz. Çocuğu Allah’ın kendisine bir nimeti olarak bilir.
“Bunun rızkı nereden gelecek Hocam?”
Bunun rızkını, bereketini Allah veriyor. Allah rızkını gönderiyor ve ummadığı yerden insanları rızıklandırıyor. O bakımdan rızık endişesi ile çocuk yapmaktan, çocuk edinmekten kaçınmak da doğru değil.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in elbette yakını olan aile fertlerine merhameti vardı ama bütün ümmete karşı çok merhametli idi. Nitekim yine Enes radıyallahu anh’ten ve Buhârî’de de var.
كان رحيماً وكان لا يأتيه احد الا وعده وانجزه له ان كان عنده
Kâne rahîmen ve kâne lâ ye’tihi ahadün illâ va’dehu ve encizehû lehû ve in kâne indehû
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz mutlak mânası ile sıfat olarak çok merhametli, rahîm bir kimseydi ve kendisine bir kimse gelmiş ise mutlaka ona bir şeyler verirdi [veya] bir şeyler vermeyi vaat ederdi. Vaat ettiği zaman da vaadini yerine getirirdi.”
Bir söz var: “Vaat etmek borç gibidir.” Yani bir insan bir insana borçlandı mı eninde sonunda çıkartıp borcunu veriyor. Borcuna sadıksa çabuk veriyor. Borç bir vecibe, dürüstse onu ödemesi lazım. Vaat de bir borçtur, vaadini de yerine getirir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e birisi bir istekle gelirse [mevcut değilse] vaat ederdi.
Ve in kâne indehû, yanında mevcutsa vaadini yerine getirirdi, onun istediğini verirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz sadece kendi aile fertlerine değil, etrafındaki herkese karşı merhametli idi.
Bana çok tesir etmiş, beni çok duygulandırmış rivayetlerdendir: Bir keresinde Fatıma anamız radıyallahu anhâ, Hz. Ali Efendimiz kerremallahu veche ile beraber geliyorlar, avuçlarını açıp Peygamber Efendimiz’e gösteriyorlar:
“Ey babamız, şu avuçlarımıza bak!”
Avuçlarına bakılıyor. Ne olmuş avuçları?
Kuyudan iple su çekmekten ve değirmeni tutup kıldır kıldır çevirmekten -değirmenin sapı da insanın avucunda devamlı kaydığı için- elleri kanamış, yara olmuş. Yarayı gösteriyorlar. Diyorlar ki; “Harpte alınan esirlerden bir köle ver, hizmetimizi görsün, suyumuzu çeksin, değirmenimizi döndürsün…”
Değirmen, el değirmeni; insanın önüne koyduğu iki tane yuvarlak taş, ortasında bir delik bulunuyor oradan buğday konuluyor kıldır, kıldır çevrildiği zaman buğday taşların arasında ezilip kenardan un olarak, kırılmış olarak çıkıyor. Yemek yapmak için bu değirmeni döndürmek lazım. Kuyudan suyu çekmek lazım. Bunlar ellerini gösterip Peygamber Efendimiz’den köle istediler.
Efendimiz buyurdu ki;
“Maalesef kölelerden var ama veremeyeceğim, o köleleri satmak istiyorum, planım bu. Sattığım takdirde eldeki para ile -çarşıda pazarda bir kölenin bir bedeli var- o gelir ile Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyacını karşılamayı düşünüyorum. Onun için siz namazlardan sonra tesbih çekin; 33
sübhanallah, 33
elhamdülillah, 33
Allahu Ekber deyip ondan sonra
lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr deyin. Böyle yaparsanız Allah güç, kuvvet verir. Bunları yapın!” dedi.
Köleleri satıp parasıyla Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyacını karşılayacağını söyledi.
Ashâb-ı Suffe kimler idi?
Peygamber Efendimiz’in mescidine gelip orada yatıp kalkan insanlar… Çok büyük, düzenli binalar yok tabi. Sadece kumların üstü direklerle, hurma dallarıyla gölgelenmiş. Mescidin bir köşesi Ashâb-ı Suffe’nin yeri idi. Suffe; üstü kapalı bir gölgelik, demek. Ashâb-ı Suffe orada yatar, kalkarlardı. Geceleri 70-80 kişi orada yatarlardı. Gündüzleyin de sayı çoğalırdı 300, 400, 450 kişi kadar olduğu rivayet ediliyor.
Onların oraya gelip yatması neden?
Dışarıda evi barkı olmayanlar… Ashâb-ı Suffe; herhangi bir kabileden gelmiş, Peygamber Efendimiz’e iman etmiş İslâm’a girmiş, İslâm’ı öğrenmek istiyor. Resûlullah Efendimiz’e âşık, yanından ayrılmak istemiyor, hadîs-i şerîflerine dikkat ediyor, sözlerine dikkat ediyor, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini ezberliyor, dini öğreniyor, ibadetini yapıyor, mescitte yatıp kalkıyor… Geçimi yok, çalışması yok, belki iş imkânı yok. İşsizlik diyoruz, küçük bir toplumda iş bulmak için iş sahaları açmak lazım, kolay değil. Bunların ihtiyaçları var. Peygamber Efendimiz bunların ihtiyaçlarını düşünüyor. Ötekilerinin ihtiyacını görmek için kendi kızına, cennetlik Fatıma anamıza, sevgili damadına; “Sen tesbih çek de vaziyeti böyle idare et.” diye nasihat ediyor. Merhametlilik…
İslâm’da merhamet çok önemli bir vasıftır. İslâm’ın çeşitli ahlâkî emirleri var; İslâm ahlâkı diyoruz. Çeşitli huylar var. Bunların en başta gelenlerinden, en kıymetlilerinden birisi merhamet. Yani birilerini düşünmek, ihtiyaçlarını düşünmek, kollamaya çalışmak, ona karşı duygulanmak, acımak, onun yerine kendisini koyup, çektiği sıkıntıları anlayıp onun nâmına üzülmek ve onun ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak. Merhamet duygusu bu.
Çok güzel bir duygu. Diğerbîn insanlarının duygusu. Kendisini düşünen, hodbin, menfaatperest insanlar değil de başkalarını düşünen insanlar merhametli olur da onun için çok kıymetli bir sıfat. Allah’ın çok sevdiği bir sıfat, kendisi de zaten merhametlilerin en merhametlisi; Erhamürrâhimîn. Allahu Teâlâ hazretleri Rahmân ve Rahîm; rahmeti gazabını geçmiş. Kullarının da merhametli olmasını seviyor. Allah merhametlilere merhamet ediyor, merhametsizlere de merhamet etmeyeceğini Kur’ân-ı Kerîm’de tehdit yollu, ikaz yollu belirtmiş, Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîflerinde bildirmiş.
Hepimizin bu güzel duyguya sahip olmamız lazım. Hepimizin Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi kardeşlerimizin ihtiyaçlarını görmeye çalışması, gönlünü hoş etmeye çalışması, acıması lazım. Hastalar var, yoksullar, ihtiyarlar, çocuklar var, şaşırmışlar var, sapıtmışlar var, hidayet yolundan ayağı kaymışlar, yanlış yollara sapmışlar var…
Onlara da acımak lazım.
İslâm’da günah işleyen insana ne yapılıyor?
Acınıyor. Günah sevilmez ama günahı işleyen insana acınıyor, seviliyor; onun günahtan kurtulmasına çalışılıyor.
Peygamber Efendimiz’in enteresan bir hadîs-i şerîfi var, hepimiz duymuşuzdur. Diyor ki;
“Kardeşiniz zalim de olsa yardım edin, mazlum da olsa yardım edin!”
Diyorlar ki;
“Yâ Resûlallah! Mazlum iken yardım etmeyi anlıyoruz. Ama zalim iken yardım edersek biz de zalim olmaz mıyız?”
Zalimin zulmüne yardım ettiği zaman insan zalim olmaz mı; elbette zalim olur.
“Zalim iken de yardım edin demek ne demektir?” diye soruyorlar. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Zalimin zulmünü engellemeye çalışırsınız, zulmü yaptırtmazsınız, bu da ona yardımdır.”
Bakın ne kadar müspet, güzel bir şey tavsiye ediyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Zalimin zulmünü yaptırmamaya çalışmak, yapmasını engellemeye çalışmak, ne oluyor?
Ona yardım oluyor. Biz de günahkârı günahından döndürmeye çalışacağız. Acıyacağız;
“Bu benim kardeşim, müslüman, müslüman evladı veyahut bir insan. Hz. Âdem’in evladından, hemcinsinden, Beni Âdem’den benim gibi bir beşer…” diyecek, “Yazık, bu kafa ile giderse, bu davranışlarını devam ettirirse dünyada da hayatı mahvolur âhirette de cehenneme düşer, azap görür. Ben buna acıyorum. Bunu kurtarmaya çalışacağım.” diyecek. Yani müslümanın genel vasfı bu olması gerekir, diyor. Bütün insanlara karşı merhametli olacak. Kötü insanları da doğru yola çekmek şeklinde merhametli olacak.
O halde görüyoruz; İslâm çok güzel bir din. İslâm’ın ne kadar güzel olduğunu hadîs-i şerîflerden anlıyoruz ve bu hadîs-i şerîfleri kendisine prensip edinip de hayatını böyle geçirmiş mübarek evliyâullah büyüklerimizi, selef-i sâlihînimizi mübarek din alimlerimizin hayatlarındaki menkıbelerini duydukça, okudukça onların bunları uyguladıklarını gördükçe İslâm’ın uygulamada insanları ne kadar sevdiğini, merhametli olduğunu görmüş oluyoruz. Biz de böyle olmaya çalışacağız. Yani mazluma, mağdur, mazlum, fakir, âciz, nâçiz olanlara zaten yardım edeceğiz.
Bunun dışındaki öteki insanları ne yapacağız?
Asalım, keselim, vuralım, kıralım…
Hayır! Onu da o haksızlığından döndürmeye çalışacağız. Müspet olan taraf bu. Allem edeceğiz, kallem edeceğiz, uğraşacağız; onu yanlış yoldan doğru yola döndüreceğiz, Allah’ın iyi kulu haline getirmeye çalışacağız. İslâm’ın ana mantığı bu.
Sayfanın sonlarına doğru bir hadîs-i şerîf daha var. Bunu da Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ rivayet etmiş. Abdullah b. Abbas Peygamber Efendimiz’in mübarek amcası Abbas’ın oğlu, genç, delikanlı idi. Peygamber Efendimiz’in akrabası olduğu için evine girer çıkardı. Hatta bazen evinde yatardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretlerinin durumunu iyi biliyordu.
Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ; babası da sahabî kendisi de sahabî. Abdullah, sonra çok da alim oldu. Kur’ân-ı Kerîm’i çok iyi biliyordu. Konuşması çok güzel idi ve yüzü güzeller güzeliydi. Peygamber Efendimiz’e çok benzerdi. Çok yakışıklı, çok güzel yüzlü idi, çarpıcı, etkileyici güzel bir yüzü vardı. Allah şefaatlerine nail etsin. Cennette de yüzlerini görmeyi nasip etsin. Hem cennette görmek mümkün hem de -Allah nasip ederse rüyalarımıza gelirlerse- rüyalarımızda da görebiliriz.
Biz Edebiyat Fakültesi’nde İran edebiyatını okurken profesörümüz bize bir İranlı şairin şiirini yazdırmıştı. Orada diyor ki;
“Madem benimle geçinmek istemiyor görünüyorsun, Niçin her gece yarısı rüyama geliyorsun?..”
Karşısındakine şiirde latife yollu soruyor.
“Madem gündüz bana dargın gibi davranıyorsun, o halde geceleyin rüyama neden geliyorsun?..” diyor.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i biz seviyoruz, temenni ediyoruz ki; “Ah, o da bizi sevse de, rüyamızı teşrif etse de hayatta onun zamanında, Asr-ı Saadeti’nde bulunamadık, bari cemâl-i bâ-kemalini mübarek vechini, ayın on dördü gibi simasını, vech-i pâkini rüyamızda müşahede eylesek…” diyoruz. Peygamber Efendimiz’in o güzelliğini görsek. Bu ashabının mübarek yüzlerini görsek, bu hadisi rivayet eden zât, falanca zât, filanca zât ile rüyada Allah bizi nasip etse de görüştürse diye temenni ediyoruz.
Abdullah b. Abbas ne buyurmuş?
Bu temenniden sonra okuyalım:
كان فيه دعابة قليلة
Kâne fîhi deâbetün kalîletün.
Peygamber Efendimiz’de biraz şakacılık, latifecilik vardı. Belki hepinizin vechinizde, yüzünüzde, dudaklarınızda bunu duyunca bir tebessüm yayıldı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem birazcık şakacı, latifeci idi.
Çok ciddiydi; tamam, sözü haktı. Herkes Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mehâbetinden titrerdi. İlk defa onu gören titrerdi, heybetinin tesirinde kalırdı, muazzam heybetli idi ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e başını kaldırıp, kaşını kaldırıp doyasıya bakamamışlardı. Resûlullah Efendimiz’in böyle bir durumu vardı ama Resûlullah Efendimiz hafif latifeciydi. Evde tatlıydı, dışarıda tatlıydı, sözü hoştu… Güzeller güzeliydi, her şeyi çok güzeldi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bu davranışı da bizim kulağımıza küpe olacak bir âdet-i seniyyesi.
Nasılmış?
Kaşları çatık mıymış, yüzü gülmez miymiş, bağırıp çağırır mıymış, sert miymiş, diğer kanun koyucular gibi bağırıp çağırıp “Böyle olacak, şöyle olacak!..” mı diyormuş?..
Hayır.
Nasılmış?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem, zarif, hafif latifeciliği varmış. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hâne-i saadetlerinde davranışları böyle imiş.
O halde bizim nasıl olmamız lazım?
Hanemizde aynı şekilde tatlı olmamız lazım; ciddi ve tatlı.
Bu latifecilik, sevimlilik, zarafet nasıl olacak?
Ciddiyetle beraber olacak. Efendimiz ne söylerse söylesin haktır! Latife yapsa da latifesi hak idi. Batıl söz söylemezdi ama sevimli idi. Bazı insanlar vardır ciddidir, insan yanında sıkılır ve hemen biraz fırsat buldu mu kapıdan dışarı çıkıp bir nefes almak ister. İçeride o hürmete şâyan şahıs var filan diye biraz ciddi durduktan sonra kalkar dışarıya kaçar... Bazı toplantılarda bunun misalini görüyoruz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in böyle latif halleri, hafif bir latifeciliği de güzel bir hatıra olarak yakınları, akrabası tarafından anlatılmış.
Biz de evde böyle olmalıyız. Eve girdiğimiz zaman herkesin yüzünde güller açmalı, herkes sevinmeli. Gelene biz “Hoş geldin!” diyoruz ama hakikaten gelen de hoş gelmeli; nâhoş gelmemeli. Herkes birbirlerine yan bakıp, göz işareti yapıp da içinden “Aman Allah’ım, gene bu aramıza geldi. Eyvah, ne yapacağız?..” dememeli. Tatlı olmalı, kimseyi kırmamalı, kimseyi üzmemeli ama tabi ciddi olmalı. Hakkı söylemek gerektiği zaman da “Bu böyledir.” diye hakkı söylemekten geri durmamalı. Ama tatlılıkla, güzel güzel söylemeli.
Bismillâhirrahmânirrahîm ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ
Üd’u ilâ sebîli rabbike bi’l-hikmeti ve’l-mev’izatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen.
Âyet-i kerîmede böyle buyuruluyor:
“Ey Resulüm! Senin Rabbinin yoluna insanları hikmet ile çağır, hakîmâne sözlerle çağır.” Ve’l-mev’izatil haseneti ile “güzel öğütler vererek” çağır. Söyleyiş tarzının, üslubunun güzel, tatlı, hakîmâne olmasını Peygamberimiz’e Kur’ân-ı Kerîm’de Allahu Teâlâ hazretleri emrediyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e nasıl emreylemiş ise öyle olmuştur.
Bir hadîs-i şerîf daha söyleyelim.
Ahmed b. Hanbel’de, Müslim’de Ebû Dâvud’da -rahmetulllahi aleyhim ecmaîn- rivayet edilmiş bu hadîs-i şerîf.
Hz. Âişe-i Sıddîka validemize Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in ahlâkı sorulduğu zaman cevabı ne oldu?
كان خلقه القرآن
Kâne hulukuhu’l-Kur’ân. “Resûlullah Efendimiz’in ahlâkı Kur’ân-ı Kerîm idi.”
Burada çok önemli bir ifade var, biz bundan çok istifade edebiliriz. Hz. Âişe validemiz radıyallahu Teâlâ anhâ, “Peygamber Efendimiz’in ahlâkı şöyleydi, böyleydi…” demiyor; ne diyor?
“Ahlâkı Kur’ân-ı Kerîm idi.” diyor. Evet, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisine inen bir âyet-i kerîmenin mânasını derin derin düşünür, kendisini ona göre tam ayarlardı. Ona tam uymak için dikkatini, zarafetini gösterirdi.
Uhud Harbi olduğu zaman önce müslümanlar zafer kazanmış gibi oldu, fakat sonradan askerî bir taktik vazifeyi yapmamaktan, askerî emirleri tutmamaktan dolayı, arkadan okçuların düşmanların gelmesini engelleyecek, boğazları kesmekten, orayı muhafaza etmekten ayrılmaları üzerine düşman saldırmıştı, zafer kazanılacak gibiyken ortalık karışmıştı. Bir dağınıklık olmuştu. Tam kimin kazandığı belli olmadı ama müslümanlar tam “zafer kazandık” gibi bir durumda olamadılar. Sonra iki taraf birbirlerinden ayrıldı. Söz dinlenmediği zaman, bu gibi durumlar meydana geldi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz oradaki davranışlarında da yumuşak davrandı, kendisinin sözünü dinlemeyenlere çok katı davranmadı.
Kur’ân-ı Kerîm’de o durumu da methediliyor: “Katı sözlü, katı davranışlı, haşin, sert cezalar verici olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi!” diye buyuruluyor. Demek ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisine inen âyet-i kerîmeleri derin derin düşünürdü, aynen ve dikkatli bir şekilde uygulardı.
Bizim de bu durumda ne yapmamız gerekiyor?
Kur’ân-ı Kerîm’i okumamız lazım.
“Tamam, okuyoruz hocam. Elifi, cimi, dalı biliyorum. Okuyorum…”
الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ
Elif, lâm, mîm. Zâlike’l-kitâbü lâ raybe fîh...
“Hatim indiriyorum, Bir ayda, şu kadar senede, bu kadar zamanda hatim indiriyorum…”
İyi ama mânası?
Mânasını bileceksin.
İkincisi, Kur’ân-ı Kerîm seni hangi yöne sevk ediyorsa öyle olmaya çalışacaksın. Şimdi bu Uhud harbinde düşmanlar saldırınca müslümanlar da dağa doğru çekilince, düşmanlar harp sahasında yayıldılar. Müslümanlar da biraz dağıldılar. Peygamber Efendimiz’i öldü sandılar filan…
O zaman müşrikler müslümanların ölülerine, öldüğü halde çok işkence yaptılar. Kulaklarını, burunlarını kestiler. Kimisi bunları boynuna gerdanlık yaptı. O müslüman şehitlerin mübarek vücutlarını tanınmayacak hale getirdiler... Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de Hz. Ali Efendimiz’e onları kovalattırdı.
“Askeri birlikle git peşlerinden!”
Sonunda da mağlup gibi değil onları kaçırtmış gibi oldular. Mekke’ye doğru kovalattırdı. Kureyşliler defolup gittikten sonra baktı ki mübarek amcasının vücudu kesilmiş, ciğeri çıkartılmış, kulakları vs. kesilmiş, çok çirkin şeyler yapılmış... Cenazelere, meyyitlerin mübarek vücutlarına, tecavüzler olmuş, parça parça kesmişler;
“Ben de bunları elime geçirirsem, bunların yaptıklarının bu kadarını ben de onlara yapacağım!” dedi. O zaman âyet-i kerîme indi:
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهِ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِرِينَ
Ve in âkabtüm fe âkiku bi-misli mâ ûkibtüm bihî ve le in sabertüm le-hüve hayrun li’s-sâbirîne.
“Eğer size bir haksızlık yapılırsa siz de o haksızlığın mukabili kadar onlara o haksızlığın karşılığını verebilirsiniz; ama sabrederseniz elbette o sabredenler için daha iyi olur!”
Yolunu gösterdi. Peygamber Efendimiz 70 kişiye öyle yapacağını kararlaştırmışken, bu hususta yemin etmişken yemininin kefaretini verdi, yeminini yerine getirmedi, kendisini düzenledi.
Bu neyi gösteriyor?
Kur’ân-ı Kerîm’in emri gelince Resûlullah Efendimiz’in derhal tavrını ona göre ayarladığını gösteriyor. Çok mühim bir olay bu. Biz de Kur’ân-ı Kerîm’i okuyunca kendimizi ayarlayabilmeliyiz. Bunun için de mânasını anlamamız lazım, sevgili kardeşlerim. Tabi herkesin dinî ilimleri öğrenmesi kolay olmuyor. Yıllarca dinî ilimleri okumuş bir kimseye bir sohbette Arapça bir şey okudum;
“Hadi bakalım, buyur tercümesini sen yap.” Dedim.
“Aman hocam…” dedi, elini kaldırdı, “Hayır.” dedi yanaşmadı.
Neden?
Kolay değil! Bir insanın dinî ilimleri öğrenmesi, okunan bir şeyi izah edecek seviyeye yükselmesi kolay değil de ondan.
O zaman ne olur?
Bilenler anlatır, bilmeyenler de dinlemek üzere onların etraflarında toplanır.
Bizim kürsümüz İslâm Edebiyatı kürsüsüydü, bu münasebetle Anadolu’daki edebiyatın geçmiş asırlardaki devrelerini, eserlerini incelerdik. Görüyoruz, oradaki bazı kitaplar meclis meclis yazılmış. Meclis meclis demek; bir mecliste bir miktarı okunmak, öteki mecliste geriye kalan öteki miktarı okunmak üzere hazırlanmış demek.
Bu neyi gösteriyordu?
Anadolu’da ecdadımız, anlaşılan, o mübarek gecelerde -kış gecelerinde, yaz gecelerinde- çalışmadıkları zamanlarda okuyorlardı. Camilerinin kenarında herhalde toplantı odaları vardı, bazı köylerde bunları görüyoruz. Ocağa atıyorlardı, odunlar çatır çatır yanarken, ortalık ısınmışken dinî kitapların bölümlerini, bir mecliste okunacak bölümlerine kadar okuyup öğreniyorlardı. Bu çok güzel bir şey. Şimdi bu âdetlerin yerine yirminci yüzyılda başka âdetler geldi. Bizim çağımızda da televizyon geldi, evimizin başköşesine kuruldu. Şimdi herkes televizyonun sohbetini dinliyor.
Tabi iyi televizyon kanalını dinlerse iyi sohbette bulunmuş oluyor, sevap kazanıyor, güzel şeyler öğreniyor. Kötü filmler, ahlâk bozucu filmler, ahlâkı dejenere edici, aile yuvasını yıkıcı filmler vs. halkımızın üzerinde tahribat yapıyor.
Bazen televizyon da seyredilmeli; belgesel filmler var, haberler, yorumlar, çeşitli bilgiler var… Kıymetli bir kutu. Bu televizyonun içinde çok kıymetli bilgiler oluyor ve insan istifade edebiliyor. Ama bu ne kadar kıymetli olursa olsun bir de bu hadisleri, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini, dinimizin bilgilerini öğrenecek meclisler olmalı. Belki güzel televizyonlarla/[kanallarla] bu güzel Kur’ân-ı Kerîm’i öğretme meclisleri -seansları, saatleri, programları diyelim- inşaallah eski o cami kenarındaki mübarek ilim meclislerinin, sohbetlerinin yerini tutar. Gene insanlar güzel şeyler öğrenir.
Bunları öğrenecek sistemleri televizyonlarımızda inşaallah kurarız. Öyle olmadığı takdirde de alimlere rica etmelisiniz, onlardan Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin açıklamasını istemelisiniz. Her gün birkaç âyet-i kerîmeyi öğrenerek Kur’ân-ı Kerîm hakkında bilgi sahibi olmalısınız. Tamam; bu bir. Ondan sonra da bu bilgilere göre hemen kendinizi ayarlamalısınız.
Peygamber Efendimiz’in de; “70 müşrikin cesedine bu durumu yapacağım, intikam alacağım!” derken böyle yapmaması, âyetle bildirilince hemen vazgeçtiği gibi, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerine göre kendisini hemen ayarladığı gibi hepimizin Kur’ân-ı Kerîme uymayı böylece, bu kadar canlı bir şekilde yürütmemiz uygulamamız lazım.
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Belki sözü uzattım ama bu güzel bir noktaydı. İnşaallah bunları da uygularız. Allahu Teâlâ hazretleri bizi Peygamber efendimiz gibi çoluk çocuğumuza merhametli eylesin. Bizleri bütün insanlara karşı merhametli eylesin. Evde biraz latifeci, tatlı, sevimli, herkesin yüzünü güldüren, gönlünü hoş eden bir aile ferdi eylesin ve ahlâkımızı Kur’ân-ı Kerîm eylesin. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini okuyup, oralardan çıkartılacak dersleri alıp, onu hayatımıza uygulayıp ahlâkımızı ona göre düzeltmeyi nasip eylesin. Böylece rızasını kazanan kullardan eylesin. Olgun, velî, mahbub, makbul, zarif, ârif, kâmil kullardan olmayı nasip etsin. Huzuruna da sevdiği, razı olduğu kulları olarak yüzü ak, alnı açık varıp cennetiyle, cemaliyle müşerref olmayı cümlemize, cümlenize; sevdiklerinize, yakınlarınıza, dostlarınıza temenni ettiklerinize nasip eylesin.
es Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.