es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili Akradyo dinleyenleri,
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Cumanız mübarek olsun. Allah iki cihanın hayırlarına cümlenizi erdirsin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in hadîs-i şerîflerinden - kur'a ile çıkmış sayfadan- bazılarını size nakledeceğim.
Birinci hadîs-i şerîf:
Câbir radıyallahu anh'ten rivayet edilen Deylemî'nin kitabına almış olduğu bir hadîs-i şerîf. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyuruyor:
Lâ birre efdale min birri ehli'l-kubûr ve lâ yasilü ehle'l-kubûri illâ mü'minün.
Sadaka resûlullah fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Geçtiğimiz günlerde cennet-mekân, rahmetullahi aleyh Mehmed Zahid Kotku Hocamız'ı Türkiye'de, Amerika'da, Avustralya'da, Avrupa'da anma toplantıları oldu. Çok sevdiğimiz büyüklerimizden. Vefat etmiş bir kimseyi anmak; bunlar güncel faaliyetlerimiz. Bu hadîs-i şerîf de ona denk geldi.
Lâ birre efdale min birri ehli'l-kubûr. "Kabir ehline karşı yapılan iyilikten daha faziletli bir iyilik yoktur." Ve lâ yasilü ehle'l-kubûri illâ mü'minün. "Kabir ahalisine ziyareti, ancak mü'min yapar."
"Onlara ziyareti, dua etmeyi, hediye göndermeyi ancak mü'min olan, imanı kuvvetli olan insan yapar." buyuruyor.
Birr; "iyi olmak, iyilik yapmak" mânasına gelen bir kelime. İyilik yapan kimseye de berrün derler. Berren bi-vâlideyhi; "annesine babasına iyi muamele yapan, iyi davranan evlat" demek oluyor. Umumi mânasıyla "her şeye, herkese karşı iyi davranan, iyilik yapan, iyi muamele yapan kişi" demek.
Peygamber Efendimiz'in bu hadîs-i şerîfinde anlatılan; kabir ahalisine, kabirlerde gömülmüş, istirahatgâhında yatmakta olan insanlara yapılan iyilik. Efendimiz; "Bundan daha faziletli iyilik olmaz." buyuruyor. Lâ, nâfiyetü'l-cins'tir.
Lâ birre. "Daha güzel hiçbir iyilik yoktur."
Efdale min birri ehli'l-kubûr. "Kabir ehline yapılan iyilikten başka."
İnsan kabir ehline ne iyilik yapar?
Bir kere kabir ehli için onun namına yapılan ibadetler, hayırlar, bağışlar vardır; sevabı ona gider. Mesela;
"Onun namına çeşme yaptırsa sevabı ona gider mi?"
"Gider."
"Söylemedi!"
Söylemese bile gider. Çünkü Sa'd isminde birisi, aynen bu durumda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e gelmiş:
"Yâ Resûlallah! Benim annem vefat etmişti. Bana herhangi bir tavsiyesi, vasiyeti yok ama ben onun namına bir çeşme yaptırmak istiyorum. Yapsam sevabı anneme gider mi?" diye sormuş.
Peygamber Efendimiz de;
"Evet, gider, sen o hayrı yap." diye teşvik etmiş.
Demek ki kişi söylemese bile geride kalan sevenlerinin onun namına yaptığı bir hayır, iyilik, bağış, bir güzel yardım sevabı ona ulaşıyor. İnsan böyle bir şey yapabilir.
Başka ne yapabilir?
Kur'an okur, hatim indirir; sevabını ona bağışlar.
Artık [Mehmed Zahid] Hocamız için okunan Kur'ân-ı Kerîm'lerin sayılarını toplayamıyoruz. Vefatında da öyle olmuştu.
Kur'an okumak, tesbih çekmek, salât u selâm getirmek, onun namına yemek pişirmek, dağıtmak vesaire iyiliktir, iyiliğin çeşitleridir.
Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfin devamında bir de işaret buyuruyor:
Ve lâ yasilü ehle'l-kubûri illâ mü'minün. "Kabir ahalisini ancak mü'min olan kimse yoklar."
Sıla-i rahim nedir?
Akrabaların ziyareti, kollanması. "Kabir ehlinin sılasını, onu ziyareti, ona ikramı ancak iyi mü'min yapar.
Sıla-i rahim nasıl olur?
Akrabaya gidiyoruz, ziyaret ediyoruz:
"Selamün aleyküm!"
"Hoş geldiniz!"
"Hoş bulduk amcacığım, dayıcığım, halacığım, teyzeciğim. Nasılsın, iyi misin? Seni ziyarete geldim, ver elini öpeyim!" diyoruz.
"Allah senden razı olsun!" diyor.
Sıla-i rahimin bir ziyaret mânası var, bir de;
"Al teyzeciğim, al halacığım! Sana şunu hediye getirdim. Şu parayı al, ihtiyacına harca!" diye maddî bir ikram ve bağış da olur. Çünkü sıla, aynı zamanda bağış mânasına geliyor!
Kabri ziyaret de önemli. Peygamber Efendimiz kabir ziyaretini de hadîs-i şerîflerinde tavsiye buyurmuş. Kabir ziyaretinin insanın ruhunu incelttiği, kendisini rikkat sahibi ettiği, hassaslaştırdığı, kalbini incelttiği, duygulandırdığı, faydalı, ibretli olduğu hadîs-i şerîflerde belirtilmiş.
Demek ki vefat eden bir kimse için yapacağımız şeylerden birisi, mümkünse onu ziyaret etmektir. Özellikle cuma günü kabir ziyareti sevap. Ziyaret etmek lazım! Bu sıla-i kabir oluyor.
Allah razı olsun, İstanbul'daki kardeşlerimiz Süleymaniye camiine gider, ziyaret ederler. [Mehmed Zahid] Hocamız'ın kabri de çok güzel bir yerde. Allah ziyaretlerini kabul etsin!
Allah razı olsun. Allah iyi kullarının yolundan ayırmasın!
Onun anılmasında en önde gelen sebep ne?
Başka insanların da iyi insan olmasını istemek. Bak, Allah'ın sevgili kulu olmak ne kadar iyi. Aradan kaç sene geçti, muhabbet artarak devam ediyor. Anmalar, hatimler, zikirler, tesbihler rakamlara sığmıyor. Dünyanın her yerinden sevgi dalgaları, ırmakları, pınarları akıyor; Hocamız'a sevaplar gidiyor. Bunu yapmanın da iyi bir şey olduğunu bu hadîs-i şerîf gösteriyor.
Kabir ehlini ziyaret etmek, uzaktan okunmuş hatmi ona göndermek; salât u selâmlar, zikr ü tesbihât yapıp, 70 bin kelime-i tevhid, 1001 İhlâs-ı şerîf okuyup ona göndermek; onun namına kurban kesmek, hayır yapmak, sadaka dağıtmak vesaire. Bunların hepsi onun ruhuna gidiyor. Bunları yapanın da iyi bir iş yaptığını bu hadîs-i şerîf gösteriyor.
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Allahu Teâlâ hazretleri hepinizden razı olsun! Bu sevginizden, gayretlerinizden dolayı Cenâb-ı Hak da sizi sevsin, büyük mükâfatlar ihsan eylesin!
İkinci hadîs-i şerîfe geçiyorum:
Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh dinlemiş, rivayet etmiş, Taberânî'de var:
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
Lâ îmâne limen lâ emânete lehû ve lâ dîne limen lâ ahde lehû ve'llezî nefsü Muhammedin bi-yedihî lâ yestekîmü dînü abdin hattâ yestakîme lisânüh ve lâ yestakîmü lisânühû hattâ yestakîme kalbüh ve lâ yedhulü'l-cennete men lâ ye'menü cârühû bevâikahû. Kîle: Yâ Resûlallah! Me'l-bevâiku? Kâle: Ğaşmühû ve zulmühû.
Ve eyyü mâ racülin esâbe mâlen min gayri hıllihî ve enfaka minhü lem yübârik lehû fîhi ve in tesaddaka lem tukbel minhü ve mâ bakıye fe-zâdühû ile'n-nâr. İnne'l-habîse lâ yükeffiru'l-habîs velâkinne't-tayyibe yükeffiru'l-habîs.
Sadaka Resûlullâh fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ne buyurdu? Bu ifadelerden ne anlıyoruz?
Lâ îmâne limen lâ emânete lehû. "Güvenilirliği, emniyetliliği olmayan bir kişinin imanı yoktur!"
Neden?
Kendisine güveniyorlar; hıyanet ediyor. Güvenilir bir insan değil.
İmanı olan böyle yapar mı?
Mahkeme-i kübrâdan korkar, hıyanet etmez. Eğer bir kimsenin emaneti, eminliği, güvenilirliği yoksa...
"Yahu kaypaktır; sözüne, işine güvenilmez. Yüzüne güler, kuyunu kazar, arkandan kötülük yapar. Parayı verirsen geri vermez, borcunu ödemez."
Güvenilirliği, eminliği olmayan bir kimsenin imanı yok ki öyle yapıyor.
Lâ imâne. "İmanı yok!"
"Var! İcabında camiye gidiyor, bayrama gidiyor. Geçen sene hacca gitti, evvelki sene de umreye gitti."
Sen onun eminliği olup olmadığına bakacaksın; emanet sıfatı, güvenilirlik sıfatı var mı?
Peygamber Efendimiz'in vasfı ne idi?
Muhammed el-Emîn; "güvenilir Muhammed."
Hicret ederken ne yaptı?
"Kim kendisine emanet vermişse emanetlerin bir bir sahiplerine dağıtılmasını tenbihledi, tavsiye etti, öyle gitti."
Çünkü güvenilir, hiçbir şey kaybolmaz. Senet sepet olmasa bile söz senettir.
Emin, güvenilir olmak, hıyanet etmemek çok önemli! Aksini yapıyorsa demek ki imanı zayıf. O zayıf imanı da Allah kabul etmiyor, Peygamber Efendimiz saymıyor. Lâ îmâne diyor, imanı yok sayıyor. Çünkü o hıyanetinin cezasını çekecek.
Ve lâ dîne limen lâ ahde lehû. "Ahdine sadakati olmayanın da dini yoktur!"
Eyvah! Şimdi din de iman da gitti!
"Şu adam ahdine hiç uymaz ki hiç güvenilir bir insan değil ki. Söz verdi, sözünde durmuyor, ahdine riayet etmiyor. Halbuki ahdetti, peymân etti, yemin etti ama tutmuyor."
O zaman onun dini de yok!
Bize geliyorlar:
"Hocam! Söz veriyoruz, sana tâbiyiz, sözünü dinleyeceğiz. Nasihatler ediyorsun, nasihatlerini tutacağız, iyi insan olacağız, nefsimize uymayacağız. Şu namazları kılacağız, şu tesbihleri çekeceğiz. Şöyle yaşayacağız. Ahlâkımızı düzelteceğiz, günahlardan kaçınacağız." diyorlar.
Ahdettik, peymân ettik. Yazılı değil ama Allah şahit, Allah biliyor. Ondan sonra da âyet-i kerîmeler okuduk:
Bir ahitleşme, anlaşma olmadı mı?
Oldu.
Niye tutmuyorsun?
Niye tutmuyor?
Söz verdiği halde durmuyor, ahdine vefası yok. O zaman çok tehlikeli bir duruma düşüyor. Ahdine sadakat lazım. Bir insanın ahdine bağlı olması gerekiyor.
Muhterem kardeşlerim!
Bunlar çok önemli şeyler.
Millet sanıyor ki Müslümanlık namaz kılmaktan ibaret. Ticarî ahlâk çöktü, siyâsî ahlâk çöktü; her şey çöktü.
Neden?
Bu işler artık önemsenmez oldu da ondan.
Ahdine riayet edecek, güvenilir olacak. Devletin teslim edilen parasını harcamayacak, hazineyi hortumlamayacak. Sözünde duracak, mesela seçmene verdiği sözde duracak.
Tüccar güvenilir olacak, siyasetçi, idareci güvenilir olacak. Koca güvenilir olacak, hanım güvenilir olacak, bekçi güvenilir olaca ; herkes güvenilir olacak.
Adam bir fabrikaya genel müdür oluyor. Satın alma müdürüyle bir takım kuruyor. Hepsi alışverişlerde rüşvet yiyor:
"Şunu alacağız ama fiyatını çok yaz! Şu kadarını bize ver, şu kadarı da sana kalsın. Biz buradan istifade etmek istiyoruz." diye teklif ediyor, rüşvet alıyorlar.
Ahlâk bozulmuş.
Neden?
Din; ahlâkı korur, muhafaza eder. Din gitti mi kuru kuruya ahlâk olmaz.
"Olur." diyenler, gelsinler olmadığını, görsünler.
Efendimiz yemin ediyor:
Ve'llezî nefsü Muhammedin bi-yedihî. "Muhammed'in canı, hayatı, nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki…"
Can; âlemlerin Rabbinin elinde; Allah dilerse yaşatır dilerse öldürür. Canını verir, alır. Veren Allah, alan Allah; yaşatan Allah, öldüren Allah!
"Muhammed'in canı, nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki."
Lâ yestekîmü dînü abdin hattâ yestakîme lisânüh. "Kişinin dili doğru düzgün olmadıkça dini doğru düzgün bir din olmaz."
Doğru sözlü olacak, söyledi mi doğru söyleyecek, sözü senet olacak.
Ve lâ yestekîmü lisânühû hattâ yestakîme kalbühû. "Dilin doğruluğu da kendi kendine olan bir şey değil. Kalbi, gönlü doğru olacak da, söylediği söze dikkat edecek de dili o zaman doğru olacak."
Temel; gönlün, kalbin temiz olması.
Kalbin temizliği için de çalışmak lazım. Kalbin temizliği tasavvufla, mânevî eğitimle oluyor.
Onu yapmıyor, ona düşman oluyor, ona saldırıyorlar.
Öyle bir eğitim olmayınca kalbi müstakim olmuyor. Kalbi müstakim olmayınca dili de müstakim olmuyor. Halbuki dilin müstakimliği, kalbin müstakimliğine bağlı!
Kalp eğitimi yapacağız; gönül eğitimi, iç eğitimi, vicdan eğitimi yapacağız. Nefsimizi ıslah edeceğiz.
Kur'ân-ı Kerîm'de;
"Nefsini ıslah eden kurtulur; ıslah edemeyen dünyada âhirette helak olur." buyuruluyor.
Onun başka bir şekilde ifadesi bu hadîs-i şerîf. O âyet-i kerîme, bu hadîs-i şerîf; nasıl aynı şeyi söylüyor, görüyorsunuz.
Ve lâ yedhulü'l-cennete men lâ ye'menü cârühû bevâikahû. "Komşusunun kendisinin haksızlığından, zulmünden, aldatmasından, belasından emin olmadığı kimse cennete giremeyecek."
Bir tehditli, tehlikeli durum daha!
Komşusuna zulmediyor, aldatıyor, eziyet ediyor. Komşuluğunu kötü yapıyor, iyi komşuluk yapmıyor. Komşusu onun hâlinden şikayetçi, yaka silkiyor, emin değil!
"Ben yazlığa veya yurtdışına gittiğim zaman bizim komşunun ne yapacağı belli olmaz; çalar mı, çırpar mı? Ben evde yokken benim namusuma, malıma, mülküme göz diker mi, dikmez mi, emin değilim." diyor.
"Komşusunun kendisinden emin olmadığı kimse cennete giremeyecek!"
Çünkü komşu bir ölçüdür, büyük bir ölçüdür. Adamın yakını olduğundan her şeyini bilirsin, oradan anlaşılır. Şimdi her şey çöktüğü, değiştiği için komşuların kötüsü de iyi insana zulmediyor. O komşusuna zulmediyor değil; komşuları bu zavallı, mâsum, salih, âbid, zahid kimseye zulmediyor! Sorsan bütün mahalleli yaka silkiyor:
"Falanca adam çok kötü!"
"Neymiş kötülüğü?"
Adama bakıyorsun beş vakit namazında, dürüst, iyi bir insan ama etraf çok fena olduğundan kimse sevmiyor.
"Yahu bırak şu yobazı! Bizimle akşam kafayı çekmez. Toplantı, parti yaparız; dansa gelmez, karısını getirmez."
Bir sürü şikâyet…
Neden?
Onlar başkalaşmış da onun için! Bu adamcağızın kabahati yok; etraf tamamen değişmiş, başka milletler gibi olmuş. Kendi örfünden, âdetinden kopmuş. Şimdi bu adamcağız, kendi vatanında garip, gurbette gibi kalmış.
Böylesi değil de; "Aslında ikisi de iyi komşu iken komşusuna haksızlık ediyorsa zulmediyorsa o zaman o kimse cennete girmeyecek." demek.
Tersini anlamayalım!
"Anaya babaya itaat…" diyorlar. Tamam, anaya babaya itaat Kur'ân-ı Kerîm'de, hadîs-i şerîfte, İslâm'da var. Ama bu devirde ana baba;
"Gel buraya! İç şu içkiyi bakalım! İçmezsen babalık hakkımı sana helal etmeyeceğim." diyerek oğlunu içkiye zorluyor. İçki haram.
Oğlan içmeyince;
"Sen ne biçim müslümansın? Anana babana itaat etmiyorsun?" diyor.
Sen ne biçim anne babasın ki Allah'ın emrine karşı geliyorsun da oğlunu günaha teşvik ediyorsun! Ne anneler biliyoruz, kızlarını kötü şeylere teşvik eden! Ne babalar biliyoruz, çocuklarına "namaz kılıyor" diye, "dürüst" diye kızıyor.
"Bu devirde bu kadar dürüst olunmaz!"
"Ne olacak?"
"Müşteriyi biraz aldatacaksın!"
"Olmaz baba! Ben ticareti dürüst yapmak istiyorum, helal kazanmak istiyorum."
"Sen hangi devirde yaşıyorsun evladım?" diyor, bir de oğlunu azarlıyor. Hile yapmaya, ticarette tartıyı, ölçüyü bozuk yapmaya uğraşıyor.
Almanya'da cuma hutbesini okuyan hoca anlattı. Kadının birisi;
"Bizim efendi ölüyor. Hocam, gel şunun başında Yâsîn oku!" demiş. Gitmiş…
Adam ölmek üzere, hırıl hırıl hırıldıyor. Göğsü hırıldıyor, gözleri kaymış, söylenenin farkında değil.
Hâlet-i nez' diyorlar, "ölüm hâli." Hoca da başına geçmiş, yavaş yavaş eşhedü en lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlüllah sözlerini söylüyor ki ölecek olan kimsenin kulağı duysun o da kelime-i şehâdeti söylesin.
Böyle teşvik ettikçe, kelime-i şehâdeti telkin ettikçe nihayet ölmek üzere olan adam bir ara gözlerini açmış, hocaya sert sert, hışımla bakmış:
"Hoca, ne söylenip duruyorsun! Ne tazyik edip duruyorsun? Söyleyeceğim ama görmüyor musun şu kantarın topuzunu boğazıma boğazıma nasıl tıkıyorlar, ağzıma nasıl tıkıyorlar? Ondan söyleyemiyorum!" demiş, ölmüş.
Hoca bu lafı duyunca;
"Bacı! Senin kocan öldü ama şöyle bir şey oldu: Ben kelime-i şehâdet getirtmek istedim ama o da; 'söyleyemiyorum işte hoca, görmüyor musun?' dedi. -Görmüyor tabi, azap melekleri yapıyorlar. - 'Ağzıma kantarın topuzunu tıkıyorlar! Onun için konuşamıyorum, kelime-i şehâdet getiremiyorum.' dedi. Bu ne haldir?" demiş.
Karısı demiş ki;
"Ah hocam, ah hocam! Derdime parmak bastın! Bu bizim adam bakkaldı; mal alır mal satardı. Mal aldığı kantar hileli kantardı. Malı alırken o kantarla tartardı; bir kiloyu dokuz yüz gram gösterirdi. -Daha çok alıyor, kantar az gösteriyor. - Ama satışta o kantarı kullanmazdı. Satarken öteki kantarı kullanırdı. O da bir kiloyu, bir kilo yüz gram gösteriyordu."
Ne oluyor?
Alırken yüz gram hile yapıyor, satarken yüz gram hile yapıyor; sırf tartıdan iki yüz gram para kazanıyor. Fiyatına ayrıca kâr koyması ayrı. Hile yapıyor.
Yaptı ama ne oldu?
Son nefeste kelime-i şehâdet getirecek; "Zebanîler ağzına kantar topuzu sokuyorlar." sanıyor. Allah kelime-i şehâdeti getirtmiyor.
Neden?
Güvenilir adam değil. Zalim, hırsız, arsız adam, hayatında hüsn-ü âkıbet yaşayacak işler yapmadı ki Allah ona hüsn-ü âkıbeti nasip etsin, kelime-i şehâdet getirtsin! Getirtmiyor! Çok dikkat etmek lazım.
Eyyü mâ racülin esâbe mâlen min gayri hıllihî. "Helâl olmayan yoldan bir mal ele geçiren herhangi bir adam."
Bir adam ki kazanmış, mallar elde etmiş ama helalinden değil. Haramdan, helal olmayan yollardan paralar elde etmiş bir adam.
Ve enfaka minhü. "Adam çok para kazandı, zengin oldu ama vicdanı sızlıyor: 'Ben bunu haramdan kazandım.' diyor. Camiye geliyor, 'Ben biraz hayır yapmak istiyorum.' diyor, para veriyor."
Neden?
Vicdanı yakasını bırakmıyor.
"Sen falancayı aldattın, filancayı dolandırdın, filancanın malını aldın; bunu öyle kazandın! Bu para bir sürü haramlı, katışık bir mal." diyor. O götürüyor, biraz infak edip hayır yapıp sadaka verip sevap kazanacağını sanıyor.
Bir insan böyle yaparsa "haramdan kazanıp da infak ederse."
Lem yübârik lehû fîhi. "Bu yaptığı hayır; ona hayır, bereket getirmez."
Yanında kalsa kazandığı malın hayrını, bereketini görmez. Yanar, kül olur, yıkılır, dökülür.
Ve in tesaddaka lem yukbel minhü. "Sadaka olarak verirse isterse hepsini versin, kabul olmaz!"
Köroğlu'nun hikâyesini anlatıyorlar. Bolu valisine kızmış, dağlara çıkmış. Zenginlerden bağırta bağırta mallarını alırmış, fakirlere dağıtırmış.
Olmaz!
Neden?
Helalden kazansın, dağıtsın! Ama zenginin malını alıp fakire verdikten sonra ondan o bir hayır görmez. Tasadduk etse kabul olmaz.
Ve mâ bakıye fe-zâdühû ile'n-nâr. "Yanında kalanı da, cehenneme giderken yolda azığı olur, cehennem azığı olur."
Efendimiz hadisin son cümlesinde buyuruyor ki;
İnne'l-habîse lâ yükeffirü'l-habîs. "Habis ve pis olan bir kazanç, habis ve pis olan günahı sildirmez!"
Pis kazançtan hayır yapıyorsan ondan sevap bekleme, sevap kazanacağını sanma. Çünkü kötü mal; habis, pis, haram mal pisliği temizlemez, günahı affettirmez.
Velâkinne't-tayyibe yükeffirü'l-habîs. "Helal para günahı affettirir, habisi temizler."
Sen helalinden, alnının teriyle kazanır da hayır yaparsan bilerek bilmeyerek işlediğin günahları Allah affeder. Ama haramdan kazanıp hayır yapmak olmaz.
Peygamber Efendimiz haram ile olan hayrın kabul olmayacağını, helalden olursa kabul olacağını bu hadîs-i şerîfte bildiriyor. Tasadduk etse kabul olmaz. Geriye kalsa cehennem yolunda cehennem azığı olur. Yanında dursa hayrını bereketini görmez. Haram çok fena!
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah'tan korkalım!
"Allah'tan korkun!" demiyorum; hepimize lazım, hepimiz kullar olarak Allah'tan korkalım! Elimizi vicdanımıza koyalım, yaptığımız işi temiz, güzel yapmaya çalışalım. Helal para kazanalım! Az olsun, temiz olsun, helal olsun. Helal yere sarf edelim. Yaptığımız her işi Allah'ın rızasına uygun yapalım; günahlardan, haramlardan kaçınalım.
Allah'ın "haram" dediği, "günah" dediği şeyleri yapmaya kalkarsak Cenâb-ı Hak bu dünyada da yapanların cezasını veriyor, burnundan fitil fitil getiriyor; âhirette de ebedî cezalar, ikaplar oluyor.
İnsanlar bu dünyadakine bile dayanamıyor. Bu dünya muvakkat, fâni. Bu dünyada insan, küçücük bir sıkıntı çekse altı ay, bir sene, iki sene çeker; ölünce biter. Âhirette cennete giderse bir şey değil.
Sahâbe-i kirâm çok ezâ cefâ çektiler, bir kısmı işkenceden öldü.
Ne oldu?
O azap bitti, âhirette cennetlik oldular! İslâm'ın ilk şehitleri oldular. İslâm tarihini hatırlayın.
Bu dünyanın azıcık azabına dayanamayanlar, âhiretin ebedî azabını nasıl göze alıyorlar? Bu ne mantıksızlık, ne insafsızlık, ne iz'ansızlık! Anlayın, ibret alın, aklınızı başınıza toplayın. Herkes kendi hayatını gözden geçirsin, hatasını tespit etsin, düzeltsin; şu memleketi düzeltelim.
Ahlâk düzelmeyince millet düzelmez; memleket, ümmet, dünya düzelmez, âhiret düzelmez. Temelli iş yapmak, kalbi temizlemekten başlamak lazım. Dürüst sözlülüğe gelmek, dürüst işliliğe gelmek lazım. Kimseye zulmetmemek, harama yanaşmamak, el uzatmamak lazım. Bu okuduğumuz hadîs-i şerîfler onu gösteriyor. Bunlar hepimize ikazdır.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi sevdiği kul olarak yaşatsın, sevdiği amelleri işlemeye muvaffak etsin. Salih kullar olmayı nasip etsin. Ümmet-i Muhammed'e faydalı eylesin. İnsan alim, bilgili olmadan; âyet-i kerîmeleri, hadîs-i şerîfleri okumadan bu işleri yapamıyor.
Bir de bunları okuyan, din bilgilerine sahip nice insanlar var; bu günahların hepsini yapıyorlar. Hatta gelip karşına da dikiliyor;
"Ben senin bildiklerini bilirim, senden fazlasını da bilirim!" diyor.
Biliyorsun da bu halin ne?
Adamın haline bakıyorsun; ailesine, çocuğuna, ticaretine, kazancına bakıyorsun; vatana hıyanetten para kazanıyor. Kimisi afyon kaçırmaktan kimisi başka şeylerden kazanıyor. Bir de vergisiyle övünüyor! Bazıları haramdan kazanıyor, devlete şu kadar vergi veriyor; onu övünç meselesi yapıyor. Onun da kıymeti yok. Millete de kıymeti yok, kendisine de kıymeti yok.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi Peygamber Efendimiz'in sevdiği ümmet hâline getirsin. Efendimiz'in sünnetine uyup hadîs-i şerîflerdeki güzel bilgileri yakalayıp alarak güzel müslüman olmaya muvaffak etsin. Salih, hayırlı müslüman, her yönden faziletli, erdemli, yüksek insan olmayı nasip etsin. Güzel işler yapıp huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip etsin.
Cennetiyle taltif eylesin; "Buyur cennetime!" diye cennetine dâhil ettiği kullarından eylesin. Cemâliyle müşerref eylesin; cemâlini görmeyi nasip eylesin. Rıdvân-ı ekberine cümlemizi vâsıl eylesin.
Hatalarımız varsa…
Hatalar olunca ne yapılır?
Hatalardan dönülür. Hatalardan dönmeye "tevbe" deniyor. Hatanız varsa dönün. Dünyadayken dönülür; günahlar, hatalar telafi edilir. Âhirette, öldükten sonra dönüş olmaz!
Accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt. "Ölüm gelmeden evvel Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönüşü yapın!"
İyi müslüman olun, Allah'ın sevgili kulu olun! İş işten geçmesin, tevbe kapısı kapanmasın, fırsat kaçmasın!
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!