es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!
Aziz ve sevgili mü'min kardeşlerim!
Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Cenâb-ı Hak bu güzel, mübarek, feyizli Ramazan ayının bütün güzelliklerinden sizleri hissedâr eylesin, hisseyâb eylesin, faydalandırsın; rahmetine erdirsin, iki cihanda aziz olun.
Amr b. Mürre el-Cühenî radıyallahu anh diyor ki;
Câe raculün ile'n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem fe-kâle: Yâ Resûlallah! E raeyte in şehidtü en lâ ilâhe illallah ve enneke Resûlullah ve salleytü's-salavâti'l-hamse ve eddeytü'z-zekâte ve sumtu ramadâne ve kumtuhû fe-mimmen ene? Kâle: Mine's-sıddîkîne ve'ş-şühedâ'.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Bu hadîs-i şerîfi İbn Huzeyme ve İbn Hibban Sahihlerinde kaydetmişler, Bezzar'da da var.
Amr b. Mürre -Cüheyne kabilesinden- diyor ki;
Câe raculün ile'n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve sellem. "Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine -mü'min- bir adam geldi."
Fe-kâle. "Dedi ki:"
Soru soruyor:
Yâ Resûlallah! E raeyte in şehidtü en lâ ilâhe illallah. "Yâ Resûlallah! Gördün mü, bakar mısın, baktın mı?"
Ama bu, Arapça'da "Ne dersin?" mânasına bir tabir.
"Şöyle bir insanı görsen, böyle bir durum olsa, bunu görsen ne dersin? Şöyle bir kimse hakkında ne dersin?"
E raeyte in şehidtü en lâ ilâhe illallah. "Eğer ben Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etsem, eşhedü en lâ ilâhe illallah desem..." Ve enneke Resûlullah. "'Sen de Allah'ın hak peygamberisin, Allah'ın gönderdiği resûlüsün!' desem..."
"Bu şehadeteyni söylesem, söylemiş olsam..."
Ve salleytü's-salavâti'l-hamse. "Beş vakit namazı kılmış olsam..." Ve eddeytü'z-zekâte. "Zekâtı da ödemiş olsam..." Ve sumtu ramadâne ve kumtuhû. "Ramazan'ın gündüzünde orucumu tutsam, gecesinde ibadetimi yapsam, namazlarımı -yani teravihi- kılsam..."
Fe-mimmen ene? "Ben hangi zümreden olurum, kimlerden olurum?" diye soruyu sordu.
"Böyle yapsam ne dersin yâ Resûlallah? Kelime-i şehadet getirsem, Allah'ın birliğini söylesem, senin hak peygamber olduğunu ifade etsem, imanımı ikrar eylesem, beş vakit namazımı kılsam, zekâtımı ödesem, Ramazan'da gündüzleri oruç tutsam, geceleri de senin sünnetin olan namazı kılsam kimlerden olurum?"
diye sordu.
Efendimiz'in cevabı çok büyük bir müjde:
Kâle: Mine's-sıddîkîne ve'ş-şühedâ'. "Sen o zaman sıddıklardan ve şehitlerdensin, o zümredensin."
"Bu dediklerini yaparsan o zümreden sayılırsın, onların arasına katılırsın, bu dört şeyi yaptığın takdirde onlardansın demektir." diye müjdeledi.
Bu sayılanları bir daha hatırlayalım:
Eşhedü en lâ ilâhe illallah demek; hepimizin söylediği, candan inanarak söylediğimiz, bütün kalbimizle inandığımız bir iman cümlesi. Allah'ın varlığını, birliğini biliyorum ve bunun için şehadet de ederim, şahitlik de yaparım; her yerde her zaman söylerim, herkese bildiririm, anlatırım: Lâ ilâhe illallah. "Allah'tan başka tanrı yok!" Başkasına tapmak, ibadet etmek yanlış, günah, zulüm ve çok büyük cezaya çarpılmanın sebebi.
Bunu yapıyoruz, elhamdülillah; bizler, sizler, dinleyenler, mü'min kardeşlerim buna candan inanıyoruz, tereddütsüz inanıyoruz, biliyoruz.
Evet, dünya üzerinde maalesef dünyanın büyük kalabalık çoğunluğu bu imana erişebilmiş değil. Buna erişememiş de sahip olduğu iman nasıl? Bilim açısından, dinler tarihi açısından; bir ilim adamının, hakikati arayan bir insanın baktığı zaman kabul edebileceği noktadan kabul edilebilirliği nasıl?
Aya tapıyorlar, güneşe tapıyorlar; var. Yanlış! Çünkü ay gibi, güneş gibi nice gök cisimleri var, güneşten kat kat büyük cisimler var. Niye güneşe tapıyor? Sonra, güneşin nesi var? Fezada onun gibi sayısız gök cisimleri var; niye güneşe tapıyor? Sonra, güneş ne yapmış? Güneş de bizim dünyamız gibi, ötekiler gibi yaratılmış bir şey. Kendisi yeri göğü yaratan değil ki... Yanlış!
Bazıları ineğe tapıyor; halen tapıyor, tapmakta, yirmibirinci yüzyılda tapıyor! Bazıları kobra yılanına tapıyor. Afedersiniz, tenâsül cihazına dinî bir ibadet olarak tapınan inanç grupları var. Eskimolar beyaz ayıya tapıyor, kutsal biliyor. Kimisi -eski Mısırlılar'dan- timsahlara tapmış. Kimisi kendi kendine hayalinden uydurmuş; "şarap tanrısı" demiş, "deniz tanrısı" demiş, "harp tanrısı" demiş; her kavrama bir hayal uydurmuş, ona tapmış, onu ilâh sanmış. Yanlış! Yanlışlığı besbelli...
Kimisi de "Allah'ın oğlu" diyor. Allahu Teâlâ hazretleri hanım edinmedi ki, evlilik diye bir şey bahis konusu değil ki çocuğu olsun! İnsanların, cinlerin, diğer varlıkların tenâsülü, nesillerinin devam etmesi için olan bir şey. İnsanlar etraflarında çok olan bu şeyden yakıştırma yapıyorlar. Cenâb-ı Hak böyle bir isnattan münezzeh...
Sübhâneke tebârekte ve teâleyte ammâ yekûlü'z-zâlimûne ulüvven kebîrâ.
Çok büyük zulüm, çok büyük haksızlık...
İnne'ş-şirke le-zulmün azîm.
Şirke düştü mü insan, zulüm çok büyük boyutlarda oluyor.
O da değil, o da değil, o da değil; elbette Rabbü'l-âlemîn; yeri göğü yaratan, semâvâtı, arzı, insi, cinni, her şeyi yaratan Allah... Her şeye kanunlarını koymuş. Biliyoruz ki her şey düzenli. Ayın, güneşin hareketi, rüzgârlar, bulutlar, atomlar, büyük âlemler, küçük âlemler, feza âlemleri, fizik kanunları, kimya kanunları, hayat kanunları, yaşamın kanunları; her şey muntazam çalışıyor. Demek ki bu intizamı, bu kanunları koyan bir yüce kudret sahibi, ilim sahibi, sanat sahibi, kâdir-i mutlak büyük varlık var.
Lâ ilâhe illallah. Tamam, bunu cân u gönülden biz diyoruz. Ötekilere de anlatmak bizim vazifemiz. Nasıl Peygamber Efendimiz çevresindeki insanlara anlattı; yetinmedi, çevredeki devletlere -Mısır'a, Bizans'a, İran'a, Bahreyn'e, Habeşistan'a- elçiler gönderdi, mektuplar yazdı, onlara da anlattı; İslâm'ı her tarafa yayacak çalışmaları yaptı, bize yol gösterdi, yön gösterdi; biz de bütün insanlığa, her yere lâ ilâhe illallah'ı anlatmaya gitmeliyiz, yayılmalıyız.
Üniversitedeki hocalığım zamanından beri, o zamanlardan beri talebelerime söylerim:
"Aman Türkiye içinde sıkışıp kalmayın, dış ülkelere açılın! O ülkeleri tanıyın; tarihini, coğrafyasını, dilini, edebiyatını, örfünü, âdetini öğrenin. Oralardan tanıdıklar edinin. Oralara temsilcimiz olarak gidin. Bilelim ki orada bir köprübaşımız var. Böylece cihana hâkim olalım, cihana ilim irfan götürelim!" diye söylerim.
Bunu yapan kardeşlerimiz de var, Allah razı olsun. Hakikaten şimdi dünyanın birçok ülkesine gittiğim zaman, orada kardeşlerimle karşılaşıyorum; ülkemdeki gibi, Türkiyem'deki gibi rahat bir şekilde, yani sıla hasreti, gurbet acıları çekilmeden yaşam mümkün oluyor.
anki İstanbul'da kardeşlerimin arasındaymışım gibi, Avustralya'ya gittiğim zaman sanki Ankara'daymışım gibi yine camilerimiz var, ihvânımız var, kardeşlerimiz var; namazları kılıyoruz, ilâhileri okuyoruz, hatimler sürülüyor, çeşit çeşit faaliyetleri aynen yürütüyoruz. Elhamdülillah, bir gelişme; güzel...
Bu bir vazife. Bu Tevhid Yılıyla Tevhid Asrı başladı; yirmibirinci asır, Tevhid Asrı...
En büyük vazifeniz; Lâ ilâhe illallah'ı herkese anlatmak!
Bunu her zaman söylüyorum.
Bunun için de vesileler olabilir; memuriyetler, ticaretler, geziler, seyahatler olabilir. Görgü için, bilgi için, dinlenmek için... Ama nereye giderseniz, hangi halde olursanız olun, lâ ilâhe illallah'ı tanıtacaksınız, anlatacaksınız. Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-resûlullah'ı, Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû'yü güzelce anlatacaksınız!
Tabii, Peygamber Efendimiz'in Allah'ın peygamberi olduğunu anlatmak için de Peygamber Efendimiz'in güzel hayatını; müstesna, şahâne, şaheser hadîs-i şerîflerini, sünnetini öğreneceksiniz. Onu öğrendiğiniz zaman her derdinizin devasını orada göreceksiniz, bulacaksınız. "Aa! Peygamber Efendimiz bunu da buyurmuş! Aa! Şu mesele zihnime takılıyordu, bak onun da cevabı varmış..." diyeceksiniz. Resûlullah'ın sîretini, sünnetini, şemâilini öğrenip onları da tanıtma vazifesi olacak.
Bunu gücümüz yettiğince şu anda söylüyoruz, yapıyoruz, tamam. Hadîs-i şerîfte o zâtın sorduğu gibi şehadeti getiriyoruz. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah diyoruz.
Ve salleytü salavâti'l-hamse. "Beş vakit namazımı kılarsam." diyor.
Kılanlar kılıyor, kılmayanlara Allah hidayet versin. Ne tembellikten bu namazı kılmazlar, bilmem. Tabii, yetiştirilmeler etkili oluyor. Beş vakit namaz çok geliyor. Musa aleyhisselam, Peygamber Efendimiz Miraç'tayken; "Ben bu insanları senden önce tanıdım, denedim; bu 50 vakit namazı kılamazlar, Rabbine niyaz eyle, bunun miktarını indirsin." diye diye 50 vakit, 40'a; 40, 30'a; 30, 20'ye, 10'a; 10, 5'e inmiş. O kadar tahfif, yani vazifeyi hafifletme, kolaylaştırma Cenâb-ı Hakk'ın lütfuyla beş vakit olmuş.
Namazı sabahleyin evinde kılacaksın veya camide, neyse; memuriyet başlamadan, iş başlamadan önce kılarsın. Dişini fırçaladığın gibi, yüzünü yıkadığın gibi, tıraş olduğun gibi, ütünü yaptığın gibi, hazırlıklarını yaptığın, kahvaltını yaptığın gibi namazını kılacaksın. Öğleyin, öğle tatili, herkes yemek yiyor; öğle tatilinde namazını kılacaksın. Akşam ve yatsıda yine evdesin, onları kılacaksın. Bir ikindi var, yollarda geçiyor, işin sonuna doğru; ona da biraz gayret göstereceksin. Çünkü bunların sonsuz güzellikleri, faydaları var. Yapmayanların bunu da yapması lazım!
Allah Ramazan'ın feyziyle, bereketiyle bu hususta tembellik yapanlara hidayet ihsan eylesin, aşk ve şevk versin. Onlar da namazın "mü'minin mirâcı" olduğunu duyarak, ne kadar güzel bir ibadet olduğunu tada tada, seze seze Cenâb-ı Hakk'a güzelce namazları kılmaya başlasınlar.
Kılanlar kılıyor, Allah kabul etsin. Kılmayanlara da Allah hidayet ihsan eylesin.
Ve eddeytü'z-zekâte. "Zekâtı da verirsem..."
Zengin olanlar zekâtı veriyorlar.
Ramazan'da aman zekâtınızı verin! Aman zekâtı Ramazan'da vermeye özel bir gayret gösterin! Çünkü Ramazan'da verilen zekât, başka zamanlarda verilenden kat kat daha fazla sevaplı; 70 kat daha fazla sevaplı oluyor. Bu farkı kaçırmamak lazım! Aman zekâtınızı hesaplayın! Hesabın üstünde kat kat fazlasıyla zekâtlarınızı ödeyin de malınız mânevî bakımdan temizlensin. Başkasının hakkını yemiş olmayın. Fakirin hakkını malınızın içinden çıkarmış olun. Malınızın bereketi artsın. Budanmış bir ağaç gibi fazla meyve verir. Zekâtı verilmeyen mal da telef olur, zarara uğrar. Aman zekâtınızı da verin!
Tamam, verenler de veriyor. Yani yapılamayan şeyler değil; kelime-i şehadet, beş vakit namaz, zekât...
Ve sumtu ramadâne ve kumtuhû. "Ramazan'da gündüzleri oruç tutsam ve kalksam..."
Burada kumtu, kâme fiilinden, lugat olarak "ayağa kalkmak" demek. Peygamber Efendimiz'in dilinde ve dinimizin ıstılâhı olduğu zaman, "kalkmak, namaz kılmak" demek.
Kalkınca ne yapıyor; ayakta yalı kazığı gibi dikilip mi duruyor?
Hayır, namaza kalkıyor.
Gece kalktı, ne demek?
"Gece namazına kalktı, gece namazı kıldı." demek.
Sumtu ramadâne ve kumtuhû. "Ramazan'ı tuttum ve kalktım."
"Ramazan'da gündüz oruç tuttum, gece de -sünnet olan- namazları kıldım."
Fe-mimmen ene? "Kimlerdenim o zaman?" diye soruyor.
Bunların hepsini yapabiliriz.
Burada dikkat edilirse, İslâm'ın şartları anlatılıyor. Bize "İslâm'ın şartları" diye öğretilenlerden sadece hac yok. Hac da belki bunun ifade edildiği zamandan sonra farz olduğundandır. O da olacak tabii, o da İslâm'ın temellerinden birisi.
"Bunları yaparsam kimlerden olurum, hangi zümreye katılırım, hangi zümreden sayılırım?" deyince;
"Sıddıklardan, şehitlerden sayılırsın, onlardan olursun." buyurmuş Peygamber Efendimiz.
O öyle olur da bunları aynen yapan başka insanlar olmaz mı?
Onlar da aynen öyle olur. Yani siz de sıddıklardan, şehitlerden olursunuz. Sıddıklarla, şehitlerle beraber olursunuz. Peygamber Efendimiz'in Hamd Sancağı altında onların zümresinde haşrolursunuz. Ondan sonra cennetiyle cemâliyle müşerref olursunuz.
Aman vazifelerinizi güzel yapmaya gayret edin! Ramazan'ı kaçırmayın, fırsatları elden kaçırmayın, zamanlarınızı ziyan etmeyin!
İkinci hadîs-i şerîf:
Neseî'nin rivayetinde Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu ifadeyle buyurmuş ki;
İnna'llâhe farada sıyâme ramadâne ve senentü leküm kıyâmehû fe-men sâmehû ve kâmehû îmânen va'htisâben harece min zünûbihî ke-yevmi veledethü ümmühû.
İmam Neseî, altı sahih hadis kitapları arasında çok meşhur olan, Sıhah-ı Sitte'den birisinin yazarı, müellifidir, rahimehullâh rahmeten vâsiaten, o rivayet etmiş, kitabına almış. Sağlam kitap, güvenilir hâdis-i şerîfleri ihtiva eden güzel bir eser.
Diyor ki Peygamber Efendimiz;
İnna'llâhe. "Muhakkak ki Allahu Teâlâ hazretleri." Farada sıyâme ramadâne. "Ramazan ayında oruç tutmayı farz kıldı."
Evet, farzdır, büyük vazifedir; oruç ibadeti çok kıymetli ibadettir. Müslümanlar onu tutacak. Son derece kolaydır, son derece faydalıdır, son derece feyizlidir. Hem dünyasına hem âhiretine, hem vücuduna hem topluma her yönden faydadır.
Allah Ramazan orucunu farz kıldı. Elhamdülillah, Allah'ın farzlarını farz biliyoruz, seviyoruz; haram kıldıklarını da haram biliyoruz, kaçınıyoruz, mü'min olarak kaçınacağız. Ramazan'ı seviyoruz, orucu seviyoruz.
Ve senentü leküm kıyâmehû. "Ben de size Ramazan'ın kıyâmını sünnet eyledim, âdet eyledim."
Kıyâm, işte burada yine karşımıza geldi; gece namaz kılmak. Yani "namaz kılmak" demek.
"Allah Ramazan'ın orucunu farz kıldı, ben de namazını sünnet kıldım."
Tabii Efendimiz'in sünnet kıldığı namazdan murad, geceleyin Ramazan'a mahsus olarak kıldığımız teravih namazı...
"O teravih namazını da ben size sünnet kıldım." diyor.
Fe-men sâmehû ve kâmehû. "Kim Ramazan'ı oruçla geçirirse ve bu benim sünnet kıldığım..."
Senentü ne demek?
"Sünnet kıldım, âdet ve îtiyat olarak ortaya koydum." demek.
"Kim teravih namazını da kılarsa..."
Îmânen va'htisâben. "Cân u gönülden inanarak, pırıl pırıl bir imanla ve sevabını Allah'tan gelecek diye bekleyerek, umarak, sevap dileğiyle, Allah'ın rızasını düşünerek kim bu işi yaparsa..." Harece min zünûbihî ke-yevmi veledethü ümmühû. "Günahlarından sıyrılır, tertemiz olarak çıkar; annesinin onu dünyaya getirdiği gündeki masum yavrucak kadar tertemiz günahsız olur."
"Masum yavrucak" sözünü hepimiz hiç itirazsız kabulleniyoruz. Tatlı bir bebeği düşünüyoruz, yumuk yumuk gözleri, küçücük parmaklarıyla, akça pakça pembe [yanaklarıyla] güzel bir bebeği düşünüyoruz. Bebeğin masum olduğunu biz biliyoruz. Ama dünyada, inançları yanlış olan bazı yerlerde bazı insanlar da insanların suçlu olarak doğduğunu sanıyor. Doğan çocuğu suçlu sayıyor! Halbuki doğan bir işlem yapmadı ki... İşlenmemiş bir şeyden dolayı insan nasıl suçlanabilir?! Suçlu sayıyor. Yanlış!
Tabii İslâm, başka dinlerdeki yanlışlıkları düzeltiyor. Doğan, İslâm inancı üzere tertemiz pırıl pırıl doğar, Allah indinde tertemizdir. Yaşarsa annesi babası onu etkisi altına alır, yetiştirir.
Burada görüyoruz, hayret ediyorum. Arkadaşlara;
"Buradaki gördüklerinizi Türkiye'deki gazetelere, mecmualara gönderin, yazın!" dedim.
Bu yılbaşına gelişi, senenin sonunu o kadar kuvvetli bir şekilde, o kadar candan kutluyorlar ki, o kadar önem veriyorlar ki bütün millî eğitim, bütün okullar hep dinî şeylerle, bütün devlet daireleri hep noel çamıyla, ışıklarla donatılmış.
Bizim arkadaş diyor ki;
"Hatta dinsiz inançsız olanlar bile, hatta Güney Amerika'dan gelmiş Maocu insanlar bile aynen bunları yapıyor."
Millî benliği meydana getiren bir âdet diye, çok kuvvetli bir şekilde devlet [destekliyor.]
Bir de bunların okullarında okuyan bizim masum yavrucuklarımızı da alıyorlar, eğlence gibi giyimler, kuşamlar, ışıklar, renkler; kiliseye götürüyorlar, şarkılar, türküler diye kilise korolarında ilâhileri okutturuyorlar. Herkes de çocuğunu gönderiyor. Sadece birkaç tane şuurlu, aklı başında kardeşimiz;
"Yok, bu bizim inancımıza aykırı!" diyor.
"Yok, bu inanç meselesi değil; çocuklar için hoş bir şey... İlk defa sizi göndermiyor diye görüyoruz." diyorlarmış.
Halbuki dikkat etmemiz, ibret almamız gereken yer ne?
Dinlerine, örflerine, âdetlerine [çok önem veriyorlar.] Kendi benliklerini meydana getiren şeylerin çocuklarda derin iz bırakması, benliklerine işlemesi için çok kuvvetle çalışıyorlar. Her taraf noel ışıklarıyla donatılmış durumda... Bahçeler, çamlar, ağaçlar, devlet dairelerinin camları, içerileri, dışarıları, her taraf... Umumî apartmanların girişlerinde, her yerde...
Annesinden doğduğu gündeki gibi masum bir insan hâline geliyor. Çocuk sonradan örflerle, âdetlerle yetiştiriliyor; sonunda annesinin babasının inancına sahip, onların fikirleriyle fikirlendirilmiş bir kimse oluyor.
Ama ne olursa olsun, İslâm'a göre büluğ çağına, temyiz zamanına, hayrı şerri ayırt edebilecek, sözün doğrusunu eğrisini ayırt edebilecek çağa geldi mi, herkesin Allah'ın varlığını birliğini kabul etmesi lazım! Eski hâlinde kalırsa, annesinin babasının kendisine yanlış olarak öğrettiği, "Şu puta tapacaksın, şu yanlış işi yapacaksın!" diye söylediklerinden sıyrılmazsa kendisine vebali yüklenir. Çünkü Allah akıl vermiş; o akla göre Allah'ın varlığını birliğini bilip Allah'a kulluğa yönelmesi lazım, bâtıldan sıyrılması lazım!
İşte Ramazan orucu böyle... Ramazan'ın gecelerinde de aşkla, şevkle, kandillerle, salât u selâmlarla kıldığımız teravih namazı da böyle...
Onun için bunları çok dikkatle, aşkla, şevkle, sağlam rivayetlere dayanarak hem yapın hem de çoluk çocuğunuzun elinden tutun, getirin.
Benim profesörüm çocuğunu en sonunda camiye götürmüş, arkadaşlar görmüşler, nice yıllar sonra... Bana demişti ki;
"Es'ad, çok yanlış hareket ettik, çocuklarımızı yabancı okullara verdik, yetiştirdik; ama istediğimiz gibi yetiştiremedik."
Kendisi de tam bu yolun yolcusu değildi. Çocuk da tabii anneden babadan görecek. Çevre, devlet, her şey yardım edecek. Etmeyince sonra annesinin babasının istemediği durumlar ortaya çıkabiliyor. Çocuk da neyi kaybettiğinin farkına varmıyor.
Bunları mukayeselerle insan anlayabilir.
"Âlem ne yapıyor, biz ne yapıyoruz? Herkes gider Mersin'e, biz gideriz tersine... O zaman tersine gitmeyelim." diye düzeltmesi lazım.
Üçüncü hadîs-i şerîfi de bu konuyla ilgili olarak seçtim.
Ubâdetü'bnü's-Sâmit radıyallahu anh'ten rivayet olunmuş ki, şöyle buyurmuş:
Ahberenâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem an leyleti'l-kadri. Kâle: Hiye fî şehri ramadâne fi'l-aşri'l-evâhiri leylete ihdâ ve ışrîn, ev selâsin ve ışrîn, ev hamsin ve işrîn, ev seb'in ve ışrîn, ev tis'in ve ışrîn, ev âhiri leyletin min ramadân. Men kâmehâ ihtisâben ğufire lehû mâ tekaddeme min zenbihî ve mâ teahhare.
Sadaka Resûlullah fîmâ kâl ev kemâ kâl.
Ramazan, iki ay önceden hazırlığına girişilen bir mübarek ay. Receb ayında başlıyoruz, Regâib kandiliyle başlıyoruz, Receb geçiyor -mübarek-; Mi'raç kandili oluyor, Şaban ayına geliyoruz, ortasında Berat gecesi oluyor; gittikçe ibadet ve taatin neşesi, zevki, şevki yoğunlaşıyor, artıyor, koyulaşıyor, tatlılaşıyor. Ondan sonra Ramazan'a geliyoruz.
Ramazan'ın da son on günü, son üçte biri... İlk üçte bir, orta üçte bir, son üçte bir; buna aşr derler. el-Aşri'l-evâil, el-aşri'l-evâsıt, el-aşri'l-evâhir; yani "ilk on, ortadaki on, sondaki on" derler.
Son on günde Peygamber Efendimiz ibadeti iyice, daha da arttırırdı. O kadar arttırırdı ki evden ayrılır, camide yatıp kalkmaya, eve gitmeden camide gece gündüz ibadet etemeye başlardı. Buna itikâf deniliyor.
Cumartesi akşamı akşam namazından itibaren Ramazan'ın son on günü giriyor, itikâfın o zamandan itibaren başlaması lazım.
Son on günde Peygamber Efendimiz'in, zaten pek güzel olan, tatlı olan şevk ve gayretin i daha da arttırarak itikâfa girdiği gibi, biz de onun sünnetine uyarak -durumu müsait olanlar- itikâfa girmeli.
İtikâfa girmede, miktarı daha da arttırmada, daha da yoğun ibadet eder hâle gelmede amaç nedir?
"Ramazan geçiyor artık, en sonunda sonuca ulaşayım; yani yarışı kazanayım, Cenâb-ı Hakk'ın lütfuna rahmetine ereyim!" diye. Onun için son derece gayret gösteriyoruz, bitirirken güzel bitirelim diye.
Bir de tabii, bu son on günün içinde Kadir gecesi olduğu söyleniyor. İşte bu hadîs-i şerîf onu bildiren bir hadîs-i şerîf.
Ubâdetü'bnü's-Sâmit radıyallahu anh diyor ki;
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize Ahberenâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem an leyleti'l-kadri. Kadir gecesini bize haber verdi."
Kâle. "Buyurdu ki:"
Hiye fî şehri ramadân. "Bu -Kadir gecesi- Ramazan ayındadır."
Ne zaman?
Fi'l-aşri'l-evâhir. "Son on gündedir."
20'sinden sonra, sonuna kadar.
Sonra rakam olarak vermiş:
"Ramazan'da, Ramazan'ın son on gününde..."
Sonra da daha da kesin rakam veriyor:
Leylete ihdâ ve ışrîn. "Ya 21'inde..."
Ev, Arapça'da "veyahut" demek.
Ev selâsin ve ışrîn. "Yahut 23'ünde..."
Yani tek günlerde...
Ev hamsin ve ışrîn. "Yahut 25'inde..."
Ev seb'in ve ışrîn. "Yahut da 27'sinde..."
Ev tis'in ve ışrîn. "[Yahut] 29'unda..."
Ev. "Yahut da..." Son ihtimal: Âhiri leyletin min ramadân. "Ramazan'ın sonuncu gecesinde..."
Men kâmehâ. "Bu Kadir gecesini kim kalkıp ibadetle ihyâ edip geçirirse..." İhtisâben. "Sevabını Allah'tan bekleyerek, Allah rızası için, sevap umarak, sevap bekleyerek..." Ğufire lehû mâ tekaddeme min zenbihî ve mâ teahhare. "Geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır."
Geçmiş günahları; tekaddüm eden, geçmiş işlemiş olduğu günahlar bağışlanıyor. Ve mâ teahhare. İleriye de tesir oluyor, onların da bağışlanmasına sebep oluyor.
Onun için, Kadir gecesini kaçırmamak için, durumu müsait olan kardeşlerime de hatırlatıyorum:
İşte cuma, işte yarın cumartesi, işte Ramazan'ın son on günü... Artık yarışın en son, en heyecanlı, en güzel mükâfatları kazanma zamanına gelmiş oluyoruz. Bu Kadir gecesini de düşünerek itikâfa girmelerini tavsiye ediyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e eski ümmetlerin ömürleri gösterilmiş. Nuh aleyhisselam'ın kendisinin yaşı 950, ümmeti ne kadar uzun ömürlü... Tabii o uzun ömürde iyi insanlar ibadet ederler, ibadet ederler, sevap kazanırlar. Ondan sonra, başkaları çok uzun ömürlü... Kendisinin ümmetinin de zamanının, ömürlerinin kısa olduğunu görünce Resûlullah Efendimiz endişe etmiş. Onun üzerine Allahu Teâlâ hazretleri biz Ümmet-i Muhammed'e bin geceden daha hayırlı olan Kadir gecesini vermiş. Hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de de sûre var.
İnşaallah zamanı gelince de daha geniş bilgileri radyomuzdan, başka hoca efendilerin konuşmalarından, vaazlarından dinlersiniz, yazılardan [okursunuz.]
Allahu Teâlâ hazretleri Ramazan'ın en sonunu daha da aşk ve şevkle, daha da gayrete gelerek, Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanacak şekilde geçirmeye cümlenizi cümlemizi muvaffak eylesin. Tevfîkini cümlemize refîk eylesin. Kadir gecesini ihyâya muvaffak eylesin.
Kadir gecesi saklanmış. Efendimiz; "Şu veya şu veya şu...." diye söylüyor. Tabii saklanması hikmetli. "Bir günü yakaladık" deyip de güvenmesinler, gevşemesinler; arasınlar da daha da sevaplar kazansınlar diye...
O bakımdan, Kadir gecesini de düşünerek ibadetlerinizi daha da arttırın. Çok sevaplı işler yapmaya daha da gayrete gelin!
Ramazan'da Cenâb-ı Hakk'ın lütfuna erip, günahlardan sıyrılıp cennetlik kullardan olmayı Allah cümlenize ve cümlemize nasip eylesin.
Bizleri duadan unutmayın. Kardeşlerinizi, arkadaşlarınızı, sevdiklerinizi duadan unutmayın. Duanızı sırf kendiniz için değil, onlar için de yapın ki başkasına dua edince Allahu Teâlâ hazretleri seviyor;hem ona veriyor hem de size veriyor, iki yönden kârlı oluyorsunuz.
Allahu Teâlâ hazretleri iki cihanda cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin. Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin. Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!