Aziz ve sevgili kardeşlerim,
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Ramazân-ı Şerîf'in rahmetlerinden, bereketlerinden, nimetlerinden, kısmetlerinden, ikramlarından âlemlerin Rabbi, Mevlâmız sizleri büyük miktarlarda hissedar, nasipdar eylesin. Büyük nimetlere, lütuflara mazhar olun. Cenâb-ı Hak dünya ve âhiretinizi mâmur ve mesut eylesin.
Hatîb-i Bağdâdî ve Taberânî'nin Ebû Ümâme radıyallahu anh'ten rivayet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz umumi bir hitapla buyurmuş ki;
Yâ eyyühe'n-nâs! Aleyküm bi'l-ilmi kable en yukbada ve kable en yurfa'a el-âlimü ve'l-müteallimü şerîkâni fi'l-ecri ve lâ hayra fî sâiri'n-nâsi ba'dü.
Umumi bir konu, her zaman vurguladığım, size teşvikte bulunduğum bir saha bu. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
"Ey insanlar!" Aleyküm bi'l-ilmi. "Size ilim öğrenmek başlıca ana amaç olsun, iş olsun. Size onu tavsiye ederim. Baş vazifeniz, önemli işiniz olsun."
Aleyküm Arapça bir terim; "size, üzerinize" demek. Aleyküm bi'l-ilmi. "Sizin üzerinize ilim ile ilgilenmek, onu öğrenmek bir görev olsun." gibi mânası var. Tabir, terim yani. Ama "İlim öğrenin." diyor da Peygamber Efendimiz, bir de buyuruyor ki;
Kable en yukbada. "İlim kabzolunmadan, alınmadan önce." Ve kable en yurfa'a. "Yeryüzünden semaya kaldırılmadan önce ilmi öğrenin." buyuruyor ve devam ediyor;
el-Âlimu. "İlmi bilen kişi." Ve'l-müteallimü. "İlmi öğrenmeye hevesli olan talebe-öğrenci." Şerîkâni fi'l-ecri. "Sevapta-mükâfatta, Allah'ın verdiği ecirde ortaktır."
O da sevap alır, o da ortak olur. Yarı yarıya bölüşmek değil de ikisi de ecir kazanırlar. Alim öğrettiği için büyük miktarda sevap, ecir alır; öğrenci de öğrendiği için büyük sevap alır.
Lâ hayra. "Hiçbir hayır yoktur." Fî sâiri'n-nâsi ba'du. "Bunlardan sonra başka, öteki insanlarda hiçbir hayır yoktur." diyor Peygamber Efendimiz.
O halde kendimizi, ailemizi, çoluk çocuğumuzu hiçbir hayır olmayan kimse durumuna düşürmeyelim.
Yani ne demek?
İlimle meşgul olalım, ilim öğrenelim demek.
Biliyorsunuz benim mesleğim ilim yolu, üniversite hocası olarak yaşadım, çalıştım, emekli oldum. Ben okuyorum. Çok okunacak şey var... Çok güzel kitaplar var. Biz maalesef, o kitaplar kütüphanemizde bulunduğu halde onların feyzinden, içindeki bilgilerin güzelliğinden yararlanmakta biraz gevşek davranıyoruz.
Sahabe Hayatından Tablolar kitabı önümde, onu okuyorum. Ve hepinize onu tavsiye edeceğim. Bu kitap kütüphanenizde varsa birinci cildinden okumaya başlayın ve bu Ramazan bitmeden her gün 20 sayfa, 30 sayfa, 40 sayfa çoluk çocuğunuzla okuyun. Lütfen sahâbe-i kirâmı tanıyın. Sahabe Hayatından Tablolar... Rıdvanullâhi aleyhim ecmaîn. Bir cildi de kadın, hanım, hatun sahabelerle ilgili. O da çok önemli. Bakalım Peygamber Efendimiz'in Asr-ı Saadeti'nin o mübarek evliyâları, o mübarek insanlar nasıl insanlarmış. Önce kâfir-müşrik olanlar sonradan nasıl olmuş da evliyâ olmuşlar, Allah'ın sevgili kulları olmuşlar. Nasıl İslâm'a girmişler, nasıl çalışmışlar, İslâm'ı nasıl yaymışlar... Çok önemli görüyorum.
Bana şimdi kardeşlerim telefonla, faksla
"İtikâfa gireceğiz, sünnettir, bu vazifeyi yapacağız. İtikâfta ne çalışma yapalım?" diye sordular.
Ben onlara tavsiyelerde bulunmuştum. Ama diyorum ki;
"Bu Sahabe Hayatından Tablolar kitaplarını, üç kitabı bitirin."
Nasıl bitireceksiniz?
Gayret göstererek, çok okuyarak bitireceksiniz. Hem de çoluk çocuğunuzla... Çünkü insan gözleri yaşararak okuyor ve hakiki imanın insanı nasıl değiştirdiğini görüyor.
Yirmibirinci asır Tevhid Asrı...
Bu nasıl olacak?
Çalışmamızla olacak. Sahâbe-i kirâm gibi çalışmamızla olacak. Nasıl sahabeden bazı şahıslar -göreceksiniz okuduğunuz zaman- azılı İslâm düşmanı, Kur'an düşmanı iken, Peygamber Efendimiz'in hasmı iken, ona kin tutan, onu öldürmeye çare arayan kimseler iken nasıl mü'min-i kâmil haline gelmişler, ashâb-ı kirâmdan olmuşlar? Nasıl cennetlik insanlar olmuşlar? Nasıl hayatlarını İslâm'a vakfetmişler? Allah yolunda mallarını, canlarını nasıl sarf etmişler?
Bunu başka türlü, başka kitaplardan öğrenmek mümkün olmuyor.
Nasıl öğreneceğiz?
Uygulamalı. Nasıl uygulamışsa sahâbe-i kirâm, hayatlarını nasıl geçirmişlerse, o sahabe hayatından çizilmiş, kelimelerle tasvir edilmiş sahneleri, şahsiyetlerin hayatlarını, davranışlarını okuyarak anlayacağız. Bu, yirmibirinci asırda bize çok lazım. Tevhidin yayılması için, Lâ ilâhe illallah'ın hâkim olması için, İslâm'ın muzaffer olması için, nurunun sönmeyeceğine Allah'ın garanti verdiği için... Allah'ın nurunu söndürmeye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, Allah'ın nuru sönmeyecek, Cenâb-ı Hak teminat veriyor. O nurun sönmemesinde görev almak önemli. Sevabı kazanmak önemli. Biz çalışalım, biz sevap alalım.
Amerika'dan, Avrupa'dan, İngiltere'den, Fransa'dan, Almanya'dan, İsveç'ten müslüman oluyorlar, İslâm'a hizmet ediyorlar, kardeşlerimiz oluyorlar. Fransız bir aile; kocası da doktor, hanımı da doktor; yıllık iznini alır almaz ilaç fabrikalarını dolaşıp, bağış olarak ilaçları alıp dosdoğru Afganistan'a yıllık izinlerini hastanede görev yapmak için geçirmek üzere varmışlar, ilaçları dağıtmışlar, mücahitlere yardım etmişler, diye bana Fransa'da anlatmışlardı. Ben de sohbetlerimde söylemiştim. O diyarlardan İslâm'ın güzelliğini anlayan o kardeşlerimiz nasıl çalışıyorlar, ne kadar güzel çalışıyorlar.
İslâm'a çalışacak insan eksik kalmaz. Ama İslâm'dan biz mahrum kalmayalım. Şehitlerin torunları, evliyâullahın torunları, "Benim dedem şeyhti.", "Benim ecdadım sahabedendi.", "Ben Peygamber Efendimiz'in neslinden, seyitlerdenim..." vs. dediğimiz kimseler şimdi çoluk çocuklarıyla İslâm'dan, imandan uzaklaşıp İslâm'a hizmet şerefini başkalarına kaptırırlarsa dedeleri üzülür. Çok yazık olur.
Onun için var gücümüzle ilim öğrenmeye çalışalım ve İslâm için nasıl hizmet edeceğimizi sahâbe-i kirâmdan öğrenelim. Çünkü en güzel insanlar onlar, şek şüphe yok; ashâb-ı kirâm! Hayru'n-nâsi karnî. Efendimiz teminat vermiş, beyan etmiş, oradan biliyoruz; "İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayan insanlardır." Sümme'llezîne yelûnehüm sümme'llezîne yelûnehüm. Birinci sırada ashâb-ı kirâmdır. İkinci sırada tâbiîndir. Üçüncü sırada tebe-i tâbiîndir. Bunların fazilet sırası böyledir. Bunların hayatlarını öğrenmek lazım. Gözyaşlarıyla okuyun. İslâm'ın ne kadar güzel olduğunu, imanın ne kadar heyecan verici olduğunu o sahnelerden, o okuduğunuz sayfalardan siz de anlayın. Aklınızı başınıza toplayın. Çünkü bir de tehdit -tehlike işareti, ikazı- var;
Kable en yukbada.
İlim kabzolunacak. Yani ilim çekilip alınacak.
Kabzolmak ne demek?
"Adamın mallarına el konuldu, kabzolundu." deniliyor, ne demek?
El koymak. Cenâb-ı Hak tarafından ilim alınacak. İlim kalmayacak. Hadîs-i şerîfte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
"Allah ilmi verdikten sonra kulların akıllarından, gönüllerinden, kalplerinden, hafızalarından ilmi çekip almaz, kabzetmez."
İlmi kabzetmesi nasıl olur?
Velâkin yakbidu'l-ulemâ. "Alim, fâzıl, kâmil, zarif, edîb, şerif kimseleri, büyük mübarek insanları alır." Fe-yebkâ nâsün cühhâl. "Evliyâ, mübarek, ulemâ-i muhakkıkîn gidince geriye cahil herifler kalır."
Hindi gibi kabaran, davul gibi öten, içi boş, değersiz insanlar kalır. Cahil insanlar...
İnsanlar dini öğrenmek için onlara soru sorarlar; "Şu nasıl olacak? Bu nasıl olacak?" diye fetva, mesele sorarlar; akıllarına gelen veya karşılaştıkları müşküllerin Cenâb-ı Hakk'ın rızasına göre nasıl çözümleneceğini öğrenmek isterler, sorarlar.
Yesteftûne. "Onlardan fetva isterler." Ve eftev bi-ğayrı ilm. "Onlar da ilim olmadan..."
Atarak yani, tahminen... İlim olmadığı zaman da cahilin fetvası çok kötüdür, çok tehlikelidir. Dinin tahribi öyle olur. Onlar kendileri fetva verirler.
Ne yaparlar?
Hem kendileri delalete düşerler hem de kendilerine soru soranları delalete düşürürler, yani sapıttırırlar. Dindarlar saptırılmış olur, din ayaklar altına düşmüş olur.
Böyle bir durum olacak. Alimler gidecek. Ve kable en yurfa'a. İlim çekilip alınacak. O duruma gelmeden evvel ilmi öğrenin.
Cenâb-ı Hak, bir nimetin kadri kıymeti bilinmedi mi, kadri kıymeti bilmeyen insanların elinden o nimeti alır. Cenâb-ı Hakk'ın kanûn-i ilâhîsi böyledir. Âyet-i kerîmede de bildiriliyor;
Le-in şekertüm le-ezîdenneküm. "Şükrederseniz şükrettiğiniz nimeti daha da arttırırım." Ve le-in kefertüm. "Eğer nimetin kadrini bilmez, nankörlük eder, kâfir, münkir olursanız, o zaman Cenâb-ı Hakk'ın azabı şiddetli olur."
Nimeti de alır. Kıymeti bilinmeyen nimet elden gider.
İlim de kıymeti bilmeyince alınacak.
Çünkü insanlar artık ilme aldırmıyorlar, neyle meşgul oluyorlar?
Dünyevî şeylerle, ceplerini doldurmakla, eğlenmekle, keyifle, zevkle, sefayla…
İlim, iman, ihlâs, itikat olmayınca, Allah'ın azabından korkmayınca, Allah'ın lütfunun elden kaçırılmasının ne kadar acı ve feci olduğunu bilmeyince, düşünmeyince; yani kâfirce, münafıkça, müşrikçe, dinsizce yaşayınca… Tabi bunları insan hiç düşünmez ama bu dünya hayatı çok kısadır. 80 yıl da olsa, 100 yıl da olsa dünya hayatı rüzgâr gibi geçer; ecel aman vermez, Azrail yakayı bırakmaz, imtihan biter. Kişiler buradaki dünya hayatına veda edecekler. Hiç kimse ölümden kurtulmuş değil. Herkes o ecel şerbetini içecek, herkes o kapıdan geçecek. Muhakkak bu böyle... İmtihan biter. İmtihan bittiği sırada, tabi perdeler kalktığı zaman Firavun da "Ben de Benî İsrail'in inandığı Allah'ın varlığını, birliğini şimdi kabul ediyorum, inandım. Ben de müslümanlardanım." demiş. Ama ölürkenki yeis halindeki imanın kıymeti yoktur. Çünkü zaten her şeyi Allah gösteriyor, perdeler kalkıyor.
O bakımdan ilim kabzolmadan evvel İslâm'ın, imanın... İmanın ilmini; yani laf kalabalığı değil, kîyl u kâl değil, "Şu şöyle dedi, bu böyle dedi." değil. "Ben mü'min olarak yaşayacağım, Allah'ın sevgili kulu olmak istiyorum..."
Bu nasıl olacak?
İlim bu. İlim insana fayda verir, Allah'ın rızasını kazanmayı sağlarsa. Allah'ın rızasını kazandırmayan, Allah'ın rızasının yolunu göstermeyen, sonunda insanı cennete götürmeyen, cenneti kazandırmayan, cehenneme düşüren bilgilerin hepsi demek ki faydasız.
Gerçi İslâm'da bütün bilgiler müslümanlar onları öğrensin diye emredilmiş. Bilgi değersiz değildir ama bilgiyi kullanmayıp da insan imtihanı kaybederse, kendisini kurtaramazsa, dünyada kâfir, müşrik olarak yaşayıp da âhirete hâib ve hâsir, mahv u perişan olmuş vaziyette gider de kahr-ı ilâhîye, azâb-ı ikâb-ı ilâhîye uğrarsa o zaman başarısız olmuş oluyor.
Bu duruma düşmeyin. Bu duruma siz, çoluk çocuğunuz, akrabanız, vatandaşlarımız, ırkdaşlarımız, Benî Âdem, bütün insanlar düşmesin. Herkes cennete gidecek olsa cennette hepsine çok bol miktarda yer var. Hepsi de cehenneme düşecek olsa hepsi için de zaten cennet ve cehennemde yer hazırlanmış. Biz herkesin cennete gitmesini istiyoruz ama işte söylüyoruz; anlayan anlıyor, anlamayan anlamıyor. Hatta bazıları da bize "Bölücülük yapıyor." diyormuş. Hâşâ! Kesinlikle herkesin iyiliğini istiyoruz.
Hz. İsa aleyhisselam'a sevgimiz, saygımız sonsuz. Hz. İsa aleyhisselam'ın yeri göğsümüzün sağ tarafında... Musa aleyhisselam'a sevgimiz, saygımız sonsuz. Onun yeri göğsümüzün sol tarafında... Göğsümüze, bağrımıza basmışız; bağrımıza taht kurmuş o mübarekler. İbrahim aleyhisselam'ın yeri, Nuh aleyhisselam'ın yeri, Âdem atamızın yeri; hepsinin bağrımızda tahtları var. Onların hepsini seviyoruz. Onların söylediklerini söylüyoruz. Onların hayatlarında, vazife gördükleri esnada insanlara söylediklerini söylüyoruz. Dikkatle dinlerseniz, dinleyenler dikkatle dinlerse sözlerimizin hak olduğunu, hayır olduğunu, herkesin hayrına olduğunu anlar.
Öyle muğalata yapıp da, "Bölücülük yapıyor, ayrımcılık yapıyor…"
Tabi ayrım olacak. Bilenle bilmeyen bir olur mu? İyilik yapanla kötülük yapan bir olur mu? Hırsızla dürüst bir olur mu? Elbette bir ayrım olacak. Ama bu ayrım bilimsel, aklî bir ayrımdır; kötüyü iyiye teşvik eden, kötünün kötülüğünü engelleyen bir ayrımdır.
Elbette kötünün karşısına çıkıp birilerinin onun kötü olduğunu söylemesi lazım. Yanılanlara "Yanlış gidiyorsunuz." demesi lazım. Burada koca levhaları yollara koyuyorlar, gelişi gidişi ayrı olan yolların çıkış yerine kırmızı levha koyuyorlar;
Wrong way go back "Buradan girme, yanlış bir istikamettir, girersen hemen geriye git çünkü burası çıkış yeridir. Buradan girersen ters taraftan gelenlerle çarpışırsın." diye...
Ters yöne gidenlere, ters yöne girmek isteyenlere "Wrong Way-Yanlış Yol" dersek bu ayırımcılık olmaz; Go Back dersek iyiliğini istiyoruz demektir. Aslında onların da kurtulmasını istiyoruz çünkü vazifemiz o.
Allahu Teâlâ hazretleri hepimize hakkı hak olarak görüp ona uymayı, batılı batıl görüp ondan sakınıp korunmayı nasip etsin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz pek çok hadîs-i şerîflerinde deccalden bahsetmiştir. Ben bunları bazı toplantılarda bahis konusu ettim kardeşlerim de bahis konusu etsinler, deccal ile ilgili hadîs-i şerîfleri toplasınlar. Bütün peygamberler ümmetlerine deccali anlatmışlar. "Deccal gelirse sizin torunlarınız, yaşayanlar, deccalin çıktığı zaman deccalla karşılaşırlarsa sakın aldanmasınlar, kanmasınlar. Onun sözü aldatıcıdır, davranışları kandırıcıdır. Deccala kanmasınlar. Onun alnında hâzâ kâfir yazıyordur. Sağ gözü kördür, sadece solu görür, sağ tarafı görmez." diye Efendimiz bildiriyor.
Deccal hadislerinden çıkacak en umumi sonuç nedir?
Birçok insan yoğun, kesif bir şekilde, büyük çoğunlukla aldatmacalara kanacak, doğru sanacak, kapılacak. Onu hatırlatıyor peygamberler. "Aman böyle usta, mahir aldatıcılara kapılmayın, kanmayın!" diye her peygamber ümmetini deccaldan tahzir eylemiş, ikaz eyleyip korunmalarını ihtar eylemiş, sakındırmış. Demek ki aldatıcılık, kandırmaca, büyük tarihî yanılgılar var. Demek ki toplumsal olarak da büyük çapta yanılgılar olabiliyor.
Çaresi ne?
İlim.
Nasıl ilim?
Kalbi nurlandıran gerçek ilim. Laf salatası, dedikodu kîyl u kâl değil.
Her kitabı okumamak lazım. "Kitabın yazarı o konuda selahiyetli mi?" diye iyice emin olmadan, bilenlere sormadan her kitabı okumamak lazım.
Ben camide bir kitap gördüm, benim kütüphanemde olmayan bir kitap. Aldım okuyayım diye. Sayfaları açtım... Sahabe hayatını anlatan bir kitap idi. İsmini vermiyorum, aleyhinde bir şey olmasın, maksadım ticaretini baltalamak değil, birisinin kötülemesini yapmak değil. Sonra onun anlattığı konuları yanımdaki diğer muteber ana kaynaklardan inceledim; baktım isimler yanlış, olaylar yanlış... Yanıltacak; hemen o kitabı bıraktım, iade ettim.
Neden?
Çünkü değersiz insanların, cahil insanların, -iyi niyetli olabilir- bilgisiz insanların yazdığı kitaplar insanı yanıltır, yanlış sonuca götürür.
En alim insanların, en selahiyetli insanların yazdığı en değerli kitapları okumak lazım.
İlim elden kaçmadan önce kendiniz öğrenin, çoluk çocuğunuza öğretin. Yavrularınızı, ailelerinizi cehennem ateşinden koruyun.
Çok büyük aldatmacalar var dünya üzerinde; seks, sefahat, afyon, esrar, milletlerin, nesillerin bozulmasına sebep olacak şeyler... Büyük paralar dönüyor bu işlerde, sanayi haline gelmiş. Çok müstehcen şeyler var. Çoluk çocuk kapılabiliyor, tutamıyorsunuz. Yavrunuz, delikanlınız, yiğidiniz, kızınız elden kaçıyor. Onun için çok çalışmak lazım, çok gayret göstermek lazım.
Bunun yolunu söylüyorum.
Tevhid Yılındayız. Tevhidi güzel anlamak için, tevhidin insanı nasıl değiştirdiğini, imanın ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar güzel olduğunu; yolumuzun, İslâm'ın ne kadar haklı olduğunu anlamak için lütfen Sahabe Hayatından Tablolar kitabımızı -neşrettik, hediye ettik, kütüphanemizde duruyor- elinize kalemi alarak, üç cildini bu Ramazan'ın sonuna kadar bitirin.
"Bitmedi hocam."
Tamam, bitmediyse ne yapalım, biz biraz geç ikaz ettik. Ramazan'dan sonra da Şevval'de devam edersiniz.
Ramazan orucu bittikten sonra bir de altı gün Şevval orucu "Onu da tuttuğu zaman bütün seneyi oruç tutmuş olur." diye hadîs-i şerîflerde Efendimiz tavsiye buyuruyor. O bakımdan Ramazan'da ilmi tamamlayamadıysanız; elbette Ramazan'daki güzel alışkanlıklarımızı Ramazan'dan sonra devam ettirmek için alışkanlık ediniyoruz. Ramazan ne kadar bereketli, ne kadar güzel bir ay.
Alim çok sevap kazanır. Alim şehitten de üstündür. Alimler şefaat edecek. Cennetin kapısında Cenâb-ı Hak onlara "Durun, burada istediklerinize şefaat edin, istediklerinizi kurtarın." diye mü'minlerden günahkâr olanlardan günahlarının affedilip cennete girmesi için şefaat edecekler. Alimin derecesi şehitten yüksek. Müteallim, yani öğrenci, öğrenme durumunda olan da sevabı alacak.
Öğrenmenin yaşı yoktur. Bizim örfümüz, âdetimiz güzeldir; camilerde hocalar kürsülerde dersi anlatır, kitapları takip eder. Onların müdavimi yaşlı insanlar vardır, emeklidir, aksakallıdır, bastonla camiye gelir ama o dersleri kaçırmaz. Çünkü ilmin yaşı yok. O yaşta öğrenir, uygular.
Öğrendiğinizi uygulayın, bir.
Bir de başkalarına öğretin, iki.
Dinimizin sahabe gibi yayıcısı, savunucusu, öğreticisi olacağız
İkinci hadîs-i şerîfi okuyorum. Efendimiz yine umumi bir hitapla başlamış, buyuruyor ki;
Yâ eyyühe'n-nâs! İttehizû takvallâhi ticareten ye'tikümü'r-ribhu bilâ budâatin ve lâ ticâretin.
Bunu böyle misafir odalarınıza, hattat kardeşlerimize yazdırın, levha halinde asın, ne kadar güzel...
Emrediyor ki Peygamber Efendimiz;
Yâ eyyühe'n-nâs! "Ey insanlar!" İttehizû takvâllâhi ticâreten. "Takvâyı, yani titiz, temiz, hassas, dikkatli müslüman olmayı; günahlardan, haramlardan kaçınmakta çok titiz, dikkatli, iyi müslüman olmayı, bu vasfı kendinize bir ticaret edinin, bir hal edinin." Çünkü
Fe-inne hayre'z-zâdi't-takvâ "En hayırlı mal-azık, yolda insana en çok yarayacak şey takvâdır." buyuruyor Kur'ân-ı Kerîm.
Bu âhiret yolunun gıdası peynir, ekmek, süt, yoğurt değildir; âhiret yolunun gıdası takvâdır.
Âhiret yolunda sağlam yürümek, cennete ulaşabilmek, tehlikeleri aşabilmek, geçebilmek, badirelerden kurtulmak için herkesin takvâ ehli, muttakî kul olması lazım; titiz, temiz, salih, halis, dikkatli, uyanık müslüman olmak lazım. Bunu kendinize ticaret edinin.
Ye'tikümü'r-ribhu bilâ budâatin ve lâ ticâretin. "O zaman mal, sermaye, dükkân, ticaret olmadan rızkınız size geliverir."
Neden?
Sümme karae. Şu âyet-i kerîmeyi okudu Peygamber Efendimiz delil olarak, sebebinin ne olduğunu açıklamak için:
Ve men yettekıllâhe. "Kim takvâ ehli, titiz-güzel müslüman olursa." Yec'al lehû mahracen. "Allah onu sıkıntılardan çıkartır, ona sıkıntılardan kurtuluş çıkışı yaratır."
Daraldı, çevrildi, kuşatıldı, sıkıntılar sardı, bastırdı ama Allah ona kurtaracak bir çıkış yolu yaratır.
Ve yerzukhu min haysü lâ yahtesibu. "Onu hiç ummadığı, hesap etmediği bir yerden rızıklandırır."
Demek ki Cenâb-ı Hak seviyor, rızklandırıyor.
Nasıl rızıklandırır? Misal verebilir misiniz?
Verebilirim.
Peygamber Efendimiz 300 kişilik bir askerî birliği göndermişti. Onlar da düşmanları bir yol güzergâhında bekliyorlardı; gelirse savaşacaklar, geçirmeyecekler. Ama azık yoktu, mal yoktu. Medine'de de yoktu. Peygamber Efendimiz komutana, yani bu 300 kişinin başkanına bir torba hurma verdi. O komutan da -vazife uzun, rızık, azık az- eldeki hurmalar az, sayı da fazla olduğundan -300 kişiler- hepsine günde bir hurma veriyordu. Bir günde bir hurma, muhterem kardeşlerim! Bastırarak söylüyorum ki bilin o mübarekler nasıl cihat etmişler, anlayın. Bir hurma veriyordu, onlar bir hurmayı yutmuyorlardı, ağızlarında çocuğun meme emdiği gibi emiyorlardı. Üstüne su içiyorlardı, bir hurmayla yetiniyorlardı. Nihayet o da bitti. Ama düşman da gelmedi, vazife de devam ediyor. O sırada denizden büyük bir balina balığı karaya vurmuş; Allah vurdurtuyor. Müsebbibü'l-esbâb olan, her türlü olayı yaratan, halk eden rızkı gönderen Allah, balinayı kenara vurdurdu. Koca balina…
Bunlar ne yaptılar?
Balinanın başına gittiler, taze et, kokmamış balık, balinayı kendilerine azık yaptılar. Bir ay daha orada 300 kişi kaldı ve bu balinanın etiyle, oradan kesip, yiyip öyle yaşamalarına devam ettiler. Çünkü torbalarındaki hurma da bitmişti.
Öyle büyüktü ki balık, muazzam bir şey demek ki -Cenâb-ı Hak nasip ediyor- balığın gözünün çanağına, yani çukuruna 13 kişi sığıyordu. Bakalım ne kadar büyük diye, komutan "Girin bakalım, girin bakalım..." diye ölçüm için, denemek için sokmuş; 13 kişi balığın gözünün çukuruna giriyordu. Sonra kaburga kemiklerini -kılçıklarını diyelim ama balina kılçığı bu- çattıkları zaman altından deveyle geçiyorlardı, koca bir kemer gibiydi.
Onu bir ay yediler. Sonra "Düşman görünmedi, olmadı yâ Resûlallah, vazife bitti." diye geldiler Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına geldiler, anlattılar. Dedi ki;
"Onu Allah rızk olarak size göndermiş."
O olmasaydı orada o kimseler açlıktan ne yapacaklardı? Cenâb-ı Hak "kulum" dedi, yarattı, rızkını da vaat etti, yazdı kader sayfalarına... Balığı gönderiyor, balık eti yedirtiyor.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki;
"Onu size Allah göndermiş, Allah'ın hususi ikramı. Allah'ın ikramı olduğu için bize de verin, biz de tadalım." dedi, kendisi de o etten tattı.
Tabi oraları çok sıcaktır, onu hatırlatayım. Hemen kuruyordu, pastırma gibi oluyordu. Sıcak günlerde kurban kesildiği zaman bu bedeviler toplarlar etleri, taşlara sererler, hiç kokuşmaz, hemen kuruyuverir. O kuru etleri ondan sonra pastırma gibi zamanı geldikçe ıslatıp, kaynatıp yerler.
Cenâb-ı Hak muttakî kulları rızıklandırabiliyor, bunun tarihten, gerçeklerden misallerini verdim. Demek ki hepimiz muttakî kul olacağız.
Kimisi bana diyor ki;
"Hocam müslüman olduğum için şu sıkıntıyı çekiyorum, bu sıkıntıyı çekiyorum. Ne tavsiye edersiniz?"
Takvâyı tavsiye ederim.
Neden?
Allahu Teâlâ hazretleri muttakî kulları rızıklandırıyor da ondan. Âhiret yolculuğunun en önemli, en kıymetli sermayesi, en iyi azık âhiret yolculuğunda takvâdır da ondan. Allah muttakî kullarını sever de ondan.
İnne'llâhe mea'l-muttakîn. Allah muttakî kullarının yanında yer alır, onların safını destekler, onlardan yana olur da ondan. Ne rızkınız geriye kalır, ne işiniz geriye kalır.
Ve in tasbirû ve tettekû lâ yedurrukum keydühüm şey'â. Cenâb-ı Hak savaşta bile muttakî olursa, sabrederse zaferi muttakîlere, sabreden mücahitlere verir.
Onun için ey sevgili kardeşlerim, muttakî kul olun! İmanınızı korumaya dikkat edin. Allah hem rızıklandırır hem de umduklarınıza nâil eder.
Daha önceden de söylemiştim, hatırlatayım. Abdullah b. Mes'ûd, çok seviyorum, Kur'an'ı da çok iyi bilen bir sahabe, Allah şefaatine erdirsin, radıyallahu anh. Vefat edeceği zaman Halife Osman ziyaretine gelmiş de;
"Şimdiye kadar almadığın maaşları ya sefer al bari, işte hastasın..." diye teklif edince;
"Onlara benim ihtiyacım yok." demiş.
Zaten sağlığında almadı, şimdi de vefat ediyor, ölüm yakınken ne yapacak parayı?
Demiş ki;
"Senden sonra kızlarına kalır."
"Ey emîrü'l-mü'minin, sen benim kızlarımı ben öldükten sonra aç açık mı kalacak sanıyorsun? Ben onlara Vâkıa sûresini ezberlettim. Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde buyurmuştu ki; 'Kim Vâkıa sûresini ezberler, her akşam okursa hayatında asla yokluk, sıkıntı, fakirlik çekmez.' Ben onlara onu öğrettim, onlar sıkıntı çekmezler." demiş.
Bunu da bilin. Yani Vâkıa sûresini ezberleyin, her akşam okuyun. Cenâb-ı Hak hem maaş versin, hem rızk versin, hem işlerimizi rast getirsin, hem de Allah'ın sevdiği kulu olun.
Hadîs-i şerîfi söyledikten sonra Efendimiz âyet-i kerîme ile de sebebi beyan eylemiş.
Üçüncü hadîs-i şerîfi okuyarak dersimi bitirmek istiyorum.
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz;
Yâ Enes! Emâ alimte enne mücîbâti'l-mağfireti idhâlike's-surûri alâ ahîke'l-müslimi tuneffisu anhu kürbeten ev tüferricü anhu ğammen ev tüzcî lehû san'aten ev takdî anhu deynen ev tuhlifuhû fî ehlihî.
Enes radıyallahu anh, kendisine Efendimiz'in tavsiyesi olduğu için iyice hatırında tutmuş, o rivayet ediyor. İbn Ebi'd-Dünyâ bu hadîs-i şerîfi kitabına kaydetmiş. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz;
"Ey Enes! Emâ alimte. "Sen hiç bilmedin mi ki, bilmiş olman lazım, bil ki." Mücîbâti'l-mağfireti. "Cenâb-ı Hakk'ın insanı afv u mağfiret eylemesinin sebeplerinden birisi, onu icap ettiren, mağfireti sağlayan, insanı Allah'ın mağfiretine mazhar eyleyecek işlerden birisi..." nedir?
İdhâlike's-surûri alâ ahîke'l-müslimi. "Mü'min kardeşinin gönlüne sevinç sokmandır. Yani onu sevindirmendir." Mü'min kardeşinin sevinmesi senin mağfiret olunmana sebep olur.
Afv u mağfiret istemiyor muyuz? "Allahım beni affeyle! Şu Ramazan'da beni bağışla! Hatalarımı, günahlarımı mağfiret eyle! Bundan sonraki ömrümde beni iyi kul olmaya muvaffak eyle! Huzuruna vardığım zaman yüzümü ak eyle! Cehenneme atıp ateşlere yakma! Cennetine dâhil eyle! Habibine komşu eyle!" demiyor muyuz?
Diyoruz. İşte bunun yolu; mü'min, müslüman kardeşine sevindirici bir iş yapman, onu sevindirmen.
Peygamber Efendimiz buyuruyor;
Tuneffisu anhu kürbeten. "O bir sıkıntıdan daralmışsa ona bir nefes aldıracak bir destek yaparsın." Ev tüferricü anhu ğammen. "Yahut da bir şeye gamlanmış, kederlenmiş ise onu sevindirir, 'Niye üzülüyorsun, üzülme kardeşim, tamam ben onu halledeyim.' dersin, onun o üzüntüsünü feraha, sevince çevirttirirsin."
Ev tüzcî lehû san'aten. "Yahut kaybını ona buluverirsin, kaybettiği şeyi telafi ediverirsin, gösteriverirsin. Yitiğini ona bulmakta yardımcı olursun."
Ev takdî anhu deynen. "Yahut borcunu ödeyiverirsin."
"Tamam, senin borcunu ödedim, üzülme kardeşim." dersin, sevinir.
Ev tuhlifuhû fî ehlihî. "Yahut da o, cihada filan gitmişse, başlarında ailenin reisi yoksa, ailede hanım ve çocuklar yardımsız kalmışsa gidersin onlara yardımcı olursun."
"Sizin büyüğünüz yok, çarşıdan bir şey alınacak mı, bir yardımım dokunabilir mi, bir hizmetim var mı?" diye gidersin.
Allahu Teala hazretleri tevfikini cümlemize refik eylesin. Sevdiği, razı olduğu amelleri işlemeye muvaffak eylesin. Hülasa-i meal, işin sonunda sevdiği kul olmayı; huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı nasip eylesin. Cennetiyle, Cemaliyle müşerref eylesin.