Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı, in'amı cümlenizin üzerine olsun.
Ramazan ayının arkasından mübarek Fıtır bayramına bizi sıhhat, âfiyetle ibadet ve taati yolunda gücü yettiğince çalışarak eriştiren, ibadethanesinde toplayan Allahu Teâlâ hazretlerine hamd ü senâlar olsun. Eğer bize hidayet etmeseydi biz buraya gelemezdik, ibadetine muvaffak olamazdık, yolunda sebat gösteremezdik, hayırlı işler yapamazdık. Bize bahşettiği sonsuz nimetlerin en önde geleni şüphesiz ki yolunda hidayet üzere olmamızdır.
Bir bayramdır; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri methetmiştir, Allahu Teâlâ hazretlerinin ikramının, ihsanının cûşa geldiği mübarek bir gündür. Araplar, "bayram" kelimesine iyd diyorlar, iyd, iydi'l-fıtr, iyd-i ethâ. Kurban bayramına iyd-i ethâ derler. Ramazan bayramına iydi'l-fıtr diyorlar. Bu kelime avdet kelimesi ile ilgili, oradan iştikak etmiş oradan çıkmış. Çünkü Müslümanlar, insanlar belirli zamanlarda bu günlerle tekrar tekrar karşılaşıyorlar. Her sene zaman dönüp dolaşıyor, yine oraya geliyor. Yine bir karşılaşılıyor, dönüyor, insan yine karşılaşıyor.
Yine dönüyor, yine karşılaşıyor ama bazı insanlar da karşılaşamıyor!
İlk ibreti herhalde buradan almamız lazım ki bu dünya hayatı hiçbir kula bâki değil! Allah'ın sevgili kulları da; büyük âsi, cebbâr, günahkâr, zalimler de [gidiyor]. Bu dünya kimseye kalmıyor, herkes burayı bırakıp gidiyor.
Mübarek bayramımız gününde geçen sene bu bayrama yetişip de bu arada hayatını terk etmiş, âhirete göçmüş olan ihvanımıza, kardeşlerimize, dostlarımıza, akrabamıza, cemaatimize, cemaatimize muntazaman devam etmiş olan gelmiş gitmiş olan kardeşlerimize, cümle mevtamıza Allah'tan rahmet ve mağfiret dileriz. Allahu Teâlâ hazretleri cümlesinin kabirlerini pürnûr eylesin, ruhlarını memnun ve mesrur eylesin. Biz dünyada Ramazan'ın arkasından bayram ettiğimiz gibi Rabbimiz de şu dualarımızla fazl u keremiyle büyük ikramlar ile ikram eyleyip onlara kabirlerinde bayram ettirsin.
İyd sözü; ikinci bir rivayet veya izah tarzına göre "bağış" ve "ihsan" kelimesi ile ilgili oluyor. Çünkü bir zenginin başkasına çıkartıp cömertliği cuşa gelerek verdiği şeylere avâid derler, câize derler. İkramların, hediyelerin, bağışların yapıldığı bir gün olmuş oluyor. Tabii bu bağışların bizce en önemlisi, en kıymetlisi Rabbimiz'in bize bağışıdır.
Allahu Teâlâ hazretleri geçtiğimiz gufran ayında, mübarek Ramazan ayında âcizane naçizane nice kusurlarla bilerek bilmeyerek zedeleyerek yaptığımız ibadetlerimizi kabul eylesin. Reddetmesin, yüzümüze çalmasın da onlara da fazl u kereminden gayp hazinelerinden sonsuz ikramlarla, caizelerle, hediyelerle, mukabele buyursun. Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi şu günde kendisinin ikramına, ihsanına, rahmetine erenlerden eylesin. Tabii o Rabbimiz'in bileceği bir şey; biz boynumuzu bükeriz, tevbe ve istiğfar ederiz, Rabbimiz'den rahmetini dileriz ama bizim kendi yapacağımız bir şey var:
Mademki bağış ve hediye günüymüş. Biz de o zaman çevremize gücümüzün yettiğince bağışımızı, ihsanımızı saçalım. Çoluğumuza çocuğumuza, akrabamıza yakınlarımıza komşularımıza elimizin yettiğine, gücümüzün yettiğine onu sevindirmek için neler yapmak gerekiyorsa onları yapmaya gayret edelim. Kesemizin ağzını açalım ki Allahu Teâlâ hazretleri;
Len tenâlü'l-birre hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûn. "Canınız gibi sevdiğiniz, bağlandığınız, gönlünüzü çekmiş, aklınızı çelmiş olan, peşinden koşup durmuş olduğunuz çeşit çeşit maddî zenginlikler imkânlar… İşte onlardan vazgeçemedikçe onları hak yolda veremedikçe Allah için elinizden çıkartmayı göze alamadıkça birr ü takvâya nail olamazsınız."
İnsanın Müslümanlığının haslığı Allah yolunda yaptığı fedakârlığa bağlıdır ve ibret gözü ile dinimiz incelenirse Allahu Teâlâ hazretleri her şeye kâdir!
Velev şâe rabbüke le âmene men fi'l-ardı küllühüm cemiâ.
"Eğer Allahu Teâlâ hazretleri dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi toptan eksiksiz iman ederdi!"
Kâfirin küfür içinde kalması mümkün mü?!..
Kâfirin küfrü kendisindendir.
Allahu Teâlâ hazretleri eğer isteseydi onun küfre mecali mi olurdu, inkâra mecali mi olurdu?..
Mümkün değil, o bile mümkün değil, hiçbir şey mümkün değil. Allahu Teâlâ hazretleri imtihan dünyası olarak serbest bırakmış, meşakkatleri müslümanların başına yağdırmış ki imandaki ihlâsı, salâbeti belli olsun.
Biz Allah'ın âciz kullarıyız, bizim büyük imtihanlara tahammülümüz yok. Biz o kadar aciziz ki pamuk ipliğiyle bağlıyız. Biz öyle büyük imtihanlara gelemeyiz, ama dinin ruhu içinde imtihan vardır, İslâm'ın mânasının mayasının içinde imtihan vardır. Fedakârlığı nispetinde insanın Müslümanlığı anlaşılacak, derecesi yükselecek, sevabı artacak.
"Hadi, namaza kalk bakalım…"
Talebeler bilirler. Talebe, arkadaşlarını yurtlarda uykuyu seven bir insanı sabah namazına kaldıracak: Dürtersin dürtersin uyanmaz. Başına gidersin gidersin uyanmaz… Uykuyu seviyor. Delikanlı, çocuk geç yatmış, uykusunu alamamış filan ama neticede uykuyu seviyor. Hadi kaldır bakalım. Üç defa beş defa gidersin, bir o tarafa döner bir o tarafa döner. Eğer karşısındakini biraz zayıf görürse bağırır:
"Çekil başımdan!"
Neden?
Uykudan vazgeçemiyor. Ama Allahu Teâlâ hazretleri uykuyu terk etmemizi emrediyor, uyku zamanında uykuyu terk etmemizi emrediyor. Rahat zamanında rahatı terk etmemizi emrediyor, bolluk zamanında yemememizi içmememizi emretti de yemedik içmedik. Sıcak da olsa soğuk da olsa ihtiyacımız da olsa hâlsizde düşsek gözümüz de kararsa Rabbimiz; "Yeme!" dedi.
"Başında çeşit çeşit yemekler var yesene…"
Yiyemez. Allah'tan korkan insan yiyemez çünkü Rabbimiz "Yeme!" dediği zaman yenmez.
"Hadi bakalım, cihat edin!" dediği zaman ortada ne mal kalıyor ne can kalıyor. O zaman da gitmemek olmaz.
el-Firâru yevme'z-zahfi.
Savaştan kaçmak, savaş esnasında düşmandan kaçmak veyahut cihada çağırıldığı zaman cihattan i'raz etmek, yüz döndürmek, geri kalmak da en büyük günahlardan biridir.
"Yâ Rabbi! Tam evimi yaptırmıştım, işimi yoluna koymuştum, maddî durumum da düzelmişti, keyfim de yerine gelmişti. Tam şu dünyadan kâm alacak bir durumdaydım. Sen cihadı emrettin, karşıma düşman çıktı…"
Gideceksin!
Can sevmek ile müyesser olmaz cânân
Ya bundan ümît ya tamaından kes
"Canı sevmekle sevilene ulaşılmaz, sevilenin rızasına ermek için ya candan geçeceksin ya da sevilenin rızasına ulaşmaktan ümidini kes!"
Olmaz, tembellikle, yatmakla olmaz. Para ister, fedakârlık ister; onu yapacaksın. Can ister, canı vereceksin. Çünkü can da senin değil ki! Sen canın emanetçisisin, canın emanetçisi olduğun için onu korumakla vazifelisin. Kendi kendine onu tahrip ettiğin zaman -Allah korusun- en büyük günaha girip cehenneme gidersin!
İntihar eden cehenneme gider.
Neden?
Allah'ın verdiği can emanetine hıyanet ettin, canını korumadın. Can senin değil!
Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil
Allah, sahibi, emanetin sahibi; "Ver bakalım." dediği zaman vermemek olur mu?
O zaman verecek, imtihandır. Allahu Teâlâ hazretleri biz âciz, nâçiz, bîçare ve zayıf ümmetleri [imtihan eder].
Bizden büyükler, dedelerimiz, ecdadımız, büyüklerimiz, selef-i sâlihînimiz çok kuvvetli insanlardı. O mübareklerden bir tanesi rahle üzerinde sabırdan bahis açmış, vaaz ediyormuş da gelmiş ayağını akrep sokmuş. Sabırdan konuşurken ayağını gelmiş akrep sokmuş, gık dememiş. Dişini sıkmış, gözünden yaş damlamış ama gık dememiş.
"Aman, ayağınızı akrep soktu! Ses çıkartmadınız…" diyorlar. Diyor ki;
"Sabırdan bahsederken akrepten şikâyet etmekten Allah'tan utandım!" diyor. Onlar öyle insanlar.
Biz?!..
Biz onların arkasından gelmiş böyle insanlarız. Allahu Teâlâ hazretleri bizi onlara hayru'l-halef eylesin, o selef-i sâlihîne halef-i sâlih eylesin.
O hâlde biz de Allah celle celâlühü ve amme nevâlühû ve lâ ilâhe gayruhû hazretlerinin yolunda fedakârlık yapmayı öğreneceğiz.
Mademki Allahu Teâlâ hazretleri bayram gününde lütfunu, ihsanını, rahmetinin kapılarını açmış, deryâ-yı keremi cûşa gelmiş, müslümanları bağışlıyor, dünya ve âhiretin hayırlarını müslümanlara ihsan ediyor; o hâlde biz müslümanlar da;
Tehallekû bi-ahlâkillâh. "Allah'ın o güzel ahlâkı ile ahlâklanması lazım."
Müslümanların da Allahu Teâlâ hazretlerinin işaret ettiği tarzda olması lazım. Kesesini açacak, Allah yolunda fedakârlık yapacak. Bedenen koşturacak, malî bakımdan yardım yapacak. Müslümanları aziz edecek.
İslâm zaten aziz, müslümanlar zelil! Çalışmamışlar, müesseselerini kurmamışlar, asra intibak edememişler. Mehmet Akif'in şiirlerini alın, geçtiğimiz asrın İslâm mütefekkirlerinin konuşmalarını alın: hepsinin aklı fikri asrın ilmine müslümanların intibak etmesi! "Yahu âhiret de lazım ama şu dünyanın şu tekniğini de teknolojisini de öğrenin!" filan diye boyuna bunu söylemişler.
Bir asırdır, iki asırdır konuş konuş konuş; bu millete tesir etmemiş, hâlâ iptidai. Türkiye'yi demiyorum. İslâm sadece Türkiye'den ibaret değil ki! Birçok diyarlar var: Afrika var, Asya var, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya var… Her yerde müslümanlar zelil, her yerde mağdur, her yerde aldatılmış, ezilmiş, sömürülmüş, her yerde zulme uğratılmış! Tarih boyunca yaşadıkları ülkelerde nereye gitsen, çoğunluk oldukları ülkelerde bile- baskı altında! Azınlık olduğu ülkelerde zaten tozunu çıkartıyorlar. Halıya vurup da tozunu çıkartır gibi canını çıkartıyorlar.
Müslümanlar için bir rahat, bir tek rahat yol var: İslâm'dan vazgeçti mi, İslâm'dan ayrıldı mı rahat! Müslüman İslâm'dan vazgeçti mi rahat!
Şimdi her şey rahat! Bu zamane Müslümanlığı kolay ama Müslümanlar öyle bir hâlde ki!.. Yahu biz senden canını istemiyoruz, malının kökünü de istemiyoruz, gıdanın kesilmesini de istemiyoruz; şu fazlasından versene!
"Sen o fazlayı nereden gördün, ben onu götürüp bankaya saklayacaktım, geldin benim fazla malıma göz dikiyorsun. Paranın fazlasını nerden gördün?.."
Ne yapacaksın?
Karnın tok, evin var, imkânın yerinde; niye bunu Allah yolunda vermiyorsun?
Demek ki madem bayramda Allahu Teâlâ hazretlerinin ikramı, ihsanı cûşa geliyormuş, üstümüze saçılıyormuş, zengin fakir herkes istifade ediyormuş. Hepimiz de istiyoruz ki bize de isabet etsin!
"Ben zenginim." deyip de geri durmak isteyen var mı?
Herkes Allah'ın rahmetinden, fazlından, kereminden bol bol almak istiyor. O hâlde sen de cömert ol. Hem de gelip geçici yaz yağmuru gibi değil! Bu tarafa yağar öbür tarafa yağmaz. Şaldır şaldır biraz yağar. Ondan sonra bir geçer, yine yağmur yağdığı yağmadığı anlaşılmaz.
Devamlı ol, aşağıdaki toprağı besle, bitkiler büyüsün, ortalık yeşillensin, hayrını daimi yap! Ramazan'da müslüman ol, Ramazan'dan sonra müslümanları yakalayabilirsen aşk olsun! Hadi bakalım.
"Camiler sabaha kadar dolar taşardı, [cemaat] nerede?"
Koca camileri diyorum "Hocam, okullar tatil olunca hepsi yazlığa gidecekler. Okullar da tatil oldu, yoruldular. Yazlığa gidecekler. Orada denize girecekler. Deniz şifalıymış hocam doktorlar öyle söylüyor. Güneşin ultraviyole ışınları varmış, vücuda çok faydalıymış…"
Kömür gibi bir o tarafa bir o tarafa, ızgarada kebap yapar gibi vücutlar dönecek; vücut sıhhat kazanacak. Millet onu hiç kaçırmıyor! Müslüman camide zor Müslüman.
Camide safı biraz aralık görünce “ben de şuraya sığayım. Kalabalık safı Allah sever, Peygamber Efendimiz tavsiye etmiş.” dediğin zaman bir sağdaki bir soldaki hışımla bakıyor ki eriyorsun.
Tamam, neme lazım en arka safta kılayım yeter ki bu kardeşim bana darılmasın diyorsun. E muhabbete ne oldu?
Müslüman camide bile müslüman değil! Zar zor müslüman! Anadan-babadan, dededen görme âdetleri zar zor yaparsa yapıyor. Tespihi çekiyoruz, duaları yapıyoruz vs.
Muhabbet yok! Caminin o cemaati ona dargın, bu cemaati buna dargın, müezzin imama dargın, iki tane üç tane imam varsa o imam o imama küskün, vaiz geldiği zaman selamlaşmaz… Müslümanlar caminin içinde böyle, dışarıda Müslümanlık yok!
Hâlbuki bir müslüman camide de müslümandır. Caminin kapısından çıktığı zaman İslâm'dan soyunulmaz ki! Bu, camideki imam cübbesi değil ki! Çıkart çengele as, insanın dışarıda imam olduğu belli olmaz. Başa takılan sarık ve kavuk değil ki dolaba koyduğun zaman kapıdan çıkarken cemaatten bir fert gibi anlaşılmasın!
Müslümanlık insanın kalbinde olacak, kalbinde olmazsa kıymeti yok, dilinde olsa kıymeti yok! Kalbinde olacak, insanın kalbine kökleşmiş, temellenmiş, yerleşmiş olacak. Kapıdan çıktığı zaman da Müslüman, ticarethanesine gittiği zaman da Müslüman, sokakta yürürken de Müslüman, otobüse bindiği zaman da Müslüman, ailesinin yanına vardığı zaman da Müslüman! Her işinde bir İslâm'ca olmak var bir de küfürce olmak var!
İki ihtimal:
Bir imanın mantığı var bir küfrün mantığı var. Bir menfaat kaygısı var bir iman endişesi var. Bir Allah'ın rızasını kazanma çalışması var bir de dünyanın sonu, ardı arkası gelmez kesilmez endişeleri, hesapları, kaygıları vs. var.
Allah bizim imanımızı hakiki iman eylesin.
Muhterem kardeşlerim!
Tirmizî'nin "hasen" hadîs-i şerîfi. Hadis alimleri incelemişler; "Bu hadîs-i şerîf sağlamdır." demişler. Başka hadîs-i şerîfler de var.
"Kim sabah namazından sonra oturur da Allahu Teâlâ hazretlerinin zikriyle, fikriyle meşgul olursa…"
Neden?
Vaktinin bir kısmını Rabbine tahsis etmeyi öğreniyor, Rabbiyle tanışmayı öğreniyor. Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor ki;
Ve nahnü akrabu ileyhi min habli'l-verîd. "Biz kullarımıza onların şah damarından bile daha yakınız."
İnsan bunun mânasını doğru düzgün düşündüğü zaman divane olur, ayağa dolaşır, ne yapacağını şaşırır!
Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm.
"Ey kullar! Nerede olursanız olun, Allah sizin yanınızda!"
Nerede olursanız olun; sahilde, dağda, plajda, denizde, ovada, çarşıda, pazarda, dükkânda, insanların gördüğü yerde, görmediği yerde, her yerde… Allahu Teâlâ hazretleri hazır ve nâzır, görüyor.
Fe in lem tekün terâhü fe innehû yerâke. "Sen onu görmüyorsun o seni görüyor!"
Allahu Teâlâ hazretleri bize bu kadar yakın, sübhanallah! Biz de O'ndan fersah fersah uzak!
Ne bilmecedir ki ne acayip iştir ki Rabbimiz bize şah damarımızdan daha yakın, biz de ona Kaf dağından daha uzağız! Akıl almaz bir bilmece! O bize yakın, biz ondan uzağız.
Neden?
Tanımıyoruz ki! Tanışmıyoruz, düşünmüyoruz, bakmıyoruz ki!.. Dünya bizi aldatmış, tutturmuşuz bir yol, binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete! Hepimizin işi bu! Sabah bir telaş.
Nereye, ne tarafa, hayrola?
"Memuriyete gidiyorum, mesai var, imza var. Geç kaldım mı maaş gider. Hocam, biz senin gibi aylak adam değiliz, maaş gider…"
"Peki, hadi bakalım. Sen nereye gidiyorsun?"
"Benim dükkânım var."
"Biraz ibadet etsen…"
"Hocam, bütün dükkâncılar açıyorlar. Ben geç açarsam müşterilerin hepsini onlar kaparlar, çoluk çocuk var evde para kazanacağız…"
O oraya gidiyor, herkes bir tarafa gidiyor.
Bir insanı, bir camiye biraz kapatsan baş başa yapayalnız kaldı mı ne yapacağını şaşırıyor! Sohbete alışmamış ki! Konuşmasını bilmiyor ki!
Senin ülfetten, sohbetten hiç nasibin yok mu, hiç ülfet, muhabbet bilmez misin, sohbet bilmez misin, muarefe bilmez misin?..
İşte insan onu öğrenmeli. Çünkü O bize yakın. Çünkü biz çalışırsak O'na yaklaşırız.
"Bir insan sabah namazından sonra oturursa Allah'ı zikrederse…"
Zikretmek ne demek?
Zikrin derece derece kademe kademe mertebeleri vardır. Kelime mânası "anmak, hatırlamak" demektir.
Rabbini zikrederse ne demek?
"Rabbini anarsa, yâdında tutarsa, hatırlarsa" demek.
Rabbini anmak, Rabbi hatırında olmak, Rabbinin kendisini gördüğünün idrakinde olmak, Rabbinin kendisine şah damarından daha yakın olduğunu bilmek, Rabbinin söylediği sözü duyduğunu, yaptığı işin hesabını ona vereceğini bilmek, bir gün kendisinin onun huzurunda bu dünyada işlediği her şeyden sorgu ve suale çekileceğini düşünmek… Mahkeme-i kübrâda; "Ey kulum! Sen bunu niye böyle yaptın, ey kulum niye böyle yaptın…" diye her şeyden sorgu açılacağını ve hepsine terleye terleye alnından boncuk boncuk terler şakaklarından aşağı döküle döküle çare bulmak cevap vermek zorunda olduğunu düşünmek!..
Allahu Teâlâ hazretleri o şuurda olmamızı istiyor. Müslümanların o şuurda olması lazım, alışmamışlar. O da olmayınca, o iman insanın içinde iyice yerleşmiş olmayınca o insan iyi insan olmuyor, iyi müslüman olmuyor. Onun için düşündüm taşındım:
Müslümanların toplu hâlde bulundukları yerlerde hallerine bakıyorum. Sübhanallah Peygamber Efendimiz'in sallallahu aleyhi sellem'in muvacehe-i saadetinde, şebeke-i saadetinin, türbesinin parmaklarının önünde kavga ediyor!
Kendine gel, kimin huzurundasın!
Adam farkında değil ki! Resûlullah Efendimiz'in karşısında kavga ediyor. Bari incirin çekirdeğini doldursa kavga ettiği şey!.. Beytullah'da kavga ediyor. Tavafta kavga ediyor. Tavaf namaz, namazdan daha kıymetli! Tavafta kavga ediyor.
Şuur yok! Anladım ki şuur olması lazım.
Şuur nasıl gelir?
Muhterem kardeşlerim!
Şuur insana ilm-i tasavvuf ile gelir.
Kimler? Müslümanlar.
Kimler? Arapça okumuşlar.
Kimler? Mektep medrese görmüşler.
Kimler? Arap diyarlarına gitmişler görmüşler.
Kimler? Kuran-ı Kerim’in ayetlerinden, ibaresinden anlayanlar.
Nasıl bucak bucak kaçıyorlar. Olmaz! Bu kalbin ahvalini ıslah etmeden olmaz!
Hz. Âdem aleyhisselam'ın iki tane oğlu Allahu Teâlâ hazretlerine kurban takdim ettiler:
Fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel mine'l-âhar.
Allah birisinden kurbanını kabul etti, ötekisininki kabul olmadı.
Neden?
İkisi de kurban takdim etti.
İnnemâ yetekabbelullâhu mine'l-müttekîn.
"Allah celle celâlüh amelleri ancak müttakî kullardan kabul eder, başkasından kabul etmez."
Boşuna uğraşma.
"Boşuna uğraşma, diyorsun hocam. Ben ibadetten mi kesileyim?.."
O da olmaz. Nereye kaçarsan kaç, nereye def olursan ol; Allah'tan nereye kaçacaksın?
Fe firrû ilallâhi. "Allah'tan Allah'a kaçacaksın!"
Eûzü bi-afvike min sehatike eûzü minke ileyke.
"Yâ Rabbi! Senden sana sığınırım. Senin azabından, ikâbından senin rahmetine sığınırım."
Allah'tan yine Allah'a sığınacağız.
"Yâ Rabbi! Bilirim ki okumuşum ki kahrın, gazabın, celalin var. Kahredersin, kavimleri kahretmişsin, helâk etmişsin. Dilersen beni de helâk edersin. Senin rahmetine sığınırım yâ Rabbi!"
Başka bir çare yoktur, kaçmakta bir fayda yoktur.
Nereye kaçacaksın?
Eyne'l-meferr. "Firar ne tarafa, ne tarafa kaçacaksın?"
Mülk, her taraf Allah'ın mülkü, nereye kaçacaksın? Cahil, nereye kaçıyorsun, Allah'tan ne diye kaçıyorsun?..
Utanmıyor musun; Allah'ın nimetlerini yiyorsun, yine ondan kaçıyorsun! Nimetini yeme, mülkünden çık!
"Mümkün değil!"
O zaman kul ol. Terbiyeni, edebini takın, o zaman verdiği nimetlere şükret!
Senin varlığın senden mi?
"Ne bileyim hocam, ben küçücük bir bebekken hiçbir şeyden haberim yokken nasıl dünyaya geldiysem gelmişim. Sonra kendimi bu hâlde buldum…"
Varlık senden değil.
Nimet?
Nimetler de senden değil. Verirse sevine sevine alıyorsun, vermediği zaman kıvrım kıvrım kıvranıyorsun; çare yok! Kimisi nimetleri bulmuyor da de ölüyor. Sana da vermese sen de ölürsün.
Nimet de senden değil varlık da senden değil!
Akıl?
Akıl da senden değil ve pamuk ipliğiyle bağlı! Rabbimiz birazcık rahmetini, tecellisini kısıverse aklın birazcık bir gitse o koca vücudun dağ gibi vücudun, pazıların, adalelerin, kilon, gücün kuvvetin beş para etmez! Seni seven yakınların, akraban, anan baban, kardeşlerin, evlatların seni gözyaşları içinde dört taraftan sararlar, ellerinden ayaklarından tutarlar, zincirlere vururlar.
Neden?
Aklı gitti. Ne yapacağı belli olmaz.
"Aman hocam, bu akıl sağlam dursun, kafanın etrafına sımsıkı bağlayalım…"
Etrafına sarık sarmakla akıl orada durmaz. Allah'ın bir lütfu, bir tecellisi; bir anda gitti mi vücut varlık, bilgi…
"Hocam, üç tane fakülte bitirmişti, ne âlim adamdı ama eskidendi. Allah bir cünun verdi, mecnun olarak dolaşıyor…"
Bir işe yaramaz!
Akıl senin değil, nimet senin değil, varlık senin değil, istikbal senin değil!
"Yarın ne yapacaksın?"
Ne bileyim, yarının sahibi Allah! Yarının sahibi de Allah bugünün sahibi de Allah, dünün sahibi de Allah! Lafı ne geveleyip duruyorsun:
Her şeyin sahibi Allah! Sen Allah'ın âciz naçiz bir kulusun. Karınca gibisin. Karıncadan biraz büyüksün ama dünyaya nispet edildiğin zaman yine küçüksün. Mikroptan biraz büyüksün ama arada bir fark yok. Sen de Allah'ın bir yaratığısın o da Allah'ın bir yaratığı. Bazen sivrisinek karşısında âciz kalıyorsun. Bazen bir küçücük mikrop karşısında âciz kalıyorsun.
Vücuda mikrop girmiş.
Nereden girdi kim bilir; ağızdan mı, burnundan mı… Koca dağ gibi adam devriliyor.
Mademki senin değil, o hâlde mülkün sahibine teslim ol! Edebi takın, edepsizliği bırak. Allahu Teâlâ hazretlerine kulluk etmeyi Ramazan'da öğrenmedin mi? Hiç kimse kimseye bakmıyor, görmedin mi? Camiler de kalabalık görmedin mi, nasıl namaz kılınıyor, görmedin mi nasıl Allah'a ibadet ediliyor, bazı şuurlu kullar Kur'an okurken nasıl ağlıyorlar, gözyaşı döküyorlar; görmedin mi? Nasıl yana yakıla Allah'a has halis ibadet eden insanlar var?..
İşte onu devam ettireceksin. Alıştığını bırakma, tuttuğunu kaçırma.
Çekmişsin, karşına bir balık gelmiş. Oltayı tam kaldırırken aman ne kadar güzel balık filan derken tekrar elinden kaçtı.
Olmaz.
Mademki Allahu Teâlâ hazretleri takvâ ehlinden kabul ediyormuş, o hâlde hepimizin takvâyı öğrenmemiz lazım mı?
Lazım. Çünkü takvâ ehlinden kabul ediyor, şartı o!
Üniversiteye girişin şartı nedir?
Lise diploması almış olmak.
Kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların, verdiğimiz sadakaların, yaptığımız hayırların kabul olma şartı neymiş?
Takvâ, şartı takvâymış!
"Kabul edeceğim ama takvân var mı göster. Şahadetnameni çıkar, vesikanı ibraz et, takvân varsa şu namazını kabul edeceğim, şu orucunu kabul edeceğim, şu ibadetini kabul edeceğim. Seni lütfuma, ihsanıma erdireceğim."
Yâ eyyühellezîne âmenû kütibe aleykümü's-sıyâmu kemâ kütibe alellezîne min kabliküm. "Ey iman edenler, ey Allah'a inancı olanlar, ey böyle bocalamayıp da Allah'ın varlığını anlayıp da ona bağlanmış olan insanlar! Sizin üzerinize oruç farz kılındı, yazıldı. Vazife olarak, şerefli, şahane, nefis bir ibadet olarak sizin üstünüze boynunuza oruç yazıldı." Lealleküm tettekûn. "Ola ki oruç tutarsınız da [takvâyı öğrenirsiniz].
Bu bir ay içinde; bir değil, iki değil, üç, dört, beş değil; otuz gün çalışa çalışa mümarese yapa yapa ola ki takvâyı öğrenirsiniz.
Ey cemaat-i müslimîn!
Geçtiğimiz bir aylık Ramazan içinde takvâyı öğrendiniz mi?
İnnemâ yetekabbelüllâhu mine'l-müttekîn. "Allah sadece takvâ ehlinden kabul eder."
Takvâ ne demek?
Takvâ; "bir insanın sakınması, çekinmesi, titizlenmesi" demek.
Allah yaptığı işi düşüne taşına, sakına çekine yapan Allah'ın kahrından, azabından, mekrinden korkan [kulların ibadetini kabul eder].
Ve mekerû ve mekerallah.
Allah kulların münafıklığını edepsizliğini fâsıklığını ne yapar?
Bilir, görür. Onun edepsizliğinin durumuna göre ona muamele yapar. Zengin ve cebbar bir zalim o ceberutluğunu ve zalimliğini yaparken ilk başta ona sopanın ucunu göstermez. İlk başta sopa küt başına inse yola gelecek:
"Aman yâ Rabbi! Ben acizim, her şey senden!.."
Salıverir salıverir salıverir… O da sanır ki;
"Ben yeryüzünde her şeye kâdirim, her şeyi yaparım. Asarım, keserim…"
Sonra kafasına Allahu Teâlâ hazretlerinin hışmı bir iner, tuzla buz olur. Mühlet verir, fırsat verir, sonra müdafaaya mecal bırakmaz:
"Ben sana o kadar fırsat verdim!"
Muhterem kardeşlerim!
Firavunun kavminin hâlini Kur'ân-ı Kerîm'de okuyoruz. Rabbimiz'in rahmeti o kadar geniş ki hilmi, halimliği o kadar engin ki ben hayret ediyorum!
Musa aleyhisselam'ın kavmine azap pattadak mı gelmiş?
Hayır!
Ve lekad ehaznâ âle fir'avne bi's-sinîn.
Seneler senesi!
Bir kere ne olmuş?
Bir kere Allah Musa aleyhisselam'ı göndermiş:
"Harun aleyhisselam'la beraber git, Firavun'a git yaptığı işin doğru olmadığını anlat."
Gönderilen şahıs; "Ben tanrıyım, Mısır ahalisinin bana tapması lazım. Ben Mısır'ın ilahıyım!" diyor. Allahu Teâlâ hazretleri;
"Git ona nasihat et!" diyor.
Dilese kahreder. Bundan bize ders çıkıyor.
Muhterem kardeşlerim!
Biz Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini paldır küldür okumayalım, mânasına nüfuz edelim. Sen de evlâdına müşfik davran, sen de komşuna müşfik davran!
Firavun tanrılık davasında bulunuyor da Allahu Teâlâ hazretleri Musa ve Harun aleyhisselam'ı onlara gönderdiği zaman buyuruyor ki;
Fe kû lâ lehû kavlen leyyinan. "Buna yumuşak yumuşak söyleyin!"
Allah; "Bre zalim, bre hain, bre Allah'tan korkmaz, utanmaz, alçak, edepsiz! Sen âciz bir kulken nasıl tanrılık iddiasında bulunursun, ben senin hakkından gelirim!.." deyin, demiyor.
Fe kû lâ lehû kavlen leyyinan. "Yumuşak söz söylesin." Leallehû yetezekkeru ev yahşâ. "Ola ki belki gerçekleri hatırlar!"
Çünkü iman insanın fıtratında vardır, mayasında vardır. Akıl, mantık, hilkat ve yaradılış insanı doğru yola götürmeye, sevk etmeye göre ayarlıdır. Belki gerçekleri hatırlar ve Allah'tan korkar:
"Ya ben ne ettim! şu dünya menfaati için Allah'ı darıltmaya değer mi, edepsizlikler yapmaya değer mi?.." diye tevbe etse azap olmayacak.
Rabbimiz Vedûd'dur, Rahîm'dir, Erhamu'r-râhimîn'dir. Kullarının doğru yola gelmesi için peygamberler göndermiştir, kitaplar, ârifler göndermiştir, nasihatler göndermiştir, insana dosttan düşmandan, oradan, buradan;
Senurîhüm âyâtinâ fi'l-âfâki ve fî enfüsihim. "Zahirî, batınî nice deliller gelir."
Allah her şahsa ayrı delil gönderir!
Sen sanki rüyalar görmedin mi?
Sen kendin kendini düşün! Hocalardan duyduğun lafları, sözleri, vaazları, nasihatleri bırak!
Allah sana sırf senin öz zat-ı şerîfin için sanki delil göndermedi mi?
Binlerce delil gönderdi. Binlerce ibretli hadiseyle karşılaştın: "İman doğruymuş." dedin de ondan sonra yine unutuyorsun! Çünkü insan rahata geldi mi unutur, sıkıntıya geldi mi Allah'ı anar; tabiatı bu. Bu alçak tabiattır!
Allah bizi alçak tabiatlardan kurtarsın, temiz tabiatlı müslümanlar eylesin. Halis müslüman, safî müslüman eylesin. Edîb, zarif müslüman, salih müslüman eylesin. Sevdiği kul eylesin.
Kendisi ihsan ediyor biz isyan ediyoruz. Ayıp yahu, çok ayıp! İnsan utanır. "Bu kadar da edepsizlik olmaz ki!" diye insan Allahu Teâlâ hazretlerine severek kulluk etmeli.
Severek kulluk etmeli!
Allah böyle mükâfatlara, ecirlere, sevaplara cümlemizi nail eylesin. Bizi has müslüman, daimî müslüman eylesin. Ateşböceği gibi bir yanıp bir sönenlerden eylemesin. Daima fener gibi sirac gibi her tarafı aydınlatıcı, devamlı nurlu eylesin, devamlı müslüman eylesin. Sevdiği işleri, amelleri yapmaya cümlemizi daima muvaffak eylesin. Zikrinde şükründe ve hüsn-ü ibadetinde bize tevfîkini refîk eylesin. Bizim üzerimizde sevmediği ne gibi hâl, ne gibi huy, ne gibi iş, ne gibi sıfat varsa bizi onlardan şu mübarek cuma sabahı, bayram sabahında pak eylesin. Bizi has, halis, safî müslüman eylesin. İmanımızı kavi eylesin. Sağlam kavi imandan sonra tereddüde, şekke, şüpheye asla düşürmesin. İman-ı kâmil ile bir abd-i sâlih olarak yaşayıp salih ameller [işlemeyi nasip etsin].
Sonunda bir gün gelip de biz de bir bayrama erişemeyeceğiz, o da muhakkak!
Cümlemize son nefesimizde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in cemalini göre göre cennetteki makamlarımızı seyrede ede dilimizde Kur'ân-ı Azimüşşan ve kelime-i şahâdet ve; Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû diye diye iman-ı kâmil ile can emanetini Azrail aleyhisselam'a güzel bir hâl üzere teslim etmeyi nasip eylesin. Secdelerde, namazlarda, oruçlu hâllerde, ibadethanelerinde ruhumuzu teslim etmeyi nasip eylesin. Kabrimizi cennet bahçeleri eylesin. Günahlarından dolayı kabri cehennem çukuru olanlardan eylemesin.
Kabirden kalktığımızda bizi şu camide şu bayram günü caminin içinde dışında avlusunda topladığı gibi Peygamber Efendimiz'in Livâü'l-hamd'i altında peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle, salihlerle beraber haşr u cem eylesin.
İnsanların hesabı görüldüğü, sıkıntılara düştüğü, mahşer halkının diz çöküp korku ve titreştiği zamanda bizi korktuklarımızdan emin eyleyip Arş-ı Âlâ'nın gölgesinde gölgelenenlerden eylesin. Bi-gayri hisâb ve itâb ve ikâb cennetine duhul-u evvelîn ile dâhil olmayı nasip eylesin. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in Havz-ı Kevser'i başında da bizi haşr u cem eylesin.
Bazı kullar günahlarından dolayı Havz-ı Kevser'e doğru gelip dururken melekler tarafından yoldan çevrilecekler, Rabbimiz bizi onlardan eylemesin. Efendimiz'in sevgisine, teveccühüne, iltifatına nail eylesin. Sünnet-i seniyyesine ittiba eyleyip Ümmet-i Muhammed'e hizmet eyleyip şehit sevapları kazanmayı nasip eylesin. Allahu Teâlâ hazretlerinin cemâlini müşahede eden has, halis, bahtiyar kulların arasına Rabbimiz bizi de ıslah eyleyip lütfuyla keremiyle dâhil eylesin.
Bi-hürmeti esmâihi'l-hüsnâ ve bi-hürmeti habîbihi'l-müctebâ Muhammedini'l-Mustafâ ve bi-hürmeti iydi'l-fıtr ve bi-hürmeti yevmi'l-cumua ve bi-hürmeti sâatilletî tüstecâbu fî hedaavâtü fî yevmi'l-cumua ve bi-hürmeti esrâr-ı sûreti'l-Fâtiha.