(Fe izâ kadaytüm menâsikeküm) "Menseklerinizi, nüsüklerinizi kaza ettiğiniz zaman..." Tabii bunların hepsi, Arapça kelimelerin Türkçe cümle kalıbına dökülmüş şekli; açıklamamız lâzım!
Menâsik, mensekin çoğulu. Nüsük de aynı mânâya; haccın fiilleri, yâni hacda yapılan işlemler demek. (İsm-i mekân,ism-i zaman masdar-ı mîmi sigası. Mensek, çoğulu menâsik bu masdar-ı mimi olduğu zaman, ibadet etmek mânâsına geliyor. İsm-i mekan olduğu zaman, o ibadet fiillerinin yapıldığı mekân mânâsına gelir. İsm-i zaman olduğu zaman da, o işlerin yapıldığı zaman mânâsına gelir. Bu sîganın özelliği bu.) Ama burada haccın merasimleri demek, haccın işlemleri demek, haccı hac olarak tamamlayan haccın bölümleri demek.
Kaza etmek de, yerine getirmek, îfâ etmek mânâsına. "Haccın işlemlerini ifâ ettiğiniz zaman, (fezkürullàhe kezikriküm âbâeküm ev eşedde zikrâ) Allah'ı zikrediniz, babalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha şiddetli bir şekilde zikreniz!" buyuruyor.
Şimdi menâsik, haccın fiilleri nelerdir?.. Tabii en önemli mensek, nüsük Arafat'a çıkmak, Arafat'ta vakfe... O olmayınca hac olmuyor. Onu yaptılar, Müzdelife'ye seller gibi aktılar. Mina'ya yerleştiler, şeytanları taşladılar ve bu arada fırsat bulanlar --herhalde o zaman olabiliyordu-- fırsat bulanlar gitti, ifada tavafı diye adlandırdığımız farz tavafı da yaptı. Böylece kurban kesme, tavaf, şeytan taşlama, Arafat'ta daha önce vakfe yapmak gibi vazifeler tamamlandı. Şimdi Mina'da artık oturdular.
(Fe izâ kadaytüm menâsikeküm) "İşte bu hac fiillerini, işlemlerini ifâ ettiğiniz zaman, (fezkurullâh) Allah'ı zikrediniz!" Yâni Mina'nın günlerinin, gecelerinin zikirle geçirilmesinin işareti, emri olmuş oluyor.
Nasıl zikrediniz?.. (Kezikriküm âbâeküm) "Sizin babalarınızı zikretmeniz gibi; (ev eşedde zikrâ) yahut daha şiddetli bir zikirle Allah'ı zikrediniz!"
Bundan murad nedir?.. Müfessirlerin, tefsir ilmiyle uğraşan alimlerin bir kısmı demişler ki, meselâ Atâ' (R.a) bunlardan birisi:
(Hüve ke kavlüs-sabiyyi ebehû ve ümmehû) "Annesine babasına çocuğun: 'Anneciğim, babacığım!.. Anneciğim, babacığım!' demesi gibi. Bir onu bilir, annesini babasını bilir çocuk, hep onları yâd eder." Yâni çocuk nasıl annesine babasına düşkünse, nasıl hep onu anıyorsa... Hatta biraz annesi uzaklaştı mı, çocuk başlıyor ağlamaya...
"--Yavrum otur işte, bir şey yok, karnın tok, her türlü şey tamam, niye ağlıyorsun?" Annesini istiyor.
"İşte böyle bunun gibi, siz de Cenâb-ı Hakk'ı böyle istekle, arzu ile, aşk ile, hiç ayrılık olmasın gibi duyguyla zikredin!' demektir. Bunun mânâsı budur." diye bu mânâya olduğunu rivayet ediyorlar.
İbn-i Abbas (R.A'dan) --hem kendisinden, yâni Abdullah'tan, hem de babası, Peygamber Efendimizin amcası olan Abbas'tan Allah razı olsun; bütün ashabından razı olsun, şefaatlerine erdirsin-- bu mânâda zikredilmiş.
Ama bir diğer anlatım, anlama, tefsir daha var, o da yine İbn-i Abbas (R.a)'dan rivayet edilmiş. İbn-i Abbas (R.a) diyor ki:
"Cahiliye devrinde, yâni İslâm'dan önce, cahiliye devrinin Arapları hac vazifesini yaptığı zaman..." Pekiyi cahiliye devrinin Arapları niye haccediyor?.. Çünkü hacc İbrahim (A.S) beri, İsmail (A.S)dan beri yapılagelen bir şey... Bunlar eksikleriyle, kusurlarıyla yapa yapa biraz bozmuşlar ama, yine de yapıyorlar. Yâni kökeni, işin aslı yine İbrahim (A.S)'a, İsmail (A.S)'a dayanıyor. Hatta ondan önce, ondan sonraki peygamberlerin de bu mübarek yerleri gelip ziyaret ettiklerini anlatmıştık ilgili ayet-i kerimelerde.
O cahiliye devrinde Peygamber Efendimiz'in irşadı olmadığı için, eski peygamberlerin anlattıkları da unutulduğu için, cahiliye Arapları böyle Mina'da, Müzdelife'de toplanırlarmış. Bu haccın Arafat'dan sonraki kısmında ecdadına, atalarına dair öğünçlerini dile getirirlermiş:
"--Benim babam şöyle yemekler pişirir, yoksullara şöyle dağıtırdı. Şöyle hayır yapardı, böyle hayır yapardı; diyetleri öderdi, köleleri kurtarırdı. Şu kadar mal falanca yere gönderir, şu kadar hayır filanca yere gönderirdi." diye, böyle kendi dedelerinin öğünülecek fiillerini sayıp döküp onları yâd ederlermiş.
O zaman buradaki ayet-i kerimelerden mânâ, "Öyle değil de, yâni onu yapmayın da, onun yerine Allah'ı zikredin!" mânâsı olmuş oluyor.
İster birinci olsun, yâni "Çocuğun anne babasını istemesi gibi, hatta daha fazla, siz Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni zikredin!" ya da, "Babalarının öğünçlerini dile getirip de öğündüklerinden daha fazla, Cenâb-ı Hakk'ı zikreyleyin! O yanlış işleri, boş övünmeleri bırakın da, güzel olan, ibadet olan Cenâb-ı Hakk'ın zikriyle meşgul olun!" buyruluyor.
Şimdi daha önceki ayet-i kerimelerden, şimdi ki ayet-i kerimeden ve bundan sonraki ayet-i kerimelerden görülecek ki, hac ibadeti; ihrama girildiği zamandan itibaren hep zikirle dopdolu olan bir ibadettir.
Telbiye zikirdir, yâni "Lebbeyk Allahümme lebbeyk..." diye ihramı giyip, dualar ederek Kâbe'ye doğru seyahat, lebbeyk çekmek zikirdir. Arafat'ta yapılan faaliyetlerin kısm-ı a'zamı --namaz önceden kılınıyor, geniş bir zaman kalıyor-- zikirdir.
Müzdelife de zikirdir. Şimdi de "bu vazifeler bittikten sonra, yine Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni zikredin!" deniliyor. Çünkü zikrullah çok sevaplı bir ibadettir. Zikrullah hocaların uydurması, mürşidlerin kendilerinin zihinlerinden buldukları bir şey değildir; Kur'an'ın emridir, görüyorsunuz. Hac ibadeti zikirle dopdoludur, namaz da zikirle dopdoludur. Onun için zikrin kıymetini herkes bu ayet-i kerimeleri görünce iyice anlasın!..
"Şimdi, babalarınızı zikreder gibi, yâni eskiden babalarınızı zikrediyordunuz şimdi bırakın öyle boş övünçleri, Allah'ı zikredin!"; ya da, "Çocuğun babasını aşk ile, şevk ile, sevgi ile anlattığı gibi, bu sefer Cenâb-ı Hakk'ın nimetlerini yâd edin! Kudretini, sanatını, hikmetini dile getirin! Sohbetiniz hep ma'rifetullah çevresinde olsun!" gibi bir mânâ.
(Fe men tea'c-cele fî yevmeyni felâ isme aleyhi)
Birinci güne ayrı isim verilmediği için, yevmün-nahr diye, ikinci ve üçüncü günler iki gün diye geçiyor. "Mina'da bu zikir günlerinde iki gün durup da, ondan sonra acele eden; acele davranıp, kalkıp, yerine yurduna, kasabasına, kabilesine, beldesine gitmeye kalkışan insana hiçbir günah yoktur. Onun üzerine bir günah yazılmaz." Çünkü vazifeler bitmiştir, Cenâb-ı Hakk hoşnud olmuştur. Bu ibadeti böyle yapmalarıyla, buraya kadar yapmalarıyla tamamlamış oluyorlar, eksiklik kalmamış oluyor. Onların bir günahları yoktur, gidebilirler.
(Ve men tea'h-hara felâ isme aleyhi limeni't-tekâ)
"Ama Allah'tan korkanlar için, böyle geriye kalıp da üçüncü günü de tamamlamak -eyyâm-ı teşrîkın üçüncü günü de bayramın dördüncü günü oluyor- Mina'da kalmak, yine şeytan taşlamak, şeytanı taşlarken yapılan dualar ve namazların arkasından yapılan tekbirler, böyle devam ederse, bir gün daha olursa; bu müttakîler için daha uygundur.
Cümle evvelîn ve âhirîn, bütün insanlar, bütün sorumlular, mahşer günü Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin huzuruna gidecekler.
Tabii mahşer gününün en mühim özelliği mahkeme-i kübrâsıdır, insanların amellerinin tartılmasıdır. Sevaplarının, günahlarının alınması-verilmesidir, cezâlarının verilmesidir. İyilerin cennete sevki, kötülerin de cehenneme atılmasıdır. İnsanın bunu hiç hatırından çıkarmaması lâzım! Ahirete iman İslâm'ın en önemli, en belirgin, bâriz, şeffaf, apaçık iman esasıdır.
"Cennet ve cehennemde bu dünyadadır demenin hiç mi aslı esası yok"
Güzel işler yapmazsan ahiretteki pişmanlık fayda vermez.
"Ben niye bu günahı işledim, benim bu hâlim nedir. Benim hâlim evliyâların -Allah'ın iyi kullarının hâline benziyor mu- benim kâfirlerden farkım nedir? Bu Münih'teki Allah'ın dinini bile kabul etmemiş insanlardan farkım nedir? Benim hâlim ne olacak, benim âkibetim nereye varacak?.." filan diye onlar, onlardan telaşe ederler. Onlar sapsarı benizle çıkmış evinden, demişler ki;
"Ne oldu sana, niye böyle çok sararmışsın, çok üzülmüşsün?"
Demiş ki;
"Günahlarımı biliyorum. Herkes yaptığı işin doğru mu yanlış mı olduğunu bilir, yalan söylediği zaman 'bu iyi olmadı' diye bilir. Birisinin malını aldığı zaman bunun hırsızlık olduğunu bilir. Sabah namazına kalkamadığı zaman kalkamadığını bilir. Orucu bozduğu zaman bozduğunu bilir, günahını bilir. Günahlarımı biliyorum ama günahlarımı Allah affetti mi affetmedi mi onu bilmiyorum."
Üzücü bir durum.
İbadetleri yaptın ama Allah kabul etti mi etmedi mi; çünkü Allahu Teâlâ hazretleri her ibadeti kabul etmiyor ki. Kur'ân-ı Kerîm'den, hadîs-i şerîflerden biliyoruz; Allahu Teâlâ hazretleri bazen kulların ibadetlerini kabul etmiyor. Kabul etmediği bir şey düşünelim. Bu gece mesela; kardeşleriyle dargınlığı olanı affetmiyor, hırsızı, içkiye devam edeni, zinâkârı affetmiyor.
Hacca gidiyor; haram malla gidince affetmiyor. Ancak füsuk, cidal, refes yapmadan güzel bir hac yapmışsa kabul ediyor. Ama öyle olmamışsa -bunları yapmışsa- kabul etmiyor. Sadaka veriyor sadakayı kabul etmiyor çünkü sadakayı ezâ vererek vermişse o zaman kabul etmiyor. Haramdan bir hayır yapmışsa kabul etmiyor. Kıldığı namazı bazen kabul etmiyor. Allah'a yaklaştırmıyor, uzaklaştırmaya sebep oluyor.
"Nice namaz kılan insan vardır ki kıldığı namaz onu Allah'a yaklaştırmaz, uzaklaştırmaya yarar.
Neden?
Namazda aklına neler geliyor, olmadık şeyleri şeytan aklına getiriyor filan veya abdesti güzel almadı. O zaman kabul etmiyor.
Bazılarının orucunu kabul etmiyor. "Akşama [kadar] nice oruç tutan insan vardır ki; akşama karnı aç ve susuz kalmaktan başka bir şey değildir"
Bunu hadîs-i şerîften biliyoruz; [Allah] kabul etmiyor.
Gece kalkan insanın bazen gece ibadetini kabul etmiyor.
Neden?
Çünkü hadîs-i şerîfte bildiriyor ki;
"Nice gece kalkan insan vardır ki elindeki kârı uykusuz kalmaktan ibaret."
Demek ki ibadetlerin kabul olması için ince şartlar var. İnce şartlara uyulmadığı zaman kabul olmuyor. "Ben de ibadet ettim ama acaba o şartlara uyarak mı oldu?" diye düşünmüştür o mübarek. İnsan, ibadetlerin kabul olduğunu bilmiyorsa elbette üzülür. Günahları var, affolduğunu bilmiyor, elbet üzülür.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
İşte bu anlattığım sebeplerden dolayı önemli bir gecede bulunuyoruz.
Ne yapıp yapıp affımızı, mağfiretimizi sağlamaya çalışmamız gerekiyor.
Peygamber Efendimiz acaba nelere işaret buyurmuş?
Onları biraz Onun diliyle, ifadesiyle anlatmaya çalışalım.
Diyor ki Peygamber Efendimiz;
"Cebrail aleyhisselâm bana bu Beraat gecesinin evvel vakti geçtikten sonra geldi ve; 'Yâ Muhammed, yüzünü semaya çevir.' dedi. Baktım, cennetin kapıları açılmış. Birinci kapının üzerinde bir melek;
"Devlet ve saadet bu gece rükû edenler içindir." diyormuş."
Demek ki bu gece namaz kılmanın sevap olduğunu buradan anlıyoruz. Çünkü namaz zikrin en güzel şeklidir. Allah'ın en sevdiği ibadetlerdendir. Ve mü'minin miracıdır.
İkinci kapısında melek;
"Ne mutlu secde edenlere…" buyurmuş. Rükû ve sücûd namazda oluyor.
Üçüncü kapısında;
"Ne saadet, ne mutlu dua edenlere…" buyuruyormuş. Demek ki dua ve tazarru ve niyaz ile geçireceğiz zamanımızı. Namazla, duayla geçireceğiz. Dua edeceğiz.
Dua ile geçirmek olur mu?
Dua da ibadettir.
Müslümanların çoğu namazın, orucun ibadet olduğunu biliyor da duanın da ibadet olduğunu bilmiyor. Dua da ibadettir. Demek ki insan, dua ile meşgul olduğu zaman geceyi ibadetle geçirmiş oluyor. İki kâr var. Hem ibadet etmiş oluyorsun gecende hem de neyi istiyorsan Allah onu verecek. Hem ibadetle geçirmiş oluyorsun hem de istediğine kavuşmuş oluyorsun. Onun için bu gece yapılacak işlerden birisi dua etmekmiş.
Sonra dördüncü kapıda;
"Ne mutlu zikredenlere…" diyormuş melek. Demek ki bu gecede Cenâb-ı Hakk'ı çok zikredeceğiz.
Zikrin çeşitleri nelerdir?
Zikrin en başta gelen çeşidi Lâ ilâhe illallah demektir. Lâ ilâhe illallah'ı günde yüz defa diyen bir insan; mahşer yerine yüzü ay, dolunay gibi parlayarak gelecek. Onun için bu gece Lâ ilâhe illallah'ı çok çekersiniz.
Sonra Kulhuvallah Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birini okumak kadar sevaptır. Kulhuvallah okursunuz, o da zikirdir. Kur'an okumak da zikirdir. Hem de bin defa Kulhuvallah okursanız;
"Bin defa Kulhuvallah'ı okuyan kimse kendisi esirmiş de esirlikten kurtuluyormuş gibi, kendisini cehennemden kurtarır, Cenâb-ı Hakk'ın affını mağfiretini sağlamış olur diye hadis i şerif var.
Onun için bin Kul hüvallah'ı okumanız belki yarım saat sürer, onu da tavsiye ederiz. Buradan zikir yapmanında güzel olduğu anlaşılıyor. Dua etmek de güzel; onu anlıyoruz. Ve zikirlerin çeşitlerini söylemiş olduk. Namaz kılmak da önemli oluyor.
Beşinci kapıdaki melek de diyormuş ki;
"Ne kadar güzel bu gecede Allahu Teâlâ'dan korktuğu için ağlayanlara." Biraz kendimizi hesaba çekelim bu gecede; tenhada, odamızda işlediğimiz hataları, kusurları düşünelim, biraz utanalım, ağlayalım. Çünkü Allah korkusundan ağlayan bir göze cehennem ateşi değmeyecek. Ağlamak güzel bir şey. Kalp yumuşaklığı, pişmanlık, ağlamak güzel bir şey… Onun için; "Bu gece biraz ağlamaya çalışın." diyorum, en başta kendime söylüyorum sözleri. Demek ki ağlayacağız.
Sonra yedinci kapıda melek;
"İsteyen, yalvaran varsa ihtiyaçları görülecektir." diyormuş.
O halde Cenâb-ı Hak'tan neleri istiyorsak isteyelim.
"Hocam, acaba ayıp olmaz mı ufak tefek şeyleri istemek? Her insana göre konuşulacak şeyler var. Mühim insanlar ufak tefek şeylerle meşgul edilmez dünyada. Mesela, insan bir başkanın, reis-i cumhûrun yanına gitse söyleyeceği sözlere dikkat etmesi lazım. Ufak tefek şeyler de istenir mi?" diyebilir sizden biriniz.
Evet, isteniyormuş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
"Ayakkabınızın bağcığı kopsa bile Allah'tan isteyin."
Çünkü Cenâb-ı Hak kulun dua etmesini seviyor. Küçük büyük, aklınıza ne gelirse isteyebilirsiniz, günahı istememek şartıyla.
"Yâ Rabbi, şu arkadaşa ben çok kızıyorum, sen onun kafasını parçala…" filan gibi günah olan bir şeye dua etmek değil de iyi olmak şartıyla kendi ihtiyaçlarınız için dua edin, isteyin.
Çok önemli bir nokta var. Bir insan kendisi için dua ederse bu kabul olacak mı?
Ama bildiğimiz bir başka şey var. Arkadaşları, kardeşleri için dua edenin duası her zaman en hızlı şekilde kabul oluyor. Onun için yakınlarınızı da duadan unutmayın.
İnsanın en yakını nesidir?
Annesi, babası, eşidir, çoluk çocuğudur; onlara dua edin, duadan unutmayın. Biz de edelim, bana da geliyor bazı kâğıtlar: "Babama dua et, oğluma dua et…" vesaire alıyoruz. Siz de dua edin yakınlarınıza, bizi de duadan unutmayın. Biz de sizin artık kardeş sayarsanız kardeşiniziz; hoca sayarsanız hocanızız…
İnsan başkalarına dua ettiği zaman acaba zamanı başka şeye mi harcamış oluyor?
"Benim kendi işim var, kendi işimi göreyim mi?" diye mi düşünmesi lazım?
Hayır, başkalarına dua ettiği zaman başucunda bir melek; "âmîn" dermiş. "Yâ Rabbi onun istediğini bunun kendisine de ver." diye dua edermiş. Başkası için istediğini Allah isteyene de veriyor, onun için korkmayın.
Hatta bir başka hadîs-i şerîfi hatırladım, onu da söyleyeyim. Bir insan zikrederek, zikrederek, zikrederek zikirle vakit geçirip de… Bir de baktı ki vakit geçiverdi, bir şey isteyemedi. Bir de baktı ki imsak kesilmiş. Allah, vaktini; kendisini zikirle geçirene, isteyemeyene -zikrinden dolayı- isteyeceğinden âlâsını verirmiş. Çünkü zikredeni seviyor.
Onun için hem arkadaşlarınıza, yakınlarınıza dua etmekten kaçınmayın hem de zikirden kaçınmayın. Ama isteklerinizin küçüğü büyüğü demeden isteyin.
"Kimya dersinden iki aldım yâ Rabbi on almayı nasip et." talebe için basit bir dua ama olsun! Onu da istesin. En küçük şeylerini bile istesin.
Hani "affolmayacak kimseler" dedik; kardeşine düşmanlık besleyen, içkiye müdavim olan, zinâkâr olan vesaire…
Onların çaresi yok mu, onlar çaresiz mi?
Onların da çaresi dönmektir. O yanlışı bırakıp dönüş yapmaktır. Dönüş yaparsa kabul eder, dönüşe arapçada "tevbe" derler.
Biz tevbeyi yanlış anlıyoruz. Tevbe deyince; "Tevbe yâ Rabbi, affet yâ Rabbi, affet yâ Rabbi… Estağfirullah, estağfirullah, estağfirullah…" demek sanıyoruz. Halbuki Hz.Ali Efendimiz camide birisi tevbe ederken;
"Tevbe yâ Rabbi, estağfirullah yâ Rabbi…" deyince demiş ki;
"Bana bak! Bu senin söylediğin, yaptığın yalancıların tevbesidir."
Hakikî tevbe nedir?
Dönmektir. Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönmektir.Onun için bin Kulhuvallah'ı okumanız belki yarım saat sürer, onu da tavsiye ederiz. Buradan güzel olduğu anlaşılıyor. Dua etmek de güzel; onu anlıyoruz. Ve zikirlerin çeşitlerini söylemiş olduk. Namaz kılmak da önemli oluyor.
Beşinci kapıdaki melek de diyormuş ki; "Ne kadar güzel bu gecede Allahu Teâlâ'dan korktuğu için ağlayanlara." Biraz kendimizi hesaba çekelim bu gecede; tenhada, odamızda işlediğimiz hataları, kusurları düşünelim, biraz utanalım, ağlayalım. Çünkü Allah korkusundan ağlayan bir göze cehennem ateşi değmeyecek. Ağlamak güzel bir şey; kalp yumuşaklığı, pişmanlık, ağlamak güzel bir şey… Onun için; "Bu gece biraz ağlamaya çalışın." diyorum, en başta kendime söylüyorum sözleri. Demek ki ağlayacağız.
Sonra yedinci kapıda melek; "İsteyen, yalvaran varsa ihtiyaçları görülecektir." diyormuş. O halde Cenâb-ı Hak'tan neleri istiyorsak isteyelim.
"Hocam, acaba ayıp olmaz mı ufak tefek şeyleri istemek? Her insana göre konuşulacak şeyler var. Mühim insanlar ufak tefek şeylerle meşgul edilmez dünyada. Mesela, insan bir başkanın, reis-i cumhûrun yanına gitse söyleyeceği sözlere dikkat etmesi lazım. Ufak tefek şeyler de istenir mi?" diyebilir sizden biriniz.
Evet, isteniyormuş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
"Ayakkabınızın bağcığı kopsa bile Allah'tan isteyin."
Çünkü Cenâb-ı Hak kulun dua etmesini seviyor. Küçük büyük, aklınıza ne gelirse isteyebilirsiniz, günahı istememek şartıyla.
"Yâ Rabbi, şu arkadaşa ben çok kızıyorum, sen onun kafasını parçala…" filan gibi günah olan bir şeye dua etmek değil de iyi olmak şartıyla kendi ihtiyaçlarınız için dua edin, isteyin.
Çok önemli bir nokta var. Bir insan kendisi için dua ederse bu kabul olacak mı?
Ama bildiğimiz bir başka şey var. Arkadaşları, kardeşleri için dua edenin duası her zaman en hızlı şekilde kabul oluyor. Onun için yakınlarınızı da duadan unutmayın.
İnsanın en yakını nesidir?
Annesi, babası, eşidir, çoluk çocuğudur; onlara dua edin, duadan unutmayın. Biz de edelim, bana da geliyor bazı kâğıtlar: "Babama dua et, oğluma dua et…" vesaire alıyoruz. Siz de dua edin yakınlarınıza, bizi de duadan unutmayın. Biz de sizin artık kardeş sayarsanız kardeşiniziz; hoca sayarsanız hocanızız…
İnsan başkalarına dua ettiği zaman acaba zamanı başka şeye mi harcamış oluyor?
"Benim kendi işim var, kendi işimi göreyim mi?" diye mi düşünmesi lazım?
Hayır, başkalarına dua ettiği zaman başucunda bir melek; "âmîn" dermiş. "Yâ Rabbi onun istediğini bunun kendisine de ver." diye dua edermiş. Başkası için istediğini Allah isteyene de veriyor, onun için korkmayın.
Hatta bir başka hadîs-i şerîfi hatırladım, onu da söyleyeyim. Bir insan zikrederek, zikrederek, zikrederek zikirle vakit geçirip de… Bir de baktı ki vakit geçiverdi, bir şey isteyemedi. Bir de baktı ki imsak kesilmiş. Allah, vaktini; kendisini zikirle geçirene, isteyemeyene zikrinden dolayı, isteyeceğinden âlâsını verirmiş. Çünkü zikredeni seviyor.
Onun için hem arkadaşlarınıza, yakınlarınıza dua etmekten kaçınmayın hem de zikirden kaçınmayın. Ama isteklerinizin küçüğü büyüğü demeden isteyin. "Kimya dersinden 2 aldım yâ Rabbi 10 almayı nasip et." diye basit bir şey talebe için ama olsun onu da istesin. En küçük şeylerini bile istesin.
Hani "affolmayacak kimseler" dedik; kardeşine düşmanlık besleyen, içkiye müdavim olan, zinâkâr olan vesaire…
Onların çaresi yok mu, onlar çaresiz mi?
Onların da çaresi dönmektir. O yanlışı bırakıp dönüş yapmaktır. Dönüş yaparsa kabul eder, dönüşe Arapçada "tevbe" derler.
Biz tevbeyi yanlış anlıyoruz. Tevbe deyince; "Tevbe yâ Rabbi, affet yâ Rabbi, affet yâ Rabbi… Estağfirullah, estağfirullah, etağfirullah…" demek sanıyoruz. Halbuki Hz.Ali Efendimiz camide birisi tevbe ederken;
"Tevbe yâ Rabbi, estağfirullah yâ Rabbi…" deyince demiş ki;
"Bana bak! Bu senin söylediğin, yaptığın yalancıların tevbesidir."
Hakikî tevbe nedir?
Dönmektir. Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönmektir.
Hakikî tevbe lafla değildir. Hakikî tevbe nedir?
Hakikî tevbe hayatta dönüştür, fiildir, icraattır. İcraatı da Cenâb-ı Hakk'ın yoluna döndürecek.
Allahu Teâlâ hazretleri işi lafta bırakmayıp yanlış yoldan Cenâb-ı Hakk'ın [kendisinin] yoluna dönmeyi nasip eylesin.
Başka kandillerde de söylediğim bir iki hususu da nakletmek istiyorum. Bir insan bütün gece uykusuz duramayabilir ama abdestli olarak yatarsa abdestli uyuduğu zaman ibadette sayılır. Onun için abdestli yatmaya dikkat edin.
Bir de yatsı namazını, sabah namazını camide cemaatle kılan kimsenin gecesi gündüzü ibadetle geçmiş gibi olur. Mümkünse sabah namazını cemaatle kılmaya gayret edin.
Yatsıyı burada cemaatle kıldık inşaallah makbuldür. Çünkü bazen camiye gitsek camilerde ancak bu kadar cemaat oluyor. Sabah namazını da bir camide kılmaya gayret edin.
Büyüklerimizden gördüğümüz güzel namazlardan bir tanesi de tesbih namazıdır. Dört rekâtlı, içinde 300 defa: "Subhanallâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm" denilen bir namaz. Hadîs-i şerîflerde vardır. Onu kılarsanız, Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfte çok methediyor. Onu kılın, sünnetlerde kayıtlıdır. İlmihâl kitaplarında kayıtlıdır.
İnsan Allah-u ekber diyecek. Subhâneke'yi okuduktan sonra Subhâneke ile Fâtiha arasında 15 defa Subhanallâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber diyecek.
Sonra; "Ve lâ havla ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm"'i ekleyecek.
Sonra E'ûzu besmelesini çekip; Fâtiha'yı, Kur'an sûresini okuduktan sonra -rükûa varmadan evvel- 10 defa "Subhanallâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber" diyecek.
10.da "Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm'i ekleyecek, etti 25
Rükûa varacak, tesbihlerini çektikten sonra 10 defa "Subhanallâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber" diyecek 10.da "Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm"'i ekleyecek, etti 35
Rükûdan kalkacak, doğrulacak o zaman yine: Semi'allâhu li-men hamideh Rabbenâ leke'l-hamd dedikten sonra 10 defa "Subhanallâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber" diyecek 10.da "Velâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm'i diyecek, etti 45
Ondan sonra secdeye varacak, tesbihleri çektikten sonra 10 defa "Subhanallâhi ve'l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber diyecek. 10.da "Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm'i ekleyecek, etti 55
Ondan sonra doğrulacak. Aynı şekilde 10 defa okuyacak, ikinci secdede 10 defa okuyacak, bir rekâtta 75 olacak.
İlk başta 15, rekâtın sonunda 25, doğrulduğu zaman 35, ilk secdede 45… Başta 15, sonunda 10 (25) Rükûda 35, kalktığı zaman 45, birinci secdede 55, iki secde arasında 65, ikinci secdede 75; kalkacak.
İkinci rekâta kalkınca yine 15 defa okuyacak, aynı şekilde gidecek 75 (150) selam verecek. Ondan sonra iki rekât daha böyle kılacak. Bu namazı tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz, hadîs-i şerîflerde geçiyor.
"Hiç olmazsa ömründe hiç kılmayan bir defa kılsın. Ama daha çok kılabilen daha çok kılsın, her ay kılabilen kılsın, her hafta kılabilen kılsın…" diye böyle tavsiyesi var. Bunu kılarsınız. Kazâ namazları kılarsınız. Kılmadığınız namazlarını kazâ edersiniz.
Ümmet-i Muhammed'e dua edersiniz. Filistin'deki, Keşmir'deki, dünyanın her yerindeki kardeşlerimize, sıkıntıda, harpte, darpta olan kardeşlerimize ismen yerleri, bölgeleri zikrederek dua edersiniz.
Bir de rahat içinde olup da Münih, Almanya, Fransa, Amerika gibi dinden uzaklaşmış kardeşlerimize dua edersiniz. Onların derdi daha büyük. İnsan bir İsrail kurşunuyla ölürse şehit olur. Ama Münih'te keyif içinde yaşarken dinden, imandan sıyrılıp çıkar giderse âhireti mahvolur, onlara çok çok dua edin, çoluk çocuklarınıza sahip olun, akrabanıza, yakınlarınıza dikkat edin, kollayın, onlara dua edin.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemize tevfiklerini refîk eylesin, Allah hepinizden razı olsun.