Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillahi rabbi'l-âlemin alâ ni'amihi'z-zâhirati ve'l-bâtınah hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve üsvetine'l-haseneti muhammedini'l-mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-din. Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem, kıymetli ve sevgili kardeşlerim!
Mevlid kandili geceniz mübarek olsun. Allahu Teâlâ hazretleri cümlenize sevdiklerinizle beraber uzun seneler böyle nice mübarek günlere, kandillere, mânevî nimetlere, saadetlere, mübarek zamanlara, mekânlara ermenizi, iki cihanda aziz ve bahtiyar olmanızı nasip eylesin.
Tarih kitaplarının yazdığına göre, bir nisan ayının, ilkbaharın, nisan ayının yirminci gününde, baharda, bir pazar gününü pazartesiye bağlayan gece... Yani eskiler ona pazartesi gecesi diyorlar çünkü akşam ezanıyla beraber ertesi günün gecesi başlamış oluyor. Pazartesi gününe de Araplar yevmü'l-isneyn derler. Yevmü'l-ehad, pazar günü, yevmü'l-isneyn pazartesi günü.
İsneyn gecesi, yani pazartesi gecesi, yani pazarı pazartesiye bağlayan gecede, gün doğmadan, şu yaşadığımız âleme iki cihan güneşi Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri doğdu.
Mesela burada, bizim kitabımız Râmûzü'l-ehâdîs hadis kitabımız ya, orada hadîs-i şerîfler var; şu mübarek akşama uygun olarak onlardan okuyalım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîflerinde buyuruyor ki;
Ene kâidü'l-mürselîn ve lâ fahra. "Ben bütün peygamberlerin önderi ve komutanı ve başbuğuyum övünmek yok." Allah böyle takdir eylemiş ben Allah'ın takdirini ifade ediyorum size.
Ve ene hâtemu'n-nebiyyîn. "Ben peygamberlerin hâtemiyim, sonuncusuyum, mühürlenişi, işin en sonuncusuyum." Ve lâ fahra. "Övünmek yok." Yani Allah beni böyle bu vasıfla tavsif eylemiş.
Ve ene evvelu şâfiin ve müşaffain ve lâ fahr. "Mahşer gününde de kendisine ilk defa şefaat imkânı bahşedilecek olan kimse benim ve şefaat selahiyeti verilecek kimse şefaat ettiği zaman, şefaati kabul olunan kimse, şefaat edecek olan ve şefaati de reddedilmeyip kabul olacak kimse de yine benim." Ve lâ fahra. ["Övünmek yok."] buyurmuştur.
[Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in] başka bir hadîs-i şerîfi var; Tirmizî'de 'hasen hadis' diye, İbn Mâce'de Ebû Saîd el-Hudrî hazretlerinden, aynı mânaları ifade ediyor.
Ene seyyidü veled-i âdem. "Ben Âdemoğlunun efendisiyim, en soylusu, en asaletlisiyim." Yevme'l-kıyâmeti. Dünya asaleti değil âhiret asaleti. "Âhirette Âdemoğullarının seyyidiyim, efendisiyim. Ve lâ fahra. ["Övünmek yok."] Ve bi-yedî livâu'l-hamd. "Elimde o mahşer gününde hamd sancağı, Livâü'l-hamd bulunacak. Ve lâ fahr. "Övünmek yok." Bunu övünmek için söylüyor değilim, gerçek bu.
Ve mâ min nebiyyin yevmeizin âdemü fe-men sivâhü illâ tahte livâî. "Hiçbir peygamber olmayacak ki o gün benim o Livâü'l-hamd sancağımın altında toplanmış olmasın. Âdem aleyhisselam dahil ve ondan sonraki[ler]." Hz. Âdem, peygamberlerin evveli, ilk insan, ilk peygamber. Âdem aleyhisselam ve ondan sonraki bütün peygamberler Peygamber Efendimiz'in Livâü'l-hamd'i altında toplanacaklar.
Ve ene evvelü men tenşakku anhü'l-ardu. "Ve yeryüzünde ba'sü ba'de'l-mevt olduğu zaman, kabirden, kabrinden ilk kalkacak olan kişi ben olacağım." İlk önce kabr-i nebîden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ba'su ba'del mevtte kalkacak. Ve lâ fahr. "Bunlar övünmek için söylenen sözler değil."
Ve ene evvel, şâfi'in ve evvelü müşeffa'in ve lâ fahra. "Âhirette ilk şefaat edecek olan benim ve şefaati kabul olunacak olan benim. Övülecek bir durum değil." Yani övünmek için söylemiyorum, Allahu Teâlâ hazretlerinin bu bana ikramıdır, diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuş.
Bir başka hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki; Ene Muhammedün. "Ben Muhammedim." Dedesi o ismi koymuş. Demişler ki;
"Bu isim böyle pek duyduğumuz bir isim değil; Araplar arasında Haşim var, bilmem ne var, böyle çeşitli başka isimler var ama bu rastlanan, böyle bir bilinen bir isim değil. Bunu nereden koydun? Ne demek yani bu, niye bu torununa bu ismi koydun?" demişler.
Malum, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yetim olarak doğdu. Dedesine soruyorlar;
"Niye Muhammed adını koydun?" diye. [Diyor ki;]
"İstedim ki; gökte de yerde de herkes onu övsün, methetsin, ona hamd etsin, iki cihanda makbul olsun diye..." Yani, gökte yerde makbul olsun diye bu ismi koyduğunu söylemiş. Tabii Allah ilham ediyor.
Peygamber Efendimiz diyor ki; "Ben Muhammedim." Ene muhammedün. "Ben Muhammedim." Yani dedemin koyduğu bir isim benim Muhammed.
Ve ahmedü. "Ben aynı zamanda Ahmedim."
Evet, İncil'de Ahmed adıyla geçiyordu. Ahmed de; hem çok hamd eden, çok hâmid mânasına gelir, ismi failin ismi tafdili olur, hem de hamîd, yani mahmud mânasına, ismi mefulun ismi tafdili olur, çok methedilen demek olur yine Muhammed manasıyla birleşir. Mana olarak aynı. O da ismi tafdil. Mesela ne diyoruz; ahsen, en güzel; atyeb, en hoş; ekber, en büyük; onun gibi Ahmed, yani en hamde, övülmeye, methedilmeye şayeste, yüce şahsiyet mânasına veyahut Allah'a en çok hamd eden, onu layık olduğu şekilde, hamd sıfatıyla bilip, övüp, ona o şekilde peygamberlik eden kimse mânasına.
Ene resûlü'r-rahmeti. "Ben rahmet peygamberiyim."
Peygamber Efendimiz'i Allahu Teâlâ hazretleri âlemlere rahmet olarak göndermiş. Kalbine eşsiz, engin, sonsuz rahmet duygusu vermiş. Merhametli; yetimleri kollayan, dullara yardım elini uzatan, insanları affeden, kusurları bağışlayan, eline gelenleri cömertçe harcayan, fakirlerin dertlerini [dinleyen], yaralarına merhem sarmaya çalışan, zalimlerin zulmünü engellemekte hiç tereddüt göstermeyen [bir merhamet sahibi.] Merhametli; yani zalime dur demek de merhametin icabı. Hem ona merhamet, hem mazluma merhamet. Çünkü zalimin zulmünden alıkoymak da ona yardımdır.
Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfinde ne buyuruyordu?
"Müslüman kardeşiniz zalim olsa da ona yardım edin, mazlum olsa da yardım edin."
"Yâ Resûlallah! Mazlum olduğu zaman yardım edelim, yardımına koşalım, kurtaralım ama zalimken nasıl yardım edeceğiz?"
"Onu zulmünden men edersiniz, yaptırtmazsınız zulmünü; o da ona yardımdır."
Çünkü zulmederse günaha girecek, günaha girerse gazaba uğrayacak. O halde zulüm yaptırmayın, o da ona yardımdır. Onun için kötülüğü engelleyeceksiniz, arkadaşınızın kötülüğüne göz yummayacaksınız, yaptırtmayacaksınız, "yapma böyle" diyeceksiniz.
Yani dünyada, "yapma böyle hapse girersin", "yapma böyle denize düşersin", "yapma böyle araba altında kalırsın" diyorsun da, niye "âhirette cehenneme düşersin" demiyorsun kardeşine?
Yangından yanacağı zaman ahşap binanın içine kahramanca dalıyorsun da, baygın vaziyette kardeşini dumandan boğulacakken omuzunda çıkartıyorsun, yardım ediyorsun da, niye cehenneme düşmesine engel olmaya çalışmıyorsun?
Merhametin yok mu?
Peygamber Efendimiz bir başka hadîs-i şerîfinde buyurmuş ki;
Ene eşrefü'n-nâsi haseben ve lâ fahr. "Ben insanların soy sop yönünden en şereflisiyim, övünmek yok, gerçek bu."
Hakikaten Hz. Âdem'in soyundan, oradan insanlar çoğaldıkça Efendimiz'in nuru, nûr-u nübüvveti daima en şerefli aileye geçmiş. İbrahim aleyhisselam'a gelmiş, İbrahim aleyhisselam'dan İsmail aleyhisselam'a gelmiş ve ne zaman insanlar çoğalıp kavimlere, kabilelere, kollara, boylara ayrılmışsa, onun soyunun aileleri en şereflisinden olmuş.
"Ben" diyor Peygamber Efendimiz, "Hz. Âdem atama kadar ecdadımın içinde, sülalemin içinden hep nikâhla gelmişim. Hiç, hiç nikâhtan gayri bir şey vuku bulmuş değil bizim ailemizin içinde." diyor. Yani zina ile, gayri meşru çocuk filan gibi bir durum [ile] Peygamber Efendimiz'in o nesl-i pâkine asla gölge gelmemiş. Daima nikâhla ve insanların en şerefli soylarından, boylarından asırlar geçtikçe süzüle süzüle gelmiş. Onun için Mustafa adı.
Mustafa ne demek?
Musaffâ gibi yani. Sâfileştirilmiş, yani Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz süzme bal gibi. Öyle gelmiş.
Ene eşrefü'n-nâsi haseben ve lâ fahr. "Övünmek yok, soyca en şereflisiyim." Ve ekremü'n-nâsi kadren ve lâ fahr. "İnsanların ne kerîmiyim, kerem sahibiyim, övünmek yok." Eyyühe'n-nâs! "Ey insanlar!.."
Böyle söyledikten sonra hitabı var, bakalım hitabını bilmiyorduk, dinleyelim.
Eyyühe'n-nâs! "Ey insanlar!" Men etânâ etaynâhu. "Kim bize gelirse biz de ona gideriz. Bize gelene biz gideriz." Ve men ekremenâ ekremnâhu. "Kim bize güzel muamele ederse, biz de ona güzel, kerim muamele yaparız." Ve men kâtebenâ katebnâhu. "Kim bize mükâtebe yaparsa, anlaşma yapar, şu şöyle olsun bu böyle olsun diye oturup bir yazışmayla bir şey yaparsa, biz de ona aynı muameleyi yaparız."
Biz de ona ahid ve söz ve [anlaşmada] uyarız. O bizim esir kölemizi âzat ederse, biz de onunkini âzat ederiz. O bize herhangi bir güzel bir tavır, jest gösterirse, biz de gösteririz.
Ve men şeyye'a mevtânâ şeyya'nâ mevtâhu. "Kim bizim cenazemize katılır, 'Allah rahmet eylesin' der, son vazifeyi yaparsa, biz de onun cenazesine gider, onun cenazesini teşhiye ederiz."
Ve men kâme bi-hakkınâ kumnâ bi-hakkihî. "Kim bizim hakkımızı, hukukumuzu yerine getirirse, bize uygun olan, bize layık olan muameleyi bize yapar ve haklarımızı bize verirse, biz de onun hakkını kabul eder, ona hakkını verir, onun hakkında bir kusur işlemeyiz."
Eyyühe'n-nâsü! Câlisü'n-nâse alâ kadri ahsâbihim. "Ey insanlar! İnsanlarla soylarına göre oturup kalkın." Ve hâlitu'n-nâse alâ kadri edyânihim. "Ve insanlarla dindarlıkları ölçüsüne göre ülfet edin. Ahbaplığınızı derinleştirin." Ve enzilu'n-nâse alâ kadri mürüvvâtihim. "Ve insanları mürüvvetlerine göre muameleye tâbi tutun." Ve dâru'n-nâse bi-ukûliküm. "Ve insanları akıllarınızla, gönlünü alacak bir tarzda, nabzına göre şerbet vererek idare edin, dirayetle idare edin." buyurmuş.
Tabii Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz çeşitli sebeplerden çeşitli şeyleri söylemek durumundaydı. Bu da [onlardan birisidir.]
Çok sabretmiştir, çok eza cefa etmişlerdir, çok sabretmiştir... Yurdundan çıkarmışlardır, namaz kıldırmamışlardır, üzerine işkembe koymuşlardır, seccadesini pislemişlerdir, kızını bineğinden düşürüp hamileyken sakat hâle getirmişlerdir, arkasından mızrakla atla kovalamışlardır, öldürmeye kasdetmişlerdir. Ve hayret edersiniz, bu uzun mücadelelerden sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Arabistan yarım adasına hakim olmuştur, kendisinin öldürdüğü insanlar, yani müslümanların savaşlarında ölen insanların sayısı aklınızın hayalinizin almayacağı kadar az; 100 küsur.
Ne tahmin ederdiniz?
Yüz binler, milyonlar tahmin ederdiniz. Bak sırf Sırplar 200 bin, 250 bin [Boşnak müslüman] kestiler. Ve bizim Çanakkale harbinde 250 bin ile 500 bin arasında rivayetler vardır, şehit verdik biz orada. Yani karşı taraf öldürdü bizi. Memleket bizim memleketimizdi. Saldırdılar, biz de korurken şehit olduk.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in İslâm'ı Arap yarımadasına, tüm o koca diyara hakim kıldığı zaman, insan zaiyatının azlığına bakın! Şu merhamete bakın, şu basirete bakın, şu başarının büyüklüğüne bakın! Kırmadan, ezmeden, öldürmeden; çok azılıları çok müstehakları hariç, bu iş bitmiş, Arap yarımadasından şeytan kovulmuş, imanın bayrağı oraya şey yapılmış. Böyle büyük peygamber, böyle merhametli. Böyle merhametli ama öyle resûlü'l-melhameh, savaş peygamberi. Allah öyle takdir etmiş.
Hz. Muhammed-i Mustafâ'dan sonra peygamber yok!
Mâ kâne muhammedün ebâ ehadin min ricâliküm velâkin rasûlallâhi ve hâteme'n-nebiyyîn. Peygamberlerin sonuncusu. Ondan sonra Peygamber yok. Kim ondan sonra "Ben peygamberim" diye çıkmışsa yalancıdır.
Hâtemü'n-nebiyyîn. Peygamber Efendimiz, eğriye eğri, doğruya doğru, her şeyi dobra dobra söylemişti. İsteseydi, "Hz. İsa da peygamber değil, Musa da peygamber değil, İbrahim de peygamber değil, Zekeriyya da peygamber değil, Nuh da peygamber değil..." deseydi, hepsinin işi biterdi. Ama öyle demiyor. Hz. Âdem'in peygamber olduğunu bizim Peygamberimiz tasdik ediyor. Nuh aleyhisselam'ı bizim Kur'an'ımız tasdik ediyor. İbrahim aleyhisselam'ı, Musa aleyhisselam'ı, İsa aleyhisselam'ı, Zekeriyya aleyhisselam'ı,
Küllemâ dehale aleyhâ zekerriyye'l-mihrâbe vecede indehâ rızkâ.
Meryem validemizi, hepsini [Kur'an tasdik ediyor.] Meryem validemiz diyoruz, çocuklarımıza Meryem adını koyuyoruz, kucağımıza alıp seviyoruz, "Benim kızım Meryem validemiz gibi dindar olsun." diyoruz. Çocuğumuza Musa adını, İbrahim adını, İsmail adını koyuyoruz.
Neden?
İslâm eğriye eğri, doğruya doğru, dobra dobra konuşur da ondan. Hak peygamberse hak peygamber demiş. Peygamber Efendimiz'den sonra peygamber gelmeyecek demişse, gelmeyecek.
"Geldim, ben varım." diyen yalancıdır, oyundur, hiledir.
Demek ki hâtemü'n-nebiyyîn [kelimesin]den açtık, Mukaffî'den açtık. Peygamber Efendimiz peygamberlerin kafilesinin en arkasında, en son gelen, ama şerefi en yüksek olandır. Seyyidü benî âdem. "Beni Âdemin efendisi. Sonra,
Ve ene'l-hâşiru. "İnsanları toplayacak olan kimse benim." Bu'istü bi'l-cihâdi. "Ben cihadı yapmakla baas olundum, benim İslâm'ı yaymamda, takdir-i ilâhi, cihad olacak." Ve lem üb'as bi'z-zirâ'i. "Ziraatle, hayvancılıkla baas olunmadım, cihadla baas olundum."
Bu bizim için önemli bir nokta.
Muhterem kardeşlerim!
Haşre dek ger söylenirse bu kelâm
Nice haşr ola, bu olmaya tamam
dediği gibi Süleyman Çelebi cennetmekânın, Resûlullah'ın hangi güzel halini anlatalım da hangisini bırakalım, seçme yapmaya bile hakkımız ve takatimiz yoktur.
Yalnız, Dede Ömer-i Rûşenî hazretleri vardır, yani büyük sufilerden, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi muazzam manzum tasavvufî eserler yazmış, Rûşenîye Halvetiye büyüklerinden, Rûşenîye şubesini kurmuş olan [zât]. Onun bir güzel ilahisi, tevşihi vardır, diyor ki;
Çün doğup tuttu cihan yüzünü hüsnün güneşi
Kim ola sevmeye bu vech ile sen mâhveşi.
Bunu çok güzel bestelemişlerdir, tasavvuf musikisinde bunun çok nefis besteleri vardır. Buna tahmisler yazmışlardır, şerhler yazmışlardır. Mânası şu ki;
"Senin güzelliğinin güneşi doğup da ufuktan cihanı aydınlattığı zaman, senin yüzünün o güzelliğini görüp de sana âşık olmamak mümkün mü? Kim ola sevmeye bu güzel yüzle seni, mümkün mü seni gördükten sonra sevmemek!"
Hz. Ali radıyallahu anh'a Peygamber Efendimiz'i anlat diyorlar, çünkü Peygamber Efendimiz'den sonra sahabe-i kirâm yaşadı, ondan sonra Resûlullah'a erişmemiş bir nesil geldi. Onlar biliyorlar ki bu mübarekler Peygamber Efendimiz'in ashâbı, Peygamber Efendimiz'i görmüşler ama kendileri yetişememişler Peygamber Efendimiz'in hayatına, sonradan doğmuşlar. Diyorlar ki;
"Anlat ki Resûlullah nasıldı? Boyu nasıldı? Saçları nasıldı? Gözü nasıldı? Siması nasıldı?.."
Resim yok, video yok, nasıl şey yapacaklar [bilecekler]?
Anlatıyor, anlatıyor da, Hz. Ali radıyallahu anh Efendimiz'den gelen rivayette diyor ki;
Men raâhü bedîheten hâbehû. "Resûlullah'ın yanına ömründe ilk defa, ilk olarak giren kimse, onun huzuruna girip de yüzüne bir baktı mı titreme alırdı kişiyi. Onun heybetinden, Resûlullah'ın peygamberlik heybetinden adam titremeye başlardı. Kapıdan girdi de Resûlullah'a baktı mı, heybeti altında erirdi, titremeye başlardı.
Men raâhü bedîheten. "Ansızın Resûlullah'ı bir defa, ilk gördüğü zaman, heybeti tesiri altında kalır, tir tir titrerdi." Ve men hâletehû ma'rifeten. "Kim tanır da, Resûlullah'ın sohbetine iştirak eder de, konuşmasını dinler de, halini huyunu anlarsa." Ve men hâletehû. "Muhâlata ederse, karışır görüşürse onunla." Ma'rifeten. "Ve böylece huyunu, ahlâkını, yaşamını tanırsa." Ehabbehû. "Âşık olurdu, dayanamazdı."
Gördü, dayanamaz artık, mümkün mü gördü...
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı benim bunda günahım.
Ne yapayım, göz gördü, gönül sevdi, çare mi var? Mecburen âşık olacak tabii, aşk-ı deryâsına gark olacak tabii, başka çaresi yok.
Ve men hâletehû ma'rifeten ehabbahû. Resûlullah'ı tanıyıp da sevmemek mümkün değil. Ancak kalbi mühürlü olanlar müstesna. Tabii Allah nasip etmedi mi olmuyor yani adım atamıyor insan, elini kaldıramıyor, parmağını kaldıramıyor. Eşhedü en lâ ilâhe ilallah diyecek, parmağını kaldıramıyor. [Peygamber Efendimiz amcasına] şu sözü söyletemedi; Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû.
"Ey amcacığım! Sen bana küçüklüğümde baktın. Ey Ebû Talib, ey amcacığım, ey Hz. Ali'nin babası! Bir eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû de, bu sözünle, evet namaz kılmadın, oruç tutmadın, şimdi ölüm döşeğindesin, öleceksin biraz sonra, ruhunu teslim edeceksin, bir eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû de de sana şefaat etmeye yüzüm olsun. Allah'ın huzurunda sana şefaat edebileyim amcacığım, söyle şunu."
Söyleyemedi. Bazıları dediler ki;
"Yâ Resûlallah! Dudakları kıpırdadı, söyledi galiba." dediler. "Ben duymadım" dedi, "ben duymadım" dedi. Allahu ekber! Allahu ekber!..
Allah bizi o kelimeteyni şehadeteynden ayırmasın.
Muhterem kardeşlerim!
Çok mühim o. Allah nasip etmedi mi olmuyor. Allah bize nasip etmiş, söylüyoruz. Bu nasibi elimizden almasın. Karganın gak derken peyniri ağzından düşürdüğü gibi bu imanı elimizden kaybetmeyelim. Tilkilerin aldatmasıyla, övmesiyle, sövmesiyle, dövmesiyle bu imandan vazgeçmeyelim.
“Senin Müslümanlıkla ne işin var, yirminci yüzyılda bir kitaba inanılır mı?.."
Ya ne yapacaksın?
Ya ne yapacaksın, hakka teslim olacaksın ya. Hak neyse ona teslim olacaksın. Hakkı incele, hakka teslim ol. Peygamber Efendimiz diyor ki;
Zül me'a-l-hakkı haysü zâle. "Hak neredeyse ona tâbi ol."
Biz hakkın aşığıyız, doğrunun, gerçeğin, hakkın aşığıyız; biz dalkavuk değiliz ki! Bizim alnımız açık, mantığımız sağlam, muhakememiz yerli yerinde, delillerimiz kuvvetli. Elhamdülillahi alâ ni'meti'l-İslâm. Çok şükür Allah'a.
Eski ümmetlerden deliller var, tarihten deliller var, Tevrat'tan, İncil'den deliller var, hıristiyanlardan, yahudilerden, Avrupalılardan, Japonlardan, Hintlilerden, Çinlilerden delillerimiz, şahitlerimiz var, aklımız var, mantığımız var, muhakememiz var. Elhamdülillah. Ondan müslümanız. Ama insan edepsizlik yaparsa, bîedep olursa [mahrum olur.] Mevlânâ;
Bî edeb mahrum geşt ez lutfü rab. "Edepsiz, rabbinin lütfundan mahrum olur." diyor.
Diyor ki;
Yekûlü nâ'itühü lem era kablehû ve lâ ba'dehû mislehû. "Onu methetmek, anlatmak isteyen kimse onu anlatırken der ki; lem era kablehû ve lâ ba'dehû mislehû. 'Onun gibisini, ondan önce ondan sonra hiç görmedim.'" Önce de görmedim, görmemiştim, onu tanıdıktan sonra da, ondan sonra etrafta insanlara bakıyorum onun gibi yok. Evvelinde ve âhirinde onun gibisini hiç görmedim der.
Peygamber Efendimiz'i anlatanlar böyle anlatırdı. Hakikaten öyleydi. Resûlullah Efendimiz'in yüzü çok güzeldi ve müstesna bir nuraniyet ile parlıyordu. Onun için, sahabeden birisi diyor ki;
"Resûlullah'ın yüzü çelik kılıç gibi parlıyordu." Kılıç parlar ya ay ışığında, kılıcı kaldırırsın pırıldar filan. Ötekisi az buluyor bunu, azımsıyor, diyor ki;
"Haydi ya, öyle değil; Resûlullah'ın yüzü ay gibiydi, güneş gibiydi." diyor. Yani böyle değildi, yüzü şöyle değildi; pırıl pırıl nur saçıyordu. Güldüğü zaman dişlerinden nurlar saçılıyordu. Gözlerinin güzelliğine doyum olmaz. Sözü güzel, yüzü güzel, adı güzel, kendi güzel, huyu güzel bir peygamber.
Allah'a hamd ü senâlar olsun, Allahu Teâlâ hazretleri bizi onun ümmetinden eyledi. Ümmetinden, hakiki, has ümmetinden olmayı nasip eylesin.
Muhterem kardeşlerim!
Resûlullah'ı tanımamız lazım. Peygamber Efendimiz diyor ki; "Çocuklarınızı Resûlullah'ın sevgisiyle yetiştirin." Tanıtın çocuğunuza Resûlullah'ı.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in sevgisiyle ve Kur'ân-ı Kerîm sevgisiyle çocuklarımızı yetiştireceğiz. Çocuk Kur'an'ı sevecek. Çocuk Resûlullah'ı sevecek. O senin sorumluluğun altında. Sen o aşka tanış olacaksın, o aşkı sen yaşayacaksın; çocuğunu da Resûlullah'a âşık bir çocuk olarak yetiştireceksin. Lafla değil. Çocuk Resûlullah sevgisiyle büyüyecek.
Neden?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri sahih hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;
Vellezî nefsî bi-yedihî. "Canım elinde olan Allah'a, vallahi, billahi, yeminler olsun ki..."
La yü'minü ehadüküm. "Sizden biriniz mü'min olmaz." Hattâ ekûne ehabbe ileyhi min ve'n-nâsi ecmaîn. "Onun yanında ben ona babasından da, evladından da, bütün diğer sevgili insanlardan da daha sevgili olmadıkça, o hakiki müslüman olmaz."
Şimdi içime, dudağıma geliyor ki, yani sanki o zaman artık etrafta hakiki müslüman yok.
Kaç tane böyle anasından, evladından, babasından, sevgilisinden daha çok Resûlullah'ı seven kaç tane müslüman gösterebilirsiniz? "Hocam işte bu, hocam işte bu!" diye kimi gösterebilirsiniz? Kaç kişi gösterebilirsiniz?
Yunus Emre'ye hayranım, diyor ki, her ilahisinde öyle; "Yunus ne eylesin cihanı sensiz." Yani dünya gözüne görünmüyor. Yunus ne yapsın cihanı sensiz. Sen olmadıktan sonra, bağ olmuş, bahçe olmuş, gül olmuş, bülbül olmuş, aş olmuş, tatlı olmuş, ne olacak...
Yunus ne eylesin cihanı sensiz,
Sen hak Peygambersin şeksiz gümansız.
Tereddütsüz sen hak peygambersin, doğru peygambersin, gerçekten peygambersin, Allah'ın gönderdiği hakiki peygambersin.
Yunus ne eylesin cihânı sensiz
Sen Hak Peygambersin şeksiz, gümansız,
Sana inanmayan gider imansız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Canım feda olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Kurban edecek kendisini. Yunus'a fırsat versen, insanın kendi kendisini öldürmek câiz olsa, intihar etmek câiz olsa onu yapacak ama öyle olmayınca [canlarını] hizmette feda ediyorlar.
Canım feda olsun senin yoluna.
Nasıl olacak?
Resûlullah'a hizmet edecek.
E Resûlullah önceden yaşamış, nasıl hizmet edecek?
Resûlullah'ın sünnetine hizmet eder, ümmetine hizmet eder, yoluna hizmet eder, rızasını kazanmak için canını dişine takar, uğraşır. Öyle yapmışlar.
Resûlullah sevgisi, Allah sevgisi insanın kalbine yerleşmeyince insan hakiki müslüman olamıyor.
Allah bizi o sevgilere mazhar eylesin. Hakiki Müslüman eylesin. Yani sevmediği çok şeyler vardır üzerimizde. Bizi ancak o pak edebilir. Bizi sevmediği hallerden, huylardan, sıfatlardan kurtarsın Rabbimiz. Bizi sevdiği kul eylesin.
Şimdi biz çirkefe batmışız, günahlara dalmışız, boynumuzu bükmüşüz, yüzümüz kara, elimiz boş, dergahındayız. Biliyoruz ki onun dergahında imkansız diye bir şey yok. Evet, ben çok kusurluyum, çok günahkârım, çok suçluyum ama dilerse affeder, dilerse ıslah eder, dilerse ihyâ eder... Yani eşkiyayı evliyâ yapıyor.
Bundan sonra iyi kulun olalım yâ Rabbi. Şimdiye kadar günah işledik bundan sonra sevap işleyelim. Şimdiye kadar âsi olduk bundan sonra mutî olalım. Yâ Rabbi! Bizi sana isyan ettirme. Yâ Rabbi! Bizi seni bilmeyen, senin yolunda gitmeyen cahillerden, gafillerden eyleme!"
Muhterem kardeşlerim!
Allahu Teâlâ hazretleri Habîb-i Edîb'i hürmetine, şu mübarek gece hürmetine, bu güzel vesile hürmetine, bizi her türlü kötü huylardan, sıfatlardan, amellerden, fikirlerden, düşüncelerden korusun ve kurtarsın ve pak eylesin. İçimizi dışımızı nurlandırsın. Kalbimizi canlandırsın. Gönlümüzü ihyâ eylesin. Gönlümüzü marifetin nuruyla aydınlatsın. Bundan sonraki, şu andan sonraki ömrümüzde Resûl-ü Edîbi'nin sünnet-i seniyesini bilen ve ona sımsıkı sarılan, o yolda yürüyen, böylece şehit sevapları kazanan kullarından eylesin.
"Ümmetimin fesada uğradığı zamanda, sünnetime sarılıp onu ihyâ edenlere 100 şehit sevabı var." veya "şehit sevapları verilecek." diye Peygamber Efendimiz'in müjdesi vardır. Biz sünnetine sarılalım. Kıyafetimizi Peygamber Efendimiz'in sünnetine döndürelim. Yüzümüzü Peygamber Efendimiz'in sünnetiyle süsleyelim. İşimizi Resûlullah'ın emrettiği şekilde yapalım. Kazancımızı Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği üzere yapalım. Resûlullah'ın sevgisini, rızasını, iltifatını, teveccühünü kazanmaya çalışalım. İçimize Resûlullah'ın sevgisinin yerleşmesi için gerekli tedbirleri alalım.
Gerekli tedbirleri alalım, Allahu Teâlâ hazretleri bizi, "Ümmet-i Muhammed'in bir grubu kıyamete kadar bozulmadan kalacak, hakkı tutacak, hakka hizmet edecek." diye bildirdiği, bozulmayan zümresinden eylesin. Bid'atlardan, haramlardan, günahlardan korusun. Sünnet-i seniyeyi anlayıp, onu başkalarına anlatan ve Ümmet-i Muhammed'e güzel hizmet eden, böylece Peygamber Efendimiz'in ayrıca iltifatını kazanan kullarından eylesin.
Evvelki münasebetlerle de söylediğim bir hadîs-i şerîf beni çok duygulandırdığı için, onu da nakletmek istiyorum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurdular ki;
"Ah n'olaydı, ihvanıma kavuşup onları görseydim!.." Böyle söyledi bir gün. Ashabı etrafında, "N'olaydı, ihvanıma kavuşup onları görseydim!" dedi. İhvan Arapça'da "kardeşler" demek. "N'olaydı, kardeşlerime kavuşup görseydim!.." diye de ah edip temenni ağzından sâdır oldu. Sahabe-i kirâm dediler ki;
Elesnâ ihvâneke? "Biz senin kardeşlerin, ihvanın değil miyiz yâ Resûlallah?" İşte aramızdasın ya. "Onlara kavuşaydım, onları göreydim!" dediğin ihvan biz değil miyiz yani?"
Bel entüm ashâbî. "Siz benim ashabımsınız." Sizin adınız başka, sıfatınız başka, benim muradım başka. Siz benim ashabımsınız. Sahabesiniz siz. Benim sohbetime ermişsiniz, benim terbiyeme girmişsiniz, beni görmek şerefine nâil olmuşsunuz. Siz ashabımsınız. Tamam.
Ashâbî ke'n-nücûmi. "Ashabım yıldızlar gibi, hangisine uyarsan hidayet bulursun."
Hayru'l-kurûni karnî. "En hayırlı devir benim devrimdir; ben ve ashabımın yaşadığı devirdir." tamam.
"Benim ihvanım dediğim, benden sonraki zamanda dünyaya gelip, beni görmeden bana âşık olanlardır. Beni görmek için mallarını, mülklerini, ana babalarını, evlatlarını feda etmeye âmade olanlardır. İhvanım onlardır. Onlara kavuşmayı özlüyorum." buyurdu.
Allah bizi Resûlullah'ın ihvanından eylesin. Özlediği kimselerden eylesin.
Bir ölçü her halde Resûlullah hakkında da doğrudur. Peygamber Efendimiz diyor ki;
"Allah'ın indinde sizin mertebeniz, dereceniz, kadriniz, kıymetiniz nedir; Allah sizi seviyor mu, sevmiyor mu, ne kadar seviyor, az mı seviyor, çok mu seviyor; bunu anlamak istiyorsanız, bunun ölçüsü sizin içinizdeki Allah sevgisidir." Siz Allah'ı seviyorsanız, Allah da sizi seviyor.
Ene inde zanne abdî bî. Hadîs-i kudsî böyle. Allah'ın kuluna muamelesi kuluna göre. Kulunun Allah'a ibadetine göre, Allah'ın kuluna muamelesi.
Kul Allah'ı seviyorsa, Allah da kulu seviyor. Kul rabbini zikrediyorsa, rabbi de kulunu zikrediyor.
Fezkürûnî ezkurküm. Âyet-i kerîmeyle sabit.
Ene celîsü men zekerenî. "Ben beni zikredenin meclisinde, onun yanı başına geliveririm, onunla beraber oluveririm." Mekandan münezzeh, âlemlerin rabbi ama, işte böyle.
Sonra, "Eğer kulum bana bir karış gelirse, ben ona bir arşın gelirim. O bana bir arşın gelirse, ben ona bir kulaç gelirim. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim." Yani hemen ondan bir gayret olsun, ben ondan kat kat fazlasını ona ihsan ederim diyor.
Demek ki Allah sevgisi ve Allah tarafından sevilmenin ölçüsü bu olduğuna göre, bu ölçü Resûlullah için de sanıyorum aynı ölçüdür. Resûlullah'ın seni sevip sevmediğini merak ediyorsan, senin Resûlullah'ın sevgisi, muhabbetiyle gönlün ne âlemde, onu bir yokla, ne kadar seviyorsun?
Habibi edibin hürmetine, Kuran-ı hakimin hürmetine, salat-u selamlar hürmetine, ism-i azamın hürmetine, Esma-ül Hüsna hürmetine dualarımızı kabul eyle. Reddetme ya Rabbi! Duaların kabul olması şartlarına sahip olmasak da reddetme ya rabbi! Bizi o şartlara sahip eyle Ya Rabbi!
Bihürmeti esmâikel-hüsnâ ve habibikel müçteba ve bihürmeti esrârı sûretil-fâtiha!..