es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
Beni çok etkileyen bazı hadîs-i şerîfleri zikrederek başlamak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
“Bir kimse Allah rızası için bir mescit bina ederse, yaptırırsa, yaparsa Allah da ona sevap olarak, mükâfat olarak cennette bir köşk ihsan eder.”
“Cennete girer, cennette bu camiyi yaptıran kimsenin köşkü olur.” diyor.
Onun için ben daima kardeşlerimi mümkünse kendileri namına cami yapmaya teşvik ediyorum. Hatta “Eğer kendi camimiz yoksa, rahmetullahi aleyh Mehmed Zahid Kotku Hocamız adına yapılmış Kotku camiiniz yoksa beni çağırmayın, gelmem sonra!” diye latife de ediyorum.
Birçok yerde cami çalışmalarımız iyi gidiyor, elhamdülillah. Mesela İngiltere’de New Castle’da Kotku camiimiz var, Cuma namazı dahi kılınıyor. Burada da hâkezâ çalışmalar güzel!..
Bir de beni etkileyen hadîs-i şerîflerden birisi:
“Bir yerde beş müslüman aile varsa; eğer onlar ezan okumuyorlarsa, kamet getirmiyorlarsa, toplanıp cemaatle namaz kılmıyorlarsa şeytan oraya hâkim olur, orayı istila eder ve oradaki insanları esareti, hükmü altına alır.”
Onun için bir yerde üç-beş aile teşekkül ettiyse diyorum ki;
“Salonlarınızdan bir tanesini mescit haline getirin, orası beş ailenin mescidi olsun, namazınızı kılın! Ya da ayrı bir daire tutun, orası mescidiniz olsun!”
Şeytanın hükmü altına düşmemek, şeytanın esareti altına girmemek, şeytanın hüküm sürdüğü bir alanın içinde mecburen oturan bir insan durumuna düşmemek için bunları böyle söylüyorum.
Biliyorsunuz, insan şeytanın emri altına -mecburen- girerse; yani ezan okunmuyor, namaz kılınmıyor diye şeytan orayı istila ederse, hâkimiyetini oraya kurarsa oradaki insan şeytandan yakasını zor kurtarır. Başı dertten, beladan kurtulmaz. Günahtan, haramdan elini çekemez...
Şeytanın şerrinden korunmak lazım. Allah’a sığınmak lazım. Şeytandan uzak olmanın yollarına bakmak lazım.
Mesela insan evine girerken nasıl girmeli?
“Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.” diyerek girmeli. O zaman şeytan kapıda kalır, içeri giremez.
Neden?
Eûzü besmele ile girdiği için şeytan dışarıda kalır. Şeytan besmelesiz, teavvüzsüz yapılan işlerde ortak oluyor. Besmelesiz yemeğe başlamışsa insan, şeytan da onunla beraber yiyor. Onun lokmalarının bir kısmı şeytanın oluyor. Lokmasına, hatta evladına, evine, her şeyine ortak oluyor, şerik oluyor. Besmelesiz olunca bu işler, insanın bazı çocukları şeytanın çocukları oluyor. Allah saklasın...
Üç rivayet var.
Birisini Âişe-i Sıddîka validemizden Ahmed b. Hanbel; Ümmü Seleme validemizden Neseî rivayet etmiş. Diğeri Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş. Birisi de Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh ve kerremallahu vecheh’ten rivayet edilmiş.
Hz. Ali Efendimiz’in rivayet ettiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
لاَ تَدْخُلُ المَلاَئِكَةُ بَيْتاً فِيهِ صُورَةٌ وَلاَ كَلْبٌ وَلاَ جُنُبٌ .
Lâ tedhulü’l-melâiketü beyten fîhî sûretün ve lâ kelbün ve lâ cünübün. “Melekler bir eve girmezler, eğer o evin içinde suret varsa...”
Sûret, resim veya heykel demek.
Ve lâ kelbün. “Köpek varsa, köpeğin olduğu yere de melek gelmez.” Ve lâ cünübün. “Cünüp insan varsa, gusül abdesti alması gerekmiş de yıkanmamış, öyle gusülsüz geziyor, duruyor. Oraya da melek gelmez.”
Hz. Ali Efendimiz’in rivayet ettiği bu hadîs-i şerîf Ebû Dâvud’da, Neseî’de ve Hâkim’in Müstedrek’inde var.
Hz. Âişe ve Ümmü Seleme radıyallahu anhümâ validelerimizden rivayet edildiğine göre;
لا تدخل الملائكة بيتا فيه جرس ولا تصحب ركبا فيه جرس .
Lâ tedhulü’l-melâiketü beyten fîhî cerasün ve lâ tashabü rakben fîhî cerasün.
Melekler hangi eve girmiyor?
İçeride suret, resim, heykel, köpek veya cünüp insan -yani cenabet durumundan gusül abdesti alarak yıkanmamış, öyle kalmış- varsa oraya melek girmiyor.
Başka?
Lâ tedhulü’l-melâiketü beyten fîhî cerasün. “İçinde çıngırak, çan olan eve de melek girmez.” Ve lâ tashabü rakben fîhî cerasün. “Bir kervanda da eğer çan, çıngırak varsa ona da melek gelmez.”
İlginç!.. Bunları tabii Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz söylemeseydi biz bilemezdik.
Biz [Avustralya’da] geziyoruz. Çeşitli evlere çeşitli sebeplerle gitmemiz gerekiyor. Mesela Çinliler bu şıngır mıngır şeylere çok hevesliler. Evlerinin kapılarına asıyorlar. Rüzgar estiği zaman sesler çıkıyor. Nedenini öğrenmek için artık onların medeniyetlerini incelememiz lazım, tanımamız lazım! Orta Asya’da yaşadığımız zamanlarda Çin bizim doğu ve güney komşumuz idi. Şimdi de dünyanın en büyük devletlerinden birisi. Onlar şıngır mıngır, çanlı manlı, zilli şeyleri seviyorlar. Ama melekler böyle cıngır mıngır bir şey oldu mu o eve girmiyor. Bir kervan, bir kafile, yolculuk yapan bir katar içinde de böyle çan, çıngırak varsa ona da melekler gelmiyor, kaçınıyorlar.
Üçüncü bir rivayet:
لا تدخل الملائكة بيتا فيه تماثيل أو تصاوير .
Lâ tedhulü’l-melâiketü beyten fîhi temâsîlü ev tesâvîru. “Melekler içinde timsaller ve tasvirler olan eve girmezler.”
Timsal demek, “resim-heykel” demek. Tasvir de “resim” demek. “Tasvir” denilen şey iki türlü olabilir. Birincisi, düz bir satha yapılmış, iki boyutlu olabilir; ona “resim” diyoruz. Üç boyutlu olursa, kabartma veya doğrudan doğruya mücessem olursa, o zaman da “heykel” diyoruz. Arapça timsâl deniyor. İşte böyle şeyleri sevmiyor melekler, gelmiyorlar.
Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e bir ara Cebrail aleyhisselam gelmedi. Gelmeyince de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Acaba vahiy niye kesildi?” diye meraklandı. Meğer odanın içinde bir eşyanın arkasında bir hayvancık vefat etmiş, onun leşi olduğundan gelmiyormuş melekler.
Bundan neyi anlıyoruz?
Evimizin çansız, çıngıraksız, tasvir, heykel, resim, köpek olmayan bir ev olması lazım!
Böyle olduğu zaman melekler gelmiyor. Cünüp gezmemek lazım! Cünüp olduğu sırada melekler gelmiyor. İnsanların kişisel olarak temiz olması lazım!
Evin içini, duvarları neyle süsleyelim?
Çiçekle süslenebilir. Bizim ecdâdımızdan kalma çok güzel töremiz, medenî zevkimiz ayrı... Güzel âyetler yazıyoruz. O âyetlerin hem yazılışı çok meşhur hattatlar tarafından [oluyor], hem işlemesi, tezhibleri, ebruları, çerçeveleri harika güzellikte oluyor hem de gözümüzün önünde bir nasihat, bir âyet, bir dinî ibare, lâ ilâhe illallah sözü oluyor vesaire... Bunların hepsi güzel şeyler.
Resim olunca melek gelmiyor. Demek ki böyle şeyler yapmayacağız.
Avustralya’da gezerken görüyoruz. Bunlar heykele, resime çok düşkün... Medeniyetlerimiz farklı.
Tabii medeniyet, anlayış ve inançlarda farklılık oluyor. Bizim bilmemiz gereken şu: Öyle olduğu zaman melekler gelmiyor. Meleklerin gelmediği yer hayırdan, bereketten mahrum oluyor. Meleklerin gelmeyip de şeytanın geldiği yer daha da fena bir yer oluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri melekleri etrafımızdan eksik etmesin. Melekler bizi korusun, melekler bize yardımcı olsun. Melekler dualarımıza âmin desin, melekler her türlü hayırları getirsin... Şeytanlar da uzak olsun. Allah şeytanın etkisi altında kalmaktan, onun yoluna sapmaktan ve ona kanmaktan bizi, çoluk çocuğumuzu, zürriyetimizi, aile efradımızı korusun. Evimizi korusun, evimiz nurlu, hayırlı, bereketli olsun...
Kur’an okunan eve, ezan okunan yere şeytan gelemiyor, kaçıyor. Bakara sûresi okunan yere gelemiyor. Bunları kardeşlerimizin bilmesinde faydalar var. Tabii bunları düşünüp, tedbirini alıp ona göre bunları okuduğu zaman da evi bereketli olacak, güzel olacak, tatlı olacak. O zaman kendisi de farkı anlayacak.
Arkadaşlarımızdan birkaç tanesi Jakarta’ya gitti. Yani Endonezya’ya, Avustralya’nın kuzeyinde en büyük İslâmî ülke... Karışıklıklar olduğunu duydunuz. Oradan -elhamdülillah- telefon haberleri geldi, çok güzel haberler... “Bir hayır var, bir bereket var. İşlerimizde bir himmet var, bir tatlı gelişme var, çok teveccühlü...” diyor.
Bir işin hayırlı olduğu zaman, himmetli olduğu zaman, bereketli olduğu zaman hali başkadır; bereketsiz, uğursuz, şom olduğu zaman hali başkadır. Onu bilen bilir.
Onun için evlerimizi ona göre hazırlayalım.
Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri Hz. Ali Efendimiz’i bir sefere gönderdiği, vazifelendirdiği zaman buyurdu ki;
لاَ تَدَعْ تِمْثالاً إِلاَّ طَمَسْتَهُ وَلاَ قَبْراً مُشْرِفاً إِلاَّ سَوَّيْتَهُ .
Lâ teda’ timsâlen illâ tamestehû ve lâ kabren müşrifen illâ sevveytehû.
“Gittiğin yerde bir timsâl, heykel görürsen hemen alaşağı et! Yüksek yapılmış, süslenmiş, şa’şaalı, saltanatlı kabir görürsen onu da alaşağı eyle!” diye Hz. Ali Efendimiz’e emretmiş.
Bunlar [hakkında] da dinî bakımdan bilgimizin olması lazım, ona göre davranmamız gerekiyor.
İlginç bulduğum konuyu anlattıktan sonra diğer hadîs-i şerîfe geçiyorum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
لاَ تَدْعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ ، وَلاَ تَدْعُوا عَلَى أَوْلاَدِكُمْ ، وَلاَ تَدْعُوا عَلَى خَدَمِكُمْ ، وَلاَ تَدْعُوا عَلَى أَمْوَالِكُمْ، لاَ تُوَافِقُوا مِنَ الله سَاعَةً نِيلَ فِيهَا عَطَاءٌ فَيُسْتَجَابَ لَكُمْ .
Lâ ted’û alâ enfüsiküm ve lâ ted’û alâ evlâdiküm ve lâ ted’û alâ hademiküm ve lâ ted’û alâ emvâliküm lâ tüvâfikû mine’llâhi sâaten nîle fîhâ atâün fe-yüstecâbe leküm.
Ebû Dâvud, Câbir radıyallahu anh’ten rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz men ediyor, nasihat ediyor bize, buyuruyor ki;
Lâ ted’û alâ enfüsiküm. “Kendinize beddua etmeyin!”
Hani duyuyorsunuz, “Allah benim canımı alsın!” diyorlar, “İki gözüm çıksın ki...” diyorlar. Söylemeyi, nakletmeyi bile istemediğim alışkanlık tarzında söylenmiş sözler oluyor. “Bundan sonra ben yaşamayayım; Allah beni şöyle yapsın, böyle yapsın...” lafları söylenebiliyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
“Kendi aleyhinize beddua, kötü dua etmeyiniz, kötü söz söylemeyiniz!”
Ve lâ ted’û alâ evlâdiküm. “Çoluk çocuğunuza, evlâdınızın aleyhine de kötü sözler söylemeyiniz!”
Hani “Canın çıksın!.. Boynun devrilsin, kahrol!” gibi laflar söylenebiliyor. Sinirli anneler çarşıda, pazarda, sokakta gezerken bir yaramazlık yaptı diye kızıyor çocuğuna, ağzına geleni söylüyor. Çocuklarınızın aleyhine de kötü sözler söylemeyin, beddua etmeyin, kendinizin aleyhine de söylemeyin!
Ve lâ ted’û alâ hademiküm. “Hizmetçilerinizin, çalıştırdığınız memurlarınızın aleyhine de beddua etmeyin!”
Ve lâ ted’û alâ emvâliküm. “Mallarınıza da beddua etmeyin!”
“Hay kahrolasıca otomobil... Hay kahrolasıca şu eşya, bu eşya... Allah kahretsin, şu bıçak da kesmiyor...” diye çeşitli alışkanlıklar vardır. Hikâyelerden, romanlardan, filmlerden, edebiyattan bilirsiniz, çevrenizden duyarsınız. Mallarınızın da aleyhinde böyle konuşmayın, beddua etmeyin!
Lâ tüvâfikû mine’llâhi sâaten nîle fîhâ atâün. “Olmaya ki Allah’ın duaları kabul ettiği, kullarına ihsan ettiği, isteğini verdiği bir saate denk gelir.” Feyüstecâbü leküm. “O bedduanız kabul oluverir de sonra kahrolursunuz.”
Kendi aleyhinize konuştuysanız kendiniz kahrolursunuz. Çocuğunuza dediyseniz çocuğunuz kahrolur. Hizmetçilerinize söylediyseniz onlara bir zarar gelir. Malınıza söylediyseniz ona bir telef gelir.
İnsan güzel konuşmaya alışmalı, kötü söz söylememeli! Alışkanlık yoluyla da olsa, edebiyat yoluyla da olsa, kızgınlıktan da olsa bu gibi şeyleri süzmeliyiz, alışkalıklarımızın arasından çıkartmalıyız. Kötü sözlerle ağzımızı böyle tehlikeli yollara çevirmemeliyiz, başımızı dertlere sokmamalıyız.
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Bu da herhalde bize bir ibret... Sözümüze dikkat edeceğiz. Beddua etmemeye dikkat edeceğiz. Peygamber Efendimiz önemli bir konuda bizi ikaz etmiş oluyor.
Buhârî, Müslim, Neseî ve diğer kaynaklarda Enes radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîf:
لاَ تَزَالُ جَهَنَّمُ يُلْقَى فِيهَا وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ حَتَّى يَضَعَ فِيهَا رَبُّ الْعِزَّةِ قَدَمَهُ فَيَنْزَوِي بَعْضُهَا إِلَى بَعْضٍ وَتَقُولُ : قَطِ قَطِ ، وَعِزَّتِكَ وَكَرَمِكَ ، وَلاَيَزَالُ في الجَنَّةِ فَضْلٌ حَتَّى يُنْشِىءَ الله لَهَا خَلْقاً آخَرَ فَيُسْكِنَهُمْ في فُضُولِ الجَنَّةِ .
Lâ tezâlü cehennemü yülkâ fîhâ ve tekûlü: Hel min mezîd? Hattâ yedaa fîhâ rabbü’l-izzeti kademehû fe-yenzevî ba’duhâ ilâ ba’dın ve tekûlü: Katı katı ve izzetike ve keremike. Ve lâ yezâlü fi’l-cenneti fadlün hattâ yünşie’llâhü lehâ halkan âhara fe-yüskinehüm fî fudûli’l-cenneti.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Cennet ve cehennem haktır. Cennet ve cehennem vardır. Dinimizin, imanımızın önemli bir bölümüdür, âhirete inanmanın bir parçasıdır. “Cennet de cehennem de bu dünyada...” diye bir söz duymuşsanız, onun mânası ancak şöyle olabilir: “Cennete de cehenneme de bu dünyada müstehak olursunuz, çalışmalarınızla kendiniz hazırlarsınız.” demek olabilir. Yoksa âhirette başka cennet cehennem yok gibi bir mâna yanlıştır, günahtır, haramdır. Böyle bir söz inkârdır, küfürdür, insanı Allah saklasın mahveder.
Cehennem ne kadar büyüklükte?
Çok muazzam...
Cennet ne kadar?
Çok muazzam, uçsuz, bucaksız...
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz;
Lâ tezâlü cehennemü yülkâ fîhâ. “Günahkârlar, kâfirler, müşrikler, kâtiller, haydutlar, zalimler, müstehak olmuş olan edepsizler, Allah’ın cezalandırılacak kulları ceheneme atılır atılır, atılmaya devam eder.”
O atılma devam ederken;
Ve tekûlü “cehennem her seferinde der ki:” Hel min mezîd? “Var mı daha, daha ziyadesi var mı? Varsa onu da onu da getirin!”
İştihası çok ve boyuna gelsin, atılsın diye hışm ile, gayz ile “Var mı daha?” deyip duruyor.
Hatta başka hadîs-i şerîflerden biliyoruz, alevleriyle sağa sola saldırarak, alevlerini uzattırarak, saldırgan bir tavırda kükreyerek, uğultusunu çıkararak cehennem böyle der durur.
Hattâ yedaa fîhâ rabbü’l-izzeti kademehû. “İzzet ve celâl sahibi Allahu Teâlâ hazretleri kademini ona koyuncaya kadar...”
Bunun mânası ne demekse?..
Bir şeye ayağımızla bastırıp da ezdiğimiz gibi kudretiyle cehenneme öyle baskı yapınca...
Fe-yenzevî ba’duhâ ilâ ba’dın. “Cehennemin bir kısmı bir kısmına geçer, göçer, katlanır. O tazyikten geriye itilir, büzülür.”
Ve tekûlü: Katı katı ve izzetike ve keremike. “‘Senin izzetine, keremine and olsun ki tamam tamam, hiç hiç, asla asla, pes pes yâ Rabbi!’ der.”
“Artık hiç istemiyorum, kesinlikle hayır, hayır...” mânasına. Demek ki Allah onu durup dururken sindirecek, ezdirecek, bastıracak.
Ve lâ yezâlü fi’l-cenneti fadlün. “Cehennemin bu durumuna mukâbil bütün cennetlikler cennete girmeye devam ederler ve cennette yine geniş yerler kalır.”
İzdiham, sıkışıklık, birisine yer kalmaması gibi bir durum bahis konusu değil, fazlalık kalır.
Hattâ yünşie’llâhü lehâ halkan âhara. “Hatta Allah cennetlik başka mahlûklar yaratır.” Fe-yüskinehüm fî fudûli’l-cenneti. “Cennetin bu fazla yerlerine o cennetlik başka mahlûkları da yerleştirir.”
Yani cennet de geniş cehennem de geniş... Hatta “Herkesin cennette ve cehennemde işaretlenmiş yeri var. Salih amel işlerse Allah cennete koyar, cehennemdeki yerinden kurtulur. Kötü iş yapan bir insan da cehenneme atılır, cennetteki yeri mü’minlerden birisine bağışlanır.” deniliyor.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi bi-gayri hisâb, azabına, kahrına, gazabına uğramadan doğrudan doğruya cennetine giren, sevgili, iyi, has, hâlis kullarından eylesin. Yolunda dâim eylesin, ibadetinde müdâvim eylesin.
Aziz ve sevgili kardeşlerdim!
Bir başka hadîs-i şerîf... Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
لاَ تَزُولُ قَدَمَا عَبْدٍ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ أَرْبَعٍ : عَنْ عُمْرِهِ فِيمَ أَفْنَاهُ ، وَعَنْ عِلْمِهِ مَا فَعَلَ فِيهِ ، وَعَنْ مَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَ أَنْفَقَهُ وَعَنْ جِسْمِهِ فِيمَ أَبْلاَهُ .
Lâ tezûlü kademâ abdin hattâ yüs’ele an erbain: an umrihî fîme efnâhü ve an ilmihî mâ feale fîhi ve an mâlihî min eyne iktesebehû ve fîme enfekahû ve an cismihî fîme eblâhü.
Tirmizî “hasen-sahih” demiş bu hadîs-i şerîfe. Mânası şöyle:
Lâ tezûlü kademâ abdin. “Bir kulun ayakları bir yerden öbür tarafa kıpırdamaz, bir adım kaymaz, ayrılmaz.” Hattâ yüs’ele an erbain. “Dört şey kendisine sorulmadıkça...”
Bu ayaklarının bir yere kıpırdamaması, ayrılmaması ne zaman olacak?
Âhirette, mahkem-i kübrâda olacak. O zaman insanlar Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda mevkîf-ı azîmde durdurulacaklar. Oradan bir yere kıpırdamak yok, insanlara şu dört şeyden sorulacak:
1. An umrihî fîme efnâhü. “Ömrünü nerelerde geçirdin, nerelere harcadın?” diye herkese soracaklar. “Kaç yaş yaşadın, bu ömrünü nerelerde harcadın?” diye soracaklar.
Ömür bir sermaye, hayat bir emanet; Allahu Teâlâ hazretleri bunu soracak. Seneleri, günleri, saatleri, zamanları nerede harcadığını; ömrünü, gençliğini, ihtiyarlığını, hepsini soracak Allahu Teâlâ hazretleri. Sorgu suâlin olmadığı mâsum devre bitip de büluğ çağına erişip akil-bâliğ olduktan sonra yaptığı şeylerin hepsinin cezası, mükâfatı işleme giriyor.
Ömrün kıymetini bilmek lazım. Aziz ömrü iyi kullanmak lazım, boşa harcamamak lazım. Günahlardan uzak durmak lazım. Bu bir... Bunlar sorulacak.
2. Ve an ilmihî. “Neler işlediğinden sorulacak.” Mâ feale fîhî. “Ne gibi ameller işledin?”
“Sen mü’min misin?..”
“Mü’minim.”
“İman ettiğine göre neler yaptın bakalım? Farzları yerine getirdin mi, haramlardan kaçındın mı? Benim emrettiğim vazifeleri yaptın mı, zekâtını verdin mi?” diye amelini soracak Allah...
Ne işler yaptığını, ne ibadetler yaptığını veya yapmadığını, niçin yapmadığını soracak. Bu da çok önemli. Yapmamız gereken şeylerin neler olduğunu bilmeli ve yapmalıyız. Yapmamamız gereken şeyler nedir, onları bilmeli, onlardan da sakınmalıyız.
Allah bize ne görevler yüklemiş, görevlerimizi bilmeliyiz. Bu görevleri alimlerimiz önemlerine göre sıralamışlar. Mutlaka yapılması gerekenlere “farz” deniliyor. Yapılırsa sevap kazanılacak olanlara “sünnet”, “müstehab” deniliyor. Serbest, yapsa da olur yapmasa da olur, kendi keyfine kalmış, yapmazsa bir cezası olmayana “mubah” deniliyor. Yapması iyi olmayana “mekruh” deniliyor. Kesinlikle yapmaması gerekene “haram” deniyor. Bunları bilmek lazım!
Niye bunları böyle sıralamışlar?
Kulların yaptığı işlerin cinsini, önemini kullar bilsin diye...
Mesela içki içmek haram. “Haram” demek, çok fena demek, hiç yapılmayacak demek. Yalan söylemek haram. Müslümanın müslümana üç günden fazla dargın durması haram. Müslüman “haram” denildi mi hemen kırmızı ışık yandığını anlayacak, o işi yapmayacak.
“Farz” dediği zaman da “Aman farzları bileyim, yapayım!” diye çoluk çocuğuna küçük yaşta farzların neler olduğunu öğretecek. “Aman evladım, bak şunlar Allah’ın çok önemle bize emrettiği vazifelerimizdir; sakın bunları ihmal etme!” diyecek.
Düşünün: Namaz farz. Hatta namazın içinde nice nice farzlar da var. İçinde birçok farzlar olan mühim bir farz ibadet. Bu farz ibadeti yapmazsa insan ne kadar suçlu bir duruma düşüyor...
Zekât farz bir ibadet. Dünyanın üstünde bir sürü fakir müslüman var. Yurt içinde, yurt dışında, çevremizde, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Bosna’da, Hersek’te, Afrika’da, Filipinler’de...
Zaten bu Güneydoğu Asya’yı ve Okyanusya’yı bizim Türkiye’deki kardeşlerimiz çok az biliyor. Maalesef... Varsa yoksa “Batı” demişler, bir şeyden haberleri yok... Hâlbuki burada bir büyük âlem var, büyük nüfus var. Müslümanların en kalabalık olduğu bölge buraları... Buralarda başka ülkeler harıl harıl çalışıyorlar. Endonezya’da 200 kişiye bir misyoner düşüyormuş. Ne kadar korkunç bir hızlı çalışma... Ne kadar kuvvetle yüklenmişler... “Oradaki insanları, köylüleri, cahilleri acaba İslâm’ı öğrenmeden kendi dinimize çekebilir miyiz?” diye çalışmak için ne kadar gayret gösteriyorlar.
Ben Avrupa’da iken televizyonlarda seyretmiştim, Eskimolar’ın arasına gidiyorlar. Herhalde bizden Eskimolar’a giden hiç yok gibidir. Gidiyorlar, Hıristiyanlığı öğretiyorlar. Dünyanın her yerine gidiyorlar.
Demek ki çalışmamız lazım. Vazifeleri bilmemiz lazım. Farzları bilmemiz lazım. Haramları bilip haramlardan da kaçınmamız lazım, çok önemli...
Farzları ve haramları mutlaka öğrenmeli, çoluk çocuğumuza da öğretmeliyiz. Çünkü Allah neler işlediğimizi soracak. İşlediğimiz şeyler iyi şeylerse onlardan mükâfat var. İyi şeyleri işlemediysek ceza var. Kötü şeylerin işlenmemesinde sevap var. Kötü şeyler işlendiği zaman da şiddetli cezalar var. Cehennem işte, “Var mı daha?” diye sağa sola saldırıp duruyor, isteyip duruyor. Onu hiç gözümüzün önünden ayırmamamız lazım!
3. Ve an mâlihî min eyne’ktesebehû ve fîme enfekahû. “Malından da sorulacak insan, kazancından sorguya, suâle tâbi olacak âhirette...”
Dünyada da soruyorlar, sorabiliyorlar, soramıyorlar. Vergi kaçırılıyor, haksızlık yapılıyor, gayrimeşru kazanç vesaire, dünyada da sormaya çalışıyorlar. Ama âhirette kesin, her şeyi bilen, alîm ve habîr Allahu Teâlâ hazretleri malını soracak.
Min eyne’ktesebehû. “Malı bu kul nereden kazandı? Haramdan mı kazandı, helalden mi kazandı? Bu para nereden eline geçti?”
Tabii haramdan kazandıysa muazzam ceza...
Ve fîme enfekahû. “Ve malı nereye sarf etti, harcadı?”
Hayra mı şerre mi, zevke mi keyfe mi?.. İşte [yılbaşı]nda -Allah saklasın- içkiler, kumarlar, eğlenceler, barlar, pavyonlar, haramlar, zinalar, fuhşiyât, münkerât... Neler neler olacak...
Allah her türlü haramdan, günahtan korusun.
Malı da Allah soracak; nereden kazandığını soracak, bir de nereye harcadığını soracak.
4. Ve an cismihî fîme eblâhü. “Allah insana bir de vücudundan soracak...” “Sen bu vücudu nerede yıprattın, gel bakalım?” diyecek.
Sevgili kardeşlerim, İslâm’a göre vücut bizim değil.
“Sana ne, benim vücudum! İşte benim elim, benim bacağım, benim dizim, benim ciğerim, benim kalbim, benim midem...”
Senin ama emanet; yani tam senin değil, Allah sana bunu emanet vermiş. Bu cismi nerede yıprattığını Allah soracak.
“Nerede yıprattın bu ciğeri, nasıl yıprattın? Bu kalbi nasıl böyle yordun, hasta ettin? Bu gözü nerede harcadın, kullandın? Bu dizin niye böyle yıprandı? Bu vücudun niye böyle sarardı, soldu? Bu gücünü, kuvvetini niye yitirdin? Ne yaptın, niçin böyle hor kullandın bu aziz emaneti?..” diye Allahu Teâlâ hazretleri insanın cismini, vücudunu da soracak.
[Avustralya’da] görüyoruz, ikindiden sonra görüyoruz, sabahleyin namaza giderken görüyoruz. Kadın erkek, genç yaşlı sokaklarda yürüyorlar. Daha iş saatine çok var. Kısa şortlarını giymişler, uzun uzun kilometrelerini yürüyorlar, koşuyorlar. Yani vücudunu sağlıklı tutmak için çalışıyor, idman dediğimiz işleri yapıyor. Yürüyüş, koşu, yüzme, çeşitli oyun şeklindeki vücudu çalıştırıcı, hünerini, kabiliyetini artırıcı şeyler...
Bunların bir kısmını -güreş gibi- Peygamber Efendimiz tavsiye buyurmuş, teşvik buyurmuş. Çünkü insanın bedenî kabiliyetini arttırması hayatında lazım olacak. Ata binmek gibi [sporlar]; bu devirde çeşitli cihazları kullanmak olabilir. Ok atmayı tavsiye etmiş Peygamber Efendimiz. Nişancılık, bu devrin çeşitli silahlarını bilmek... Bunlar önemli.
Çeşitli idmanlar yapılması lazım ve vücudun yıpratılmaması lazım, hor kullanılmaması lazım!..
Adam sigara içiyor.
Niye içiyorsun bu sigarayı?
Duman, acı, para da veriyorsun, içiyorsun; ondan sonra da ciğerlerin zifir doluyor, öksürmeye başlıyorsun. Bunlar ciğerinin içini kapladığı için nefes alanın daralıyor, sararıyorsun, soluyorsun. Sonra o ciğerlerin içinde akciğer kanserine sebep oluyor, damar sertliğine sebep oluyor. Adam 45 yaşında, bakıyorsun sapsarı sararmış solmuş. Elinin parmaklarına bakıyorsun, sapsarı... Nikotinden, tütünün kokusundan parmaklarının bile rengi değişmiş, dişlerinin rengi sararmış solmuş.
Hakkın yok ki senin kendini böyle yıpratmaya!.. Çünkü bu vücut senin değil, emanet bu... Allah bunun da hesabını soracak.
Onun için aziz ve sevgili kardeşlerim, Allahu Teâlâ hazretlerinin huzuruna çıkacağız, bu dünya hayatından hesap vereceğiz ya; bu hesabı vermeden önce burada iken aklımızı başımıza toplamamız lazım. Orada mahkeme-i kübrâda nasıl hesap vereceğimizi düşünmek lazım. Hesabı verilmeyecek bir acayip işimiz, yalan yanlış işimiz olmamalı; her işimiz açık olmalı, güzel olmalı, Allah’ın rızasına uygun olmalı!..
Çok güzel... Şimdi Türkiye’den gelen kardeşlerimiz bizim orada hazırlattığımız bir şeyimiz vardı, onu getirmişler. Yazıyor:
الهي انت مقصودي ورضاك مطلوبي
İlâhî ente maksudî ve rıdâke matlûbî.
Bizim şiârımız, bizim esasımız, bizim Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği ana düşüncemiz nedir?
Her yaptığımız işi Allah rızası için yapmaktır.
İlâhî ente maksudî. “Yâ Rabbi benim maksûdum, arzum, istediğim, gece gündüz durmayıp dilediğim, temenni ettiğim sensin!” Ve rıdâke matlûbî. “Ve ben senin rızanı kazanmak istiyorum.”
Senin rızanın olduğu her şeyi seve seve yaparım, senin rızanın olmadığı işi de yapmam çünkü sen istemiyorsun, razı değilsin. Senin istemediğin şeyi yapmam yâ Rabbi!
Her müslümanın böyle hareket etmesi, böyle düşünmesi, bu zihniyete sahip olması lazım! Bu bayrağı her müslüman evine asmalı, göğsüne -rozet değil- yaka gülcüğü olarak takmalı. Parmağına yüzük olarak takmalı. Eskiden yüzükleri mühür olarak da kullanırlarmış. Bastığı zaman da “İlâhî ente maksudî ve rıdàke matlûbî.” diye görülmeli.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi gaflet uykusundan uyarsın, uyandırsın. Her yaptığı işi Allah’ın rızasına uygun yapmak durumuna hepimizi getirsin. Yolunda dâim eylesin. Ümmet-i Muhammed’e faideli eylesin. Yüksek seviyeli, olgun müslüman olmayı nasip eylesin. Tatlı, efendi, edepli, ahlâklı, faydalı, çalışkan, bilgili, görgülü insan olmayı nasip eylesin. İnsanca, insân-ı kâmil olarak ömür sürmeyi nasip eylesin. Sevdiklerimizle beraber cümlemizi huzuruna, mahkeme-i kübrâya sevdiği, razı olduğu kul olarak, “Sana hesap sormaya lüzum görmüyorum, gel kulum, cennetime gir!” dediği, bi-gayri hisâb cennetine dahil eylediği, cemâlini gösterdiği kullarından eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh