Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh
Kadir geceniz mübarek olsun. Allahu Teâlâ Hazretleri nice Kadir gecelerine, mübarek gecelere ulaşmayı, sağlıkla, afiyetle o geceleri ihya etmeyi, mükâfatlarından, ecir ve sevaplarından en yüksek derecede hissedar, hissemend ve nasipdar olmayı cümlemize nasip eylesin. Bu güzel dileklerimi lütfuyle, keremiyle bu güzel gün hürmetine kabul eylesin. İki cihanda aziz ve bahtiyar olun.
Kadir gecesi, leyletü’l-kadr.
Leyle Arapça’da gece demek, bir gece demek. Elf-ü leyle ve leyle. “Bin bir gece” demek oluyor. Leyletü’l-kadr Kadir gecesi. Kadir gecesinin çok muhteşem bir gece olduğunu Kur’ân-ı Kerîm söylediği için fazileti hakkında hiç bir tereddüt yok. Çünkü Cenâb-ı Hak Teâlâ bu geceye aynı ismi taşıyan bir sûre indirmiş; Kadir sûresi.
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
İnnâ enzelnâhü fi leyleti’l-kadr âyetiyle başlayan bu sûreden biliyoruz ki Kadir gecesi çok değerli bir gece ve bu gece de çok büyük mükâfatlar, sevaplar var.
Kadir gecesi hakkında (sûretü’l-kadr olduğu gibi) bazı âlimlerin görüşlerine, kanaatlerine göre Duhan Sûresinin başında adı geçen leyle-i mübâreke de, onlara göre Kadir Gecesidir.
إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
İnnâ enzelnâhü fî leyletin mübâreketin innâ künnâ münzirîn. Fiyhâ yüfrakü küllü emrin hakîm Emren min indinâ innâ künnâ mürsilîn. Rahmeten min rabbike innehû hüve’s-semîu’l-alîm.
Âyet-i kerîmelerinde bir mübarek geceden bahsediliyor. O gecenin Kadir gecesi olduğunu da; innâ elzelnâhü “Biz onu o gecede indirdik.” demesinden çıkarıyorlar. Allah bütün âlimlerimizin rahmetüllahi aleyhim ecmaîn kabirlerini nur doldursun, ruhlarını şâd eylesin, mükâfatlarını artırsın. Onların eserlerini okuyoruz, bilgileniyoruz, istifade ediyoruz. Kendilerine çok şükran borcumuz var. Allah bizi cennette onlarla buluştursun. Âlimlerimizden bazıları da Duhan sûresinde geçen leyle-i mübarekenin Berat gecesi olduğunu söylüyorlar.
“Leyletü’l-kadr kadir gecesi diye değil leyletin mübâreketün diye geçtiği için o gece ayrı bir mübarek gecedir, Berat gecesidir.” diyorlar.
“Berat gecesinde, bütün bir senede olacak tüm işler ilgili meleklere verilir.” diye Şaban’ın yarısı gecesi leyletü’n-nısfı min Şa’ban diye Şaban ayının ortasında, Berat gecesini de konuşmamda anlatmıştım. Ama bazıları da o sûredeki bu leyle-i mübârekenin, Berat gecesi değil de Kadir gecesi olduğunu söylemişler, o kanaate varmışlar.
İmam Buhârî ve İmam Müslim iki büyük hadis allâmesi, hadis konusunda en büyük iki isim, iki mübarek zât, Allah şefaatlerine erdirsin rahmetullahi aleyhimâ, sahihayn, iki sahih kitap onlar tarafından yazılmış. İki kitap da en çok itimat edilen eserlerden. Zevk ve şevkle okuyoruz. Onlar müttefikan Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten rivayet etmişler, kaydetmişler ki Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:
مَنْ قَامَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ إيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ
Men kâme leylete’l-kadri iymânen va’htisâben ğufire lehû mâ tekaddeme min zenbihî.
Bu izahatı niçin veriyorum?
İslâm’la ilgili olan kardeşlerimizin bir kısmı; “Hadis söylüyorsun, sahih mi?” diye soruyorlar. Sormak herkesin hakkıdır. Keşke herkes bilginin sıhhatini çok güzel araştırsa da çürük fikirler çürüyüp gitse, sağlam fikirler kalsa, dosdoğru yol gün gibi ayan beyan ortada dursa. Keşke insanlar batıllara, boş şeylere saplanıp oralarda çırpınıp kalmasalar. İşte bu hadîs-i şerîfler, sahih kaynaklardan size naklettiğim hadîs-i şerîfler.
مَنْ قَامَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ
Men kâme leylete’l-kadri. “Kadir gecesinde kim kalkarsa…”
قام - يقوم – قيام Kâme-yekûmü-kıyâm “kalkmak” demek ama buradaki geceleyin kalkmaktan murat; geceleyin ibadet etmeye kalkmaktır. Bir insan geceleyin kalsa yatağının başında ayakta dursa, bu mânaya değil. Ayakta durmak, yavan bir şey. Ayakta namaz için duruyorsa, geceyi Cenâb-ı Hakk’a ibadetle değerlendiriyorsa, ona işte "kıyâm-ı leyl" derler, geceleyin kalkmak yani gece ibadetine kalkmak. Gece ibadetinin bir başka adı da, meşhur adı da teheccüd namazıdır. Tabii namazdan başka zikir ibadetleri de olabiliyor. Gece ibadetleri çeşitli olabilir ama kıyâm-ı leyl deyince geceleyin kalkıp teheccüd namazı kılmak veya teheccüd namazı olmasa bile, borç ödese bile “namaz kılmak” mânasına geliyor. Onun için kuru mânasıyla almayacağız, bu izaha göre değerlendireceğiz
Kim Kadir gecesini ibadetle değerlendirirse, Kadir gecesinde ibadet ederse,” ama iki sıfat var. Îmânen ve inanarak. Mefûlün li-eclihi yani bu iş neden yapılıyor?
Îmânen “Allah’a inandığı için” va’htisâben “Allah’tan sevabını beklediği için.”
İnsan bir ibadeti eğer inançla yaparsa ibadeti makbuldür. Aynı hareketleri inançsız bir kimse yapsa bir anlamı olmaz.
“Aynı işleri yaptım, senin yanında ayakta durdum, rükûda eğildim, secdede aşağı vardım sonra kalktım.” (İdman yapar gibi) Bu hareketin kıymeti yok. İnsan yaptığı hareketi îmânen inanarak yapacak, yaptığı şeyin şuurunda olacak, niçin yaptığını bilecek.
Kadir Gecesine geceleyin kalkıyor. Neden kalkıyor? ( Îmânen)
Allah’a inanan, Kur’ân-ı Kerîm’e inanan, seven; Resûl-i zîşânımıza bağlı, onun peygamberimiz olduğunu, Allah’ın elçisi olduğunu bilen, onun sözlerini baş tâcı eden, onun gösterdiği yolda giden, onun sünnetine uyan bir insan ve’htisâben hesabını da yapıyor, sevabını da umuyor. “Ben bunu yaparsam Cenâb-ı Hak hoşnut olur, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanırım, sevap kazanırım.” diye düşünüyor. İşte buna da ihtisab derler. “Sevap ummak, sevabını Allah’tan beklemek” demek.
Sevap hesabı yapmak bazen makbul olmayan bir mâna da hatıra getiriyor yani sevap bezirgânlığı gibi.
“Şunu şöyle yaparsam beş kuruşluk bir sevap alırım, böyle yaparsam üç kuruşluk daha, beş artı üç eşittir sekiz.”
Böyle katı hesaplar âhiret hesabında, Cenâb-ı Hakk’ın mükâfatlarını ölçmekte kâfi olmaz.
“Cenâb-ı Hak bir ibadeti nasıl kabul eder?”
Kendisi biliyor. Bizim bilmediğimiz taraflarını da biliyor. Kulun ne niyetle yaptığını da biliyor.
“Şirk-i hafîsi var mı, ucubu, kibiri var mı?”
Ona göre değerlendiriyor. O hesapları kullar yapamaz onu Cenâb-ı Hak bilir. “Oruç benimdir, mükâfatını ben veriyorum.” dediği gibi bu amellerin de mükâfatlarını Cenâb-ı Hak verir.
والله اعلم بمن يجاهد في سبيله
Vallahü a’lemü bi-men yücâhidü fî sebîlihî. “Kimin Allah rızası için cihat ettiğini de en iyi o bilir.”
Cihat sevap ama kimin Allah rızası için cihat ettiğini de yine o biliyor. Yani “Bazıları Allah rızası için cihat etmiyor” demek.
Hicret etmiş, hicret farz. “Peygamber Efendimiz Medine’ye gittiği zaman onun etrafında toplanacaklar, İslâm’ı bilecekler, Resulullah’ı koruyacaklar.” diye emrolunmuştu. Müslümanlar nerede olursa olsun hicret etmeleri, Peygamber Efendimiz’in yanına gitmeleri gerekiyordu. Ama hicreti bile kimisi evlenmek için; oraya gitmiş olan, eskiden tanıştığı, evlenmeye niyet ettiği bir kadın için yapıyordu. Kimisi; “Oraya gidersem şöyle dünyalık, böyle menfaat var.” diye gidiyordu.
Onların hicreti makbul hicret mi, sevap alacaklar mı?
Hayır! Onların hicreti kadına, onların hicreti dünyalığa, maddiyata, menfaate; “Onlara mânevî sevap yok.” diye hadîs-i şerîflerde bildiriliyor.
Îmânen ve’htisâben. “Kim Allah’a, Resûlullah’a, Kur’an’a, İslâm’a, âhirete inanarak, mü’min bir kimse olarak, tertemiz bir kalp ile ve sevabını Cenâb-ı Mevlâ’dan umarak Kadir gecesini ihyâ ederse;
غفر له ما تقدم من ذنبه
Ğufire lehû mâ tekaddeme min zenbihî. “Daha önceden işlemiş olduğu bütün eski günahları mağfiret olunur.”
Demek ki bir kimse; “Böyle yaparsam Rabbim sevap verir. Ben Rabbimin rızasını kazanmaya çalışayım, Rabbimin rızasını kazanmak benim ana gayem, hayattaki biricik arzum. Gece gündüz tek istediğim, tek düşündüğüm şey Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmaktır.” diye düşünerek, böyle temiz bir niyetle Kadir gecesini ihyâ ederse mükâfatı ne olurmuş? Bu sahih hadîs-i şerîfte belirtiliyor.
“ Daha önce o güne kadar yapmış olduğu, işlemiş olduğu, ortaya koymuş olduğu bütün geçmiş günahları Allah tarafından silinir, bağışlanır; o kul tertemiz olur.”
İşte Kadir gecesi böyle kazançlı bir gece, bütün mâzinin hatalarını, kusurlarını, günahlarını sildiriyor. Kişi kaç yıllık ömür sürmüşse o süre zarfında işlediği bütün günahlar gidiyor. Onun için Kadir gecesine rağbet fazla. Havalar müsait olduğu zaman selâtin camilerinin içleri kadar avluları da dolardı.
Tabii şimdi kışın ortası olduğu için bazı yerlerde havalar sert. Nasıl olduğunu bilmiyoruz, ne kadar rağbet var anlayamıyoruz. Ama mü’min halkımız inşaallah kıyamete kadar da mü’min kalacak. Kur’an’a, sevgili, Peygamber Efendimiz’e bağlı kalacak. Onlar yine aşk ile şevk ile camileri doldurmuştur. Salât u selâmlarla, kandillerle, tatlı tatlı ibadetlerle geçiriyorlardır. Allah o mükâfatlara erdirsin, dünya ve âhirette aziz ve bahtiyar eylesin. Cümle kardeşlerimizi ve bütün Ümmet-i Muhammed’i hayırlara erdirsin.
Kadir gecesinin ne zaman olduğu hususunda Peygamber Efendimiz’in zamanında dahi bir örtülülük vardı; bir saklanma, gizlenme vardı.
Saklayan kim?
Cenâb-ı Hak.
Bazı mübarek geceler belli ama Kadir gecesini âşikâr olarak beyan etmemiş. Mesela Şaban’ın yarısı gecesi; bu tamam, belli. Şaban’ın ortası, on dördünü on beşine bağlayan gece. Tamam, güzel bir gece belli. Sonra her hafta karşılaştığımız Cuma gecesi gayet belli. Bir de ülkeden ülkeye ihtilaf yok. Suudi Arabistan’da da Cuma Cumadır, Türkiye’de de. Haftanın günlerinde böyle kayma ve sonra başlama yok. Cuma gecesi de hayırlı bir gece. Haftanın en hayırlı günü Cuma günü, en hayırlı gecesi Cuma gecesidir, belli.
Arefe gecesi, yani hacıların Arafat’a çıktığı gece. Arefe; bayramın bir önceki gecesi mânasında cins isim olarak kullanıldığı gibi Zilhicce’nin dokuzunda hacıların Arafat’a çıkma günü için de kullanılır. Kurban bayramından bir gün önce hacca gitmiş olanlar Arafat’ta oluyor. İşte bu da belli, tamam. Tabi Hacılar Zilhicce’nin dokuzunda Arafat’ta olacak, belli ama Cenâb-ı Rabbü’l-âlemin Kadir gecesini belirtmemiş. Peygamber Efendimiz’in zamanında da bazı rivayetlerle, birtakım alametlerle belki o seneye mahsus hangi günde olduğunu bazı mübarek kullarına belirtmiştir. Ama biraz saklı olduğunu da biliyoruz.
Mesela Hz. Âişe validemiz hazretleri radıyallahu teâlâ anhâ ve an vâlidihâ seyyidinâ Ebî Bekirini’s-sıddîk –Hz. Ebû Bekir’in kızı Âişe anamız Peygamber Efendimiz’in mübarek, genç zevcesi. Çünkü o genç yaşta zevce oldu ki Peygamber Efendimiz’den dinin bütün inceliklerini, aile hayatı yakınlığı içinde öğrendi ve Ümmet-i Muhammed’e çok faydalı bilgiler sundu. Âlime, değerli bir bilgin hatundu, diyor ki;
كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يجاور في العشر الأواخرمن رمضان ويقول: تحروا ليلة القدر في العشر الأواخر من رمضان
Kâne Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem yücâvirü fi’l-aşri’l evâhiri min Ramazân ve yekûlu taharraü leyletü’l kadri fi’l aşri’l evâhiri min Ramazân.
Bu da müttefekun aleyh bir hadîs-i şerîftir. Hem hadis alimi İmam Buhârî hem hadis alimi İmam Müslim ikisi de sahih kitaplarına bu güzel hadîsi almışlar. Senedinde, metninde, güzelliğinde ittifak etmişler. Peygamber Efendimiz ne yapıyormuş, bu hadîs-i şerîften öğreniyoruz.
Kâne Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem yücâvirü fi’l-aşri’l-evâhirü min Ramazân. “Ramazan’ın son on gününde mücâveret ederdi.”
Mücaveret etmek, bir yerde yerleşmek demek. Mesela Medine’ye gidip yerleşmişse; “Medine’ye mücavir oldu, oraya yerleşti.” derler.
Kâne Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yücavirü fil aşrin evahirül min ramazân ne demek?
“Peygamber Efendimiz Ramazan’ın son on gününde mescitte itikâfa girerdi.” demek. Bu sözden çıkan mâna o.
Ve yekûlu. “Ve derdi ki” Taharraû leyletü’l kadri fi’l aşri’l evâhiri min Ramazân. “Kadir gecesini seviyorsunuz, rastlamak istiyorsunuz, ihyâ etmek istiyorsunuz, arıyorsunuz arayın, araştırın.”
Taharrî ne demek? Eskiler bunu bilirdi, yeniler belki bilmez. “Araştırma, teftiş, arama” demek.
“Ey Müslümanlar! Sizler arayınız.” Leyletü’l-kadri. “Bir latifeden, bir hikmetten dolayı Ramazan’ın içinde saklanmış olan Kadir gecesini arayınız.” Fi’l aşri’l evâhiri min Ramazân. “Ramazan’ın son on gününde arayınız.”
İşte o on gününde Kadir gecesine tesadüf etmek, Kadir gecesinin sevaplarından istifade etmek için Peygamber Efendimiz itikâfa girerdi. İtikâf, Peygamber Efendimiz’in çok kuvvetli sünnetidir. Evinden, eşinden, çoluk çocuğundan ayrılacak, mescide gelecek, sırf ibadetle vaktini geçirecek.
Biliyor musunuz ne kadar tatlıdır? Cenâb-ı Hak ile ibadet halinde olmak ne güzel değil mi, ne güzeldir! Niyâzî-i Mısrî’nin böyle bir ilâhisi de var. Mevlâ ile baş başa kalıp onu zikretmek, fikretmek, o tecellilere ermek çok güzel! İnsanların çoğu bunu bilemiyor, yalnızlıktan korkuyor, yalnız kalmaktan kaçıyor, yalnız kaldığı zaman canı sıkılıyor.
Neden?
Çünkü Cenâb-ı Hak ile ünsiyete alışmamış. Cenâb-ı Hak ile dostluğa, O’na yakınlaşmaya, O’nu bilmeye alışmamış. Ailesi, babası, annesi kusurlu; yetiştirmemişler. Çevresi kusurlu; öğretmemişler. Ama İslâm öyle değil. İslâm, itikâfı kuvvetli bir sünnet olarak emrediyor. Her beldede durumu müsait olanlar itikâfa girecekler.
“Bizim kasabada hiç itikâfa giren yok.”
O zaman o kasabadaki bütün insanlar o sünneti ihyâ etmedi diye sorumlu ve suçlu. Niye siz itikâf sünnetini yerine getirmediniz diye. Bir iki tane babayiğit çıkıyor emekli veyahut tüccar.
“Tüccar da olsam Ramazan’ın son on gününde Allah rızası için dünyalık çalışmalarımı bırakacağım, camide itikâfa gireceğim.” diyor, böyleleri de oluyor. Memur, işçi ama on gün izin alıyor. İnsan sevaplı bir şeyi yapmak istedi mi muradını elde eder. Arayan her şeyi elde eder. İsteyen istediğine ulaşır. İşçi, memur, tüccar, emekli; küçük büyük, kadın erkek kim isterse yapabilir. İşte böyle kuvvetli bir sünnet var.
Küçükken çocuklarımıza öğretiyoruz;
“Sabah namazı kaç rekât?”
“Dört rekât.”
“Nasıl?”
“İkisi sünnet ikisi farz.”
“Öğlen namazı kaç rekât?”
“On rekât.”
“Nasıl?”
“Dördü ilk sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet.”
Bunları da kılsın, sevabı çok diye sünnetleri de öğretiyoruz. Böylece ahâli biliyor ki o sünnetlerin sevabı var. İşte bu itikâf da kuvvetli sünnet.
Neden?
Ramazan’ın son on günde Kadir gecesi saklı. Onun için Peygamber Efendimiz son on günde evinden de ayrılıyor.
Evinden niye ayrılıyor insan?
İnsanın çevresindeki insanlara sevgisi İslâm’da makbuldür. Çocuğunu sever, güzel sevsin. Çocuk da babasını sevsin. Hanımını sever, hanımı da beyini sever; çok güzel. Eşlerin birbirlerini sevmesine Allah büyük mükâfat verir. Babasını annesini sever, çok güzel hayırlı evlat. Annesini, babasını seven evlat hele annesinin babasının sevgisini kazanan, duasını alan evlat uçar. Çok sevapları kazanır. Bunların hepsi güzel ama bu sevgiler, bu kişiler, bu işler, dünya hayatı insanı meşgul eder. Çocuk gelir bir şey sorar; hanım gelir bir şey ister; çarşıdan şunu al, bunu getir, bunu götür. Komşu gelir, ziyaret olur, telefon olur insan akşamın nasıl geçtiğini anlayamaz.
Babam emekli olduktan sonra ona sordum:
“Baba! Günlerin nasıl geçiyor?”
“Evladım! Ben emekli olmadan önce memuriyete nasıl vakit buluyormuşum, ona hayret ediyorum. Meşguliyetler daha fazlalaştı, hiç boş vaktim yok.” dedi.
“Acaba boş vakitten bir üzüntü olur mu?” diye ben korkuyordum ama mü’min insan meşguliyet bulur. Mü’min insanın vakti boş geçmez; Kur’an okur, salât u selâm getirir, zikir yapar, kitap okur.
Kitaplar ne güzel arkadaşlardır, ne tatlı arkadaşlardır! Ne kadar güzel huyludur bu kitaplar, insana hiç kötü söz söylemezler, kaş çatmazlar, itiraz etmezler, ne kadar tatlı arkadaşlardır!
Açarsın, okursun. Okumanın zevkini almış, tadına varmış bir insanı kitaplarla baş başa bırak, akşamın nasıl olduğunu bilemez. Günlerin nasıl geçtiğini bilemez, seneleri bilemez.
Ama bu son on gün bilhassa sevabı çok kazanmak için çok önemli, çok mühim kazançların olduğu bir gün olduğundan o zaman evinden de ayrılıyor. Kendisini tamamen ibadete veriyor. Bu da insanı evliyâ olmaya götürüyor. Yani Ramazan evliyâlık talimi, dervişi talimi, nefsi terbiye talimi. İnsanların askere alınıp da eğitildiği gibi Ramazan’da da müslümanlar eğitiliyor, itikâfta evliyâlık tâlimi yapılıyor. Sabahtan akşama kadar Mevlâ ile ünsiyetin âdâbını, usulünü, erkânını, zevkini, şeklini öğreniyor. Evliyâ olmanın uygulaması. İslâm’ı uygularsa her mü’min evliyâ olabilir.
İslâm, evliyâ olmanın kılavuznâmesidir. İslâm, hayatı mutlu yaşamanın reçetesidir, talimatnâmesidir. İnsanlar İslâm’ı tam uygulasa neler neler elde edecekler ama bilmiyorlar.
İslâm’a düşman olanlar da var. Sanki biz Batı’yı bilmiyoruz, medeniyeti bilmiyoruz, sanki biz Avrupalılar’ı tanımıyoruz. Onlar; bizim bilip de mahiyetini anladığımız şeylere uzaktan hayran kalıyorlar, bizim bildiğimiz kendi güzelliklerimizi bilmiyorlar. Eğitimleri eksik olduğundan kendilerinin sahip olduğu hazinelerden mahrumlar.
Hindistan’da fakir bir köylü varmış. Tarlası taşlıkmış; ektiği zaman çok az mahsul veriyormuş, verim alamıyormuş. Adamcağız tarlayı bırakmış, şehre gitmiş. Gurbette sefalet çekerek ölmüş, gitmiş. Ama o taşlık tarlada daha sonra elmas madeni çıkmış, dünyanın en meşhur elmaslarından bazıları oradan istihsal edilmiş. Kuh-i nur, nur dağı adı verilen büyük elmas da oradan çıkmış diye kitaplarda yazıyor.
Türkiye’deki bazı Müslüman kardeşlerimizi bu zavallı Hintli köylüye benzetiyorum. Elmas madenlerine sahip tarlaları var ama madenden anlamadıkları için Avrupalar’a gidip oralardan bir şeyler bulacağız diye uğraşa uğraşa diyar-ı gurbette sefaletle ömür geçiriyorlar. Maddî sefalet olsa neyse, gelip geçicidir. Ama mânevî sefalet, iman sefaleti olunca çok daha fena oluyor.
Allah mâneviyatımızdan bir şey kaybettirmesin. Bizim mâneviyatımız, bizim mâzimiz; Doğu’nun, Batı’nın, Şark’ın, Garb’ın, eskilerin, yenilerin, filozofların, araştırıcıların hayran kaldığı bir mâzi.
Evliyâullah büyüklerimiz, âlimlerimiz; mâzimizdeki, medeniyetimizdeki büyük kişiler, simalar, herkesin hayran olduğu kişiler.
İşte Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî. İşte irfanı, işte ilmi, işte zerafeti, işte edebi!
İşte Yunus Emre!
Belki Mevlânâ’yı herkes anlamıyor çünkü Farsça bilmiyor. Mesnevî’yi Farsça yazmış. Aslından değil de tercümelerinden okuyorlar. Yunus Emre bütün dünyanın hayran olduğu; adına, hatırasına yıl ilan ettikleri bir kimse, öyle bir insan. Ama hayatını nasıl geçirmiş biliyorsunuz.
Bizim değerlerimiz böyle. Eşrefoğlu Rûmî, İbrahim Hakkı-i Erzurumî. 15’inci 16’ncı asırda uçmayı başarmış, füze yapmış âlimlerimiz. Biz mâzimizi bilmiyoruz. De Gaulle, Fransız cumhurbaşkanıyken Türkiye’ye gelmişti de -Clinton geldiği zaman da bizi mecliste methedip coşturup da kendisini alkışlattığı gibi- De Gaulle da;
“Siz öyle bir milletsiniz ki Kâtip Çelebiler yetiştirdiniz.” demişti.
Ama Kâtip Çelebi’nin neden büyük olduğunu da dinleyenlerin çoğu bilmiyorlardı. De Gaulle biliyor ama bizimkiler bilmiyor. Biz böyle bir duruma düşmüşsek yazık tabii. Bizim mâzimiz çok kıymetli.
Ben mâziyi bilen bir profesör olarak konuşuyorum. Eski Türk edebiyatını, Doğu medeniyetini, İslâm’ı bilen; Arapça’yı, Farsça’yı, Osmanlıca’yı bilen bir kimse olarak konuşuyorum. Bilen varsa çıksın karşımıza aksini göstersin. Maalesef iyi yetişmedikleri için anlayamıyorlar ama İslâm o kadar güzel ki eğer ahkâmını uygularsa bir insanı, Mevlânâ gibi bir velî yapabilir. Yunus Emre gibi bir ârif yapabilir. Böyle bir eğitim ayarlandığı zaman ucundan öyle mübarek simalar çıkıyor hem de her devirde, yirminci yüzyılda bile bunca olumsuzluklara, bunca çelmelemelere ve engellemelere rağmen yine de öyle. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm feyiz kaynağı.
Ankara’dayken Amerikalı bir subay bizi ziyarete gelmişti. Bir arkadaşın evindeydik. Üniformasıyla Amerikalı bir subay geldi, selam verdi, diz çöktü, oturdu. Resmî askerî elbiseli. İsmini sordum, İslâm ismi. Ailesini sordum, yokladım, güldü.
“Ailemi hiç karıştırma, hepsi gayr-i müslimdi. Ben babadan, dededen gelme Müslüman değilim, kendim İslâm’ı seçtim.” dedi.
“Peki nasıl Müslüman oldunuz?” diye sordum. Çok ilginç bir söz söyledi.
“Kur’ân-ı Kerîm’i okudum, Müslüman oldum!”
“Vay gerici vay! Vay Amerikalı gerici vay! Kur’ân-ı Kerîm okumuş, Müslüman olmuş, vay şaşkınım vay!”
Böyle mi diyeceğiz?
Gazeteci bir kardeşimiz başından geçen bir hadiseyi anlatmıştı. Bizim gazeteciler Libya’da uluslararası bir toplantıda bulunuyorlar. Bir akşam lobide sohbet ediyorlarmış. Söz İslâm’a gelince bizim arkadaş demiş ki;
“Fransızlar’dan meşhur filozof Roger Garaudy de Müslüman oldu.”
Onlar ilk defa duyuyorlar, daha önce duymamışlar. Sonradan herkes duydu, hatta Türkiye’ye bile geldi.
“Hadi ya!” demişler. “Siz de herkesi Müslüman yaparsınız; o Müslüman oldu, bu Müslüman oldu dersiniz ama o Müslüman olmaz.”
“Niye Müslüman olmaz?”
“Çünkü o çok büyük bir filozof. Kitapları Moskova’da tercüme ediliyor, uluslararası şöhrete sahip. Böyle bir filozof hiç Müslüman olur mu?”
“Evet, Müslüman oldu.”
“Yok ya yanlış biliyorsun.” demişler, kabul etmemişler.
Allah’ın işine bakın ki ertesi gün Kaddafi onu da çağırmış. R. Garaudy de kalkmış aynı yere gelmiş. Onun Müslüman olduğunu kabul edemeyenler bakmışlar adam Müslüman, namaz kılıyor. Fransız filozof. Hanımı da kapalı, başı örtülü. Artık başı nasıl örtülüydü bilmiyorum. Orada olan arkadaşa soralım bir simge olarak mı başı örtülü yoksa âdet olarak mı başı örtülü? Âdet olarak başı örtülü olursa yasak değil simge olarak olursa yasak! Artık hangi cins olduğunu bilmiyorum!
Garip işler, yanlış işler.
Bizim ilerici gazetecilerden birisinin oradaki davetlisi, ilgilisi;
“Üstat! Sen niye Müslüman oldun?” diye sormuş. “Yazıklar olsun!” der gibi “Sen bari yapmasaydın bunu.” der gibi. Onun sözünü hiç unutamıyorum; her zaman, her yerde de anlatıyorum. Kitaplarını da okudum, beğendim; güzel. Türkiye’ye geldiği zaman belki siz de takip ettiniz belki gördünüz, konuştunuz. Diyor ki;
“Evlat bak! Kapitalizm insanı sermayeye, patrona esir etti. Batı’da vahşi kapitalizm öyle. Parası olan eziyor, ötekisi eziliyor. Sosyalizm ve kominizm de insanı topluma ve devlete feda etti. Devletin elinde bir şahsiyeti, kişiliği yok; yığın. İnsana insan olma değerini veren İslâm’dır; ufkunu açan, insanca yaşamayı sağlayan, o nizamı getiren İslâm’dır.”
Güneş Batı’dan doğmağa başladı. Batı’dan ışıklar geliyor, aydınlatıyor. Herkes Doğu’dan beklerken Batı’dan ışıklar geliyor, İslâm’ın hak olduğunu söyleyen sesler çıkıyor. Bunu söylemekle de kalmıyorlar, hayatlarını değiştiriyorlar, İslâm’a giriyorlar Müslüman oluyorlar, namaz kılmaya başlıyorlar. Bizimkiler müftü, vaiz, hatip çocukları şehit çocukları eski şeyhlerden, mübareklerden, Hacı Bayram’ın torunlarından kimseler maalesef şimdi başka yollara giriyor, başka gizli derneklere giriyor. Başka inançsız yollarda dedelerine muhalefet ediyorlar. Kesin söylüyorum yanılıyorlar, bilmiyorlar. Yarım bilgiyle, yarım akılla, yarım kafa ile ahkâm kesiyorlar. Başkalarını da kendilerinin yolunda gezdirmek istiyorlar. Hâlbuki en güzel nizam İslâm!
İşte Ramazan, insanlar nasıl melekleşiyor. Nasıl nefsini terbiye etmeyi, iradesini kuvvetlendirmeyi, sabretmeyi öğreniyor. Nasıl fakirin ıstırap çektiğini öğreniyor, açlığın sıkıntılarını anlıyor… Ne kadar güzel, ne kadar güzel bir ibadet! Bazı Avrupalılar İslâm’daki ibadetlerin hikmetlerinden güzelliklerinden etkilenerek Müslüman oluyorlar. Ramazan’ın sonuna doğru kişiyi iyice bu dünyadan, dünyevî alakalardan; kendisini engelleyen, gözünü perdeleyen alakalardan da alıyor; “Gerçekleri tam görsün, mâneviyatı tam gelişsin.” diye itikâfa yönlendiriyor. “İbadetlerin en üstünü tefekkürdür.” diyen İslâm, itikâfta tefekkürün bütün şartlarını hazırlayıp “Buyur! İşte evliyâ olmanın yolu; gir, yürü.” diye onu da sağlıyor.
İslâm o kadar güzel, o kadar güzel ki! Ama Müslümanlar da bu asırda İslâm’ın güzelliğinden bir o kadar habersizler ki Allah uyandırsın. Öyle bir uykudalar ki ne zaman uyanacaklar bilmiyorum. Hem de aydınlar ve okumuşlar. Dünyayı tanıdığını sananlar ne okumuşlar bilmem. Siz dünyayı tanımıyorsunuz. Siz dünyanın sadece yarısını görüyorsunuz, sadece Batı’sını görüyorsunuz. Dünyanın Doğu’su var, Kuzey’i var, Güney’i var. Bakın ben Avusturalya’ya geldim, Malezya’dan geçtim. Oraları ilk gördüğüm zaman, ( dört-beş sene önce) buradaki bazı milletlerin yirmi birinci yüzyıla adım attığını söyledim. Bizimkilerin buralardan hiç haberi yoktu. İslâm en güzel din ve bütün ibadetleri de son derece hikmetli.
Kadir gecesi konusunda daha başka hadîs-i şerîfler de var. Mesela Hz. Âişe anamızın rivayet ettiği İmam Buhârî’nin kaydettiği hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz;
تحروا ليلة القدر في العشر الأواخر من رمضان
Teharrev leylete’l kadri fi’l aşri’l evâhiri min Ramazân. “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde tek gecelerde arayın.” diye bir açıklama daha yapmış.
27’sinde olduğuna dair rivayetler de var.
Her sene 27’sinde midir yoksa bazı seneler başka türlü de olabilir mi?
Bu hususta âlimlerin sözleri var. Ama Rabbimiz bir hikmetle kesin olarak beyan etmemiş, saklamış ki onu ihyâ edenler; “Ben Kadir gecesini ihyâ ettim artık benim çalışmama lüzum kalmadı, yan gelip yatarım.” diye gevşemesin.
Biz kendimizi biliyoruz, çocuklarımızı da biliyoruz. Ben hoca olarak da söyleyebilirim. Siz de talebe olduysanız talebelik yıllarından, okuldan hatırlarsınız. Hoca imtihan yapmasa çocuk ders çalışmaz. Senenin sonuna kadar çalışmaz, çalışmaz ondan sonra imtihan vakti uyumaz, üç-dört günde kitabı okuyup gelip sınıfı geçmeye çalışır. Gevşek oldu mu, baskı olmadı mı maalesef insan ciddiye almıyor. Bir de geçti mi, hoca derse kaldırdı ve iyi bir not aldı mı kitabı kenara atar.
Hâlbuki bilgi not almak için değil, hayatta kullanmak içindir. O bilgileri zevkle almak ve ilerletmek lazım. Âlim olmak lazım; faydalı olmak, ilerlemek lazım. Not için öğrencilik, not için tahsil, diploma için tahsil çok yanlış bir şey.
Bunları öğretmemiz lazım ki insanlar buna göre hareket etsinler. Kadir gecesi biraz saklı, biraz belli. Allahu Teâlâ hazretleri Kadir gecesini ihyâ etmeyi nasip etsin. Büyüklerimiz demişler ki;
“Her geceni Kadir her gördüğünü Hızır bil!”
Karşılaştığın insan Hızır olabilir diye güzel muamele et; gecen de Kadir gecesi olabilir diye güzel geçirmeye çalış.
Bir gecenin güzel geçirilmesi nasıl olur? Gece ne zamandan ne zamana kadardır?
Onun da söylenmesi lazım, âyette açıkça beyan edilmiş.
هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Hiye hattâ matlai’l-fecri. “Gecenin zamanı imsak kesilinceye kadardır.”
Bunu bilmeyen, bu sözü duymayan, bu konuda fikri olmayan insanlara; “Gece ne zamandır, gündüz ne zamandır?” diye sorsan onlar derler ki “Güneşin battığı zaman gecedir.” Hatta biraz aydınlık olduğu zaman da; “Daha gece gelmedi.” diye düşünür. Güneş doğduğu zaman veyahut biraz daha öncesinden ortalık aydınlandığı zaman da gündüzdür. Hayır! Öyle değil! İslâm’da akşam ezanıyla, güneş batmasıyla gece başlar. İmsak kesilmesiyle gece biter.
İmsak kesilme vakti nasıldır?
Karanlık daha sadece Doğu tarafında, siyah gökyüzünün Doğu tarafında hafif bir mavilenme vardır, azıcık. Herkes kolay görmez. İlk başlarda böyledir. Dakikalar ilerledikçe görmeye başlanır. İşte ona fecir deniliyor. Ortalık daha karanlıktır. İşte o fecirde bitiyor.
هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Hiye hattâ matlai’l-fecr.
Kadir gecesi de akşam namazından başlar fecr-i sâdık tulûuna kadar (takvimdeki imsak vaktine kadar) devam eder, biter. O vakitte, o saatlerde kalkıp o geceyi namazla, niyazla, dua ile ibadetle ihyâ etmek lazım. İhyâ etmek diriltmek demektir.
Gecenin ihyâ edilmesi nasıl olur?
Bir gecenin ihyâ edilmesi Allah’ın sevdiği ibadetleri yapmakla olur.
Bu ibadetlerin en güzeli; en derli toplu, teferruatlı, anlı şanlı, görkemli ibadet hangisidir?
Namazdır.
Niçin?
Çünkü namazda her türlü küçük ibadet var; tekbir, hamd, tesbih, rükû, secde, dua, Kur’an kıraati, temizlik. Yani namaz komple, tam bir ibadettir. Zaten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de ekseriyetle gecelerini namazla ihyâ ederdi. Namazda da en çok uzun uzun secdelerle dua ve niyaz ederdi; gözyaşlarıyla Cenâb-ı Hakk’a tazarru eyler, yalvarır, münacaat ederdi.
Hocalar hep söylerler;
“Kaza namazı olanlar kaza namazlarını kılsın.”
Doğru, tamam, kaza namazlarını ödemek lazım. Keşke müslümanlar her gün bir miktar kaza namazını ödeye ödeye şu borçluluktan kurtulsa. Keşke namazlarını hiç kazaya bırakmasa. İyi eğitim görüp vazifesini bilip buluğa erdiği, mükellef olduğu zamandan itibaren hep namazlarını kılsa.
Kaza namazları dışında başka sevaplı namazlar da var. Mesela tesbih namazı. Üç yüz defa sübhâna’l-lâhi ve’lhamdü li’l-lâhi ve lâ ilâhe illa’l-lâhü vellahü ekber deniliyor. Onuncularda ve sonuncularda velâ havle ve la kuvvete illâ bi’l-lâhi’l aliyyi’l azîm ilave ediliyor. Bizim İskenderpaşamızda [Mehmed Zahid] Hocamız’ın sağlığında bu namazı cemaatle kılıyorduk ki insanlar görsünler, öğrensinler, bilsinler ki kendileri kişisel olarak da kılsınlar. Çünkü sünnettir, sahih namazdır, kitaplarda yazılıdır. Güzel bir namazdır.
Namaz kılmaktan başka ne yapabilir?
Zikir yapabilir. Zikir hakkında halkımızda hiç olumlu olmayan izlenimler, intibâlar ve şartlanmalar vardır. Tesbih deyince, zikir deyince hemen irkilir. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerîm’de tavsiye ediliyor:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا
Yâ eyyühe’l-lezîne âmenü’zküru’l-lâhe zikran kesîrâ.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Ve’zküri’sme Rabbike bükraten ve esîlâ gibi nice nice âyetlerde hem de Peygamber Efendimiz’in yüzlerce hadîs-i şerîfinde zikir tavsiye ediliyor. Bizzat Peygamber Efendimiz en çok zikreden insanlardan birisi idi.
Kimileri; “Biz de onun sünnetine uyacağız” diye “hadisler sahih mi, değil mi?” diye soruyor. Soran bazı kardeşlerimizi biliyorum; sünnetle hiç ilgisi yok. Zikirle de ilgisi yok hatta bazıları zikre karşı. Allah ıslah etsin, Allah akıl fikir versin! Bir de İslâmcı, münevver, aydın geçinir.
Evet, bu geceyi ihyâ için zikir yapılabilir.
Evet, bu geceyi ihyâ için zikir yapılabilir.
“Zikrin çeşitleri nelerdir?”
Söyleyelim, öğrensinler. Zikrin en başta geleni Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm bir zikirdir. İnsan Kur’ân-ı Kerîm’i okuyunca zikretmiş olur. Kur’ân-ı Kerîm’e ne kadar sarılsak, ne kadar öğrensek, ne kadar okusak, ne kadar ahkâmını anlasak, ne kadar uygulasak o kadar Allah’ın sevgili kulu oluruz. Bütün işimizi Kur’ân-ı Kerîm öğrenmeye yöneltirsek fezâlara gideriz. Çağın bir numaralı dev ülkesi, milleti oluruz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mukaddes kitap. Düşmanlarımız bizimle savaş yaptıkları yıllarda, kendi millet meclislerinde ellerine Kur’ân-ı Kerîm’i almışlar;
“Müslümanların ellerinden bu Kur’an’ı almadıkça onları yenemezsiniz. Önce onları bu Kur’andan ayırın.” demişlerdir.
Bizlerle yani Müslüman Türklerle mücadelede, bizi Kur’an’dan ayırmanın gerekli olduğunu düşünüyorlar. Çünkü biliyorlar ki Kur’an bize aşk, şevk, aydınlık ve azim veriyor ve her türlü güzelliği oradan alıyoruz. Maalesef bazıları Kur’ân-ı Kerîm’in kıymetini bilmiyor. Kur’an eğitiminin öneminden haberdar değiller hatta onu engellemeye kalkıyorlar. Kur’ân-ı Kerîm en büyük zikirdir, Kur’an okunur.
Başka?
Salât u selâm çok kıymetli bir zikirdir. Peygamber Efendimiz’e salât u selâm getirdikçe Resûlullah’ın sevgisini, şefaatini kazanır. Cenab-ı Hak bir salât u selâm edene; on rahmet ihsan eder. Çok yaptıkça makamı, mertebesi, sevabı, ecri artar Allah yanında sevgili kul olur. Âhirette de Peygamber Efendimiz’e en yakın, en dost, en sevdiği kimse, kendisine en çok salât u selâm getiren kimselerdir. Onun için çokça salât u selâm getiriniz.
Sonra günahlarınıza tevbe istiğfar eyleyiniz. Bir de bu hususta bir hadîs-i şerîf okuyayım, bereketinden istifade edelim. Âişe anamız radiyallahu anhâ’dan rivayet edilmiş.
قَالَتْ قُلتُ يَا رَسُولَ اللهِ أَرَأَيْتَ إِنْ عَلِمْتُ أَي لَيْلَةٍ لَيْلَةُ القَدْرِ مَا أَقُولُ فِيهَا قَالَ : قُولِي اللهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ العَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى
Kâlet kultü yâ Resûlallah! Eraeyte in alimtü eyyü leyletin leyletü’l-kadri mâ ekûlü fihâ. “Efendimize; ‘Yâ Resûlallah! Eğer ben bir gecenin Kadir gecesi olduğunu anlarsam, bilirsem onda nasıl dua edeyim, gecemi nasıl geçireyim?’ diye sordum.”
İyi ki sormuş çünkü biz de cevabı öğreneceğiz ve ona göre hareket edeceğiz.
Kâle: “Peygamber Efendimiz cevaben buyurdu ki:” Kûlî yâ Âişe i sıddıka! “Ey zevcem, ey eşim! De ki; Allâhümme inneke afüvvün, kerîmün tuhibbü’l afve fa’fü annî.”
Revâhu’t-Tirmiziyyü ve kâle hadîsün hasenün sahîh. “İmâm Tirmizî bu hadîs-i şerîfi rivayet etmiş ve ‘Hasen, sahih hadistir.’ buyurmuş.”
İtiraz edilecek hiç bir tarafı yok.
“Eğer Kadir gecesi olduğunu anlarsan o gecenin ibadetinde, zikrinde duanda;” Allâhümme inneke afüvvün, kerîmün tuhibbü’l afve fa’fü annî diyeceksin.” diye tavsiye etmiş.
Kalemi alın, yazın. Hafızanız kuvvetliyse, bir defa duymakla anlıyorsanız hafızanıza yerleştirin. Peygamber Efendimiz’in ashabı onun sözlerini bir duyuşta ezberlerlermiş. Sonra “Hadi bakalım buyurun, siz de öyle olun.” diye bize de rivayet etmişler.
Allâhümme inneke afüvvün, kerîmün tuhibbü’l afve fa’fu annî. “Yâ Rabbi! Allah’ım! Hiç şüphe yok, muhakkak ki sen çok affedicisin, affetmeyi de seversin. Beni de affeyle!”
Rabbimiz, Allahu Teâlâ hazretleri, âlemlerin Rabbi Mevlâmız affetmeyi sever. Af, suçtan sonra olur. Suçlu bir kimse affedilir. Rabbimizin ne kadar kerîm olduğunu, erhamu’r-râhimîn olduğunu buradan görüyoruz, anlıyoruz. Rabbimiz tebâreke ve teâlâ hazretleri affetmeyi seviyor.
“Ey Allah’ım! Hiç şüphe yok ki sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affeyle!”
Her insanın, küçük büyük hataları olur. Hatta sabahleyin hiç hata etmemeye niyet ederiz ama yine akşama kadar bin bir türlü kusurumuz olur. Akşam hatırımıza gelir, üzülürüz.
“Keşke şöyle yapmasaydım, böyle yapmasaydım. O arkadaşa şöyle muamele etmeseydim, hanıma şöyle demeseydim, dükkânda şöyle yapmasaydım, müşteriye kızmasaydım, tezgâhtara bağırmasaydım.” vesaire vesaire…
Kusursuz kul olmaz ama yapmamaya çalışacağız, iyi insan olmaya gayret edeceğiz. Ama oluyor.
Olunca ne yapacağız?
Cenâb-ı Hak’tan afv u mağfiret dileyeceğiz. Cenâb-ı Hak affeder, affedince insan annesinden doğduğu ilk günkü gibi tertemiz olur.
Estağfirullâh el-azîm. “Yâ Rabbi! Beni affeyle, mağfiret eyle.”
Allâhümme inneke afüvvun, kerîmün tuhibbü’l-afve fa’fu annî. “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle!” diye tevbe ve istiğfarı çok yapalım. Çünkü çok suçumuzun olduğu görülüyor. Milletçe suçluyuz. Ümmetçe suçluyuz, insanlık olarak çok suçluyuz; tüm insanlar suçlu.
“Niye herkesi suçluyorsun?” derseniz işte buyurun dünya üzerindeki zulümler. Kaç yerde harp var? Kaç yerde masum insanlar; çocuklar, ihtiyarlar, kadınlar öldürülüyor? Kaç yerde insanlar perişan? Evler yıkılıyor, yuvalar yıkılıyor. Masum çocuklar aç, çıplak.
Vietnam harbini hatırlayın. Orada kafalardan yapılmış tepeleri, o kızıl kemerleri, reislerini hatırlayın. Dergilerinde kafatasından yapılmış tepelerin resimleri vardı. İnsanların bu vahşiliği ortada. Dünyanın her yerinde haksızlık…
Sermaye sahipleri, nükleer güç sahipleri, büyük ordu sahipleri ne yapıyorlar?
Güçlerini zayıfları ezmekte kullanıyorlar. Harpler, darpler, zulümler, haksızlıklar, aldatmalar eksik olmuyor. Masum insanlar, kadınlar, dullar, yetimler perişan. Dünya üzerinde sefalet diz boyu. Bütün insanlar kardeş, herkes Hz. Âdem’in evladı. Benî Âdem, nev-i beşer hepsi bizim kardeşlerimiz ama kardeşini düşünen hiç yok; ezen ezene. Tanklarla ezip geçiyorlar, yuvaları yıkıyorlar. Kimse de bunların karşısında mertçe büyük bir tepki ile engelleyici müessir tedbirler alamıyor. Demek ki suçluyuz. Suç olduğuna göre zulüm olduğuna göre buna rıza da zulümdür, zalimi engellememek de sorumluluktur. Bir insan, engelleyebileceği zalimi engellemediği zaman kabre girerken kabrin kapısında kafasına ateşten tokmağı yer, kabrin içi ateş dolar; Müslüman olsa bile.
Neden?
“Zalimi engellemedin, mazlumun yardımına koşmadın.” diye.
Böyle hadîs-i şerîfler var. Onun için çok suçluyuz. Tevbe ve istiğfar edelim, hatalarımızı anlayalım, kötü huyları bırakalım, iyi huylar edinmeye çalışalım. Cenâb-ı Hak bu gece günahlardan pâk eylesin, yeni doğmuş gibi olalım. Artık bu yirmibirinci yüzyıla 2000 yılına tertemiz müslümanlar olarak girelim. Biliyorsunuz bir de 2000 yılını, Tevhid Yılı ilan ettik. Yirmibirinci asrı da tevhid asrı ilan ettik. O hususta var gücümüzle çalışacağız. İslâm’ın hak din olduğunu, lâ ilâhe illallâhın doğru inanç olduğunu, Allah’ın varlığını, birliğini cihanda herkese öğreteceğiz. Herkesi İslâm’a davet edeceğiz. Cihanı sulh u sükûnla doldurmak için var gücümüzle gayret edeceğiz.
Allahu Teâlâ hazretleri nice nice kadirlerine erdirsin, büyük derecelerine ulaştırsın, tevfîkini refîk eylesin, nusretiyle teyid ve takviye etsin. Mazlum kardeşlerimizi zulümden kurtarsın. Mağdur kardeşlerimizi gadirden, mahpus kardeşlerimizi hapisten kurtarsın. Esir kardeşlerimizi hürriyete kavuştursun; ezilen kardeşlerimizi ezilmekten, sömürülen kardeşlerimizi sömürülmekten kurtarsın. Müslümanlar arasındaki dargınlıkları, küskünlükleri izale eylesin, kardeşler arasındaki küskünlükleri izâle eylesin, kardeşleri birbirleriyle barıştırsın. Babaları, evlatları, aileleri bir araya getirsin. Karı kocaları görevlerini bilerek güzel beşerî münasebetler kurmaya muvaffak eylesin
Dilerim ki gününüz, ömrünüz, önünüz aydın olsun. Güller, sümbüllerle pırıl pırıl, başarılı verimli, hayırlı bir ömür sürün. Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanın, huzuruna razı olduğu kullar olarak varın. Rıdvân-ı ekberine erin, cemalini görün. Cenâb-ı Hak cümlemizi, cümlenizi Firdevs-i Âlâ’da Habîb-i Edîbi’ne komşu eylesin.
Esselâmü aleyküm ve rahmetüllâhi ve berakâtühü