es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû...
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,
Hepinizin Mevlid kandillerinizi tebrik ederim. Allahu Teâlâ hazretleri bu gece, bundan 1427 yıl kadar önce âlemleri nura gark edip cihana teşrif etmiş olan o Muhammed-i Mustafâ Efendimiz hazretlerinin şefaatine cümlenizi erdirsin. Nice nice mutlu mübarek günlere eriştirsin. Âhirette Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in komşusu olmayı cümlemize nasip eylesin. Dünyada da sünnetine uyarak, rızasını kazanarak, ümmetine hizmet ederek yaşamanızı cümlenize nasip ve müyesser eylesin.
Bu gece -mevlid gecesi- nedir?
O Ahmed ü Mahmud ü Muhammed-i Mustafâ Efendimiz'in, o âlemlere rahmet olarak gönderilmiş rahmet peygamberinin, hiç kimsenin nâil olamadığı makâm-ı mahmûdun sahibi, âhir zaman peygamberi, kendisinden sonra başka nebî ve resûl gelmeyecek olan, kıyamete kadar hükmü devam edecek olan, âhirette de livâu'l-hamd elinde olup Âdem aleyhisselam ve bütün peygamberlerin o livâu'l-hamdinin altında mahşer günü haşrolacak olan Resûlü's-sekaleyn, İmâmü'l-haremeyn, ins ü cinnin peygamberi, iki cihan serveri, seyyidi veled-i Âdem, Eşrefü'l-mürselîn, Ekremi'r-rusul, İmâmü'l-muttakîn, Senedü'l-âşıkîn, Şefîu'l-müznibîn, kurreti ayni'l-müslimîn, tâcı ruûsi'l-mü'minîn, Habibullah, Halilullah, Rahmetullah, Hidâyetullah, Sâdullah Efendimiz hazretlerinin cihana teşrif ettiği gün.
Sallallahu aleyli ve âlihî ve sahbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve zürriyetihî ve ahbâbihî ve ihvânihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sevgisine, rızasına, iltifatına, teveccühüne, şefaatine -sevgili dinleyiciler- cümlenizi nâil eylesin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in doğumuyla ilgili bazı bilgileri bu sohbetimde hatırlatmak istiyorum.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in doğum zamanı ne zamandı?
Alimlerin incelemelerine göre bundan Peygamber Efendimiz hazretleri 571 miladî senesinin Nisan ayının 20'sinde teşrif etmişler, doğmuşlar, âlemleri nura gark etmişler. Doğumu o zaman. Bu zaman hicretten 53 yıl kadar önce oluyor. Kamerî takvime göre de demek ki hicretten önce 53 yılında doğmuş oluyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Rebîü'l-evvel ayının 11'ini 12'sine bağlayan, pazarı pazartesiye bağlayan gece, sabaha doğru, seher vaktinde doğmuş.
O zaman Nisan ayıymış. Kamerî sene şemsî seneden, -miladî sene şemsî sene cinsindendir- 10-11 gün kadar eksiktir. 354 küsur gündür. Tabii eksik olunca her sene 10-11 gün eksik olduğu için gittikçe bir farklılaşma meydana geliyor. Bunun bir güzel tarafı; Ramazanlar, bayramlar, böyle kutlamalar bize göre senenin her gününe -yani Şemsî, şimdi kullandığımız takvime göre- senenin her gününe geçiyor. Her sene bir başka ayda bir başka güne gelmiş oluyor. Bir bakıma senenin bütün günleri mübarekleşmiş, şereflenmiş oluyor. O da bir güzel şey.
O zaman bir bahar gününde doğmuş. Tabii bu yazlar kışlar da izafî.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Mekke-i Mükerreme'de doğdu. Kabr-i şerîfi de Medine-i Münevvere'de.
Bazı kimselerin dinî bilgileri eksik olduğu için, çocuklara soruyoruz, doğru cevaplar veremiyorlar. Anadolu'daki seyahatlerimde "Peygamberin kim?" dediğim zaman, bazı çocuklar yanlış cevaplar veriyorlar. Hatırında kalmış mübarek isimlerden birisini söylüyor. "Senin peygamberin kim? Söyle bakayım evlâdım ismini." deyince, "Hz. Ali" diyor, "Ömer" diyor, bir şey söylüyor. Ama iyi bilmiyor. Bu annelerin, babaların sorumluluğudur. Çocuklarına öğretmeleri gereken şeyleri güzelce öğretmeli.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Mekke-i Mükerreme'de dünyaya geldiler.
Doğduğu ev neresiydi?
Hacca gidenlerin gözünün önüne gelsin. Safa ile Merve arasında biliyorsunuz say' yapılan bir kapalı uzun mekân var, 400 küsur metre. Bu, Mescid-i Haram'ın, Kâbe'nin olduğu mübarek mescidin kuzey doğusuna rastlar. Onun da dış tarafında, yani Kâbe'ye göre aksi mukabil istikamette, şimdi ortalığı açtılar, büyük bir meydan oldu. Safa ile Merve arasından o meydana çıktığınız zamanda Cebel-i Ebû Kubeys dediğimiz Safa'nın bulunduğu, Safa tepesinin bulunduğu dağ var. Üzerinde şimdi Suud hükümdarının sarayı var. Önünüz büyük boşluk. Sol tarafa da dönüp baktığınız zaman Merve tarafında da çarşı var, sıkışık binalar var. Tam karşınızda büyük bir meydan. O meydanda bir yol döner, otobüsler, vasıtalar oradan döner giderler. Onun kenarında, yolun mescit tarafında bir tek ev kalmıştır. İşte o ev Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in doğduğu evdir.
Hacca gitmiş, umre yapmış kardeşlerimiz belki ziyaret etmişlerdir, bazıları bilirler. Şu anda betonlu, tuğlalı bir yeni bina şeklinde. Eski hali korunamamış ama mekân korunmuş, demek ki tamir görmüş. Kütüphane olarak kullanılıyor. Açık, girilip içinde kitaplar okunabiliyor; gazeteler, mecmualar oraya konulmuş, raflardaki kitaplar okunabiliyor.
Bu mübarek binanın girişinde, salona girdikten sonra sağ tarafta kalan bir kapalı oda var. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretlerinin doğduğu mekân orasıdır diye, beni bazı kıymetli aziz dostlar o odaya özel olarak soktular. Herhalde herkesin oraya girmesi biraz da yasaklanmış. Tabii ben çok memnun oldum, mesrur oldum, eridim, sevinçlere gark oldum. Orada iki rekât namaz kıldım, Allah kabul eylesin. Sonra da dedim ki;
"Yâ Rabbi! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz madem bu odada doğdu. Ben de şu yaşa geldim, ama sanki şu odayı ziyaretimden sonra ben de yeni doğmuş gibi olayım, annemden doğduğum zamanki gibi günahlarımız afv u mağfiret olsun. Bundan sonraki hayatım da yâ Rabbi, rızana uygun olsun..." diye dualar ettim. Çok mütehassıs oldum.
Bana o odayı gösteren kardeşlere de dualar ettim. Birisi talebem, o aracı oldu. Müdür bey de ârif bir kimse, o da müsaade etti, orayı ziyaret etmiş oldum.
Doğduğu ev orasıdır. O mıntıka, o meydanlık Benî Hâşim mıntıkasıydı. Peygamber Efendimiz'in dedelerinin, amcalarının, akrabalarının olduğu mıntıkaydı. Doğduğu ev de işte orası. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz orada doğdu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in babası Abdullah b. Abdulmuttalib. Yani dedesi Abdulmuttalib, babası Abdullah. Dedesi Abdulmuttalib miladî 520 senelerinde Kureyş'e reis olmuş bir kimse. Dedesi hakkında biraz bilgi verelim. Çünkü annesi de vefat edince Peygamber-i Zişânımız'a dedesi bir müddet nezaret etti. Sonra da amcası Ebû Talib'e havale etti, o da âhirete göçtü.
Abdulmuttalib dedesinin ismi değil. Asıl ismi Âmir. Ama Abdulmuttalib denmiş. Onun sebebi; babası ölünce amcası Muttalib'in yanında büyümüş. Onun için "Muttalib'in kulu, kölesi" mânasına Abdulmuttalib lakabıyla anılmış, amcasının yanında büyüdüğünden. Saçında bir tutam beyazlık varmış, onun için Şeybe diye isimlendirilmiş. Şeybe, "saç beyazlığı" demek. Saçında beyazlık olduğundan dedesinin adı Şeybe denmiş. Bu da lakap, bu da asıl ismi değil. Abdulmuttalib de bir lakap. Asıl ismi Âmir. Ama halk tarafından da çok sevildiğinden, Şeybetü'l-hamd demişler, yani "hamdedilen, sevilen bir kimse" diye. Çünkü onun devresinde basiretle, dirayetle güzel bir yönetim devresi olmuş, yönetim güzel olmuş.
Önemli olaylardan birisi: Bir ara düşmanlar Mekke-i Mükerreme'yi istila edince vurmuşlar, kırmışlar, yakmışlar, yıkmışlar... Zemzem kuyusunu da doldurmuşlar, kapatmışlar. Millet uzun zaman zemzem kuyusunun yerini bulamamış. Tabii insan "bulsalar" diye, "bulabilirler" diye düşünür; ama kocaman bir meydan, bir tarafta Kâbe-i Müşerrefe var, zemzem kuyusu nerede, bilememişler, bulamamışlar. Belki biz elimize kazmayı küreği alıp köşe bucak arayıp bulunur diye düşünebiliriz... Şeybe lakaplı, Âmir b. Hâşim, Hâşim oğlu Âmir, Abdulmuttalib, Peygamber Efendimiz'in dedesi, 540 senesinde zemzem kuyusunu bulunca halk çok memnun olmuşlar. Zemzem kuyusunu buldurmuş. İçine atılan taşları vesaireleri çıkarttırmış. Böylece zemzem suyundan, zemzem kuyusundan onun zamanında tekrar istifade edilmeye başlanınca onun sevgisi, saygınlığı halk arasında yayılmış, daha da artmış, kendisini beğenmişler. Güzel yüzlü bir kimse imiş.
Bir de onun zamanında meşhur Fil hâdisesi var. Kur'ân-ı Kerîm'de de:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
E lem tere keyfe feale rabbüke bi-ashâbi'l-fîl diye Fil olayı geçiyor. Tarihî bir olay. Tarihçiler de bilirler. Bizim tarih hocamız da ilk defa anlattığı zaman -ben lisedeyken- zevkle dinlemiştim. Hz. Peygamber Efendimiz'in dedesinin yönetimi zamanında bir Fil olayı var. Nedir o olay?
Habeşliler Yemen'e saldırmışlar. Yemen'e Hıristiyanlığı yaymak için büyük bir orduyla orayı istila etmişler. Sonra bu ordunun komutanını içlerinden Ebrehe diye birisi alt etmiş, öldürmüş. O seçilmiş, başa o geçmiş. Böylece bu Ebrehe Yemen'e hâkim olmuş. Kendisi de Hıristiyanlığı oralarda yerleştirmek için muazzam bir kilise yaptırmış; renkli mermerlerden, altınlı gümüşlü, gösterişli bir mabet yaptırmış. Misklerle amberlerle duvarlarını güzel kokularla kokulattırırmış. Arapları da bu kiliseyi ziyaret etsinler diye teşvik edermiş. Fakat Araplar yanaşmamışlar. Hatta kabilenin birisinden bir şahıs orayı pislemiş, hakaret olsun diye. "Sen bizi zorla [orayı ziyaret ettiriyorsun!]" diye pisleyince Ebrehe kızıp; "Ben de sizin Kâbenizi yıkayım da görün!" diye hışım ile, hınç ile ordusunu toparlamış, derlemiş, büyük bir kalabalık hâlinde Yemen'den kalkıp Kâbe-i Müşerrefe'yi yıkmak niyetiyle kuzeye doğru yola çıkmış.
Taif'e kadar gelmiş. Taif'e kadar akarsular, serinlikler, bağlar, bahçeler, güzel yer... Oraları Hicaz mıntıkasının yüksek, çağlayan filan olan kısımları... Arafat meydanına kadar gelince Abdulmuttalib'in develerine de askerler el koymuş. Bunu haber alınca Abdulmuttalib, kalkmış Ebrehe'nin yanına varmış, gitmiş. Ahâli tabii korkuyorlar, "Bir ordu geliyor, Kâbe'yi yıkacak!" diye. "Ne yapalım, savaşalım mı?" diye kendi aralarında konuşmuşlar. Ama "Bu orduyla başa çıkamayız." diye karar vermişler. Abdulmuttalib Ebrehe'nin yanına varınca... Heybetli, gösterişli, sevimli, vakur bir kimse... Ebrehe onu kabul etmiş, "Gel bakalım." diye, ne istediğini sormuş. O da demiş ki;
"Askerlerin benim 200 devemi almış, gasp etmişler. Ben onları istemeye geldim."
"Sen benim gözümden düştün. Ben senin hâlini gördüm, vakur bir insan olarak biraz seni sevdim, saygı duydum. Onun için yanıma kabul ettim. Ama şimdi gözümden düştün. Ben senin atalarının şehrini yıkmaya çalışıyorum, Kâbe isimli mabedinizi yıkmaya buraya geldim. Sen hiç 'Orayı yıkma.' diye bana yalvarmıyorsun, 'Develerimi ver.' diyorsun, kişisel meselenle meşgul oluyorsun. Gözümden düştün." deyince, Abdulmuttalib çok şahane bir cevap vermiş, demiş ki;
"Ey emir! Ben develerin sahibiyim. Onun için develerimin peşindeyim. Develerimi bana ver. Kâbe'nin sahibi Allah'tır. O, Beytullah'ını kendisi korur!"
Bu cevap karşısında Ebrehe şaşırmış ve develerini de vermiş. Abdulmuttalib, Şeybetü'l-hamd, yani Âmir b. Hâşim, Peygamber Efendimiz'in dedesi develerini getirip Kâbe'de hepsini kurban edip fakirlere dağıtmış. Maksadı mal tamahkârlığı, mal kaygısı değil. Onu da öylece kurban ederek göstermiş oluyor.
Ama Ebrehe Kâbe'yi yıkmak üzere Arafat'tan Müzdelife'ye geldiği zaman ordusunun fili oradan daha öteye gitmemiş. Dövmüşler, sövmüşler, itelemişler, mızrak ucuyla, sivri uçla saplamışlar, dehlemişler; fil öteye gitmiyor. Ama geriye döndürülünce, Taif tarafına koşarak, kaçarcasına gidiyor. Tekrar döndürüp Mekke'ye sevk etmek istedikleri zaman bir adım gitmiyor. O sırada Ebabil kuşları gelip yukarıdan taşlar atarak o orduyu helâk etmiş. Ebrehe Yemen'e kaçmış ama kısa bir zaman sonra aldığı yaralardan, Fil vak'asından sonra ölmüş.
Bu Fil vak'ası Peygamber Efendimiz'in doğduğu yılda olduğu için önemli. Ve Araplar böyle mühim olayları belirli seneleri anmak için kullanırlar ve isimlendirirler. O seneye "Fil senesi", Senetü'l-fil demişler. Yani "orduda filin gelip de o ordunun da helâk olup kaçıp gittiği" mânasına Senetü'l-fil demişler.
Nitekim Peygamber Efendimiz'in doğduğu, doğacağı sene Mekke-i Mükerreme'de öyle bir bolluk ve bereket olmuş ki o yıla da Senetü'l-fethi ve'l-ibdihac adını vermişler. Yani fetih ve sevincin, behçetin, bolluğun, bereketin olduğu sene. Semanın bereketi açılmış, fetholmuş, Allah'ın lütfu; mahsuller, nimetler çok bolmuş. Tabii mânevî bakımdan biz hissediyoruz, anlıyoruz ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in doğacağı sene olduğu için Allah'ın oraya verdiği bir mübareklik, bir bereket.
İşte bu vak'adan sonra da Kureyş'in kadri kıymeti ve Abdulmuttalib'in saygınlığı daha da artmış. Araplar'ın; "Allah demek ki Kâbe'yi korudu, o orduyu perişan etti ve geri gönderdi." diye Kureyş'e karşı, Abdulmuttalib'e karşı saygıları artmış.
Abdulmuttalib'in 12 erkek oğlu ve 6 kızı varmış. Yani 18 evlat. Bu evlatları içinde en çok oğlu Abdullah'ı severmiş. Oğlu Abdullah, Peygamber Efendimiz'in babası olan Abdullah. Çünkü Peygamber Efendimiz'in babası Abdullah çok güzel yüzlü ve çok nurlu, çok iffetli imiş. Onu çok severmiş. Bir de nezri olduğu için, demiş ki;
"Allah bana şu sayıda, şu kadar evlat verirse ben en sevdiğimi Kâbe'ye kurban edeceğim."
Tabii en sevdiği Abdullah olduğu için, Allah da ona istediklerini verdiğinden Abdullah'ı kurban etmesi lazım. Fakat çok seviyor. Danışmış:
"Ne yapmam lazım?"
Demişler ki;
"Kurban kes. Ne kadar kesmen gerektiğini mânevî bir işaretle anlayıncaya kadar sayısını arttır. Onun yerine bedel olsun diye."
Böylece o Kâbe'ye 100 deve kurban etmiş. O zaman işaretler belirmiş ki kabul oldu. Böylece Abdullah kesilmekten kurtulmuş.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu olayı anlatarak, hatırlatarak buyururmuş ki;
"Ben iki kurbanlık zâtın oğluyum."
İki kurbanlık zâttan birincisi kimdir?
İbrahim aleyhisselâm'ın oğlu İsmail. İbrahim aleyhisselam gördüğü rüya üzerine İsmail'i Mekke'de -Hacer'le beraber oraya bırakıp da iskan ettiği, yerleştirdiği, büyümüş olan oğlunu- gördüğü rüya üzerine kurban etmeye götürdü. Ama Allah kurban yerine koç gönderdi. Böylece biz hacca gittiğimiz zaman Mina'da, Müzdelife'den Mina'ya geldiğimiz zaman, Kurban Bayramlarında -o Zilhicce ayının 10'u oluyor- kurban kesiyoruz.
Bir kurbanlık edilmekten kurtulan şahıs İsmail aleyhisselam. Diğer kurbanlık edilmekten kurtulan şahıs da babası Abdullah olduğundan; "Ben iki kurbanlık zatın oğluyum." buyururmuş Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Hz. Peygamber'in babası Abdullah 25 yaşında evlendi. Benî Zühre kabilesinden, onun reisi olan Veheb kızı Âmine hatun ile evlendi.
Hepimiz biliriz. Allah rahmet eylesin, Mevlid'i, Vesiletü'n-necat'ı yazan Süleyman Çelebimiz;
Âmine hatun Muhammed ânesi,
Ol sedeften doğdu ol dürdânesi.
diye hepimize bunu o güzel şiiriyle öğretmiştir.
Abdullah Hz. Âmine ile evlendi. Çok mübarek, çok nurlu bir kimseydi. Yüzünde, alnında müstesna bir nur vardı. Herkes hayran kalırdı. Herkes onunla evlenmeye can atıyordu ama onunla yuva kurmak Âmine hatuna nasip oldu. Evlendi.
Evlendikten sonra da Şam tarafına kervanla bir ticarî sefere çıktı. Dönüşte Medine-i Münevvere'de hastalandı ve orada dayılarının, akrabalarının yanında vefat etti. Babası Abdullah daha Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz doğmadan, düğünden bir müddet sonra, annesi Peygamber Efendimiz'e hamileyken, Abdullah, babası Medine'de böylece seferden Mekke'ye dönemedi, vefat etti.
Oradan birtakım koyunlar, birtakım develer ile, bir de Ümmü Eymen adlı câriye hanımına, Âmine hatuna miras olarak kaldı. Tabii onlar geldiler, kervan geldi, üzüntüyle haberi bildirdiler. Böylece daha Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz doğmadan babası vefat etmiş oldu. O böylece yetim kaldı. Babası olmayan çocuklara, babası vefat eden çocuklara "yetim" denildiğinden, daha doğmadan yetim kaldı.
Araplar'da bir tabir vardır, çok iri, çok güzel olan inciye, incinin en büyük, en güzel olanına dürr-ü yetîm derler, yani "yetim bir inci". Peygamber Efendimiz de -o tabiri onun için de kullanalım- bir yetimdi ama dürr-ü yetîm, yani müstesna bir inci gibi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için o kelimeyi kullanalım.
Böylece Peygamber Efendimiz doğmadan babası vefat etmiş oldu. Doğacağı sene Mekke'de büyük bolluk, bereket ve Fil vak'ası oldu, o atlatıldı. Fil vak'ası 17 Muharrem'de olmuş. Arabî, kamerî ayları sayalım: Birinci ay Muharrem. Senenin birinci ayı, Muharrem'in 17'sinde Fil vak'ası olmuş. Ebrehe'nin ordusu perişan defolup gitmiş, Kâbe'yi yıkamamış. Oradan sonra Muharrem, Safer ayı, Rebîü'l-evvel ayı... Rebîü'l-evvel ayının 11'ini 12'sine bağlayan gecenin seher vaktinde, sabaha yakın bir zamanda, yani Fil vak'asından 50 küsur gün sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz cihana teşrif etmiş oluyorlar.
Annesinin sütü yetmediği için Ebû Leheb'in -amcası oluyor, sonradan kendisine çok muhalefet ettiğinden, çok karşı geldiğinden Ebû Leheb diye lakaplandırılan amcasının- câriyesi Süveybe ona dört ay kadar süt emdirmiş. Böylece Süveybe hatun süt annesi oldu. O aynı hanım, aynı câriye Hz. Hamza'ya da süt vermiş, ona da süt anneliği yapmış. Böylece Hz. Hamza Efendimiz, Peygamber Efendimiz'in amcasıyla Hz. Peygamber Efendimiz bu suretle Süveybe hatundan süt emdiklerinden iki kardeş oldular, süt kardeşi oldular.
İslâm'da süt kardeşliği çok önemlidir, çok değerlidir ve birtakım önemli ahkâm onunla câri olur. İki süt kardeş birbiriyle, mesela birisi kız birisi erkek olsa, başka ailelerden bile olsa evlenemezler.
Bir süt kardeşi de Şeyma hatun. O nereden?
Araplar'da bir güzel âdet vardı. Çocukların sıhhatine dikkat ederlerdi ve dillerini güzel öğrenmelerini, "fasih" diyoruz, yani düzgün konuşmalarını öğrenmelerini isterlerdi. Çocuklar sıhhatli olsun diye yaylalara gönderirlerdi.
Ben hacca, umreye, Hicaz'a gittiğim zaman bakıyorum; Mekke'nin zenginleri, Mekke'yle Cidde arasında güzel kumluklar var, çöl, gayet güzel kumluklar, insan bakınca hoşuna gidiyor, her taraf kum, oralara çadır kuruyorlar, oraları bölük bölük işgal ediyorlarmış, çadır kurup çadır hayatı yaşıyorlarmış. Çünkü çok tatlı oluyor, temiz havalı bir yaz geçirme olmuş oluyor.
Doğan çocuklar da Mekke-i Mükerreme'nin sıcaklarında zayıflamasınlar veya hastalanmasınlar veya vefat etmesinler diye onları yaylalara gönderirlerdi. Hem de anneler rahat etsin diye süt anneler tutarlardı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de Benî Sa'd kabilesinden Halime veya Huleyme isimli bir hanım tarafından alındı, Benî Sa'd yurduna götürüldü. Yani yaylalara götürüldü. Orada hem süt emme zamanında iki sene süt emdi. Onun kızı Şeyma isimli olduğundan, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Şeyma hatunla da süt kardeşi oldu.
Orada iki sene kaldıktan sonra getirdi, annesine gösterdi. Peygamber Efendimiz tabii gayet sıhhatli bir şekilde yetişiyor, Arab'ın en güzel telaffuzunu, en fasih konuşmalarını öğrenmiş oluyor. Orada bozulmamış, tertemiz, fasih Arapça'yı öğrenmiş oluyor. Hem de çok bolluk ve bereket içinde... Peygamber Efendimiz gider gitmez kabileye bir bereket geldi, çevreye bir bereket geldi, onun bereketiyle Peygamber Efendimiz orada çok hoş günler geçirdi.
Dört yaşındayken yine annesine teslim etmek üzere getirdi. Fakat dört yaşında da bırakmak istemiyordu, rica da etti; "Bak Mekke-i Mükerreme'de veba salgını filan var, ben bunu bırakmayayım, izin verirsen yine götüreyim." diye Hz. Âmine'den rica etti. Peygamber Efendimiz'i tekrar götürdü. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz altı yaşına kadar Benî Sa'd yurdunda, tertemiz havada güzel bir şekilde yetişmiş oldu.
Sonra birtakım olağanüstü olaylar Halime hatunu ürküttü. O şakk-ı sadr hadisesi, olağanüstü tecelliler dolayısıyla çocuğa bir hal olmasın, kıymetli bir çocuktur diye getirdi, niyahet altı yaşındayken annesine teslim etti. Ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz annesiyle beraber oldu.
Altı yaşında Peygamber Efendimiz'i annesi dayılarını ziyarete Medine-i Münevvere'ye götürdü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz annesiyle beraber Medine-i Münevvere'de bir müddet kaldı. Hatta orada bazı yerleri ziyaret etti. Kendisi de sonradan belirtiyor; "Babamın kabri falanca yerdeydi, ben onu gördüm." diye. "Falanca yerin, bölgenin kuyusunda çocuklarla yüzmeyi öğrendim." diye çocukluk hatıralarını sonradan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem anlatmış.
O Medine-i Münevvere ziyaretinde yahudiler çok ilgi gösterince Peygamber Efendimiz'e bir şeyler olur diye annesi çekindi. Alelacele Medine-i Münevvere'den tekrar Mekke'ye dönmeye karar verdiler. Babalarından miras kalmış olan sâdık câriye Ümmü Eymen ile beraber geri dönüşe geçtiler. Fakat Ebvâ denilen yere gelince, Medine-i Münevvere'den Mekke'ye gelirken, o zamanın şartlarıyla yaya yürüyüşlerle Mekke'ye beş günlük mesafe, Ebvâ denilen yerde annesinin hastalığı arttı. Ve Hz. Âmine hatun orada vefat etti. Kabilenin ilgilileriyle, Ümmü Eymen'in [yardımıyla] oraya defnolundu.
Ümmü Eymen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i alarak getirdi, dedesi Abdulmuttalib'e teslim etti. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz doğmadan evvel babasından yetim kaldığı gibi, altı yaşındayken de annesi vefat edince dedesinin elinde kaldı. Onun yetiştirilmesine tevdî edilmiş oldu.
Allahu Teâlâ hazretleri, mukadderâtı yazan, her şeyi takdir buyuran Mevlâmız böyle takdir eylemiş. Hepsinin hikmetleri var. Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i kendisi terbiye eyledi.
Eddebenî Rabbî fe-ahsene te'dîbî.
"Rabbim beni terbiye eyledi. Terbiyemi de ne güzel eyledi." diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz böyle buyuruyor.
Nice hikmetlerle dolu bir hayat... Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in çocukluğu böyle oldu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in methini, senâsını, evsâfını, ahlâkını, şemâilini anlatmaya ne saatler yeter, ne de bizim dilimiz tam tasvir edebilir, tam anlatabilir. Fakat bazı şeyleri söylemek lazım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ilk metheden, en önde söylenmesi gereken Allahu Teâlâ hazretleri; onu sevmiş, onu övmüş. Kur'ân-ı Kerîm'de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'le ilgili pek çok âyet-i kerîmeler var.
Ve inneke le-alâ hulukin azîm. "Sen büyük, ulu bir huluk üzeresin."
Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm azîzün aleyhi mâ anittüm harîsun aleyküm bi'l-mü'minîne raûfu'r-rahîm diye, Tevbe sûresinde methi var.
Le-amruke diye ömrüne Allahu Teâlâ hazretlerinin kasem etmesi var. Kur'ân-ı Kerîm'de nice nice meziyetleri, nice nice meth ü senâsı var. Allahu Teâlâ hazretleri övmüş, methetmiş. Habibullah edinmiş, ne demek?
Allah'ın sevgilisi.
Halilullah edinmiş, ne demek?
Allah'ın samimi dostu.
Nice böyle güzel sıfatlara sahip..
Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn. "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Sen Allah'ın âlemlere rahmetisin." diye bildiriliyor.
Allahu Teâlâ hazretleri methettiği gibi Allah'ın mübarek kulları, peygamberleri de, Peygamber Efendimiz'den önce gelen peygamberler de Peygamber Efendimiz'i meth ü senâ etmişlerdir. Hatta onun ümmeti olmaya can attıklarını beyan eylemişlerdir. Hz. Peygamber için bir söz söylenir:
Halkuhû mukaddem ve ba'suhû muahhar.
Yani nurunun yaratılması evvel...
"Ben Hz. Âdem daha toprak ve su arasındayken, yaratılmadan peygamber olarak takdir olunmuştum." diye Peygamber Efendimiz böyle buyuruyor. Yani daha insanlık yaratılmadan Peygamber Efendimiz'in peygamber olacağı mukadderâtta takdir olunmuş. Allahu Teâlâ hazretleri onu öylece önceden takdir eylemiş, seçmiş.
Ama ondan sonra Âdem aleyhisselam'dan itibaren peygamberler de Peygamber Efendimiz'i bilmişler, kıymetini âhir zaman peygamberi olarak daima takdir eylemişler.
İbrahim aleyhisselâm'ın duası var, İsmail aleyhisselam ile Kâbe'yi bina ettiği zaman ellerini kaldırdı, Bakara sûresinin 129. âyetinde duası şöyle naklediliyor, buyurdu ki;
Rabbenâ veb'as fîhim resûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumu'l-kitâbe ve'l-hikmete ve yüzekkîhim inneke ente'l-azîzü'l-hakîm.
Kâbe'yi bina ettiği zaman kendisine, oğlu İsmail'e dua etti;
Rabbenâ vec'alnâ müslimeyni leke diye...
Ondan sonra da buyurdu ki;
Rabbena veb'as fîhim resûlen minhüm. "Buradaki iskan ettiğim zürriyetimin içinden çıkan bir peygamber ba's et, onlara gönder ki -Peygamber Efendimiz'i kastediyor- onlara âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları şirkten tertemiz eylesin, pak eylesin. Sen azîz ve hakîmsin yâ Rabbi!" diye dua etti.
Onun için, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;
"Ben dedem İbrahim aleyhisselâm'ın duasıyım."
[İbrahim] aleyhisselam Allah'a öyle dua etti. "İşte ben onun duası mûcibince, Allah'ın takdiri icabı..." İbrahim aleyhisselam zamanından onun geleceğinin bilindiğinin bir işareti tabii, İbrahim aleyhisselam'ın bu duası onu gösteriyor.
"Hz. İsa'nın müjdesiyim de..." buyurdu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Saff sûresinde bir âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ve iz kâle İse'bnü Meryeme yâ benî İsrâile innî resûlullâhi ileyküm musaddikan limâ beyne yedeyye mine't-tevrâti ve mübeşşiran bi-resûlin ye'tî min ba'di'smuhû Ahmed.
Hani Meryem'in oğlu İsa ne demişti?
"Ey İsrailoğulları! Ben sizin üzerinize Allah tarafından vazifeli olarak gönderilmiş bir elçiyim, bir peygamberiyim, Allah'ın resûlüyüm." Musaddikan limâ beyne yedeyye mine't-tevrâti. "Benden önce Musa aleyhisselam tarafından size bildirilmiş olan Tevrat'ı tasdik ediciyim." Ve mübeşşiran bi-resûlin ye'tî min ba'di'smuhû Ahmed. "Benden sonra gelecek âhir zaman peygamberi ki onun ismi Ahmed olacaktır, onun da gelişini müjdeleyiciyim." diye İsa aleyhisselam Hz. Muhammed'in müjdecisi olduğunu kavmine böyle bildirmişti.
Ve o geldiği zaman ona iman etmelerini onlara hatırlatmıştı. İncil de zaten "müjde" demek. Ve o müjde de; Hz. İsa'nın her yerde kendinden sonra gelecek peygambere bunu duyanların tâbi olmasını müjdelediğini gösteriyor. Hz. İsa'nın müjdesi. Tevrat'ta ve İncil'de geleceği yazılı olan peygamber...
Ellezîne yettebiûne'r-resûle'n-nebiyye'l-ümmiyye'llezî yecidûnehû mektûben indehüm fi't-tevrâti ve'l-incîl.
A'râf sûresinin 157. âyetinde... " O Resûl-ü Nebiyy-i Ümmî ki ehli kitap onun Tevrat'ta ve İncil'de vasfını, geleceğini, güzelliğini, kıymetini yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı olduğunu biliyorlardı, buluyorlardı, sayfalarda okuyorlardı. O Peygamber'in, Muhammed-i Mustafâ'nın evsâfı vardı." diye A'râf sûresi de bildiriyor. Kur'ân-ı Kerîm de şahit.
Diğer kutsal kitaplarda da buna benzer bilgiler tarihçiler tarafından tespit edilmiş. Kitaplarda ilginç şeyler yazılıyor. Bunları da söylemek istiyorum. Mesela Gautama Buda'nın böyle bilgiler verdiği, Zerdüştlerin gelecekten haber veren kitabı Zendevesta'nın içinde böyle ifadelere rastlanıyor, "ziyadesiyle övülmüş bir put düşmanı gelecek" diye. "Ziyadesiyle övülmüş" Muhammed sözüdür. Muhammed, "çok övülmüş" demek. Hindu kitaplarında da bu var. Purana ve Vedalar'da "Çölden övgüye layık isimli bir hikmet sahibi çıkacak. Onun Burak'ı göğe erecek." diye yazılıymış. Hindu kitaplarında, Purana ve Vedalar'da Peygamber Efendimiz'in çölden çıkacak bir kişi olduğunu bildiriyor. Demek ki Hint din kitaplarında da var. İran din kitaplarında da var. Kalki Purana adlı Hint kitabında da; "Âhir zaman peygamberinin babasının adı Allah'ın kulu, annesinin adı ise itimada layıktır." diye geçiyor.
Allah'ın kulu ne demek?
Abdullah.
Peygamber Efendimiz'in babasının adı neydi?
Abdullah.
Annesinin adı neydi?
Âmine. Yani emniyetli, güvenilen, itimada layık.
Demek ki Hint kitaplarında, İran kitaplarında, yahudilerin Tevrat'ında, hıristiyanların İncil'inde böylece Peygamber Efendimiz'den bahsedilmiş.
Her peygamber ümmetine âhir zaman peygamberine eğer onların nesilleri yetişirse ona tâbi olması, onu desteklemesi tavsiyesinde bulunmuşlardır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu da bildiriliyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in doğduğu gece tarih kitapları yazıyorlar ki: Yahudiler mesela Medine'de Araplar'la beraber yaşıyorlardı. Araplar'la araları açıldığı zaman, insanların nura kavuşturacak bir peygamber beklediklerini ve bu peygambere tâbi olup Araplar'a yani müşriklere galip geleceklerini söyleyip duruyorlardı. Çocuklarını bilir gibi Peygamber Efendimiz'in hak peygamber olduğunu da anlamışlardı. Bazıları da müslüman olmuşlardı. Abdullah b. Selam bir yahudi hahamı idi ve müslüman olmuştu, radıyallahu anh.
O gece Peygamber Efendimiz'in doğduğu gece bir yahudi alimi yıldızları incelerken gökte bundan önce hiç görmediği bir işaret gördü ve bunu âhir zaman peygamberinin doğması işareti olduğunu anlayarak yüksek bir yere çıkıp yahudi cemaatine yüksek sesle bağırdı; "Bu gece âhir zaman peygamberi Ahmed'in yıldızı doğdu!" diye. Tarih kitapları bunu yazıyorlar.
Sonra Kureyşliler'in meclisine Mekke'de de bir yahudi gelmiş, Peygamber Efendimiz'in doğduğu gecenin sabahında, sormuş; "İçinizde bu gece bir çocuk doğdu mu, doğmadı mı?" diye. Onlar da bilememişler. Çünkü bir çocuğun doğumu evde olan bir hâdise, bilememişler. Ama "bilmiyoruz" deyince demiş ki; "Unutmayın, bu gece bu milletin peygamberi doğdu." Bunu da tarih kitapları yazıyorlar.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in dedesi de doğumundan önce bir rüya görüyor. Bu rüyaya göre Kâbe'de uyurken yerden bir ağaç bitiyor. Uçları göklere ulaşıyor, dalları doğuya batıya yayılıyor. Bu ağaçtan etrafa nurlar saçılıyor. Ağaç devamlı şekilde büyüyor ve etrafa ışık saçmaya devam ediyor. Kureyş'ten birçok kimseler ağacın dallarına tutunuyorlar. Bazı kimseler de o dalları kesmek için uğraşıyorlar. Fakat bir genç ağacı kesmek için uğraşanları devamlı ağacın etrafından uzaklaştırıyor. Abdulmuttalib ağaca tutunmak istiyor ama tutunamadan rüya bitiyor, uyanıyor. Mekke'nin rüya yorumcularına sormuş, "Bu nedir?" diye. Demişler ki;
"Senin neslinden bir kişi çıkacak, doğuya batıya ünü yayılacak, hükmü cihanı tutacak ve insanları yönetecek. Birçok insanlar onun emrine girecekler. Bazıları engel olmak isteyecekler ama olamayacaklar."
Bu rüyayı da tarih kitapları yazar. Bu da Peygamber Efendimiz'le ilgili olaylardan birisi.
Sonra mâlum, Kisra'nın sarayının direklerinin yıkılması, ateşperestlerin binlerce yıldan beri devamlı yanan ateşinin sönmesi gibi çeşitli olaylar... İran'ın ateşperest başrahibinin o gece rüyada bir alay kalabalık serkeş develerin, bölük bölük Arap atlarının önüne katarak Dicle nehrini geçip İran içlerine dağıldığını görmesi, tarih kitapları tarafından yine yazılıyor. Bu aynen işte İran'ın fethini gösteriyor, Araplar'ın oralara hâkim olduğunu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tarafından açılan yolla halifeleri zamanında oraları fethedilmiş oluyor.
Aziz ve sevgili kardeşlerim!
Bu uzun konuşmayı özetlemem gerekirse:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i Allahu Teâlâ metheylemiş. Kur'ân-ı Kerîm metheylemiş. Daha önceki peygamberler kendi ümmetlerine tavsiye eylemişler. Eski kitaplar metheylemiş. Böyle bir peygamberin ümmetiyiz, Allah'a hamd ü senâlar olsun. O Peygamber'in doğduğu gecedir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ümmetine karşı çok şefkatli, çok merhametli, çok ref'etli, çok yumuşak kalpli, onların iyiliğine çok gayret eden bir kimseydi.
Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm azîzun aleyhi mâ anittüm harîsun aleyküm bi'l-mü'minîne raûfu'r-rahîm âyetleri bunu gösteriyor.
Bizim de o re'fetli, şefkatli, sevgili, muhabbetli, bizi düşünen, bizi seven Peygamber Efendimiz'e sevgimizin, saygımızın sonsuz olması lazım. Çünkü imanın gereği, Peygamber Efendimiz'in peygamberliğini kabul etmektir. Eşhedü en lâ ilâhe illallah dedikten sonra ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû demektir. İrfanın, ârif olmanın, evliyâ olmanın gereği de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i candan sevmektir. Onun sevgisi muhabbetullahın şartıdır, yoludur. Fenâ firresul'den sonra fenâ fillah, bekâ billah makamları gelir. O bakımdan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sevgisini kazanmaya, sevgisini yürekte canlı tutmaya, aşkını, muhabbetini gönülde arttırmaya çalışmak lazım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e salât u selâmı çok edelim. Hadîs-i şerîflerini okuyalım. Sünnet-i seniyyesini öğrenelim, uygulayalım ki Peygamber Efendimiz nasihatlerini tutan, kendisine itaat eden, sünnetini ihyâ eden kimseleri sever. Allahu Teâlâ hazretleri Peygamber Efendimiz'in sünnetine sarılıp sünnetini ihyâ eden kimselere 100 şehit sevabı vereceğini beyan ediyor.
O halde hepimiz şu mübarek gecede karar verelim: Hadîs-i şerîfleri öğrenelim. Peygamber Efendimiz'in sünnetini öğrenelim. Sünnetini yaşayalım. Sünnetine göre yaşayalım. Çünkü onun sünneti Kur'ân-ı Kerîm'in en güzel açıklamasıdır, uygulamasıdır.
Ve bir de Ümmet-i Muhammed'e rahmedelim, şefkat edelim. Peygamber Efendimiz'in hatırı için Ümmet-i Muhammed'e hizmet edelim. Ümmet-i Muhammed'in mutluluğu için, gelişmesi için, dertlerden kurtulması için, rahatı refahı için elimizden gelen her türlü hizmeti, gayreti gösterelim ki ümmetine hizmet edince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in iltifatına, sevgisine, şefaatine nâil olalım.
Allahu Teâlâ hazretleri hepinizi Peygamber Efendimiz'in sevdiği ümmet ve Allahu Teâlâ hazretlerinin sevdiği has kulu olmak derecesine çıkartsın. Has, hakiki, hâlis, muhlis, muhsin, salih ve muslih müslüman olmayı, yani ıslah edici, ortalığı düzenleyici, fesadı giderici, fesada karşı koyucu, muslih kul olmayı nasip eylesin. Müttakî kul olmaya muvaffak eylesin. Ömrünüzü takvâ üzere, ihlâs ile, imân-ı kâmil ile, irfan ile geçirip Allah'ın rızasını kazanıp âhirette de Peygamber Efendimiz'e komşu olmayı, iltifatına ermeyi, Kevser havzından doya doya içmeyi, cennette Peygamber Efendimiz'e komşu olup cemâlini daima görmeyi nasip eylesin.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh.