es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu!
Çok sevinçli, kat kat bereketli, katmerli mübarek bir günde size hitap ediyorum. Hem bayramınız mübarek olsun, hem cumanız mübarek olsun. Cenâb-ı Hakk dünya ve âhiretin her türlü hayırlarına, lütuflarına erdirsin. Sizleri sevdiği kullar eylesin, iki cihanda aziz ve bahtiyar olun.
Güzel, mübarek, sevaplı, feyizli, tariflere sığmaz hoşlukta bir mânevî mevsim olan Ramazan geride kaldı. Bir bakıma hüzünlüyüz ama Allah herhalde hüzünlü olmamızı istemediğinden, Ramazan’ın sonunda bayram eylemiş, elhamdülillah bayram ediyoruz.
Demek ki kullarının halini Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ hazretleri biliyor. İbadetin her an devam etmesi değil de, zaman zaman böyle Ramazan’da işte bir ay oruç tutuluyor, ondan sonra başka günler... Bütün sene Ramazan olsa, uygun bulmamış, uygun görmemiş bir aylık bir şey [müddet] iyi. Tabii arada oruç tutulmamış zamanlarda olacak ki, orucun zorluğu olsun ve sevabı olsun, alışkanlık olmasın. Hatta çok sıcak, çok zorlu günlerde oruç tutmak hakkında hadîs-i şerîfleri var Peygamber Efendimiz’in çok sevap diye. Sahabeden bazı mübarekler yılın en sıcak günlerini arayıp, o günlerde oruç tutup o sevabı kazanmaya gayret ederlermiş.
Peygamber Efendimiz işaret etseydi, Allahu Teâlâ hazretleri müsaade buyursaydı Allah’ın âşık-ı sâdık kulları, her türlü fedakârlığa hazır kulları bütün sene oruç tutardı ama bazen olup bazen olmadığı zaman orucun tesiri daha fazla oluyor. Ve olmadığı zamanların da faydası var, olduğu zamanların da faydası var.
Peygamber Efendimiz Allah’ın en takvâlı, Allah’tan en çok korkan, Allah’a en güzel ibadet eden kulu olduğu halde hem oruçlu olduğu zamanlar olurmuş Ramazan’ın dışındaki hayatında, hem oruçsuz geçirdiği günler olurmuş. Oruç tuttuğu zaman sabır sevabını alıyor; oruç tutmadığı, nimetleri yediği zaman şükür sevabını alıyor.
Gecenin bir bölüğünde uyurmuş, istirahat ediyor. Vücudun hakkı var; bedenin gelişmesi için dinlenmesi lazım, verimli çalışması için dinlenmesi lazım. Ama kalkıp da gecenin uzun uzun o mübarek, bereketli saatlerinde ibadet edermiş. Sonra hani dünyayı terk edip de dünyaya hiç aldırmamak, bakmamak yolunu göstermemiş; dünyaya da âhirete de değer verip, dünya için de âhiret için de çalışmayı meşru saymış.
Hatta hadîs-i şerîflerde; “Allah’ın en sevdiği kullardan birisi, doğru sözlü güvenilir tüccardır.” diye geçiyor. Ticaret mübarek bir meslek, çünkü bir yerlerden mal getiriliyor, halkın istifadesine sunuluyor. Getiren de kâr ediyor ama halk da o ticaret dolayısıyla kendi beldesinde olmayan metaa, gıdalara kavuşuyor.
Düşünün ki Akdeniz’in güzel yörelerinin hoş meyveleri en soğuk günlerde, karlı buzlu günlerde soğuk diyarlara geliyor. Sıcak yerlerde seralarda yetişen taptaze meyveler, sebzeler, domatesler, salatalar soğuk yerlerde yeniliyor. Hep böyle çeşitlilik hepsi Cenâb-ı Hakk’ın [hikmetleri] bunlar. Her şey yerli yerinde, hepsi güzel... Demek ki çalışmak da iyi, ibadet etmek de iyi, uyumak da lazım, kalkıp uykusunu bölüp, fedakârlık yapıp ibadet etmek de lazım, oruç tutmak da lazım, bazı günlerde iftar edip şükretmek lazım.
Böylece dengeli, makul, insan tabiatına, fıtratına uygun, yaşamın bütün ihtiyaçlarını karşılamaya bütün yönleriyle hazır güzel bir dinimiz var. Elhamdülillah âlâ nimeti’l-İslâm.
İşte böyle güzel bir dinin bozulmamış tertemiz ahkâmı içinde üç ayları başladık, gittikçe miktarı artan derûnî hazlar ile, zevkler ile, lezzetler ile ibadetler ettik, Ramazan’a ulaştık. Ramazan’da da daha coşkulu ibadetlerle, daha âşıkâne, daha sâdıkâne, daha muhlisâne ibadetler ettik. Hele hele Ramazan’ın sonunda bazı kardeşlerimiz itikâflara girdiler, artık evden de ayrılıp tamamen camide kendisini tamamen ibadete vererek ibadetin doruğuna ulaşmış oldular. Everest’in zirvesine çıktılar, bayrağı diktiler elhamdülillah, fütûhât bayrağını, zafer bayrağını...
Elhamdülillah bayramı Allah ihsan eyledi. “Ey kullarım! Benim için bu kadar yemenizi, içmenizi, arzularınızı engellediniz; size bayramı ihsan eyledim.” diye bayram ediyoruz Cenâb-ı Hakk’ın emri ile. O bakımdan da çok sevinçliyiz.
Allahu Teâlâ hazretleri nice Ramazanlara, nice kadirlere, nice feyizli gecelere, günlere, nice bayramlara hem dünyada erdirsin, hem de rızasına vâsıl eyleyip âhirette asıl büyük bayrama ulaşmayı nasip eylesin.
Ramazan’ı çok çeşitli yönlerle Peygamber Efendimiz’in talimatını, hadîs-i şerîflerini çeşitli konuşmalarımızda sizlere anlatmaya çalıştık, nakletmeye çalıştık. Ramazan’ı çeşitli yönlerden veciz tariflerle, kısa, özlü tariflerle iyi anlatalım diye, anlatmak istediğimiz zaman çeşitli yönlerden tarif ettik.
Mesela Ramazan dervişlik ayıdır dedik. Ramazan bir bakıma Kur’an ayıdır dedik, çünkü Kur’an’la çok meşgul oluyor. Ramazan sabır ayıdır. Hiç şüphe yok; sabrın her çeşitleri uygulanıyor. E Ramazan bir bakıma da bir mâneviyat üniversitesidir, mâneviyat mektebidir. Çok yüksek bir mânevî eğitim görüyor insanlar bu Ramazan içinde, çok güzel alışkanlıkları bir ay boyunca uyguluyorlar. Ondan sonraki 11 ayda bu alışkanlıklarını inşaallah koruyacaklar, o alışkanlıklarıyla daha faziletli, daha erdemli, daha sevaplı, daha mübarek insanlar olarak yaşayacaklar.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfinde buyurmuşlar ki;
مَنْ صَامَ رَمَضَانَ وَأَتْبَعَهُ سِتًّا مِنْ شَوَّالٍ، كَانَ كَصَوْمِ الدَّهْر
Men sâme ramadâne ve etbe’ahû sitten min şevvâlin kâne ke-savmi’d-dehri.
Sadaka Resûlullah fîma kâl ev kemâ kâl.
Bu, mübarek kabri İstanbul’umuzu şereflendiren Ebû Eyyûb el-Ensarî hazretleri tarafından da rivayet edilmiş. Bazı kaynaklarda Sevban radıyallahu anh’ten de -peltek se ile, üç noktalı se ile yazılıyor- rivayet edilmiş, mühim kaynaklarımızda var. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, Tahâvî’de, Ebû Davud’da, Nesâî’de, Tirmizî’de, İbn Mâce’de, Müslim’de var. Sahih bir hadîs-i şerîf, râvîleri kuvvetli.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Kim Ramazan’ı oruçla geçirirse, Ramazan’daki oruç vazifesini yaparsa.” Ve etbe’ahû sitten min şevvâl. “Şevval’de de altıyı buna eklerse…”
Şevval nedir?
Ramazan’dan sonraki aydır. Bayramın ilk günü Şevval’in biri olmuş oluyor. Ramazan biter bitmez başlayan ay Şevval ayıdır.
“Şevval ayında altı günü eklerse bu Ramazan ayına.” Kâne ke-savmi’d-dehr. “Tüm seneyi, bütün hayatını oruçlu geçirmiş gibi olur.”
Dehr zaman demek. Savmu’d-dehr de bütün zamanını oruçlu geçirmek demek ama yani senenin bütün günlerini oruç tutmak mânasına.
Savmu’d-dehr Peygamber Efendimiz tarafından tavsiye olunmamış. Yani o zaman insan orucu günlük âdeti hâline getirmiş olur. Öyle olmayacak. Bir gün tutacak, bazı günler tutmayacak ki, açlığı da tokluğu da vücud tatsın ve aç kaldığı zaman zorlansın da oradan bir eğitim olsun, sevap olsun, meşakkatten dolayı mükâfat olsun diye Efendimiz’in tavsiye etmediği bir şey. Bütün seneyi oruçla tutmanın adı savmu’d-dehr oluyor. Hiç, hiçbir gün bırakmıyor, her gün oruç tutuyor. Bu makbul değil.
Ama insan bütün seneyi niçin oruç tutar?
Sevap kazanmak için.
Orucun sevabı çok. Bem de bütün sene her gün oruç tutarım, böylece her gün sevaplı geçirmiş olurum.
Evet öyle yapmak doğru değil ama o arzu edilen sevaba ulaşmanın bir yolu var. İşte bu hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz buyurmuş; “Ramazan’dan sonraki ayda, Şevval ayında altı gün kim oruç tutarsa bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur.”
Bu hadîs-i şerîfin manasını, tabii böyle söylediğine göre Peygamber Efendimiz, tamamdır, inşaallah biz de bayramdan sonraki günlerde altı gün oruç tutarak böylece Ramazan’dan sonra altı gün daha tutup bütün seneyi oruçla geçirmiş olmanın zevkini, sevabını, mükâfatını yakalayalım.
Allah ihsan eylesin.
Bir de bunu çeşitli bilgilerimizle teyit ve takviyesi bâbında şu açıklamayı yapabiliriz;
الْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا
el-Hasenetü bi-aşri emsâliha. “Yapılan iyi bir hareket, ibadetin mükâfatı bire ondur.” En aşağı bire ondur. O zaman Ramazan’ın 30 gün orucu bire on hesabı ile olursa 300 eder, altı gün oruç da bire on hesabıyla 60 eder: 360. Zaten kamerî sene 354 gün, yani 360 bile değil. Hicrî sene, aya göre olan sene, yani Ramazan’dan Ramazan’a, hacdan hacca, o dinî şeyde kullandığımız sene 354 küsur gündür. 354 gündür, biraz da saatlerle küsuratı var. Bu güneş takviminden farklı, arada 11 gün kadar fark var. Bizimki 365 gün, her sene de aynı olmuyor da, dört senede bir Şubat 29 oluyor filan. Biliyorsunuz bu işlerin böyle bazı incelikleri var veya tam kurala uymaz gibi görünen yönleri var… Demek ki 300+60=360, bütün seneyi oruç tutmuş gibi oluyor.
Ama buradan şu anlaşılmasın, Allah orucu bire on verecek. Hayır, bire on değil, bire 70 değil, bire 700 değil, ondan da fazla vereceğini, bi-gayri hisab vereceğini hadîs-i şerîflerden biliyoruz. Çünkü oruç sabır ibadetidir, güzel yapıldığı zaman sabrın mükâfatı,
اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
İnnemâ yuveffe’s-sâbirûne ecrahum bi-gayri hisâb. “Hesaba sığmayacak, rakamlarla söylenemeyecek kadar daha yüksek, daha fazla olur sevabı.” Demek ki mükâfat bakımından belki çok çok çok daha büyük mükâfatlar alacak Ramazan’ı ve bunları tutanlar ama sanki bütün sene de oruçla geçirilmiş gibi olacak.
Onun için bu sohbetimde bu hadîs-i şerîfi kaynaklardan aradım buldum size okudum, hatırlatıyorum ki; Bayramdan sonraki günlerde altı gün orucunu isterseniz peş peşe tutun, isterseniz ikişer üçer Şevval ayı içinde tamamlayın; bu oruçları böylece tutarak bütün seneyi oruç tutmuş olma noktasına ulaşın.
Ramazan bir mektep, o mektepte okuduk. Mektepte okuduktan sonra insan öğrendiklerini tatbik etmeli. İslâm’da en önemli olan iş, iyi bilgilerini uygulamaktır; ilmiyle âmil olmaktır, öğrendiklerini tatbik etmektir. Tatbik etmezse, biliyor ama yapmıyor denilir. Hem dinî bakımdan kusurlu duruma düşer, hem de dünyevî bakımdan da böyle insanlar pek makbul değildir. Yani sözü var, hareketi yok. Palavracı derler, atıyor derler, sözünü tutmuyor derler. O bakımdan öğrendiğini de uygulaması bakımından da olmuş oluyor bu iş.
Ramazan’da oruç tutmayı öğrendik, Şevval’de de altı devam ediyoruz. Ondan sonra da haftanın pazartesi perşembe oruçları var, sünnet olan. Her arabî ayın başında, ortasında, sonunda oruç tutmak var. Ortasındaki 13, 14, 15’i, eyyâm-ı biyz oruçları var, mehtaplı gecelerin gündüzlerinde oruç var. Tabii bunların da devam etmesi Ramazan’da öğrendiğimiz oruç ibadetini senenin uygun günlerinde Allah’ın rızasına, Peygamber Efendimiz’in sünnetine uygun olarak uygulanması olacaktır.
O halde mektebi mezunlar olanlar, bitirenler, başarıyla bitirenler ona devam ederler. Biz de Ramazan mektebi mezunları olarak bütün müslüman kardeşlerimize bu Şevval orucunu da tavsiye ediyoruz. Ayrıca Şevval geçtikten sonra da her hafta pazartesi perşembe oruçlarını tavsiye ederiz, Efendimiz’in tavsiyesidir. Farz değildir ama farz olmayan oruçların da çok sevabı var.
O hususta da Enes radıyallahu anh’ten İbnü’n-Neccâr ve İbn Asâkir’in rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfi okuyuvereyim.
مَنْ صَامَ يَوْمًا تَطَوُّعًا, فَلَوْ أَعْطَى مِلْءَ الْأَرْضِ ذَهَبًا، مَا وَفَى أَجْرَهُ دُونَ يَوْمِ الْحِسَابِ
Men sâme yevmen tatavvuan fe-lev u'tiye mil’e’l-ardı zeheben mâ vefâ ecrahû dûne yevmi’l-hisâb.
“Kim tatavvu olarak, yani ibadet ve taat duygusuyla, Allah’tan sevap umduğu için, sevap kazanayım, farz olmadığı halde kendiliğinden Allah’ın sevdiği kul olayım diye, bir gün oruç tutsa -Farz değil. Ramazan dışındaki oruçlar farz değil.- eğer o kimseye yeryüzü bir boş kap olsa, onun dolusunca altın verilse, bu yine hesap gününde o tuttuğu bir günlük farz olmayan, o sevap aşkıyla tutulmuş olan orucun karşılığını, ecrini karşılayamaz.”
Demek ki dünyalar dolusu altınlardan daha büyük sevap oluyor. O bakımdan bu oruçları tutmanızı tavsiye ederim.
Bir de kulağınızda kalsın, zihninizde kalsın, defterinizde, bir takviminizin kenarına yazın. Hacca gitmeyen kardeşlerimiz kurban bayramının arefesinde oruç tutarsa, o da çok büyük sevap. Peygamber Efendimiz; “Hem geçmiş senenin günahları affolunacak hem de gelecek senenin günahları affolacak.” diye bildiriyor. Bu da çok önemli bir şey. Demek ki bir sene daha yaşatacak Allah, hem de günahları affedecek. Yani iyi bir kul belki de günah yaptırmayacak, iyi bir kul olarak yaşatacak. Hem ömür veriliyor hem de salih bir insan olarak ömür geçirmesi nasip oluyor demektir.
Demek ki Ramazan mekteb-i âlisinde, yani yüksek mektebinde, Ramazan’ın mânevî mektebinde öğrendiğimiz orucu Ramazan’dan sonra tutacağız. Bu Şevval’in altı gün orucuyla beraber başlayarak. Sonra zâten âyet-i kerîme de okunduğu zaman Ramazan’ın asıl ana amacının, hedefinin ne olduğunu biliyoruz.
Hatırlayacaksınız; Le’alleküm tettekûn...
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Yâ eyyühellezîne âmenû. “Ey iman edenler!” Kütibe aleykümü’s-siyâm. “Oruç sizin boynunuza farz olarak, bir ibadet olarak farz kılındı, yazıldı.” Ödevleriniz arasına, farz vazifeler arasına yazıldı. Kemâ kütibe ‘alellezîne min kablikum. “Sizden önceki peygamberlerin ümmetlerine, o ümmetlere de yazılmış olduğu gibi, Allah’ın emretmiş olduğu gibi size de yazıldı, size de farz kılındı.” Le’alleküm tettekûn. “Tâ ki takvâ ehli olasınız.”
Demek ki hedef takvayı öğrenmek, takvâ ehli olmak, müttakî bir kul hâline gelmek. Demek ki oruc bir ilaçsa, çok şifalı, çok kıymetli bir ilaç olarak düşünürsek, benzetmeyi öyle yaparsak: Amansız olan, çok zor tedavi olacak olan bir hastalığa iyi gelmesi...
Hangi hastalığa iyi geliyor?
Takvasızlığa, Allah’tan korkmadan bildiğini işlemek gibi böyle gafil, cahil, küstah yaşama veyahut bîhaber yaşama veyahut haramlardan, günahlardan kaçınmadan kendisini mahvedecek bir doludizgin tehlikeli gidiş ile gitme durumuna ilaç oluyor. Demek ki Ramazan insana takvayı kazandırıyor. Takva,
فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ
Fe-inne hayra’z-zâdi’t-takvâ. “Takva da âhiret yolcusunun en önemli azığıdır, en çok lazım olan malıdır.” Yanında en çok bulunması gereken ve haslettir takvâ ehli olmak.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
أَوْلِيَائِي مِنْكُمُ الْـمُتَّقُونَ. فَإِنْ كُنْتُمْ أُولٰئِكَ فَذٰلِكَ ، وَإِلَّا فَأَبْصِرُوا ثُمَّ أَبْصِرُوا. لَا يَأْتِيَنَّ النَّاسُ بِالْأَعْمَالِ وَتَأْتُونَ بِالْأَثْقَالِ، فَيُعْرَضَ عَنْكُمْ.
Evliyâi minküm el-müttekûn. “Ey mü’minler, sizin içinizden benim dostlarım..”
Yani Peygamber Efendimiz’in dostları, onun sevdiği kimseler kimlermiş?
el-Müttakûn. “Takvâ ehli olan kimseler.”
Demek ki biz Ramazan mekteb-i âlisinde, Ramazan’ın yüce ihtisas mektebinde, lisans üstü, doktora veyahut üstad olma mektebi diyelim artık çünkü kıymeti çok yüksek, o mektepte öğreneceğimiz en önemli şey takvâ olacak: Korunmak, günahlardan sakınmak. Allah’tan korkmak, cehenneme düşmemek için dikkatli olmak. Allah’ın rızasını kaybetmemek için dikkatli olmak. Titiz müslüman olmak. Pürdikkat kulluğunu güzel yapmak. İşte o hali alacaktık Ramazan’da.
Oruçta da irademizi kuvvetlendirdik, iradeyi kuvvetlendirme eğitimi aldık. Otuz gün su karşımızda olduğu halde su içmedik sıcak günlerde, karnımız acıktığı, midemiz burkulduğu halde yemek yemedik. Diğer arzularımızı tutabildik. Ha, tutulabiliyormuş; sigara içilmiyormuş, alışkanlıklar kenarda durabiliyormuş, insanın en tabii içgüdüleri bile icabında sabırla yenilebiliyormuş. Onları öğrendik.
Ramazan’dan sonra da artık o takvânın, o öğrenilen takvânın uygulanması lazım. Yani kulların günahlardan kaçması, günahlara yanaşmaması lazım. Ramazan’dan önceki kötü alışkanlıklarına düşmemesi lazım ve iyi kul olarak devam etmesi lazım. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Fe-in küntüm ulâike fe-zâlike. “Eğer siz takvâ ehli insanlar olabilmişseniz ne âlâ, çok iyi.” Olabildiyseniz, benim dostlarım olursunuz. O zaman Resûlullah’ın dostları sınıfına yükselirsiniz, o yüksek sınıfa girersiniz.
Ve illâ fe-ebsırû sümme ebsırû. “Eğer müttakî kullar olamadıysanız, haramlardan, günahlardan sakınan, Allah’tan korkan, Allah’ın sevgisini kazanmaya gayret eden, gazabına uğramamaya pürdikkat attığı adamları dikkatli atan, gözüne, diline, eline sahip olan bir müslüman olamadıysanız, bekleyin o zaman, bakın bakalım başınıza gelecekleri.” diye buyuruyor Peygamber Efendimiz.
Bir de tavsiye buyuruyor;
Lâ ye’tiyennennâsu bil-a’mâl veya lâ ye’tînennâsu bil-a’mâl ve te’tûne bil-eskâl. İnsanlar güzel güzel ibadetleri yapmış, sevapları kazanmış olarak âhirete Allah’ın huzuruna gelirken, siz de böyle dağlar gibi günah yüklerini yüklemiş olarak gelmeyin.” Böyle bir duruma düşmeyin. Fe-yu’radu ‘ankum. O zaman Cenâb-ı Hakk size nazar eylemez, kimse sizin yüzünüze bakmaz, yüzünüze bakılmaz.”
Resûlullah bakmaz, şefaatçi olabilecek alim, fâzıl, mübarek, kâmil kimseler bakmaz. Allah sevmedi mi Allah’ın sevmediği kimseye hiç başkasının bakacağı olmaz. Allah’ın sevdiğine, müsaadeettiğine bakarlar. Onun için takvâyı da, mutlaka ve mutlaka müttakî kul olmayı da sağlamalıyız.
Allahu Teâlâ hazretleri o takvâ hasletine sımsıkı sarılmayı, müttakî kullar olmayı hepinize nasip eylesin.
Diğer bir hadîs-i şerîfte de Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
أَلَا أُخْبِرُكُمْ عَنِ الْأَجْوَدِ؟: الْأَجْوَدُ اللهُ. الْأَجْوَدُ اللهُ. الْأَجْوَدُ اللهُ، وَأَنَا أَجْوَدُ وَلَدِ آدَمَ، وَأَجْوَدُهُمْ مِنْ بَعْدِي رَجُلٌ عَلِمَ عِلْمًا، فَنَشَرَ عِلْمَهُ، يُبْعَثُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أُمَّةً وَحْدَهُ، وَرَجُلٌ جَادَ بِنَفْسِهِ فِي سَبِيلِ اللهِ حَتَّى يُقْتَلَ
Elâ uhbiruküm ‘ani’l-ecved? El-ecvedüllah el-ecvedullah el-ecvedullah.
Yani, el-ecvedü allah el-ecvedü allah, el-ecvedü allah diye de okunabilir.
Ve ene ecvedü veledi âdem ve ecvedühüm min ba’dî raculün ‘alime ‘ılmen fe-neşera ‘ılmehû yüb’asü yevme’l-kıyâmeti ümmeten ve racülün câde bi-nefsihî fî-sebîlillâhi hattâ yuktele.
Enes radıyallahu anh’ten İbn Abdilberr rivayet etmiş bu hadîs-i şerîfi. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Elâ uhbiruküm ‘ani’l-ecved? “Ben size en cömerti haber vereceğim, dikkat edin, pür dikkat beni dinleyin. Bütün dikkatinizi toplayın, iyice dinleyin ki ben size en cömerti haber vereceğim.” buyurduktan, uyardıktan sonra, dinleyicilerin dikkatlerini toplamalarını ikaz olarak söyledikten sonra buyuruyor ki;
el-Ecved allah. “En cömert Allah’tır.” el-Ecved allah. “En cömert Allah’tır.” İki… el-Ecved allah. “En cömert Allah’tır.”
Evet, Allahu Teâlâ hazretleri ekber’dir, en büyüktür, âzam’dır, en uludur, ekrem’dir, en kerem sahibidir, ecved’dir, en cûd u sahâ sahibidir, her şeyi en büyüktür. Hem de hiçbir şeyle mukayese edilmeyecek gibi... Lütfundan, cûd u kereminden herkese rızıklar ihsan ediyor, nice nice nimetlerle insanları perverde ediyor.
Ve ene ecvedü veledi âdem. “Ben de Cenâb-ı Hakk’ın peygamberi, habibi olarak Beni Âdem’in, yani insan cinsinin, Âdemoğullarının en cömertiyim.” Evet, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hayatında bunun sayısız misallerini göstermiştir, kitaplara girmiştir. Gözleri böyle açık bırakacak, ağızları hayretten açık bırakacak, bollukta, çoklukta verirdi. Yanına dağlar kadar mal mülk para gelse, onu hemen akşama bırakmadan dağıtırdı; akşam gelirse, sabaha çıkmadan dağıtırdı. Verdiğini öyle bir doyururdu ki bir kişiye bir sürü verirdi, o kadar bol bol verirdi Peygamber Efendimiz.
Ve ene ecvedü benî âdem. Benî Âdemin, veled-i Âdem, Âdem aleyhisselam’ın evlatlarının...” Veled, vüld diye de okunursa o zaman çocuklar mânasına gelir, daha iyi. Ecvedü vüldi âdem. “Âdem aleyhisselam’ın çocuklarının en cömerti.” Evet, Peygamber Efendimiz maddeten, mânen, ilmen, irfânen, her yönden en cömertiydi.
Şimdi bunlar tabii, Allah’ın en cömert olduğunu biliyoruz. Yani tabii dediğim, bizim bildiğimiz bilgiler, yeni bir şey değil ama bundan sonrasını iyi dinleyin.
Ve ecveduhüm min ba’dî. “Müslümanların benden sonra en cömerti.”
En cömerti kimdir?
Raculün alime ilmen fe-neşere ilmehû. “Bir adam ki ilmi bildi ve ilmi, o bildiği ilmi neşretti, yaydı, öğretti.”
Demek ki ilmi bilip de insanlara ilmi öğreten bir müslüman alim kişi, alim ve muallim kişi; biliyor, bildiğini de öğretiyor, o da insanların en cömertidir. Çünkü para verse, o aldığı parayla insan gider çarşıdan pazardan bir şeyler alır ama alimin verdiği ilimle kazandığı mânevî faydalar, hatta maddî ve dünyevî faydaların yanında o alacağı yiyecek giyecek eşya, meta çok cüzî kalır. Çünkü bir insan bazen bir alimden bir söz duyar, hayatı değişir, görüşü değişir, yönü değişir; cennete doğru yönünü değiştirir, cennetlik olur. Bir sözden, bir alimin bir mübarek sözünden, bir mübareğin irşadından... Demek ki en cömert onlardır. Mânevî bakımdan insanlara hazineler veriyorlar.
Yüb’asü yevme’l -kıyâmeti ümmeten vâhdehû. “Tek başına bir ümmet olarak haşrolur bir alim.” Yani ümmet kalabalık demek, böyle bir sevk edicinin etrafında toplanmış, ona bağlı insanlar topluluğu demek ümmet. Tek başına bir ümmet şerefini kazanır. Yani topluluğa bedel olmuş oluyor. Yığınla insana bedel olmuş oluyor. Bu, Resûlullah’tan sonra en cömert insandır.
Muhterem kardeşlerim!
O halde lütfen Ramazan mekteb-i âlisinde öğrendiğiniz güzel bilgileri etrafınıza yayınız, bu lütfu, bu cömertliği gösteriniz. Ramazan’da neler öğrendiyseniz çoluk çocuğunuza öğretin, komşunuza öğretin, arkadaşlarınıza öğretin, etrafa öğretin. İslâm yayılsın.
Ben dünyayı gezen bir kardeşiniz olarak görüyorum; başka dinlerin mensupları yanlış inançlarına rağmen çok ustaca çalışıyorlar, çok milletleri kendi tarafına çekiyorlar, ilerleme kaydediyorlar. Hak dinin mensubu olan müslümanlar kendi ülkelerinde kan kaybediyor, kendi çocuklarını iyi yetiştiremiyor, sahip çıkamıyor. Hatta kendilerine sahip olamıyorlar. Onun için ilmi öğrenmek ve neşretmek, öğretmek, yaymak, benimsetmek bu devirde çok büyük önem kazanmış bulunuyor. Lütfen Ramazan’da öğrendiklerinizi öğretmeye başlayarak siz de İslâm’ın tanıtılması, öğretilmesi gayreti içindeki hissenizi alın, yerinizi alın, çalışmaları yapın.
Ve racülün câde bi-nefsihî fîsebîlillah hattâ yuktele. Bir de en cömert insan kimdir alimden sonra söylüyor ama Peygamber Efendimiz. En cömert diğer bir insan da kimdir?
“Hayatını feda ediyor, hayatını bahşediyor Allah yoluna harcıyor, Allah yolunda savaşıyor, şehit oluncaya kadar.” Sonunda şehit oluncaya kadar... nihayet şehit oluyor. Yani hayatını [veriyor,] e bu da tabii [cömert olmuş oluyor.]
İnsanın hayattan kıymetli nesi var? Hayatını veriyor, daha nesini versin?
Hayatını veriyor, elbette bu da çok cömert ama dikkat edersiniz hayatı vermek de, savaşmak da, ya kendisi feda oluyor ya da karşı tarafta insanlar hayatlarından oluyorlar. Savaş istenilen bir şey değil, olduğu zaman iki taraftan da zâyiat veriliyor. Ama alimin yaptığın da, alimin çalışmasında ölen yok, kaybedilenlerin kazanılması var, kaybedilecek olanların, belki öldürülecek olanların kazanılması var. Belki başının kesilmesi gerekenlerin kazanılması var.
Onun için ilim çok önemli ve Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfini burada mutlaka yeri gelmişken bir daha hatırlayalım.
العلم حياة الإِسلام
el-Ilmu hayâtu’l-İslâm. “İlim İslâm’ın canıdır, hayatıdır.” İlim varsa İslâm vardır demek ama demek ki ilim aynı zamanda insanlığın da hayatıdır. İnsâniyetin de hayatıdır. Yani İslâm’ın da hayatıdır, insanoğlunun da hayatıdır ilim. Çünkü bir insan ilim öğrendiği zaman kurtuluyor; maddeten de mânen de, dünyada da âhirette de kurtuluyor. Demek ki hayatı kurtuluyor. Öteki türlü hayatı sönecekti. Hem bu dünyada sönecekti, hem de kâfir olarak öldüğü zaman âhirette sönecekti. Onun için ilmi, alimin derecesini öne almış Peygamber Efendimiz.
Hakikaten de dinimizin emri, bildirmesi böyledir. Alimin derecesi daha üstündür. Alim cennetin kapısında durur, “istediğine şefaat et” denir kendisine, şefaat eder. Şehitten dahi daha üstündür. Alimin mürekkebi şehidin kanıyla tartılır ve daha üstün gelir. O bakımdan çoluk çocuğunuzdan en akıllı olanını İslâmî ilimlere sevk edin. Allah rızası için, maddî fayda beklemeden, vicdanının sesinden başka bir baskıya kulak asmadan Kur’an’ı öğretin. Kur’an’ı öğretsin insanlara, sünnet-i seniyyeyi, dinin ahkâmını öğretin, o çocuğunuz öğretsin. Size de sevaplar gelsin. İlim öğretin.
Tabii zamanı gelince de bazen ilim de artık yetmez. Ülkenin korunması lazım, müslümanların korunması lazım, savaşmak gerekebilir, düşman saldırır... O zaman da nihayet şehit oluncaya kadar bir kimsenin çarpışıp çarpışıp... evet, kurtuluş ihtimali yok, şey yapıyor [şehit oluyor] ama Allahu Teâlâ hazretleri de ona en büyük sevapları veriyor. O cömertlik de çok güzel.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Demek ki Ramazan mekteb-i âlîsinde öğrendiklerimizi Ramazan’dan sonra tatbik edeceğiz.
Başka söylememiz gereken neler var?
Sabrı öğrendik Ramazan’da. Sabır denilen şeyi öğrendik. Sabrı Allah çok seviyor, Peygamber Efendimiz çok tavsiye eyledi ve
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
İnnellâhe mea’s-sâbirîn. “Allah hiç şüphe yok ki sabredenlerin yanındadır, onları seviyor, onunla beraberdir.” Kendimizi dizginlemeyi öğrendik. Arzularımızı dizginlemeyi öğrendik, tutmayı öğrendik. İrademizi kuvvetlendirdik. Bu sabırdan çok sevaplar kazanır insan. Sabredin, sabredin, sabredin, sevapları kazanın.
Sonra Ramazan’da Kur’ân-ı Kerîm’i aşk ile, şevk ile camilerde okuduk, mukabelelerde dinledik, kendimiz evimizde hatimler sürdük. Ramazan’dan sonra da o sevgili kitabımıza, Kur’ân-ı Kerîm’imize bağlılığımızı gevşetmeyelim, sevgimiz gevşemesin. Var gücümüzle Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemeye, öğrenmeye, çoluk çocuğumuza öğretmeye gayret edelim.
Şimdi benim elimde imkân olsa, ben şu sırada tek söz sahibi insan olsam, müslümanların hepsine ilk önce Kur’ân-ı Kerîm’i öğretirim. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberletirim, Kur’ân-ı Kerîm’i öğretirim. Kur’ân-ı Kerîm’i öğrettikten sonra da, öteki ilimleri öğretirken öteki ilimlerin eğrisini doğrusunu o Kur’an bilgisiyle öğrenen kişi bilir ve en sağlam yerden ana fikirleri almış olduğu için, ana yeri, kaynağı bulmuş olduğu için, o zaman şey [insan] çok başarılı olur. Yani insanların böyle bir taraftan kendisini müslüman sanıp da bir taraftan da İslâm’a çok aykırı işler yapması, tersten başlamalarından oluyor.
Kur’ân-ı Kerîm’den başlasalar; “Kur’ân-ı Kerîm, bak bu Allah’ın kelamıdır, Muhammed-i Mustafâ’sına, Habîb-i Edîb’ine bunu vahiyle indirmiş, Kur’ân-ı Kerîm budur, bunları emrediyor, bunu iyi ezberle evladım.” derse, ona göre yetiştirirse, çocuğa; “Hayatında senin amacın Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenip öğrendiğine, Kur’an’a göre hayatını sürmektir, geçirmektir.” diye öğretirse, ona göre yürürken karşılaştığı her olayda Kur’an terazisinde olayı tartar, ölçer, doğruyu eğriden ayırır. Kur’ân-ı Kerîm’in nuru ile, kılavuzluğu ile, doğru yolu bırakmaz, yanlış yollara kaymaz, doğru yolda yürür.
Kur’ân-ı Kerîm kıraatini de, hatmini de, tefsirini de, öğrenilmesini de çok daha ciddi bir şekilde Ramazan’dan sonra devam ettirmenizi tavsiye ederim.
Geceleyin teheccüd namazlarına, sahura kalktığınız gibi yemek yemek için, bu sefer de mânevî ziyafet sofralarında kalkıp o mânevî ikramları almak için gece vakti teheccüde lütfen kalkmanızı tavsiye ederim. Çünkü,
ركعتان من الليل خير من الدنيا وما فيها
Rek’atâni mine’l-leyli hayrun mine’d-dünya ve mâ fîha. “Geceleyin kılınan iki rekât bir namaz, -yani farz değil bu da, yatsıdan sonra, vitirden sonra, sabah namazından önce, arada kılınan iki rekât namaz- dünyadan da dünyanın içindeki her şeye sahip olmaktan da hayırlıdır.” Bu sevabı da kaçırmayın.
Ve bir hadîs-i şerîf daha söyleyerek, okuyarak sohbetimi bitirmek istiyorum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in en çok sevdiği şey hadîs-i şerîfte geçiyor ki, onun metnini de okuyalım. Peygamber Efendimiz’in arzusunu, zevkini, isteğini, işaretini size nakletmiş, bildirmiş olayım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hakkında Âişe-i Sıddîka validemiz naklediyor ki, Buhârî’de ve İbn Mâce’de var.
كَانَ أَحَبُّ الدِّينِ إِلَيْهِ مَا دَاوَمَ عَلَيْهِ صَاحِبُهُ
Kâne ehabbu’d-dîni ileyhi mâ dâveme aleyhi sâhibuhû. “Peygamber Efendimiz’in nazarında, onun peygamberâne isabetli görüşüne göre, en sevimli dindarlık.” Ehabbu’d-dîni ileyhi. “En güzel dindarlık.” Mâ dâveme aleyhi sâhibuhû. “Yaptığı ibadete o ibadeti yapan kimsenin devamlı devam ettiği dindarlıktır.”
Yani bir insan dindarlığına göre yapmış olduğu ibadetini devam ettiriyorsa, bırakmıyorsa, kesmiyorsa, muvakkat bir zaman yapıp sonra bırakmıyorsa, daima yaptığı güzel ibadeti devam ettiriyorsa, işte Peygamber Efendimiz o kimsenin dindarlığını seviyormuş. Âişe-i Sıddîka validemizin rivayetinden anlaşılan bu.
O halde Ramazan’daki halinizi, güzel halinizi Ramazan’dan sonra da aynen daha güzel bir şekilde devam ettirin ve Ramazan’daki o meleklik inşaallah, sâfiyet aynen devam etsin, artsın, eksilmesin, daha ziyade olsun.
Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmayı Allahu Teâlâ hazretleri cümlenize nasip eylesin. Hem dünyada sevdiği kul olarak yaşayın, hem de âhirete vardığınız zaman en büyük mükâfatlara erin. Rabbimiz cümlenizi cümlemizi cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Sevdiği, razı olduğu kullarından eylesin. Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin. Selamına erenlerden, Rıdvân-ı ekberine erenlerden eylesin. Cemalini görenlerden eylesin. Allah hepinizden razı olsun.
es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.