es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Ramazanınız hoş geçsin. Cenâb-ı Hak bu mübarek ayda ikram ettiği, ihsan ettiği hayırların cümlesinden en çok şekilde istifade etmeyi cümlenize, hepimize, kardeşlerimize nasip eylesin. Allah hepinizden razı olsun. İki cihanda aziz ve bahtiyar olun.
Sohbetimdeki ilk hadîs-i şerîf, Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilmiş. Bu hadîs-i şerifi Taberânî Evsat'ında kaydetmiş, Beyhakî kaydetmiş, İbn Hibban da Sahîh'inde kaydetmiş.
Peygamber Efendimiz'in mübarek sözlerini teberrüken okuyalım; çünkü esas olan odur. Onun açıklamaları vesaireleri bizim sözlerimizdir.
Aslını ilk önce bir dinleyelim:
Kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.
el-A'mâlü indallâhi azze ve celle seb'ûn: Amelâni mûcibâni ve amelâni ve amelün bi-aşri emsâlihî ve amelün bi-seb'i mietin ve amelün lâ ya'lemü sevâbe âmilihî illa'llâhu teâlâ azze ve celle. Fe-emme'l-mûcibâni: Fe-men lekıya'llâhu ya'büdühû muhlisen lâ-yüşrikü bihî şey'en vecebet lehü'l-cennetü. Ve men lekıya'llâhu kad eşreke bihî vecebet lehü'n-nârü. Ve men amile seyyieten cüziye bihâ ve men erâde en-ya' mele haseneten fe-lem-ya'melhâ cüziye mislehâ. Ve men amile haseneten cüziye aşran. Ve men enfaka mâlehû fî-sebîlillâhi duifet lehû nafakatühû: ed-dirhemü bi-seb'i mietin ve'd-dînâri bi-seb'i mietin. Ve's-sıyâmü li'llâhi azze ve celle lâ ya'lemü sevâbe âmilihî illa'llâhu azze ve celle.
Sadaka Resûlullâh fî-mâ-kâl ev ke-mâ-kâl.
Hz. Ömer Efendimiziin oğlu mübarek Abdullah radıyallahu anh'ın rivayet ettiği bu hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
el-A'mâlü inda'llâhi azze ve celle seb'ûn. "Allahu Teâlâ hazretlerinin nazarında, Allah katında, Allah'ın yanında kulların işlenen amelleri, icraatları yedi tabakadır, yedi çeşittir." Amelâni mûcibâni. "Bunun iki tanesi, kulun yaptığı iki amel gerektiricidir."
Neyi gerektirdiğini sonra açıklamada göreceğiz.
Ve amelâni bi-emsâlihimâ. "Kulların amellerinden iki amel daha vardır, bunlar da insana misliyle, aynen, bire bir mukabele, karşılık kazandırır." Ve amelün bi-aşri emsâlihî. "Bir tanesi de kul bir şey yapar; Allahu Teâlâ hazretleri on misli mükâfat verir." Ve amelün bi-seb'i mietin. "Bir de kulun bir ameli, icraatı, ibadeti vardır ki onun mükâfatı bire yedi yüzdür." Ve amelün lâ ya'lemü sevâbe âmilihî illa'llâhu teâlâ azze ve celle. "Kulun bir ameli, ibadeti de vardır ki onun sevabının ne kadar olduğunu Azîz ve Celîl olan Allah'tan başkası bilmez." diyor.
Efendimiz önce kapalı olarak söylüyor. Kapalı olarak söylenen söz, merak uyandırır: "Acaba şu neymiş? Acaba bu neymiş?" diye dinleyenler, daha büyük bir aşkla, şevkle, merakla dinlerler. Siz de herhalde "Mükâfatlandırılışına göre yedi tabakaya ayrılan, bu yedi tür amel, ibadet, icraat, faaliyet nelerdir?" diye merak ediyorsunuzdur. Şimdi Efendimiz'in açıklamasından biz de size anlatalım:
Fe-emme'l-mûcibâni. "İki tanesi gerektirici, icap ettirici ameldi."
Efendimiz bunları söylüyor.
Fe-men lekıya'llâhu ya'büdühû muhlisan lâ-yüşrikü bihî şey'en. "Her kim ki Allahu Teâlâ hazretlerine ihlâsla ibadet ediyorken, hiç bir şeyi ona şerik koşmamışken, şirke düşmemişken Allah'a kavuşursa.." Vecebet lehü'l-cennetü."Onun böyle yaşamı, böyle ibadet edişi, ona cenneti gerekli kılar. Böyle bir kul cennete girer."
Allah hepimize ihlâs ile hâlis muhlis, yalnız ve yalnız, sadece ve sadece Allah'a kulluk etmeyi; kula kul olmamayı veya tağuta, gayrullaha kulluk etmemeyi nasip etsin. Şirk koşmadan sırf kendisine, kulluk etmeyi nasip etsin. Çok önemli bu, her şeyin temeli. Çünkü şirk koştu mu Allah müşrikleri cehenneme atacak, kesin; cennetine sokmayacak, kesin; affetmeyecek, kesin. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de kesin olarak belirtilmiştir. Çok tehlikeli. Cümle cihan halkının, hiç şirke düşmemeye son derece dikkat etmesi lazım.
Elhamdülillah, biz müslümanlar, lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah diye, Allah'ın varlığını birliğini söylüyoruz, inanıyoruz ve şirk koşmuyoruz. Puta tapmıyoruz, haça tapmıyoruz, heykele tapmıyoruz. Maddî, fâni varlıklara tapmıyoruz. Kimisi yıldıza tapar, güneşe, aya tapar; kimisi dağa, tepeye, pınara tapar, kutsal bir şeyler edinir; kimisi bazı hayvanlara tapar vesaire. Elhamdülillah biz hâlis muhlis ehl-i tevhidiz. İnşaallah bu asır, yüzyıl, binyıl "Tevhid Asrı" olacak ve zamanla şirk tamamen yeryüzünden kalkacak.
Bir gerektirici amel bu; insan şirk koşmadan, ihlâsla yaşar Allah'a kavuşursa ölürse cennet ona gerekli olur, vacib olur. Demek gerektirici şeyin birisi bu.
Ve men lekıya'llâhu kad eşreke bihî. "Buna mukabil, bir kimse de müşrik olarak, şirk koşmuş olarak Allah'a kavuşursa müşrik olarak, kâfir olarak ölürse. " Vecebet lehü'n-nârü. "Ona da cehennem vacib olur, gerekli olur."
Burada hadîs-i şerîfin ifadelerini açıklamamız lazım ki iyice bilinsin:
Dikkat ederseniz, bazı kimseler bizim dindarlığımızı görünce veyahut bizim onlara teklifimizi duyunca;
"Benim de bir inancım var, ben de Tanrı'ya inanıyorum!" diyor.
"İnancın var ama neye inanıyorsun? Her inanç makbul değil."
"Ben Allah'a inanıyorum."
Allah'a inanıyorsun ama o da yeterli değil. Allah'ın istediği tarzda, eksiksiz, tam inanmak lazım ve imanın gereğini yapmak lazım. Onun için inandığın şeyin ne olduğu çok önemli. Soruyorsun; "Ben Tanrı'ya inanıyorum." diyor. "Senin tanrı dediğin nedir?" diye kurcaladığın zaman, altından yine şirk çıkıyor, yine putperestlik çıkıyor, yine maddeperestlik çıkıyor.
Olmaz!
Kim Allah'a şirk koşmuş olarak yaşar ve vefat ederse inancı var,dini var ama şirk koşmuş olarak yaşamış. Tamamen Allah'ı inkâr eden, tamamen dinsiz, kapkara, kıpkızıl değil. Öyle de olsa şirk koşarak ibadet etmiş bile olsa vecebet lehü'n-nârü "Bu yaşam tarzı da ona cehennemi gerekli kılar."
Gerekli kılan iki amelin ikincisi bu. Bu da mutlaka cehenneme girer, cehennem buna vacib olur. İşte vacib kılıcı iki amel bu: İmanla göçerse cennet vacib olur; küfürle, şirkle göçerse, cehennem vacib olur. Mutlaka, gerekli, mutlaka öyle olur.
Gelelim ikinci sınıfa, misli misline, birebir karşılığı verilen amele;
Ve men amile seyyieten cüz'iye bihâ. "Kim bir kötülük işlerse misline bir ceza alır, bir günah kazanır."
Günahın, seyyie'nin karşılığı bir ilâhî ceza tahakkuk eder. Bire bir, kötülüğün karşılığı bir ceza.
Ve men erâde en-ya'mele haseneten. "Bir de iyi bir şeyi yapmaya niyet etti. " Fe-lem-ya'melhâ. "Yapamadı, yapmadı, fırsat olmadı, ömrü yetmedi, gücü yetmedi, ulaşamadı, olamadı." Cüziye mislehâ. "Yapamayana da o niyet ettiği işi yapmış gibi, bire bir, misli misline sevabı verilir."
Mesela ben cân u gönülden istiyorum ki kendi başıma, hiç kimsenin parasını almadan, sırf kendi hayrıma bir cami yaptırayım. Bunu cân u gönülden istiyorum ama yapamadım. Yapamadan ölürse insan, niyet ettiği için misli misline mükâfatlandırılır. Mesela "Falanca kimseye gideyim, şu kadar hayır yapayım!" dedi, yapamadı. Niyet ettiği için misli misline sevap alır. Bunun gibi sayısız misaller bulunabilir.
Gelelim beşinci amele:
Ve men amile haseneten. "Kim bir iyilik işlerse ibadet, taat, Allah''ın sevdiği hayırlı, güzel bir icraatı yaparsa, hasene işlerse." Cüziye aşran. "On misli mükâfat verir Allah."
Bire bir vermez, bire on verir. İyiliği yapan kimse yüzde yüz kâr etmez, yüzde bin kâr eder.
Altıncı çeşidi. "Hatırda iyi kalsın." diye rakamları kendimiz söylüyoruz. Peygamber Efendimiz hadîs-i şerifte; "Bu altıncı." diye ifade etmiyor ama biz "Takip edilsin." diye rakamları söylüyoruz.
Ve men enfaka mâlehû fî-sebîlillâhi. "Kim malını Allah yolunda infak ederse."
Ne demek?
"Parasını Allah yoluna hayır olarak verirse." demek.
"Allah yolu nedir? Onu açıklayacağım.
Duifet lehû nafakatühû. "Nafakası, o verdiği hayrı hasenâtı bu kişiye kat kat, kat kat artırılır. " ed-Dirhemü bi-seb'i mietin. "Dirhemi 700 dirhem mukabili, 700 dirhem vermiş gibi, 700 misli mükâfatlandırılır. " Ve'd-dînâru bi-seb'i mietin. "Dinarı 700 misli."
Lira harcamışsa 700 lira, kuruş harcamışsa 700 kuruş, altın harcamışsa 700 altın, dolar harcamışsa 700 dolar, mark harcamışsa 700 mark geliyor.
Bu fî-sebîlillâh harcamak ne olur?
Hadîs-i şerîflerden öğrendiğimiz fî-sebîlillâh'ları sayalım:
En başta cihada para verirse Allah yolunda cihada masraf yaparsa bu fî-sebîlillâh cihattır. Bunun sevabı bire 700'dür.
Başka fî-sebîlillâh nedir?
Hac ve umreye harcanan paralar. Hac yolu, umre yolu da fî-sebîlillâh'tır. Oraya harcanan paralar da bire 700 olur.
Başka?
İlme harcanan para da bire 700'dür. "Çocuğunu okutsun." diye, "Öğrensin, alim olsun." diye falanca yere gönderdi, filanca alimin dersine kattı; onun masrafına da katlanıyor. İlim yolu da bire 700'dür. Böyle bire 700 olma şekli, çeşitli şekillerde olabilir. Etti altı. Yedincisi de bizim bu Ramazanımızla, orucumuzla ilgili:
Ve's-sıyâmu li'llâhi azze ve celle. "Oruç ise Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ hazretlerinindir, onun içindir." diyor Peygamber Efendimiz.
Bir kelimenin başına li gelirse, "için" mânasına da gelir. "Oruç Allah içindir. " Bütün ibadetler Allah için yapılıyor ama bir de li harfi gelirse "O onun malıdır. " demektir, mülkiyet ifade eder:
"Oruç Allah'ındır."
Lâ ya'lemü sevâbe âmilihî illa'llâhu azze ve celle. "Oruç tutanın sevabının ne miktar olduğunu, Azîz ve Celîl olan Allah'tan gayrısı bilmez."
Bu ne demek?
Bi-gayr-i hisâb demek, "Hesaba sığmaz." demek. Çünkü oruç sabırdır. Sabrın bi-gayri hisâb olduğunu da Kur'ân-ı Kerîm'den biliyoruz. 700'den de fazladır.
Onun için Allah'ın çok çok sevdiği, çok sevap kazandırıcı, çok güzel bir ibadet olan orucumuzu, güzel bir oruç olarak tutmaya çok dikkat edelim.
Güzel bir oruç.
Güzel bir oruç nasıl olur?
İlk konuşmamda, cuma konuşmamda da anlatmıştım, tekrar da etmek istemiyorum ama tekrar etmeden de olmaz:
Güzel bir oruç sadece aç ve susuz kalmak değil; bütün âzâsına, gözüne, kulağına, eline, midesine, ayağına günah yaptırmamak, hepsini günahtan korumak, hepsinde perhiz yapmak. Midesine haramı sokmamak, gözüyle harama bakmamak, kulağıyla haramı duymamak, elini harama uzatmamak, ayağıyla günaha varmamak.
Ramazan ayı oluyor, yayınlara bakıyorum; eğlence, keyif, şarkı, türkü, alkış, oynama.
Allah Allah! Sübhanallah! Ramazan oruç, ibadet ayı. Sevap kazanacak işler yapmak lazım. Haramlardan, günahlardan, içkiden, yasaklardan kaçınmak lazım. Nâmahreme bakmamak lazım. Gözünü korumak lazım, kulağını korumak lazım. Millet Ramazan'ı "eğlence ayı" gibi telakki etmiş veya öyle yaptırılmaya çalışılıyor veya böyle gelmiş, böyle gidiyor. "Ramazan" deyince milletin aklı, fikri haramlı, günahlı eğlencelerde ve bize de o anlatılıyor.
Bir de Ramazan geldi mi yayıncıların bazıları dinî program yapmıyor; müslümanı çileden çıkaracak, canını yakacak, üzecek en kötü, sapık konularla uğraşıyor. Mesela hatalı hareket eden, kanun nazarında, din nazarında suçlu, Allah'ın sevmediği, şeriatin sevmediği bir konuyu anlatıyor:
Yahu! Çirkin konuyu anlatacağına, olumsuz konuyu anlatacağına, Allah rızası için gel de bir olumlu konu anlat:
"Şu adam çok güzel dindar, tam; işte böyle olmaya çalışın." diye güzelini anlat. En çirkini anlatmaya çıkarıyorlar. Ramazan'ı müslümana zehir ediyorlar, kan kusturuyorlar; bütün gecesini, gündüzünü üzüntüye gark ediyorlar.
Artık bunun çaresi nedir?
Galiba rağbet etmemektir. Sevmemek, rağbet etmemek en büyük cezadır. Bir gazete müstehcen neşriyat yapıyorsa sesli veya görüntülü bir yayın vasıtası dine, imana, ahlâka, millî duygulara, dînî duygulara, halkın zararına neşriyat yapıyorsa "artık dinlememek" suretiyle ondan korunmalı, bir de öyle cezalandırılmalı. Rağbet etmemek suretiyle cezalandırılmalı. Kimse kalmayınca hatasını anlar.
Ben şöyle bir şey hatırlıyorum:
Amerika'da gazetenin birisi, çirkin bir karikatür yayınlamış, halkın umumi ahlâk anlayışına çirkin gelen bir şey. Millet gazeteyi almamaya başlamış. Gazete artık bakmış ki satışı düştü; özürler dilemiş, yayınlar yapmış, telafi etmeye çalışmış ama halk teveccühünü kestiği için ondan sonra bir daha toparlayamamış. Bu da medenî, aydın bir halkın rağbet etmemek suretiyle cezalandırmasıdır.
Her zaman söylüyorum: Allahu Teâlâ hazretleri günahkâr bir insana saygı gösterilmesine kızar.
Ne yapması lazım?
Nasihat etmesi lazım, yaptırmamaya çalışması lazım. Alkışlamak, teşvik etmek, desteklemek, yüzüne gülmek olmaz. İnsanlar bunlara dikkat etmiyor.
Gelelim ikinci hadîs-i şerîfe. Bu birinci hadîs-i şerîfin çok faydalar sağladığını düşünüyorum.
İkinci hadîs-i şerîf de yine Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ'dan, yani Hz. Ömer'in oğlundan. Ahmed b. Hanbel, Taberânî, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Hâkim rivayet etmişler. Sahih bir hadîs-i şerîf. Sahihlerini seçmeye dikkat ediyorum. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:
es-Sıyâmu ve'l-Kur'ânü yeşfeânî li'l-abdi yevme'l-kıyâmeti. Yekûlü's-sıyâmü: Ey rabbi mena'tühü't-taâme ve'ş-şehvete fe-şeffi'nî fîhi. Ve yekûlü'l-Kur'ânü: Mena'tühü'n-nevme bi'l-leyli fe-şeffi'nî fîhi. Kâle: Fe-yeşfe'ânî.
Sadaka Resûlullâh fî mâ kâl ev kemâ kâl.
es-Sıyâmü ve'l-Kur'ânü yeşfeânî li'l-abdi yevme'l-kıyâmeti. "Oruç tutmak da, oruç da, Kur'an okumak da, Kur'an da kıyamet gününde kula şefaat ederler."
Yarın rûz-ı mahşerde, kıyamet gününde, sevapların günahların mahkeme-i kübrâda hesaba alınacağı zamanda, oruç ve Kur'ân-ı Kerîm şefaatçi olurlar. Oruç tutan kula, Kur'an okuyan kula oruç ve Kur'an şefaatçi olur.
Yekûlü's-sıyâmü. "Oruç der ki."
Cenâb-ı Hak mânevî ibadetlere de bizim anlayabileceğimiz şekilde böyle şahsiyet veriyor, hal ve durum veriyor. Biz de görüp anlayabiliyoruz. O, öyle yapmadan da rubûbiyetiyle, âlemlerin Rabbi olduğu için her şeyi biliyor. Ama "Biz anlayalım." diye, işte oruç insan gibi konuşuyor. Belki bir insan şekline geliyor, Cenâb-ı Hak getiriyor. Mahkemede bir şahidin konuştuğu gibi konuşuyor:
Ey rabbi.
Ey, Arapça'da "yâ" mânasına, Türkçe'de de kulanıyoruz ya; "Ey filanca!" dediğimiz gibi. "Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü!" dediğimiz gibi mesela.
"Ey benim Rabbim!"
Mena'tühü't-taâme. "Ben oruç olarak, şu kulunu yemekten alıkoydum, men ettim, yemek yemedi. Yeme içme yapmadı." Ve'ş-şehvete. "Şehvetini de tuttu."
Meşru, hakkı olan bir şey, evli ama kendisini alıkoydu, arzularını gemledi, dizginledi, kendisini tuttu.
Fe-şeffi'nî fîhi. "Bu kul hakkında bana şefaat hakkı ver, ben buna şefaat edeyim. Benim şefaatimi kabul eyle, bunu affeyle." der. Ve yekûlü'l-Kur'ânu. "Kur'an da der ki ‘yâ Rabbi!' ‘Yâ Rabbi!' burada yok ama Cenâb-ı Hakk'a o da sesleniyor, nida ediyor, niyaz ediyor. " Mena'tühü'n-nevme bi'l-leyli. "Yâ Rabbi! Geceleyin ben bunu uyumaktan alıkoydum, men ettim, uyutmadım. ‘Kur'an okuyacağım.' diye uyumadı. " Fe-şeffi'nî fîhi. "Buna şefaat etmek istiyorum, benim şefaatimi kabul buyur, bu kulunu affet!" Kâle: Fe-yeşfeânî. Peygamber Efendimiz buyurdu ki "Bu ikisi de şefaat ederler." Veyahut fe-yüşeffeânî olursa "Şefaat etme hakkı kendilerine bahşolunur, Allah tarafından şefaatleri kabul olunur." mânasına.
Bir şeyi açıklamamız lazım:
Kur'ân-ı Kerîm diyor ki mena'tühü'n-nevme bi'l-leyli. "Geceleyin onu uykudan alıkoydum." O zaman sezinliyoruz ki geceleyin kalkıyor, Kur'ân-ı Kerîm okuyarak namaz kılıyor. Namazın içinde Kur'ân-ı Kerîm okuyor. O mâna anlaşılıyor. Umumiyetle Kur'an okumak ama burada bir de;
bir gece ibadeti, namazın içinde bol bol, uzun uzun Kur'an okumak mânası var.
Elbette geceleyin Kur'ân-ı Kerîm'i açsa benim gibi gözlüğünü alsa ışığı yaksa oturduğu yerden Kur'ân-ı Kerîm'i okusa da olabilir. Ama sahâbe-i kirâmın ellerinde böyle Kur'an nüshaları, mushafları yoktu ki Kur'ân-ı Kerîm onların ezberlerindeydi. Ezberliyorlardı, ondan sonra namaza duruyorlardı. Saatlerce gece ibadeti ediyorlar ve namaz içinde Kur'ân-ı Kerîm okuyorlardı. Burada biraz da "namaz" mânası var. Sadece Kur'an okumak değil de namaz kılarak Kur'an okumak…
Sadece Kur'an okumak da sevap onu da ayrıca belirteyim. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'i açıp da okumasını bilmese yüzüne baksa bile sevap. Yüzüne bakmak, Kur'ân-ı Kerîm'in sayfasını seyretmek bile sevap.
Demek ki kişinin Kur'an okuması ve oruç tutması ile Kur'an ve oruç; yarın Kur'an okuyan, oruç tutan kula şefaatçi olacaklar, Allah'tan affını dileyecekler; oruç tutan, Kur'an okuyan, namaz kılan kimseye Allah'ın afv u mağfiret etmesini sağlayacaklar. Allah müsaade edecek;
"Pekiyi, şefaatinizi kabul ettim." diyecek, Kur'an okuyana, oruç tutana afv u mağfiret edecek.
Buradan çıkaracağımız derslerden birisi nedir?
"Geceleri uzun uzun namaz kılmak iyidir."
Biz bunu nasıl yapıyoruz?
Fiilen bizim hayatımızda bunun uygulaması nasıl oluyor?
Teravih namazı kılıyoruz, teravihin içinde uzun uzun rekâtlarda uzun uzun Kur'ân-ı Kerîm'ler okunuyor. Böylece Kur'ân-ı Kerîm okumuş oluyoruz. Namazın içinde veya dışında Kur'an'ı çok okuyalım.
Bir de bizim ülkemizde camilerde iki türlü teravih kılınır:
Bir, küçük âyetler ve sûreler okunarak teravih çabuk çabuk kılınır. Hatta biraz da olmaması gerektiği kadar hızlı kılınır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'in okunması ve namazın kılınmasında bir ağırbaşlılık vardır, vakar vardır, tadil-i erkân vardır. Tadil-i erkân çok önemlidir. Aceleye getirmemek, ağırbaşlı ağırbaşlı kılmak çok önemlidir. Böyle aceleye getirildi mi hızlı kılındı mı sevabı kaçıyor. Ama bazıları, hızlı kıldıran hocayı arar. Hocalar da tadil-i erkâna riayet etmeden hızlı hızlı kıldırırlarsa rükusu, kıyamı, secdesi, ka'desi birbirlerine karışırsa hızlı kılmaktan rükunlar birbirine girerse o zaman sevabı olmaz.
Birisi öyle namaz kıldı da Peygamber Efendimiz onu yanına çağırdı:
"Bak filanca! Sen namazı kılmadın, yeniden kıl!" dedi.
Hızlı kılınınca namaz kılmamış gibi oluyor.
Onun için hızlı kıldıran hocayı değil de güzel okuyan, ağırbaşlı ağırbaşlı kıldıran hocayı arayın ve hocaları ona teşvik edin. O da "Cemaat böyle istiyor." diye hızlı hızlı kıldırıp ona yüz bulmasın. Her şey böyle gayet güzel, ciddî olsun. Bir de eğer imkânınız varsa -bazı camilerde hatimle kıldırıyorlar- hatimle kıldırılan camilere gidin. Kur'ân-ı Kerîm'i gündüzden çalışın, o akşam okunacak olan cüzü okuyun okuyun, biraz âşinâ olun. Ondan sonra da gidin, teravihi o imamın arkasında kılın. Tatlı tatlı, çok güzel oluyor.
Mekke-i Mükerreme'de ve Medine-i Münevvere'de, bu günlerde teravih namazları hatimle kılınıyor. Hatim sürülüyor; her akşam bir cüz okunuyor, her rekâtta bir sayfa okunuyor. Ramazan'ın içinde Kur'ân-ı Kerîm baştan sona tamamlanmış oluyor. Öylesi daha sevap…
"Biraz uzun."
Ne kadar uzun?
Yarım saat fark ediyor, yarım saatten az fark ediyor. Birisi bir saat sürerse ötekisi bir saat 25 dakika, bir buçuk saat sürüyor. Ama çok güzel oluyor; bunu tavsiye ederim.
Ve üçüncü hadîs-i şerîf. Bu Ramazan'ın güzelliklerini gösteren hadîs-i şerîflerden bir tanesi, Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten rivayet olunmuş. Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyh, Hanbelî mezhebinin imamı, büyük hadis alimi, büyük alim, çok mübarek zât. O rivayet etmiş. Bezzâz ve Beyhakî rivayet etmişler, İbn Hibban da rivayet etmiş. Bu hadîs-i şerîfin mübarek metnini okuyalım:
Kâle resûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem: U'tıyet ümmetî hamse hısâlin fî-ramadâni lem tu'tahünne ümmetün kablehüm: Halûfü femi's-sâimi atyebu inda'llâhi min-rîhi'l-miski ve testağfirü lehümü'l-hîtânü hattâ yuftırü ve yüzeyyinu'llâhu azze ve celle külle yevmin cennetehû. Sümme yekûlü: Yûşikü ibâdi's-sâlihûne en-yülkû anhümü'l-meûnete ve yasîrû ileyki ve tusaffedü fîhi meredetü'ş-şeyâtîni fe lâ yahlüsû fîhi ilâ mâ kânû yahlusûne ileyhi fî-gayrihî ve yuğferü lehüm fî-âhir-i leyletin. Kîle: Yâ resûlallah e-hiye leyletü'l-kadri? Kâle: Lâ ve lâkinne'l-âmile innemâ yüveffâ ecrehû izâ kad
U'tıyet ümmetî hamse hısâlin fî-Ramadâni. "Benim ümmetime Ramazan'da beş mükâfat verilmiştir,beş özel mükâfat ihsan olunmuştur, haslet verilmiştir. " Lem tu'tahünne ümmetün kablehüm. "Daha önceki ümmetlerden hiçbir ümmete bu mükâfatlar verilmiş değil. Bunlar sırf Ümmet-i Muhammed'e Allah'ın özel ihsanı ve ikramıdır."
Bir.
Burada "bir" yok ama ben yine "Hatırda kalsın." diye bunları numaralandırarak anlatayım:
1. Halûfü femi's-sâimi atyebü inda'llâhi min-rîhi'l-miski. "Açlıktan dolayı oruçlunun ağzının, kokusu Allah yanında, Allah katında, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. Allah o kokuyu çok sever."
İnsan aç olduğu zaman, gıda olmadığı zaman ağzı kuruyor, dili kuruyor, beyazlaşıyor, dudakları kuruyor, yutkunuyor, nefesi kokuyor.
Ne derler?
"Açlıktan nefesi kokuyor."
İşte o kokuyu Allah seviyor. Allah'ın sevdiği bir durum yani bu bir mükafat. 2. Ve testağfirü lehümü'l-hîtânü hattâ yuftıru. "İftar etme vaktine kadar, iftar edinceye kadar balıklar ona istiğfar eder."
Oruç tutana denizdeki balıklar bile dua eder. Burada Cenâb-ı Hakk'ın sevgili kullarına, Cenâb-ı Hakk'ın öteki mahlukları dua ediyor. Bir başka rivayette de; "Melekler ona gece gündüz tevbe istiğfar eder, bağışlanmasını dilerler." diye geçmiş. Burada da balıklardan bahsedilmiş.
Melekler de oruçluya dua ederler, tevbe ve istiğfar ederler. Ama sadece melekler değil, sudaki balıklar, hatta karadaki, havadaki diğer mahluklar istiğfar ederler.
3. Ve yüzeyyinu'llâhu azze ve celle külle yevmin cennetehû. "Ve her gün Allahu Teâlâ hazretleri cennetini, bu oruç tutan kullar için bir başka türlü ziynetlendirir."
Ziynet üzerine ziynet, süsleme üzerine süsleme. Artık Cenâb-ı Hakk'ın ikramı olarak, cennetteki güzellikler üzerine güzellikler ilave edilir.
Sümme yekûlü. "Buyurur ki:" Yûşikü ibâdi's-sâlihûne en-yülkû anhümü'l-meûnete. "Umulur ki olacak olan şu ki salih kullarımın dünya sıkıntıları biter de üzerlerinden alınır da. " Ve yasîrû ileyk. "‘Ey cennet! Onlar sana gelirler; onun için seni süslüyorum. O salih kullarımın gelişi için o dünya meşakkatlerinden kurtulup da sana gelmeleri yaklaştığı için seni süslüyorum.' der."
Demek ki oruç tutan kullar için cennet de süsleniyor, bezeniyor.
4. Ve tusaffedü fîhi meredetü'ş-şeyâtîni. Tusaffedü; "Demirlenir; demirlerle, halkalarla bukağılanır." "Esirlerin zincirlere vurulduğu gibi şeytanların azılıları demir halkalarla, zincirlerle bağlanır." Fe-lâ-yahlüsû fîhi ilâ-mâ-kânû yahlusûne ileyhi fî-gayrih. "Bağlandıkları için Ramazan'ın dışında başka zamanlarda yapabildikleri kötülükleri, Ramazan'da yapmaya imkân bulamazlar."
Allah onları bağlattığı için Ramazan dışında yaptıkları kötülükleri Ramazan ayında yapmaya imkânları olmaz; zincirlere bağlı dururlar.
5. Ve yuğferu lehüm fî-âhir-i leyletin. "Sonuncu gecede de oruç tutanlar mağfiret olunur. Allah oruç tutanları afv u mağfiret eyler."
Burada sahâbe-i kirâm sordular. Sorulu cevaplı olunca, insanın gözünün önüne sahne daha tatlı geliyor.
Kîle. "Peygamber Efendimiz'e denildi ki:" Yâ resûlallah! E-hiye leyletü'l-kadri? "Yâ Resûlallah! En sonunda ‘Afv u mağfiret olunurlar.' buyurdunuz. Bu afv u mağfiret olunacakları sonuncu gece, Kadir gecesi midir?" diye sordular.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki;
Kâle: Lâ: "Hayır! Kadir gecesi değil." Ve lâkinne'l-âmile. "Çünkü amele, çalışan işçi. " İnnemâ yüveffâ ecrehû izâ kadâ amelehû. "İşini bitirdiği zaman ücretini alır."
İşçi ücretini işini bitirdiği zaman aldığı gibi oruçlu da Ramazan'ın sonunda ücretini alır.
Oruçlunun ücreti ne?
Afv u mağfiret olunmak.
Onun için şu Ramazan'ı büyük bir fırsat ve ganimet olarak dikkatli bir şekilde geçirelim. Orucumuzu çok güzel tutalım, ibadetlerimizi çok güzel yapalım. Allah'ın sevdiği şekilde güzel yapalım. "İnsanlar görsün de beğensin." diye güzel yaptı mı riyakârlık olur. Aman sakın ha! Öyle değil! "Allah beğensin." diye.
Allah insanın gönlünü, niyetini, içini biliyor. Ramazan'da kulluğumuzu Allah'ın beğeneceği gibi güzel yapmaya çalışalım. Kur'an okuyuşumuz, namaz kılışımız, sadaka verişimiz, davranışımız, konuşmamız, işimiz, ticaretimiz, ikramımız, ziyafetlerimiz, davetlerimiz; hepsi hâlis muhlis, Allah rızası için ve güzel şekilde olsun da Cenâb-ı Hakk'ın lütfuna erelim.
Rabbimiz cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin. Allah hayırlara hepinizi muvaffak eylesin.
Hepinizden ben kardeşiniz için de ibadetlerinizde dua etmenizi rica ediyorum. Biz de size dua edelim. Birbirimize dua edelim. Siz de bize dua edin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!