Elhamdülillahi hakka hamdihi nahmidühû bi cemî'-ı mahâmidihi ve hü'l hamdüke kemâ yenbeğî li celâli ve'chihî ve li azîmi su'ltanih.
Hamden kesîran tayyiben mübareken fîh. Alâ külli hâlin ve fî küllî hîn.
Hamden kesîran tayyiben lâ âhira likâilihî illâ rıda'llah.
Ve'ssalâtü ve'sselamu alâ seyyidinâ ve senedinâ resûlillâhi ve habîbillâhi ve rahmetillâhi ale'l âlemîne Muhammedini'l Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihi ve men tebiahû bi ihsânin ecmeîne't-tayyibine't-tâhirîn
Emmâ be'd
Çok aziz, çok kıymetli, çok sevgili kardeşlerim;
Şimdi, bir padişahın yazmış olduğu şiiri okuyorum. Diyorlar ki;
"Bu şiiri Fatih Sultan Mehmed yazmış."
Hayır, bu şiiri Fatih Sultan Mehmed yazmadı. Bu şiiri Sultan IV. Mehmed yazdı. Onun da adı Mehmed, "Fatih Sultan Mehmed yazdı." diyorlar. IV. Mehmed yazdı. O da sultan. O da genç, civan, delikanlı bir [padişah.] 21 yaşında bir padişah, düşünebiliyor musunuz; ordunun başına geçmiş, civan, bıyıkları yeni terlemiş, taptaze bir insan. 21-22 yaş nedir yani, muazzam bir şey! Genç insan... Genç insan ama etrafındaki vezirleri, hepsi gün görmüş, tecrübeli insanlar.
Şimdi dünyanın büyük şirketleri genç yöneticiler, müdürler tayin ediyorlarmış. En başına gençleri tayin ediyorlarmış. Çünkü genç atılım yapabiliyor, kafasını çalıştırıyor, yeni bir şey buluyor ve uyguluyor. İhtiyar; kendisini ayarlıyor, en az zahmetle, en az masrafla gününü gün etmeye, maaşını almaya bakıyor. Genç öyle değil. Genç "bir şeyi başaracağım" diye hırslı. Onun için onu getiriyorlar. Dünyadaki en büyük müdürler 35 yaşında, 37 yaşında filan oluyormuş.
Fatih kaç yaşında?
21-22 yaşında. Cıvıl cıvıl, genç, delikanlı...
Fatih'ten gelmiyor; fethin azmi Fatih'ten daha başka bir kimsede.
Fetih muhasarası 52 gün mü sürdü?
50 küsur gün, iki aya yakın. Bekle Allahım bekle... Biz burada iki haftadır bekliyoruz, bıktık. Ekmek elden su gölden, kebapları yiyoruz, dolmaları atıştırıyoruz; bıktık. İki aya yakın muhasara... Tecrübeli vezirler diyorlardı ki;
"Padişahım bu çok uzadı, bırakalım, kaldıralım bu muhasarayı, fethedemiyoruz. Şimdi Avrupa'da ordu hazırlanıyor, bunlar gelecek, başımız derde girecek, kaldıralım bunu." diyorlardı.
Fatih Sultan Mehmed; "Öyle mi yapsak, böyle mi yapsak?.." diye düşünüyordu.
Kim diretiyordu?
Akşemseddin kaddesallâhu sırrahu'l-azîz;
"Hayır padişahım! Muhasarayı kaldırma. Devam, fetih müyesser olacak inşaallah!" diyordu. Biliyor çünkü, Allah ilham etmiş, bildirmiş. "Fetih olacak, devam!" diyordu.
"Ya hocam, işte olmuyor, bak orduda mızırtılar başladı..."
"Hayır, devam!" diyordu.
Zorlayan Akşemseddin hazretleridir.
Akşemseddin'i ziyarete gitti, secdede buldu. Hüngür hüngür ağlayarak, namazda, secdede, duada... Fetih dualarla kazanıldı. Fetihden önce çıkmış komutanlar, demişler ki;
"İçinizde haram lokma yemiş olanlar, hırsızlık yapmış, haram yemiş, içki içmiş vesaire varsa onlar ayrılsın; çünkü cihadın bereketini kaçırıyorlar. Müsaade ediyoruz, gitsinler. Şu bizim cihadımız müttakî insanlarla olsun, Allah'ın yardımı gelsin. Allah'ın günahkâr kullarına yardım gelmez, isteyen gitsin."
Kimse gitmedi. Demek ki hepsi namazlı, niyazlı, tesbihli, mübarek, evliyâ insanlar... Evliyâ, Allah'ın sevgili kulu... Başında Akşemseddin.
"Hayır padişahım. Sabret padişahım. Devam et padişahım. Bu iş olacak padişahım..."
İki ay, sabır kolay değil. Bıkar, olmayacak gibi gelir, "olmuyor" der. Çünkü İstanbul Fatih tarafından muhasara edilinceye kadar çok muhasara edildi de savaşçılar, muhasara edenler eli boş, fethedemeden döndüler. Olmuyor. İçeride su var, yiyecek var, silah var, Rum ateşi dedikleri iyi bir silah var. Bizimkiler bunu bilmiyordu, neden yapıyorlar, nereden buluyorlar malzemesini, bilmiyordu. Yapışkan bir ateş. Atıyorlar, attığı yerde yapışıyor, suyla sönmüyor. Merdivenlerden tırmanmak isteyenlerin üstüne kazanlarla döküyorlardı, askerler cayır cayır yanıyordu, şehit oluyorlardı. Saldırıyorlardı saldırıyorlardı, olmuyordu. Bugün de olmadı, yarın da olmadı...
"Hocam, ya bu iş olmuyor, olmayacak galiba..." diyordu.
"Hayır, devam!"
"Devam" diyen Akşemseddin hazretleri... "Devam, sabret padişahım, devam et..."
Sabrın sonu muzafferiyettir, selâmettir. Sabredeceğiz, çalışacağız, yılmayacağız, bıkmayacağız, gevşemeyeceğiz.
Allah bize niye bir ay oruç tutturuyor?
Bir ay az bir vakit değil. "Sabrı iyice öğrenelim." diye.
Hiç sabrımız yok. Her yıl bir ay sabır idmanı yaparız; sabrımız yok. Karımızı döveriz, çocuğumuzu döveriz, arkadaşımıza bağırırız, çağırırız, kavga çıkartırız. Hani nerede sabır? Senin hiç sabrın yok mu?
Yok. Bitti, kalmadı. Hemen kızarız. Efelik var, kabadayılık var...
Ondan sonra, en son hücum, dualar, namazlar, niyazlar, kurbanlar... öyle fethedildi.
Bak ne diyor bu Muhammed isimli sultan... Ama dördüncü, Fatih değil. Fatih sanılıyor. Ama hepsinde aynı ruh var. Yıldırım da İstanbul'u fethetmek istedi, Fatih'e nasip oldu, torununun oğluna nasip oldu. II. Murad da istedi. Hepsinin arzusu o. Edirne'yi fethettiler. İstanbul'un iki tarafını aldılar, surların içi kaldı. Surların içine giremiyorlar.
Bakın ne diyor:
İmtisâl-i câhidû fillah olupdur niyyetüm
Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretüm
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullah ile
Ehl-i küfrü ser-te-ser kahreylemektir niyyetüm
Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim
Lütfu Hakk'tandır heman ümmîd-i feth u nusretim
Mâl u can ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamdü lillâh var gazâya sad-hezâran rağbetüm
Ey Muhammed, mu'cizât-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım gâlib ola a'dâ-yı dîne devletüm
Açıklayacağım. Camide şiir açıklayacağım bugün, çünkü fetih günü.
İmtisal-i câhidû fillah olupdur niyyetüm.
İmtisal, bir emri tutmaya derler. Bir emri kulağına alıp, "Tamam, bunu yapacağım." demeye imtisal etmek derler. Allah'ın emirlerine imtisal etmek lazım. Yani duyup yapmak lazım.
Câhidû fillah. Arapça bir söz bu, ne demek?
"Allah rızası için, Allah yolunda cihat etmek."
Kur'an'da var bu. Âyet:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yâ eyyühe'llezîne âmenû kâtilu'llezîne yelûneküm mine'l-küffâri ve'l-yecîdu fîküm ğılzaten.
Tevbe sûresinde...
Yâ eyyühe'llezîne âmenû câhidi'l-küffâra ve'l-münâfıkîne va'ğluz aleyhim ve me'vâhüm cehennem.
Müteaddit âyetlerde var.
Câhidu fillah ne demek?
"Allah yolunda fîsebîlillah cihat edin." demek.
İmtisâl-i câhidû fillah olupdur niyyetüm ne demek?
"Allah'ın bu cihat emrini tutmaya niyet ettim." demek.
İmtisâl-i câhidû fillah olupdur niyyetüm...
Olupdur ne demek?
"Öyle oldu" demek, yani "niyetim odur" demek.
"Allah'ın 'cihat edin' emrine uymaya niyetlendim. Niyetim Allah'ın o cihat emrine uymak, o cihadı yapmak."
Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretüm.
"Benim gayretim, çalışmam İslâm'ın emri, İslâm dininin gayreti. Müslüman olduğumdan yapıyorum bunu."
Fatih Sultan Mehmed her yeri fethetti ya... Bir adam! Mübarek, rahmetullâhi aleyh, cennetmekân, Peygamber Efendimiz'in methine mazhar olmuş sultan. Mora'yı fethetti. Yunanistan'ı Fatih aldı. Balkanlar'ı fethetti. Arnavutluk'u fethetti. Kosova, Sancak, Sırbistan, oraları fethetti. Balkanlar'da ilerledi. Bulgaristan, Tuna, oralara kadar gitti.
Yıldırım zamanında zaten Niğbolu'ya kadar gitmişlerdi. Niğbolu kalesinin komutanı Doğan bey, haçlı ordusu gelip Niğbolu çevresini kuşattığı zaman geceleyin bir ses duyuyor; "Bre Doğan!" Birisi bağırıyor. Adıyla kale komutanına bağırıyor. "Ya ben bu sesi tanıyorum, kim bu, kim bu? Padişahın sesi bu..." Hemen kalenin altına gitti; beyaz atın üstünde, Yıldırım Bayezid yerinde duramıyor. "Bre Doğan! Korkmayasın, sabredesin, sakın ha müdafaanda gevşemeyesin, geleceğim!" Gitmiş, dayanamamış, bizzat kendisi söylemek için, kuvvet vermek için 'dıgıdık dıgıdık' Niğbolu kalesinin dibine kadar gitmiş. Yıldırım. Bir insan "yıldırım" adını niye alır? Uyuşuk insana "yıldırım" derler mi? Yerinden kırpırdamayan hımbıl insana "yıldırım" derler mi?
Yıldırım gibi, duramıyor ki, fıkır fıkır... Atına atlamış, muhasara edilen kalenin yanına kadar gidiyor; kale kapalı. Bar bar bağırıyor;
"Bre Doğan!.."
"Buyur sultanım, hayrola?"
"Korkmayasın, geliyorum, ordu topladım."
Niğbolu zaferi... Bir gitti oraya, perişan etti, düşmanları yendiler. Toplu toplu, birleşip birleşip gelen düşmanları hep yendiler. Allah için... Kosova'da yendiler, Niğbolu'da yendiler... Mohaç'a kadar gitti bu iş...
Onların marşları bile bir başka türlü. Estergon kalesi şarkısı nedir, insan dinlerken tüyleri diken diken olur. Mehter marşı... Mehter bir yürüdüğü zaman insanın yüreği 'güp güp' atar, 'hop hop' hoplar, tüyleri diken diken olur.
Niye bir mehter takımı kurmadınız burada? Niye kurmuyorsunuz?
Hemen yarın kurun. Bu iş kolay. Bir şalvar, bir kuşak, bir yakasız gömlek, bir ceket, bir de bıyıkları uzatırsınız, bir de burdu mu... Çocuklar bıyığı yoksa kömürden yapsınlar, pamuktan boyasınlar, taksınlar... Ondan sonra bir de başlarına [kavuk...]
Nasıl yapmış Recep Hoca, Wollongong'da?
Çocukları Mevlevî yapmış, hepsine külahlarını giydirmiş. Nasıl selam verdiler koca Mevlevî külahlarıyla?
Bunları yapacaksınız.
Neden?
Çocuk Mevlevî'yi bilecek. Çocuk yeniçeriyi bilecek. Çocuk mehteri bilecek. Çocuk sevecek.
Bunlar yapıyorlar. Ben Goulburn kasabasında bunların bir bayramlarına tesadüf ettim, katıldık gördük.
Çok önemlidir. Mübarek günleri, zaferleri, güzel olayları anmak çok önemlidir. Ben onun için buradayım. Onun için bu akşam bu konuşmaları yapıyorum. Çok önemli. Unutulmaması lazım. Hem de bunun için bizim özenmemiz lazım, özel kıyafetler giyinmemiz lazım. Gülmememiz lazım. Çocukları toplamamız lazım. Çocuklar; "Yahu senenin bir günü Esad Hoca geldi, camide bir merasim oldu; o neydi ya... Ne güzeldi!" demesi lazım. Hatıra olarak kalması lazım.
İmtisâl-i câhidû fillah olupdur niyyetüm
Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretüm
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullah ile
Ehl-i küfrü ser-te-ser kahreylemektir niyyetüm
Heybete bak! Sözündeki kuvvete bak! Şiirdeki hislerin doluluğuna bak! Şiir böyle olur işte! Duyarak yazmış çünkü... Duyarak yazılmış şiir güzel olur.
"Ben bir şiir yazayım..." Al eline kalemi, ucunu ağzına sok, çiğne, şiir yaz. Öyle şey olur mu?
Adam hissedecek, heyecanlanacak. O zaman şiir yazacak, bak böyle olur.
Ne diyor?
Fazl-ı Hakk u himmet-i cündi ricâlullah ile.
İki şey ile: Bir; fazl-ı Hakk. Küçük harf yazmış. Bunu yazan adam işin farkında değil. Fazl-ı Hakk, Cenâb-ı Hakk o. Büyük harfle yazılacak. Cenâb-ı Hakk'ın fazl u keremiyle, bir. Her şey Allah'ın fazlıyla oluyor. Peygamber ordusu bile Allah fazl u kerem ederse başarı kazanıyor, biraz kendi sayısına güvendi mi hezimete uğruyor. İşin şakası yok! Fazl u Hakk, bir. Ne kadar güzel söylüyor; ne sağlam düşünce, ne sağlam iman...
Fazl-ı Hakk u...
'U' ne demek eski dilde?
"Ve" demek.
Gül ü bülbül, "gül ve bülbül" demek. Leyla ü Mecnun, "Leyla ve Mecnun" demek. Bazen 'vü' olur, bazen 'u' olur, bazen 'ü' olur, yerine göre, ses uyumuna göre. Ama "ve" demek.
Fazl-ı Hakku... Beraber yazmış. Beraber yazılmaz ki, 'u'yu ayrı yazacaksın. "Ve" demek.
"'Ve' yazayım?"
'Ve' yazamazsın, vezin bozulur. Şiir bu. Bunun bir ölçüsü var, ölçü bozulur.
45 numara ayakkabı giyiyor musun ayağına?
Lappada lappada dışarıda yürümek güzel olmadığından giymiyorsun, kendi numaranı giyiyorsun.
Burada da;
Fazl-ı Hakk u himmet-i cündi ricâlullah ile...
Bak, birisi fazl-ı Hakk ile. İkincisi de; ricâlullah ne demek?
"Allah'ın erleri, evliyâsı, erenler" demek.
"Erenlerin himmeti ile, Allah'ın fazl u keremi ile." İki şeyle diyor.
İnsanın ordusunda evliyâ olursa o ordu zafer kazanmaz mı ya? Erenlerin olduğu ordu, evliyânın olduğu, Allah Allah diye giden ordu, Allah'a inanmış bir ordunun önünde kim durabilir ya?
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım
Mehmet Akif hissederek söylüyor. Yapar ha! Kalkarsa bir görürsün, yapar!
Neden?
Mü'min de ondan. Tek başına saldırır. İnandı mı insan, Allah'tan mükâfatını bekledi mi, mü'min oldu mu tek başına bir orduyu dağıtır.
Allah o ruhu versin.
Ne diyor?
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullah ile.
"Allah'ın fazl u keremi ile, erenlerin himmeti ile ehli küfrü, kâfir olan insanları..."
Ser-te-ser kahreylemektir niyyetüm.
Ser-te-ser ne demek?
"Bir baştan bir başa" demek. Ser, "baş" demek. Ser-te-ser, "ser ta ser" demek.
"Bir baştan öteki başa bütün kâfirleri kahretmek niyetindeyim ha! Allah'ın lütfuyla, bir de evliyânın himmeti ile bu işe giriştim. Câhidû fillah emrine uymak için kalkmışım, İslâm'ın gayreti ile hareket ediyorum, ehl-i küfrü baştan aşağıya kahretmek niyetim."
Bir muvaffak olsalardı, yani bir başarsalardı... Neden başaramadılar, onu sonra konuşacağız. Şimdi daha Kanunî devrine doğru, Fatih devrindeyiz, daha Balkanlar'da ilerliyoruz, Viyana'ya doğru daha ilerleme devresindeyiz... Çünkü imana bak...
Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim.
Bak 'vü' burada da çıktı.
Enbiyâ; peygamberler. Evliyâ; erenler, Allah'ın sevgili kulları.
"Peygamberlere ve velîlere dayanağım var benim. Ben onlara dayanıyorum."
Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim.
İyi yere dayanmış. Peygamber Efendimiz'e dayanıyor, evliyâya dayanıyor, onların emrinde.
Lütfu Hakk'tandır heman ümmîd-i feth u nusretim.
"Ben fütühât, zafer ümit ediyorsam bu Allah'ın lütfundandır; yoksa maddî bir şeyden, kendime güvendiğimden, kibrimden, onurumdan, ordumun çokluğundan, silahımın mükemmelliğinden filan değil."
Bak, bugün okuyacağız, Kur'ân-ı Kerîm'de ikinci cüzün sonunda;
Kem min fietin kalîletin ğalebet fieten kesîreten bi-iznillah. "Allah'ın izniyle nice az topluluklar büyük düşmanları yener!"
Allah'ın izniyle... Evvelallah az bir insan, bir avuç insan o kadar kalabalıkları yener ha!
İman oldu mu, imanlı bir insan tek başına çok iş yapar. Tek başına, kimse olmadan... Ben zaten arkadaşlara öyle diyorum:
"Dünyada bir sen kalmışsın diye düşün. Başka kimse yok. Herkes öldü. Müslüman kalmadı, İslâm'a yardım edecek hiç kimse kalmadı; bir tek sen varsın. Hiç kimse yok ya etrafta, hepsi ölmüş ya, bir ben kalmışım. 'İslâm'a bir ben yardım edeceğim!' diyeceksin ve İslâm'a öyle yardım edeceksin."
"Ben daha gencim de... Hacı amca yapsın..."
Hacı amca;
"Ben yaşlandım da... Gençler yapsın..."
Falanca yerdekiler;
"Ben yapmayayım da filanca yerdekiler yapsın."
Herkes birbirinin üstüne atıyor, vazife yapılmıyor. Olur mu?
Vazifeye koşacak. "Bir ben kaldım, bu vazifeyi yapacağım." Tek başına yapacak.
Eğer o vazifeyi yaparken, bir de baktın ki o vazifeyi yapmak isteyen bir kişi daha var; tamam, onunla el ele tut, beraber yapın. Yükü kaldırmaya çalış. Zorlanıyorsun, kaldıramıyorsun. Birisi daha kaldırmak istiyor. Tamam, elbirliği ile kaldır. Bir kişi daha gelir, tamam, başarı kazanırsınız.
Ama tek başına kalsan, İslâm için çarpışacaksın.
"Olur mu hocam? Şimdi tek başına İslâm için çarpışırken karşı taraftakiler bizi yener."
Yensin.
Müslümanı kimse yenemez.
Neden yenemez?
Müslümanı öldürsen müslüman şehit olur, müslüman karşı tarafı öldürürse gâzi olur. Şehitlik gazilikten daha üstün. Allah müslümanı iki iyilikten birisine kavuşturuyor; ya şehitlik veriyor, hesapsız cennete sokuyor, ya da gâzi oluyor, zafer kazanıyor. Şehitlik daha üstün, anlayana, kıymetini bilene... Âhiretin ebedî saadetini kazanıyor.
Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim
Lütfu Hakk'tandır heman ümmîd-i feth u nusretim
"Fütühâtı, zaferi Cenâb-ı Hakk'tan bekliyorum. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın lütfundan. Enbiyâya dayandım, evliyâullaha dayandım, onlara bağlıyım, onların hizmetindeyim." diyor.
Biz de öyle olacağız. Biz de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e bağlanacağız.
Nasıl bağlanır insan, 1400 yıl önceki yaşanmış olan asr-ı saadetin hâlini nasıl [bilebilir?]
Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerini okursun, uygularsın.
"Peygamber Efendimiz'in nasıl yaşadığını öğrenmek istiyorum hocam, aynen onun gibi yaşamak istiyorum."
Alnından öpeyim seni, gel, tamam, ne kadar güzel... Zor mu yani Peygamber Efendimiz'in nasıl yaşadığını öğrenmek, imkansız bir şey mi?
Dünyada hiçbir kimsenin hayatı Peygamber Efendimiz'in hayatı kadar en ince teferruâtına kadar tespit edilmiş değil. Peygamber Efendimiz kadar hayatı hakkında zengin mâlumât olan dünyada ikinci bir büyük şahıs yok; ne gelmiş, ne gelecek... Sözleri, hareketleri, giyimi, kuşamı, her şeyi belli Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in. Sen yeter ki niyet et, Peygamber Efendimiz'in yolundan gitmeye, onun gibi yaşamaya sen bir niyet et.
Mâl u can ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamdü lillâh var gazâya sad-hezâran rağbetüm
Bunu levha yapıp duvarlarımıza asmamız lazım. Evimizin her odasında olması lazım. Ne diyor:
Mâl u can ile... "Malımla, canımla..." Malım var, param var, elimde cüzdanım var, dolarım var... Malımla canımla... Bir de Allah'ın verdiği canım var. Malımla, canımla... Nola kılsam cihanda ictihad. "Cihanda İslâm için malımla, canımla cehd etsem, savaşsam, cihat eylesem ne ola..."
Elbet, gayet tabiî, bu doğal bir şey.
Hamdü lillâh var gazâya sad-hezâran rağbetüm. "Allah'a hamd olsun, Allah yolunda gazâ etmeye, cihat etmeye, fîsebîlillah savaşmaya sad-hezâran rağbetim var."
Sad-hezâran ne demek?
Sad, Farsça "yüz" demek. Hezar da "bin" demek. Sad-hezar, "yüz bin" demek. Sonu 'an' geldi mi çoğul oluyor. Sad-hezâran, "yüz binlerce" demek.
"Elhamdülillah, Allah yolunda cihat etmeye içimde yüz binlerce rağbetim, isteğim var. Çoşuyorum, kaynıyorum, savaşmak istiyorum. Malımla canımla böyle ortaya çıkmışım..."
Ne olacak, gayet tabiî, doğal, elbette bu duygularla dolu olan bir insan savaşır.
Hamdü lillâh var gazâya sad-hezâran rağbetüm.
Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün. Şiir su gibi akıyor. Bunu yazacaksın.
Hamdü lillâh var gazâya sad-hezâran rağbetüm. "Allah'a hamd olsun, cihat etmeye içimde yüz binlerce rağbetim, arzum var. Gaza etmek istiyorum.
"Savaşmaya rağbetim var kardeşim. İçime düşmüş bu aşk, gazâ etmek istiyorum."
Osmanlı böyleydi. Bu topraklar öyle kazanılmaz da savunulmaz da...
Bu hava gittikten sonra savunulamadı zaten. Bu hava gitti, bu ruh gitti, bu iman gitti, bu İslâm'a bağlılık gitti, bu ihlâs gitti, bu dindarlık gitti; o zaman Osmanlı bitti.
Osmanlı niye bitti?
Dindarlık gitti de ondan bitti.
"Nereden biliyorsun hocam Osmanlı'da dindarlığın gittiğini?"
Divan edebiyatını bir açıver de gör bakalım, şairler neler yazmış... Bak bakalım, Lale devrinde neler yazmışlar... Bak bakalım, falanca şair neler döktürmüş, filancalar neler dizmiş, neler söylemiş...
"Sa'dâbâd'a gidelim..." Kaplumbağaların üstüne mumları dikiyorlarmış, kaplumbağalar mumlar [üstünde] geziyorlarmış, onlar da Sa'dâbâd'da zevk yapıyorlarmış. Kağıthane'nin karşısı... Haliç'in Kağıthane deresi bir ayrı âlem... Kağıthane'de çayırlar, çimenler, ağaçlar, keyifler, zevkler, helvalar, mısırlar, tatlılar, ekşiler, turşular...Oh, gel keyfim gel... Şemşiyeli, peçeli, sürmeli, rastıklı hanımlar; burma bıyıklı, cepkenli delikanlılar, bıyık kıvıran, yan bakan vesaire...
Ne oldu? İslâm'da bunlar var mı kardeşim? Kur'an'da, hadiste bunlar var mı?
Yok.
"Gidelim serv-i revânım, yürü Sa'dâbâd'e."
Serv-i revânım kim ya?
"Servi boylum, hadi Sa'dâbâd'a gidelim." diyor.
Sa'dâbâd, ayrı bir âlem. Haliç'in bu tarafında. Sa'dâbâd köşkü filan var.
O zaman Kağıthane İstanbul'un mesire yeri... Hadi, hoca bir de "mesire" dedi. Mesire ne demek?
İngilizcesi picnic.Mesire, "gezme yeri, seyrangâh yer" demek. Kimse bilmiyor. Ama pikniği herkes biliyor, çocuk bile biliyor.
"Nereye gideceksiniz?"
"Pikniğe gideceğiz. Hoca dede pikniğe gideceğiz." diyor.
Dilini tutacağım ama tutamıyorum, 'fırt' diye elimden kaçıyor. Babasının dilini tutmak lazım, kulağını çekmek lazım. Mesireyi öğretmemiş, pikniği öğretmiş.
Yürü ey serv-i revânım, gidelim Sa'dâbâd'e.
Ne olacak orada?
Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pâkize-edâ.
"Sen gel, bir de ben, bir de çalgıcı..."
Mutrib, "çalgıcı, gıygıycı" demek. Herhalde çingenelerden [çalgıcılar] vardı, orada sipariş üzerine; fesli, burma bıyıklı, delikanlı, şemsiyeli, peçeli, altı dallı güllü, işlemeli, dantel mendilli kadın, ikisi yan yana giderken işaret etti mi herhalde gıygıycı da oraya gidiyordu.
Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pâkize-edâ.
Yani mutrip de süklüm bir şey olmayacak, güzel giyimli, edası güzel bir kimse olacak.
İznin olursa eğer, bir de Nedîm-i şeydâ.
"Bir de bu Nedim gelsin." diyor. "Müsaade edersen bir de ben geleyim." diyor. Şair kendisini de katıyor.
Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pâkize-edâ
İznin olursa eğer, bir de Nedîm-i şeydâ
Şeydâ ne demek?
"Deli" demek.
Neden deli olmuş?
Zevkten, mecnun.
"Bir de Nedîm-i Şeyda gelsin."
Gayrı yârânı bugünlük eyleyip ey şûh feda
Gidelim serv-i revânım, yürü Sa'dâbâd'e
"Başka arkadaşları atlatalım bugün... Onları feda edelim, onlar gelmesin; Sa'dâbâd'a ey servi boylum, hadi gidelim..."
Sa'dâbâd şiirinin daha başka yerleri var, onları söylemek istemiyorum. Ama o yeter.
Ey Muhammed, mu'cizât-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım gâlib ola a'dâ-yı dîne devletüm
Şair, sultan kendisine hitap ediyor. "Ey Muhammed" diyor, kendisi sultan Muhammed ya... "Ey Muhammed, Ahmed-i Muhtar olan, Muhammed-i Mustafâ olan Peygamberimiz'in mucizeleri ile umarım ki din düşmanlarına, benim başında bulunduğum devletim umarım ki galip gelir." diyor.
Böyle düşündükleri zaman, Allah rızası için düşündükleri zaman zafer kazandılar.
Bu vesileyle biraz Şemseddîn-i Sivâsî Efendimiz hazretlerini anlatmak istiyorum.
Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri kaddesallâhu sırrahû Halvetî tarikatimizden, Sivasta, Zile'de, Tokat'ta bulunmuş bir kimse. Türbesi Sivas'ta. Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri âhir ömründe bir rüya görüyor. Hayırdır inşaallah, kendisine cihat, savaş emrediliyor. Cihada gidecek. Uyanıyor, ihvânına diyor ki;
"Ben bu gece rüya gördüm, cihat etmek gerekiyor."
İhvan diyorlar ki;
"Efendimiz, zât-ı âlîniz yaşlandınız, kaç yaşına geldiniz, yaşlı insansınız. Siz zaten nefisle cihat ediyorsunuz, şeytanla cihat ediyorsunuz. Nefisle cihat etmek en büyük cihattır. Zaten bu vazifeyi her an yapıyorsunuz, her an mücahitsiniz. Onun için oturun oturduğunuz yerde."
"Yok, benim bu rüyadan anladığım askere gitmemiz lazım, savaşmamız lazım."
"Peki efendim. Zât-ı âlîniz bilirsiniz. Ne yapacağız?"
Silahlar hazırlanacak. Başlıyorlar, demircilere ısmarlıyorlar; kılıçlar, kalkanlar, zırhlar, mızraklar... Hazırlıklar yapılıyor, yapılıyor... O sırada İstanbul'dan Sivas'a bir haberci geliyor, 'dıgıdık dıgıdık' posta katırı geliyor. Diyor ki; "Padişahımdan ferman vardır, zât-ı âlînize selamlar ediyor. Kendisi gazaya çıkacak, Endülüs küffârı üzerine, Avusturya küffârı üzerine cihat edecek. Bereket olsun diye sizin de savaşa katılmanızı istiyor efendim. Sultanımızın ricası budur." El pençe divan duruyor.
Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri tebessüm ediyor, diyor ki;
"Biz zaten hazırız, hazırlandık. Silahlarımız, kalkanlarımız, harp cihazlarımız hazır."
"Nasıl hazırlandınız, kimden duydunuz?"
"Ben rüyada gördüm, hazırlandık. Biz hazırız." diyor.
Tabii adam 'dıgıdık dıgıdık' aynı süratle İstanbul'a dönüyor. Bağdat yolu mâlum, nerelerden geçiyor, nasıl gidiyor... Horasan yolu, İpek yolu, artık oralardan dönüyor... Padişaha diyor ki;
"Efendim, ben oraya gittim, gazaya katılsınlar diye davet ettim. Onlar zaten rüya görmüşler, önceden hazırlanmışlar."
"Ya, öyle mi?.." Padişah da; "Bu işte bir bereket var demek ki, onlar da önceden hazırlanmışlar." diye seviniyor.
Ve Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri müritleriyle beraber silahlanıp, giyinip, atlanıp Sivas'tan İstanbul'a yola çıkıyorlar.
Bak, Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri müritleriyle beraber savaşa gidiyor. Askerlik çağını çoktan geçmiş. Ben bile askerlik çağını çoktan geçtim, beni çağ dışılığa ayırdılar. Ben şimdi resmen çağ dışıyım. Kimse "gık" diyemez. "Çağ dışıyım" diye övünsem, söylesem "gık" diyemez. Benim askerlik çağım bitti. Askerliği yaptım. Ama o daha yaşlı, müritleriyle askere gidiyor. "Şeyhimiz
savaşa gidiyor." diye onlar da aşk ile, şevk ile yola koyuluyorlar.
Sivas ile İstanbul arası 900 kilometre midir?
Sivas'tan 950-1000 kilometre filandır.
O kadar mesafeyi atla geliyorlar.
İstanbul'a üç menzil kala, İstanbul'dan Aziz Mahmud-u Hüdâyî Efendimiz hazretleri, kaddesallâhu sırrahu'l-azîz, o da büyük zât, büyük evliyâ, alim, fâzıl, kâmil, padişahın hürmet ettiği, atına bindirdiği, önünde yaya yürüdüğü, dizginini tuttuğu insan, Aziz Mahmud-u Hüdâyî hazretleri, efendimiz, pîrimiz, pirlerimizden biri... Üç konak beriye geliyor, Şemseddîn-i Sivâsî hazretlerini İzmit'te karşılıyor.
İstanbul, Kartal, Gebze, İzmit; o zaman İzmit üç günlük yol. 90 kilometre; 30, 60, 90... Kervanın bir günlük mesafesi aşağı yukarı 30 küsur kilometredir. Kartal'da, Gebze'de hanlar vardır, büyük yerler vardır... O zaman orası çok canlıydı. Gebze'de yol ikiye ayrılır. Bir, maunalarla karşıya geçerler, dağları aşıp İznik'e gider. Bir de, dağları aşmadan, eğer Ankara tarafına, Sivas tarafına gidecekse, İzmit Adapazarı tarafına yönelecekse İzmit'te durur. O zaman oranın adı İznikmit.
Aziz Mahmud-u Hüdâyî hazretleri "Hoş geldiniz efendim." diye Şemseddîn-i Sivasî hazretlerini karşılamaya üç konak geldi.
Neden?
Mücevherin kıymetini kuyumcu bilir de ondan. Gelen zatın ne kadar büyük zât olduğunu biliyor, hürmet ediyor; "Büyük evliyâullah, mübarek bir zât geliyor." diye üç günlük yola karşılamaya geliyor.
Allah razı olsun, bizim kardeşlerimiz bizi Cakarta'da karşıladılar, denizler aşırı nerelere geldiler... Sağolsunlar.
Padişahın yanına geliyorlar. Padişah seviniyor vesaire... Sefere çıkıyorlar. Balkanlar'a gidiyorlar, Bulgaristan'ı geçiyorlar, Sırbistan'ı geçiyorlar... O sırada Avusturyalılar 200 bin kişilik bir ordu toplamış. Gök demir, her taraf zırhlı, çok iyi hazırlanmışlar, kuvvetli orduları var. Avusturya Prusya imparatorluğu, muazzam orduyla hazırlanmış. Kalelerden birisini muhasara ediyorlar. 200 bin kişilik ordu gelirken tabii sağa sola sataşarak geliyor, yakarak yıkarak geliyor. Bir kaleye geliyorlar, kaledekiler savunmada. Diyorlar ki;
"Kaleyi savunmayın, teslim edin, çıkın gidin."
Avusturyalılar [muhasara] yapıyorlar. Kaledekilerin cephanesi yok. Hanımları, çocukları var. Garibanlar boynu bükük mahsunlar, masumlar var. Yiyecek yok.
"Kaleyi teslim ederseniz canınıza dokunmayınız, geçin gidin. Ülkelerimize dönün" dedikleri için "peki" diyorlar, kaleyi teslim ediyorlar.
Buna Osmanlı harp tabirinde -vire- deniliyor. Antlaşma ile almak yani. Vire ile kaleyi alıyorlar.
Bütün çocukları, kadınları kesiyorlar. Hepsini öldürüyorlar, sözlerinde durmuyorlar. Bu facia Osmanlı ordusunda bir duyuluyor. İnsanlar üzülüyorlar, kan ağlıyorlar
200.000 kişinin olduğu ordunun tarafına doğru Osmanlı ordusu yollanıyor. Ama Osmanlı ordusu, bu ordudan sayıca az. Haçova denilen yerde karşılaşıyorlar.
Bir vakit olsa da oraları geçsem, videoya alsam, bu bilgileri de eklesem televizyonlarımızda bunları millete seyrettirsek.
Estergon Kalesi'ni merak etmez misiniz. Ordumuz geri çekilirken neler olmuş, ne ölümler olmuş. Balkanlarda, Kırım'da neler olmuş. Neler olduğunu nereden anlayacaksın.
Bu son savaşlara bak! Sırpların Boşnaklara; Avrupalıların, Nato'nun desteği ile neler yaptığını, yardımsız insanları, masum komşuları nasıl kestiklerini gör.
Tarihteki hunharlıklarını anla.
Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Girit'te, Selanik'te neler yaptıklarını anla. Gayet kesin! Bir atasözü var.
"Su uyur düşman uyumaz"
Düşman uyumaz! Tamam burayı anladık. Su uyur ne demek. Şurada imtihan edeyim kimse bilmez. Mecazen; hani bir çağlayan su var bir durgun su var. Durgun mu? Hayır! Su eski türkçede asker demek. Subaşı; asker başı demek.
"Su uyur düşman uyumaz" Bu ne demek? Ey komutan dikkat et! Savaş meydanındasın. Senin askerin yorulur, uyur. Nöbetçi koy dikkat et! Senin askerin uyur ama, düşman fırsat kollar uyumaz demek bu.
Nasreddin Hoca fıkralarında subaşını duymadınız mı. Subaşı şöyle yapmıştır, Nasrettin Hoca böyle demiş.
Yani komutan demek. Niye komutan kelimesini kullanıyoruz. Kumandan Fransızca. Subaşını kullanalım. Subaşı ne güzel, gayet güzel tarihi bir şey, ne olur kullansak. Su uyur düşman uyumaz.
Şimdi o tarafa yöneldiler. Haçova'da bir karşılaştılar. 200.000 kişilik, pür silah,barutlu, toplu ordu. Güm güm atmaya başladı. Hadi bakalım sayıca üstün tarafı yen! Kolay mı... Maç oluyor 11'er kişilik. 3-0 yeniliyorsun, kolay değil. Koşuyorsun, bilmem ne yapıyorsun, yazık oluyor milli takıma diyorsun. Perişan ettiler bizi, kalemiz delik deşik oldu, kaç gol attılar. Hay Allah bilmem ne! O da koşturuyor, o da koşturuyor ama karşı taraf bastırınca gol atabiliyor. Usta olan yeniyor karşı tarafı.
200.000 kişilik ordunun geldiğini anla! Gözünün önüne getir. Zırhlı, tüfekli, toplu bir ordu geliyor. Bir kapıştılar savaşta. Bir kapıştılar; çatır çatır, şakır şakır kılıç, kalkan sesleri. Ortalık toz dumana katıldı, Osmanlı ordusu dağıldı.
Gördün mü şimdi olanları! Osmanlı ordusu dağıldı, yeniçeriler geri çekiliyorlar falan. Padişah otağının yakınına kadar düşman geldi. Padişah, düşmanın eline esir düşecek. Atını getirdiler, atına atladı. Atına atlarken padişahın hocası; alim, tarihçi Hoca Sadettin padişahın yakasına yapıştı. "Gidemezsin padişahım" dedi. "Sen gittin mi ordu kılıçtan geçirilir, gitmeye hakkın yok" dedi. Gitmeyeceksin! Atından indirdi.
Hocanın rolüne bak! İstanbul'un fethini kim sağladı. Akşemsettin sebat et dedi, bırakmadı. Muhazarayı kaldırmadı, bu zafer olacak, sabret dedi dedi dedi Akşemsettin sağladı. Değilse; padişah kaldırıyordu, vezirler kaldırmak taraftarlarıydı. İki aydır bekliyoruz, bir şey olmuyor diyorlardı. Padişah kaçacakken Hoca Saadettin durdurdu.
Padişah indi ama, can korkusu var. Düşmanın eline esir düşebilir, her şey bitebilir. Saray nerede, atlas döşekler nerede. Er Meydanı'ndaki bu hâl ne!
Ordusu perişan döküldü, geri gidiyor. Kızgınlıkla Şemseddin-i Sivasi Hazretleri'ne çattı. Dedi ki "Hoca hoca". Hocaya kızdılar mı hocam falan demezler. O zaman Hoca hoca derler. Hoca hoca vazifeni bil ha! İn aşağıya, çık yukarı, kafadan konuş, uzun konuşma. Hocanın cemaatten çektiği! Allaaah.
"Hoca hoca sen manevi bir takım işaretlerden bahsediyordun, Allah'ın izniyle zafer bizimdir diyordun. Bu ne hal dedi Bak gidiyoruz, Osmanlı ordusu yıkılıyor, bu ne hal" dedi O sırada düşman bir saldırdı padişahın mutfağına kadar geldiler.
Bolu Mengenli aşçılar satırlarla düşmanla çarpıştı. Eti kestikleri satırlara aldılar, pat küt. Onların vazifesi savaş değil yemek pişirmek ama satırlarla giriştiler. İş o hale geldi. O durumdayken Şemseddin-i Sivâsi; padişahın bu târizini, hakaretini anladı. Hoca Hoca öyle diyordun, bak dediğin çıkmadı, yalan söylemişsin demek istiyor yani.
Gayet sakin gayet ciddi;
"padişahım sabredin, sonuç zaferle bitecek, zafer bizimdir". Neresi zafer! Asker kaçıyor, düşman mutfak yanına kadar gelmiş, aşçıbaşılar takkeleri ile önlükleri ile çarpışıyor. Nerede zafer! Fakat "hayır zafer bizim, korkma, sabret, direnin" dedi.
Ne olduysa aşçıbaşılar saldırgan düşmanı oradan püskürttüler. Halktan düşman kaçıyor diye sesler duyuldu. Kaçanlar da geriye döndüler, bir baktılar düşman geriye gidiyor. Düşmanda biz bunları yendik sanıyorduk, ama bunlar yenilmemişler falan derken bir bocaladı, bir saldırdılar.
200.000 kişiyi Haçova bataklıklarında öldürdüler, muazzam bir zafer kazandılar, düşmana muazzam bir kayıp verdirdiler.
Sonra zaferden sonra İstanbul'a geldiler. Padişah mahçup, çok mahcup. O savaşın o kızgınlığı sırasında, o heyecan içerisinde Hoca hoca bak dediklerin çıkmıyor demiş olmasından dolayı utanıyor.
Şemseddini Sivâsi Hazretleri'nin gönlünü almak istedi. "Hocam sarayımızda misafir olun. Ne olur"
"Bizim Sivas'a gitmemiz lazım teşekkür ederim" dedi. Gayet ciddi. Yürüdü gitti Sivas'a.
Bir de dedi ki;
"Bizim ecelimiz yakındır, hazırlık yapmamız lazım" dedi. Sivas'a gitti, orada vefat etti, türbesi orada.
Sivas'ın gümbür gümbür Şemseddin-i Sivâsi günü yapması lazım. Ne yapacağız hacı kardeşim. Allah'ın dinine hizmet hiçbir devirde durmuş değildir, durmayacak. Çünkü her insan imtihan halinde. Hepimiz imtihan oluyoruz, hepimiz bu hayatta yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Çekilmeyecek miyiz, mahkeme-i kübra yok mu, hesaba çekilmek yok mu, sevapların günahların tartılması yok mu.
"Fe men ya'mel miskale zerratin hayran yerahu.Ve men ya'mel miskale zerratin şerran yerahu"
yok mu.
Zerre kadar hayır işleyen onun mükafatını görecek. Zerre kadar kötülük işleyen ahirette onun cezasını çekecek buyuruyor mu Kur'an-ı Kerim.
Hesaba inanmıyor muyuz. "Ve'l ba'sü bďde'l mevt hakkun"
Öldükten sonra dirilmek haktır diye söylemiyor muyuz. Hesap yok mu, Allah'ın adaleti yok mu, mahkeme-i kübra yok mu?
Hocam, insan ölümden korkmaz mı demiyor musunuz içinizden. Korkmaz mı.
Sahabe-i kiram korkmazdı, evliyaullah korkmazdı, bu güzellikler korkmazdı. Bunlar kefenlerini hazırlayıp, şehit olmaya gidiyorum, hadi hakkını helal et diye helalleşip öyle giderlerdi. Ölmeye giderlerdi, yaşamaya gitmezlerdi. Bir fırsatını bulsak da, cepheden kaçsak da geri dönsek diye düşünmezlerdi.
Helalleşirlerdi, kefenleri sarık diye sararlardı, biraz uzunca olsun da yolda falan ölürsem, öldüğüm zaman buna sarsınlar diye ölmeye giderlerdi. Her akşam dua edenler var.
"Ya Rabbi dün akşam dua ettim ettim, canımı almadın. Bari bu akşam canımı al da; Peygamber Efendimizle kavuşayım, sahabesine kavuşayım, sevdiğim insanlara kavuşayım. Bu akşam canımı al, ne olur" diye yalvaran insanlar var. Kitaplar yazıyor, ölümü istiyor.
Çanakkale harbinde; iki tane asker cephede, yan yana iki tane ahbap çavuş. Komutan -subaşı- yanlarına bir geliyor, bir bakıyor ağlıyor. Niye ağlıyorsun? O gelmeden ağlıyorlardı, o gelince ağlarken yakalandılar.
Diyor ki:
Bir şey yok efendim. Neden ağlıyorsunuz böyle. Çocuklarınızı mı özlediniz, ondan mı duygulandınız. Yok efendim diyorlar. Savaştan falan mı korkuyorsunuz. Yok. Bir yeriniz falan mı ağrıyor, acıyor. Bir derdiniz,hastalığınız mı var.
Yok efendim, yok efendim. Askere gelmiş, koca adam niye ağlar. Subaşı soruyor. O değil bu değil. Peki Allah aşkına neden ağlıyorsunuz söyleyin diyor. Hadi şimdi Allah aşkına dedi mi, o zaman akan sular durur, Allah için söylemek lazım.
Komutanım madem öyle dediniz, söyleyelim. Biz inşallah buraya şehit oluruz diye niyetlenip geldik, şehit olmaya geldik. Bu savaşa kendi isteğimizle, şehit olma niyetiyle geldik. Şehit olalım, Allah yolunda çarpışırken canımızı verelim şehit olalım diye, şehitliği özleyerek geldik.
Kaç seferdir çarpışmaya giriyoruz. Güm güm güm ölmüyoruz. Acaba bizim bir kusurumuz var da, Allah bize şehitlik makamını vermek istemiyor da ondan mı ölmüyoruz. Günahımız ne diye ona ağlıyoruz diyorlar.
Ölmeyi istiyor, ölümden korkmuyor. Allah yolunda cihadı; keyif ve zevk edinmişti kendine.
Horasan'da otururken; hiç sebep yokken, askere alma durumu yokken Allah rızası için Anadolu'ya savaşa geliyordu.
Savaşan askerlere, başlarındaki emirleri -subaşları- isteyen ailesinin yanına, çoluk çocuğunun yanına dönsün diyordu. Yok biz savaşacağız diyorlardı.
Yavuz Sultan Selim'in şeyini kurşunlamışlar. Güm güm güm. Atına bir binmiş. Askerden korkan bir tip değil, yaman bir adam, asabi bir adam.
Karılarının yanına gitmek isteyen gitsin. Ben savaşmaya çıktım, gideceğim, istemeyen gelmesin demiş. Atını sürmüş, gitmiş. Heyecanlanmış.
Genç birisi, savaşa gidiyor. Daha bıyıkları çıkmamış, genç ama babayiğit, pehlivan. Orduya yetişmiş. Sen daha çocuksun bıyıkların bile yok, sen orduya girme, dön geriye demişler.
Tarağı bir alıyor, bıyıklarına bir batırıyor, bak işte var diyor. Bir şey yok ama, tarağı batırıyor. Bıyıkları çıkmamış ama, babayiğit, delikanlı, yürekli! Öyle insanlar.
Bir müslüman ölümden korkmayacak.
Neden korkmayacak müslüman kardeşlerim. Çünkü Müslüman bir kere ölür. Bir insanın ölümü alnında yazılıdır. Hangi gün öleceği, ne kadar yıl yaşadıktan sonra öleceği bellidir. Ölmeyecek bir insanı; o yazıdan önce kimse öldüremez. Ateşin içine atsalar öldüremezler. İbrahim Aleyhisselam gibi.
Muhterem kardeşlerim!
Allah buraya yaşayacak diye yazdı mı öldüremez. Şimdi nöbet bize geldi, sıra bizde. Bizim hizmet yapmamız lazım. Bizim Allah rızası için çalışmamız lazım. Bizim Fatihler olmamız lazım.
Ne kadar güzel bir şiir, şiirle konuşmamı kapatacağım. Bu şiiri yazan Arif Nihat Asya.
Allah rahmet eylesin. Mevlevi Tarikatımızdandı, dervişlik makamına yükselmişti. Mevlevilikte; derviş olmak için üç 1001 gün çile çekmek lazım. Üç yıl falan ediyor.
Arif Nihat Asya Allah rahmet eylesin sıradan bir insan değildi.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.
Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Çok hoşuma gidiyor. Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaş. 20 yaş, başarıya bak.
Devir değiştirmiş, ülke yıkmış, bir devleti fethetmiş, tarihte emsalsiz bir nam almış, Peygamber Efendimiz'in methine mazhar olmuş. Gençlerin hepsinin Fatih olması diliyorum. Anaların Fatihler doğurmasını diliyorum.
Allahu Teala Hazretleri ümmeti Muhammede yardımcı olsun. Şehitlerin makamlarını, mükafatlarını arttırsın. Allahu Teala Hazretleri gazilere hayırlı ömürler versin. Bizi rızasını yolundan ayırmasın. Gönül erbabı, sevdiği razı olduğu kullarından eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin.