es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Bayramın son günündeyiz; hem bayram, hem cuma. Hem cuma günü olmasının bayramı var -zaten haftanın bayramı cumadır- hem de Ramazan Bayramı. Allah nice bayramlara katmerli, kat kat güzel, mutlu, mübarek günlere sizleri eriştirsin, dünyada, âhirette mutlu ve bahtiyar eylesin.
Bayram çok önemli; dinî bakımdan önemli, içtimaî bakımından yani toplumsal yönden önemli, sevap bakımından önemli bir hadise. Müslümanların birbirleriyle davranışlarını düzenleyen, aralarındaki iletişimlerini kuvvetlendiren bir vesile. En önemli yönlerinden birisi bayramda müslümanların birbirleriyle bayramlaşması.
İlk önce bir şeyi hatırlatmak istiyorum: İslâm'da müslümanın müslümanı sevmesi bir ibadettir. Müslümanlar birbirlerine muhabbet edecekler, dost olacaklar, kardeş olacaklar. Allah kardeş etmiş;
İnneme'l-mü'minûne ihvetün.
"Müslümanlar sadece ve sadece, ancak, birbirlerinin kardeşidir."
Başka bir şey değildir, başka bir sıfat yakışmaz. Yakışan, onları ifade edebilen sıfat, sadece birbirleriyle kardeş olmak. Binaenaleyh bayramda müslümanların kardeşliği tezahür edecek.
İzlenimim şu oldu; enteresan… Mesela insanlar aynı camiye devam ediyor, komşu; fakat birbirleriyle tebrikleşmiyorlar. Bayram tebriki yapmamışlar. Hâlbuki aralarında mühim bir olay yok; belki aralarında siyasî görüş farkı var, birbirlerine de başka bir şey yapmış değiller ama birbirleriyle bayram tebriki yapmıyorlar. Aynı camiye giriyor, Allah'ın divanına duruyor, fakat tebrikleşmiyor.
Enteresan bir şey, büyük bir kusur, büyük bir ayıp!
Müslüman, bayram geldiği halde ufak tefek dünyevî meseleleri geriye bırakamıyor ve kardeşini sevemiyor. Bayram vesilesi olduğu halde dargınlığı atıp barışmayı sağlayamıyor, bir yakınlaşma olmuyor. Tabi bu ayıp!
Allahu Teâlâ hazretleri bu durumda olanları cezalandırır. Bu duyguları sürdürmesi; dargınlık, aldırmama, tebrikleşmemek, sevmemek, selamlaşmamak kötü ve âhireti bakımından yanlış bir şey. Müslümanın müslümanı sevmesinin, kardeş olmasının çok büyük faydası var. Birçok vesilelerle onu anlatıyoruz. Müslümanlar bunlara dikkat etmeli. Allahu Teâlâ hazretleri bizi nefsin oyunlarından, şeytanın oyunlarından korusun. Nefs insanın en büyük düşmanıdır.
A'dâ adüvvüke nefsüke'lletî beyne cenbeyk. "İnsanın en büyük düşmanı nefsi." Bir de tabi;
İnne'ş-şeytâne leküm adüvvün mübîn.
Şeytan da bir düşman. Şeytan; insanı kandırır, kışkırtır. Nefs; insanı olmadık duygulara, hareketlere, davranışlara sürükleyebilir.
Müslümanların bunları aşabilmesi lazımdı. Zaten Ramazan insanın kendi nefsini ıslah etmesi, kendisini aşması olayıdır. Oruç; nefsini yenebilme, nefsine hâkim olabilme olayı idi. Maalesef bunları daha hazmedememişiz. Anlayamamış hâlâ; Ramazan geçmiş, nefsinin oyunlarına kurban gidiyor, şeytanın tuzağına düşüyor!.. Allah saklasın. Düzelmesi lazım. Bu iyi bir şey değil, daha başka zararlara yol açabilir.
İslâm'ın ana mantığı; insanların birbirlerini çok sevmesidir, müslümanın müslümanı kardeş bilmesidir. Bu münasebetle sıralayacak olursak, insan önce anne-babasına karşı sevgi ve saygı içinde bulunacak. Çünkü annesi ve babası sebeb-i hayâtıdır, vesîle-i hayâtıdır. Annesi küçükken ona bakmıştır; babası kazanmıştır… Annesi başucunda ağlamıştır ve beşiğini sallamıştır, hasta olduğu zamanlarda sabahlara kadar beklemiştir, emzirmiştir, temizlemiştir... Anne-babaya karşı olan duyguların güzel olması çok önemli.
Bu konuyla ilgili Hz. Ali Efendimiz'in rivayet etmiş olduğu bir hadîs-i şerîfi okumak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
İyyâküm ve ukûka'l-vâlideyni fe-inne'l-cennete yûcedü rîhuhâ min mesîrati elfi âmin ve lâ yecidu rîhuhe âkkun ve lâ kâtau rahimin. Ve lâ şeyhu zânin ve lâ cârru izârehû huyelâu inneme'l kibriyâu lillâhi azze ve celle.
Sadaka Resûlullâh.
Birinci cümlesi; İyyâküm ve ukûka'l-vâlideyni. "Aman, sakın anne ve babaya âsi olmayın! Anne, babayı dinlemeyen, ona karşı gelen bir evlat olmayın. Anne babaya isyandan, âsîlikten sizi sakındırırım, böyle bir şey yapmayın!" buyuruyor ilk önce Peygamber Efendimiz. Nasihati, tavsiyesi böyle ve cezasını bildiriyor:
Fe inne'l-cennete; "Şüphe yok ki cennet" yûcedü rîhuhâ "öyle bir yerdir ki onun kokusu duyulur", min mesîrati elfi âmin "bin yıllık mesafeden."
Daha cennete girmemiş, cennetin yanına yaklaşmamış olan bir insan cennetin bin yıllık mesafe yakınına geldi mi o muazzam, şahane, eşsiz emsalsiz kokusunu duyar. Daha bin yıllık mesafeden cennetin kokusu burnuna gelmeye başlar.
Ama, ve lâ yecidu rîhuhe âkkun. "Anne-babaya âsî olan, karşı gelmiş olan, arası bozuk olan evlat cennetin kokusunu bile duyamaz ."
Yani cennete giremeyecek, kesin! Cennetin yanına bin yıllık mesafe kadar bile gelemeyecek, kokusunu bile duyamayacak. Bu çok önemli. Allah anne-babasına âsî olan, sevgi gösteremeyen bir evladı nasıl cezalandırıyor!
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz minbere hutbe okumaya çıkarken, merdivende -bir adım yukarıya çıkıp bir adım yukarıya çıkıp hutbe okuyacak- her attığı adımda "âmin" dedi, "âmin" dedi, "âmin" dedi. Üç defa "âmin" dedi, sonra hutbesini okudu, insanlara hitap etti, konuşmasını yaptı. İndiği zaman sordular:
"Yâ Resûlallah, bu sefer hutbede böyle ‘âmin' dediniz. Biz anlayamadık bunu, sebebi nedir?"
"Evet, ‘âmin' dedim. Çünkü Cebrail aleyhisselam geldi. ‘Kim anne babasına yetiştiği halde cenneti kazanamamışsa yazıklar olsun o evlada!' dedi. Ben de ‘âmin' dedim."
Yani beddua! Cebrail aleyhisselam ilk defa böyle söylüyor, Peygamber Efendimiz de "âmin" diyor. Demek ki meleklerin sevmediği, Allah'ın sevmediği, Peygamber Efendimiz'in o meleklerin bedduasına "âmin" dediği bir durum. Anne babasına yetişmiş, anne babası sağ; anne babasını sevecek, sayacak ve anne babasına evlatlık vazifesini yapacaktı. Onu yapmadı ve anne babası onu cennete sokamadılar. Cennete girmesine sebep olacak duaları annesinin-babasının ağzından alamadı.
Hatta kimisi, üstelik duasını almak yerine anne babasının bedduasını alıyor:
"Ah evladım, Allah senden razı olsun, Allah seni cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin…" diye dua almak var, öyle değil; bir de "Allah seni kahretsin, müstahakkını versin, ne halin varsa gör!.." filan gibi, kimisi de anne-babasını üzüp bedduasını alıyor.
Anne-babasına, birisine veya ikisine birden hayatta yetişmiş, sağlar, onlara hizmet imkânı var; etmemiş. Anne-babası ona güzel dua etmediği için cennete girememiş. Anne-babasının cennete sokamadığı, anne-babasının duasını alamamış bir evlada "Allah cezalandırsın, burnu yerde sürtsün!" demiş Cebrail aleyhisselam, o da "âmin" demiş.
İkinci "âmin" demesi, biraz önceki hadisle aynı konuya işaret ediyor. Ramazan ayı girdi ve çıktı, bir ay yaşandı gitti; hâlâ o şahıs Allah'ın mağfiret ettiği, affettiği insanlardan olamadıysa… "Ramazan gelmiş geçmiş Allah'ın mağfiretini kazanamamış ise o adamın burnu yerde sürtsün!" dedi Cebrail aleyhisselam, beddua etti; ben de "âmin" dedim." diyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
O da bildirmiş iyi ki.
Ramazan gelmiş geçmiş. Allah'ın mağfiretini kazanamamış olmak çok kötü bir şey. Demek ki oruç tutmadı, namazlarını kılmadı; demek ki Ramazan ayında öteki müslümanlar gözyaşları içinde aşk ile şevk ile Allah'a ibadet ederken bu kim bilir nerelerde ne işlerle meşguldü?!.. Hiç oralı olmadı, Ramazan fırsatını kaçırdı. Ramazan af olma fırsatı idi, elinde büyük bir fırsat vardı ama Allah'ın mağfiretini kazanamadı. İşte, "onun da burnu yerde sürtsün" diyor, beddua ediyor Cebrail aleyhisselam. Yine Peygamber Efendimiz aleyhisselam da "âmin" diyor.
Üçüncü "âmin" demesi; bir toplantıdayken bir vesileyle Peygamber Efendimiz'in adı geçiyor. Peygamber Efendimiz şöyle yapmış, böyle olmuş, diye anlatılan bir olay... Peygamber Efendimiz anılıyor bir toplantıda da şahıs, aleyhisselam demiyor, "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed "demiyor. Peygamber Efendimiz'e bir salât ü selâm bile getirmiyor. Hâlbuki ümmetlik edebi!
Müslümanın Resûlullah'a karşı edeplerinden birisi, adı anıldığı zaman ona salât ü selâm getirmektir. es Salâtü ves selâmu aleyke yâ resûlallah, demektir veyahut Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed demektir veya en kısacası aleyhisselam demektir.
Hz. Muhammed aleyhisselam.
Bazı kitaplarda, bakıyorum, cimrilik yapıyorlar; Hz. Muhammed geldi, gitti… Tarihî bir olayı anlatırken…
Ne olur aleyhisselam'ı yazıversen yanına?
Sen yazınca -beni bırak- dinleyen
okuyan o yazıyı da okuyacak, atlamayacak. Sen yazmadığın zaman okuyan da salât ü selam getirmeden okuyor geçiyor. Yazılmamış şeyi söylemeden geçiyor. Yanlış bir şey oluyor.
Eski kitaplar bu hatayı yapmazlar. Eski kitapları okuruz, mesela Arapça kitapları veya dedelerimizin kitaplarını. Allah nur içinde yatırsın, ruhlarını şâd eylesin, o mübarek insanlar Resûlullah'ın adı anıldığı zaman güzel bir es-salâtü ve's-selâmu aleyke yâ Resûlallah veyahut Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed diye uzun yazarlar. Ondan çekinmez, sakınmaz. Çünkü bu önemli, sevaplı bir iş.
Çünkü Cebrail aleyhisselam "Resûlullah Hz. Muhammed Mustafa yanında anıldığı, bir yerde anıldığı halde ona salât ü selâm getirmeyenin burnu yerde sürtsün!" dedi.
Cebrail bunu niye söylüyor?
Allah dedirtiyor.
"O ‘Burnu yerde sürtsün!' dedi. Ben de ‘âmin' dedim."
Allah salât ü selâm getiriyor Peygamber Efendimiz'e, melekler salât ü selâm getiriyor; insanlar getirmez olur mu?
Onu andığı zaman çok sevdiği, çok mübarek kimse anıldı diye insanların yüreği ağzına gelecek, gözleri yaş dolacak. Resûlullah'a sevgisinin son derece yüksek olması lazım bir müslümanın. Çünkü oradan da mahrumiyete uğruyor; Allah'ın sevgisini kaybediyor, Cebrail'in bedduasına uğruyor. Hz. Peygamber'in de "âmin" dediği bir beddua. Resûlullah'ın da sevgisini kaybediyor. Gerçek müslüman bu gibi hususlarda çok dikkatli, edepli, zarif, sevap kazanmaya dikkat edici olmalı.
Ramazan geçti, mağfiret olamadı. Ramazanda çalışacak, çabalayacak, ibadet, taat edecek, yalvarıp yakaracak da mağfiret olunacaktı. Anne-babasına sağ iken yetişti; -annen küçükken ölmüş filan, demiyor- yanında kaldılar, epeyce bulundunuz… Onların hayır duasını alamamış, cenneti kazanamamış. Resûlullah yanında anılıyor, salât ü selâm getirilmiyor; ne biçim müslüman?!.. Tabi cezaya uğruyor.
Hz. Ali Efendimiz söyleyince ben ayrıca bir ilgi duyuyorum. Hadîs-i şerîfin râvisi, rivayet edeni Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh.
Ehl-i Sünnet kitaplarına baktım da Hz. Ali Efendimiz için aleyhisselam da diyorlar; Peygamber Efendimiz'in mübarek damadı olduğu için aleyhisselam da deniliyor. Hem kerremallahu veche deniliyor hem radıyallahu anh deniliyor Hz. Ali Efendimiz'e; o rivayet etmiş. Hz. Ali Efendimiz'i seven insanların pür-dikkat dinlemesi lazım bu hadîs-i şerîfi. Ayrıca bir de o rivayet etmiş diye sevgi ile saygı ile dinlemesi lazım.
Peygamber Efendimiz "Anne-babaya âsî olmaktan sakının!" buyuruyor. Çünkü cennetin kokusu bin yıllık mesafeden duyulur ama anne-babasına âsî olan, karşı gelen, evlatlık hizmetini yapmamış olan bir evlat cennetin etrafa yayılan o kokusunu bile duyamaz. Cennetin yakınına bile gelemez, bin yıllık yakınına bile ulaşamaz, giremez. Cennete girmeyecek, kesin yani. Girmek şöyle dursun kokusunu bile duyamayacak; bu bir. Anne-babaya âsî olmamak lazım, mutî olmak lazım, bunu kesin olarak anlıyoruz. Müslümanın çok önemli vazifelerinden birisi anne ve babasına karşıdır.
En önemlisi, şüphesiz ki müslümanın yaratanına karşı vazifesidir. Onun varlığını, birliğini tasdik etmek, şirkten uzak bir duygu ile O'na bağlanmak, inanmak, teslim olmak, O'na ibadet etmek... Birinci vazifesi, Allah'a karşı vazifesi.
İkinci vazifesi, Resûlullah'a karşı vazifesi…
Sonra Kur'ân-ı Kerîm'e karşı vazifesi olacak; okuyacak mânasını anlayacak, bulacak…
Müslümanın boynundaki önemli, yaptığı zaman çok sevap kazanacağı; yapmadığı zaman da cezaya çarptırılacağı, mahrum olacağı bir vazife bu: anne-babaya itaat. Onu yapmayan, âsî olan bir evlat cennetin kokusunu bile duyamaz, cennete girmez. O halde böyle bir duruma düşmemek için titreyeceğiz. Sevgili anne babalarımıza çok güzel hizmet edeceğiz. Her vesileyle hizmet edeceğiz, her vesileyle duasını almaya çalışacağız. Hediye mi alırız, tatlı bir söz mü söyleriz, bir emrin var mı diye mi sorarız, bir yere gitmek ister misiniz anneciğim babacığım mı deriz?.. Ne vesile icat edeceksek… Zekâmızı, aklımızı kullanacağız. Anne babalarımızın etrafında pervane gibi döneceğiz, hizmet edeceğiz. Âlem görecek; müslümanlar anne-babalarına nasıl saygılı! Cümle cihanın insanları İslâm'a özenecek İslâm'daki bu güzellikleri görünce.
Ben Almanya'da, hatırlıyorum, bir arkadaşımızın komşusu vardı. Yaşlı bir kadıncağız; evlatları bakmıyorlar. Kadıncağız evde yalnız, ihtiyar... Hâlbuki al yanına, yaşlı hâlinde senin evinde dursun. Sabah akşam hayır… Bir gün kadıncağızı aldılar düşkünler evine götürüverdiler. Düşkünler evine niye götürüyorsun senin kendi evin varken?!
Düşkünler evine giden kadın veya deli, kimsesi olmadığı için gider. Devlet veyahut vakıflar bakılması için öyle bir müessese yapmış oluyor… Düşkünler evine götürüverdiler. Evini eşyalarını dağıtıverdiler, satıverdiler. Boş yere kira veremezlermiş, yok yere kendisine bakamazlarmış… Kadıncağız gitti düşkünler evine! Sevgi ve saygı yok. Anne-babaya hürmet ve hizmet yok, hizmetin sevap olduğu fikri yok.
Atsınlar oraya, ben bakamam. Hemşireler var, bakarlar.
O ihtiyarın kalp dünyası, iç dünyası ne olacak; hiç aldırmıyor. Kendisinin bir gün gelip ihtiyarlayacağını hiç düşünmüyor.
Hâlbuki bizim toplumumuzda dedelerin, ninelerin durumu ne güzeldir. Ak sakallı dedeler, beyaz başörtülü nineler başımızın tâcıdır, evlerimizde başköşededir; ne kadar severiz. Evde onların bulunması ne büyük bir berekettir. Onlara bakacak insan varken onlar düşkünler evine, yaşlılar evine hiç gönderilir mi?!
Bu bir. Anne-babaya hürmet; sevgi, saygı ile aşk, şevk ile Allah'ın rızası için anne-babanın sözlerini dinlemek, hizmet etmek, onlara karşı gelmemek, âsî olmamak, buyruğunu tutmak.
Peki, sohbet ediyoruz ya, çeşitli ihtimalleri de düşünmemiz lazım:
"Hocam, benim bir annem-babam var; inançsız, namazsız, doğru yolda değil maalesef, anneme-babama dua edelim…" diyorlar.
Böyle kimselerle karşılaşıyoruz.
Anne baba doğru yolda olmasa, müslüman olmasa; zayıf olsa, gevşek olsa veya İslâm'ı bilmeyen kimse olsa da evladına İslâm dışı emirlerde bulunsa ne olacak?
Tabi o zaman dinlenmez. Çünkü mühim olan Allah'ın emirlerini tutmaktır. Sözümüzü açalım, herkesin anlayacağı bir şekle getirelim, olmuş olaylardan misaller verelim.
Nasıl bir şeyi emrediyor anne baba evladına?
Mesela diyor ki; "Ben seni yetiştirdim, hadi bakalım…" Hırsız şebekesi kuruyor. "Hadi bakalım git şu kadının çantasını çal, yankesicilik yap!"
Bir şebeke, aile boyu bir hırsızlık çetesi. Çocuk yakalanıyor, polise gidiyor.
"Niye yaptın evladım?" diye polis soruyor, savcı soruyor.
"Annem-babam teşvik etti…" diyor.
Anlaşılıyor böyle olduğu. Anne-babası hırsızlığı teklif etse, "yap" dese çocuk dinleyecek mi?
Yapmamalı.
Neden?
Allah hırsızlığı kendisine yasaklamış. "Büyük günah. Böyle bir şey olmaz." diyecek.
Bir başka yaşanmış misal:
Birisi içki sofrası kuruyormuş evinde -bizim tanıdığımız çocuk, şikâyet ediyor- çocuğunu da çağırıyormuş.
"Gel bakalım. Ben senin babanım, İslâm'da anne-babaya itaat yok mu? Otur bakalım karşıma, al bakalım şu kadehi. Hadi bir, iki tane çek bakalım; beraber içeceğiz…" diyormuş.
Olmaz.
Neden?
Çünkü Allah içkiyi haram kılmıştır, içilmesi yasaktır; anne-babası söylese dahi içilmez.
Mesela "İslâm'dan çık, kâfir ol!" dese, o zaman dinlenmez.
Neden?
Çünkü âhireti mahvoluyor. Bu gibi durumlarda dinlenmez.
O zaman ne yapacak?
Çocuk bütün saygısını sevgisini toplayarak anlatacak.
"Ben sizi seviyorum, gerçekten seviyorum. Kulunuz köleniz olayım, ama bana Allah'ın yasakladığı bir şeyi lütfen emretmeyin. Çünkü Allah'ın emrini tutarım, tutmak zorundayım; kesin bu. Allah'ın emrini tuttuğum zaman da, siz üzülürsünüz. Allah'ı tercih edeceğim için böyle bir şeye beni lütfen zorlamayın, mecbur bırakmayın, lütfen beni böyle bir duruma getirmeyin…" demesi lazım.
Bunu kararlı söylemesi lazım, sevgi ile söylemesi lazım ve "Allah böyle emrediyor." diye sebebini söylemesi lazım.
Bunun misalleri var. Talebelerimden annesi-babası kendisine böyle gayr-i İslâmî şeyler yaptırmak istediği için yapmayan ama çok güzel sözlerle, hem sevgili hem saygılı ama çok da kesin ve kararlı bir şekilde;
"Yapamam, çünkü ben müslümanım. Lütfen bana bu teklifi yapmayın!" diye çok tatlı bir şekilde izahta bulunup annesini-babasını ıslah edenler var.
Mesela üçüncü misal:
Göl manzaralı bir yerde lokanta; çok güzel, bahçesi güzel… Biz arabayla önünden geçerken imreniyoruz. Aman şurada otursak bir çay içsek… Manzara kartpostal manzarası gibi; karşıda yemyeşil dağlar, önümüzde ayna gibi bir güzel göl. Çok güzel manzaralı bir yerde, bir de pasta, çay, pide, döner, kebap, yemek, meşrubat vs. olur; insan orada tatlı bir şekilde oturur… Babası demiş ki;
"Daha çok para kazanmak için içki satın alırsak, buraya içki getirip satarsak çok kâr ederiz!.." Çocuk demiş ki;
"Babacığım, olmaz. Çünkü Allah içkinin satışını da yasaklamıştır. Olmaz."
"Evladım, çok para kazanacağız, iyi olacak kazancımız…" demiş.
"Baba, eğer bu kadar kararlıysan, ‘yapacağım' diyorsan bana müsaade, burada duramam. Haram para ile kazanılmış bir kazanç ile yapılmış yemeği de yiyemem, doğru değil. Tercihini sen yap!.." demiş. "Eğer içkiyi koymakta ısrarlı isen, Allah'a ısmarladık, ben gidiyorum. Benim kalmamı istiyorsan içkiyi koyma!" demiş. Bu da güzel bir davranış, kesin davranış. insanın yeri gelince ne yapması gerektiğini iyi bilmesi lazım.
Hadîs-i şerîfin birinci bölümü, anne-babaya âsî olmamak konusuydu. Onu açıklıyorduk, misaller verdik. Anne-baba İslâm dışı bir şeyi emrettiği zaman ne yapılacağını söylemiş olduk. O zaman dinlenmeyecek.
Ve in câhedâke li-tüşrike bî mâ leyse leke bihî ilmün fe lâ tuti'hümâ.
"Şirki emrettikleri zaman onlara itaat etme!" diye Kur'ân-ı Kerîm'de kesin hüküm de var zaten; bir. Evet, anne babaya itaat edilecek ama İslâm dairesinin çizgisi içinde.
İkincisi; Peygamber Efendimiz Hz. Ali Efendimiz'in rivayet ettiği hadîs-i şerîfte cennetin kokusunu bile duymayacak olan kimseleri sıralıyor.
İkinci şahıs kim?
Ve lâ kâtiu rahîmin. "Akrabalarıyla alâkasını kesip koparmış kimse de cennetin bin yıllık mesafe uzağa yayılmış olan kokusunu bile duyamaz."
O da cennete gidemez. Kâtiu rahîm, yani akrabalık bağlarını kesmiş, koparmış. Bu kimse de cennetin kokusunu bile duymayacak.
İslâm sosyal yönü çok kuvvetli olan bir dindir. Sosyal terbiyesi çok derindir. Allahu Teâlâ hazretleri insanların birbirlerini sevmesini istiyor. "Birbirleriyle akrabalık bağı olmayan kimseler bile kardeş olacak." diyor. Birbirini sevecek, bayramlaşacak, yardımlaşacak, hizmetine koşacak, gönlünü hoş etmeye çalışacak, hâcetini reva etmeye, ihtiyacını görmeye çalışacak…
Anne-babasına hürmet edecek, anne-babası olunca ona karşı hizmette çok daha kuvvetli… Akrabalarına karşı da vazifelerini yapacak, onlarla ilgiyi kesmeyecek, küsmeyecek, darılmayacak, ilgi ve bağları kopartmayacak. Kopartırsa kâtıı rahîm olur. Akrabalık bağlarını kopartmış bir kimse olur. Cennetin bin yıllık uzaktaki mesafelere kadar yayılan kokusunu bile duyamaz. Cennete giremez, cennetin yanına bile yaklaşamaz.
O halde ne yapacağız?
Akrabalarımızı da gözeteceğiz.
Akrabamızdan kimler var?
Hemen, falanca var. Aman ziyaret ederim. Bir de falanca var; dayıdır, amcadır, teyzedir; akrabadır… Nasıl tatlı tatlı ziyaret ediyoruz, ne kadar güzel oluyor. Muhabbet oluyor onlarla karşılaştığımız zaman. Evet, akrabalık bağlarına da İslâm'ın verdiği önemi görüyoruz. Efendimiz böyle buyurmuş; "Anasına-babasına âsî evlat da akrabalık bağlarını kesip kopartan kimse de cennetin kokusunu bile duyamaz!"
Ve lâ şeyhu zânin. Bir de yaşlı zinakâr bir insan; o da cennete giremez. İslâm realist din, yani herkesin durumunu anlıyor. Genç bir insanın duyguları çok daha kuvvetli. Yaşlı bir insan ise artık aklını başına toplamış, kendisine çeki düzen vermiş, dünyayı tanımış bir insan; onun daha dengeli olması lazım. Günahı genç işlerse tabi gene günah. Ama bir de yaşını başını almış, duygularını kontrol edebilecek noktaya ulaşmış bir insan hâlâ günaha devam ediyorsa…
"Ne zaman ıslah olacaksın be adam!.."
O zaman çok fena oluyor, onun cezası çok daha yüksek oluyor.
Demek ki; gençliği geçti, orta yaşına geldi, ihtiyarladı; hâlâ günahta... Hiç uslanmış değil, hâlâ devam ediyor, utanmıyor, arlanmıyor. Toy, küçük seviyedeki insanlar, genç delikanlılar gibi -aklı başında olmayan, hani başında kavak yelleri esen- damarlarında kan cıvıl cıvıl dolaşan kimse gibi kazaya, günaha düşüyor ve şeytana uyuyor; o da cennetin kokusunu duymayacak.
Allah insanı şaşırtmasın.
Bazen yaşlandığı halde uslanmamış insanlara rastlıyor da insan, hayret ediyor. Allah akıl fikir versin. Bazen de bakıyorsun; namazlı niyazlı, sakallı, sarıklı, cüppeli, camide beş vakit namaza devam eden insanlar… Neyse… Çok seviyorsun; tonton, ihtiyar bir amca. Hatıralarını anlatıyor; "Ah evladım, ben gençken şöyleydim!.." diyor. Hah, uslanmış; o da hoşuna gidiyor insanın. Evvelce yapmış olduğu hatayı bırakmış olması, tevbekâr olması ne kadar güzel!..
Amerika'da Cluwland'da bir camide bana bir ders verdirttiler. İngilizce bir ders oldu. Camiden sonra cami halkı bizi bırakmadı; ziyafet çektiler, hizmet ettiler, ikramlarda bulundular, güzel öğle yemeği yedik. Orada ihtiyar bir adam, yaşlı, beli kamburlaşmış; nasıl hizmet ediyor... Pervane gibi koşturuyor. Sofrada oturması lazım, gençlerin hizmet etmesi lazım ama aşk ile şevk ile hizmet ediyor.
Dışarı çıktığım zaman sordular bana:
Bunu tanıyor musun?
Hayır. Tabi ben burada misafirim, ilk defa geldim.
"Bu eskiden bu şehrin bakiye çetesinin reisiydi! Müslüman oldu." dediler.
Bakın, Amerika'da müslüman oldu, böyle müslüman oldu. Nasıl hoşuma gitti, nasıl ders aldım… İlk zamanlar hatalı bir yoldaymış, hem müslüman olmuş; en büyük hatadan kurtulmuş, Allah'ın sevdiği çizgiye gelmiş, büyüklerin safına geçmiş… Herkese nasıl hizmet ediyor cenneti kazanacağım, Allah'ın rızasını kazanacağım, diye. İbret alınacak bir şey. Tabi bundan da memnun oluyoruz.
Allah da -âyetlerden, hadîs-i şerîflerden biliyoruz- kulun tevbe etmesinden çok memnun olur. Aman kusurlarınız varsa tevbe edin. Allah tevbe eden müslümanları sever, hatasından dönenleri sever. Hataları, günahları bir tarafa bırakalım. Rabbimiz'e güzel kulluk edelim. Tertemiz bir kul olalım, tevbekâr kul olalım. Günahları bırakan bir insan olalım.
Bir şeyi daha ifade buyurmuş Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinin son kısmında;
Ve lâ cârru izârehû huyelâu.
Elbisesi, eteği, paltosu -artık neyse- uzun… Eski zaman kıyafetlerini göz önüne getirin; eteği arkasından yerlerde sürünüyor. Bu da bir çeşit kibirlenmek... Eteğini yerde sürükleyen insan da cennetin kokusunu duymaz ve bin yıllık mesafedeki yakınına kadar bile giremez.
İnneme'l kibriyâu lillâhi azze ve celle.
Kibirden uzak olalım! İnsan bazen kibirli olabiliyor. Unvanına mağrur oluyor. "Ben profesörüm, ben şu mevkideyim, ben şu ihtisası, şu tahsili yaptım, ben falanca adamım, filanca ailedenim, şöyle şerefliyim, şöyle zenginim, kıymetliyim…" diye kendisini büyük görüyor ve kibirleniyor. Bu İslâm'da güzel bir şey değil. Mütevazı olmayı Allah seviyor.
Mütevazıların en mütevazısı Peygamber-i Zîşânımız Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri idi. Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Allah'ın sevgilisi olduğu halde, seyyidü'l-evvelîne ve'l-âhirîn olduğu halde, bütün insanların başının tâcı olduğu, en yüksek rütbesinde olduğu halde çok mütevazı idi. Fakirin yanına giderdi, onun yanına otururdu, onunla beraber yemek yerdi; köleye, fakire iltifat ederdi, hiç kibir taslamazdı, kibirlilik yapmazdı ve yapılmamasını çok kesin olarak buyurmuştu. Bu hadîs-i şerîfte onu da görüyoruz. Allah bizi bilerek bilmeyerek düştüğümüz böyle hatalı duygular ve kötü huylardan da korusun.
İyi huy çok önemli. İnsanlar arasında kişi iyi huyla seviliyor. Allah da iyi huyundan dolayı seviyor bir insanı. Cennete girmek de iyi huydan dolayı oluyor, cehenneme düşmek de kötü huydan dolayı oluyor. İnsan namazlı niyazlı, ibadetli bir kimse olur da kötü huyundan dolayı cehenneme düşebilir.
Allah bizi kötü huylardan kurtarsın. Ramazan; bir aylık muazzam bir eğitim, insanın nefsini yenmesi, kötü huylardan tertemiz olması, kurtulması için bir hamd çalışması, bir eğitim süreci, Allahu Teâlâ hazretleri bu eğitimleri alıp, bunlardan azami istifade edip sonuca ulaşmış olanlardan eylesin.
Allahu Teâlâ hazretleri hepimizi tertemiz, ahlâklı, kâmil, iyi bir müslüman eylesin. Herkesin örnek olarak gördüğü, örnek olarak gösterdiği iyi müslüman olmayı Allah cümlemize nasip eylesin. Kötü huylarımızı alsın, onlardan kurtulmayı nasip eylesin. Sosyal kusurlarımız varsa -anne-babaya karşı, akrabaya karşı- onlardan da kurtulmayı nasip eylesin. Kendisi güzel huylu, anne-babasına saygılı olan; akrabasını arayan, koruyan, gözeten, kötü işleri yapmayan, Allah yolunda yürüyen kul eylesin. Rabbimiz hepimizi cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin.
Allahu Teâlâ hazretleri Cumanızı mübarek eylesin.
Cuma günü yapılacak vazifelerden hatırlatmada bulunayım: Kabir ziyareti çok sevaptır. Bir vesileyle kabir ziyareti de yapın. Varsa ziyaret edeceğiniz kimseler, kabirlerini ziyaret yapın.
Bir sevaplı vazife de hasta ziyaretidir. Biz de babamla inşaallah bugün çok büyük, mübarek bir zâtın hasta oğlunu -kendisi de mübarek, babası da mübarektir- ziyaret etmeyi planladık. Hasta ziyareti de çok sevaptır. Bunu da yapmaya çalışın.
Diliniz Cenâb-ı Mevlâ'nın zikriyle meşgul olsun. Gününüz aydın olsun, ömrünüz uzun olsun.