Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi hakka hamdihi nahmeduhu bi cemîı mehâmidihî lehül hamdü kema yenbeğı li celâli vechihî ve li azîmi sultanih. Hamden kesîran tayyiben mübareken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salatü ve's-selâmi seyyidi'l evvelîne vel âhirîn. Tâcî ruûsinâ ve tabîbi kulûbinâ ve rahmetüllâhi ve üsvetüne'l hasene Muhammedeni'l Mustafa ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd
Muhterem kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (SAS) hadisi kutsi nebevide buyuruyor ki;
Kâlellâhü azze ve celle
"Hakka't mehabbetî lil mütehâbbîne fîyye"
Bu hadisi şerifte beş cümle vardır. Bir cümlesi bu. Birbirlerini Allah için sevenlere benim sevmem, razı olmam haktır, vaciptir, muhakkaktır.
(tahakkuk eder manasına)
Bir cümlesi de;
"Ve hakka't mehabbetî lil mütezâvirîne fiyye"
Benim rızam uğrunda birbirlerini ziyaret edenlere de benim sevgim vacip olur, hak olur, tahakkuk eder, ben onları severim demek. Bu müjdelere Rabbim Teâla cümlenizi nail eylesin, mazhar eylesin, sahip eylesin. Allahu teala hazretleri hepinizden razı olsun.
Bendenizden kitaplarının mukaddemesinde kendisini anlatmam istendiği zaman hayatıyla ilgili bilgileri oraya derç etmiş. Kendisinin tuttuğu bir günlüğü vardı.
Kimse bilmez, benim yanımda mahfuz. Kendi el yazısıyla her gün hatırasını yazmış. Ta askerliğe gittiği zamanlarda. Ve oradan tarih olarak kendi el yazısıyla yazmış. Ben biliyorum ki 16 Temmuz 1336 tarihinde Ayasofya Camii'nde cuma namazını kıldıktan sonra, Yusuf Ziya Bey hocamızın muhterem pederi hemşehrisi Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin Efendi Hazretleri'ne gidip intisap eylemiş. "Elhamdülillah tarikatı aliyyeye girmem bugün nasip oldu" diye defterine kendi el yazısıyla tarihi yazılmış olduğu için, sahih bir bilgi olarak onu da buraya kaydetmiştim.
Tabii herkes hayıflanıyor. "Tam istifade edemedik, kıymetini bilemedik, hizmetini yapamadık" diye. Ben hizmetini en az yapabilenlerden biriydim. Çünkü Ankara'da ilahiyat fakültesinde vazifem vardı. Ve ne zaman kendisine "vazifeden ayrılayım, hizmetinize geleyim" desem "profesörlük ne zaman" diye sorardı. "Profesör ol da öyle" derdi. Yani doktora yaptım, doçent oldum, askere gittim. Her seferinde arzumu izhar ettim. Teklifimi arz ettim. Her seferinde "profesör ol da öyle" demişti.
Birkaç cümleyle hocamızın ahlak ve şemailini, hayatına dair bilgileri anlatmıştım. Ondan sonra bu anlattığım, yazdığım sözlerin bazıları; akılcı, genç, böyle eskiyi tanımaz, dini ahkâmı kendi kafalarıyla asıp keser, kesip biçer, kesin kararlar verir, reddeder, inkâr eder. Böyle taife içinde bazı kimseler şiddetle reddettiler, karşı çıktılar. Onu anlatmak istiyorum burada.
Şöyle yazmıştım ki, insanın kalbinden geçenleri bilir, kendisine ziyarete gelenin kalbindeki soruyu sormadan cevaplandırır. İstemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı, bereket gittiği yere yağar, bolluk onunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık yerde o gelince nimetler dolup taşardı.
Ben bunları bir kuru medih olarak yazmadım. Ama bunları kabul edemeyen kardeşler de böyle bir zatı tanımadılar. Akıl çok küçük bir vasıta, sığ. Yani ancak yerde yürüyor, havalara uçmuyor. Maverâya gidemiyor. Ancak tıpış tıpış yerde yürüyebiliyor, anlayamadılar. İnsanın kalbinden geçenleri bilirdi. Tabii, bunun karşısında "gaybi Allah bilir" diyorlar.
Kürsüde elini yumruklayıp "gaybı Allah bilir" diyorlar. Amenna ve saddakna. Gaybı Allah bilir ama Allah'ın bildirdiği de bilir. Allah bir şeyi bir kuluna bildirdi mi o da bilir. Sonra kul, bu nevafil diye bir hadiseyi, hadisi şerifte Peygamber (SAS) bildiriyor.
"İbadet ve taatle nafile ibadetlerle iyi bir kul olarak bir insan Allah'a vazifelerini güzel yapınca Allah onun gören gözü olur, söyleyen dili olur, işiten kulağı olur, tutan eli olur, yürüyen ayağı olur"
Yani her şey olağanüstü olur.
Yani Allah ona her şeyi gösterir, duyurur, söyletir, yaptırır, muktedir kılar. Uzak mesafelere tayyi mekanı nasip eder demek tabii. Şimdi bunun misalleri benim yaşadığım şeyler. Mesela ben yanında oturdum, kalbimden bir şey geçiriyorken hatırlıyorum hiçbir şey söylemeden “öyle şey olur mu?” diye o aklımdan geçirdiğim fikri söylediğini biliyorum. Vaaz verirken dinleyen bir insanın kalbinden geçirdiği bir şeye “hayır! Öyle düşünüyorsun ama şu şöyledir” dediğini biliyorum.
Camiden çıkarken arkasından yürüyen bir insanın, hocaya şunu sorsam, şöyle desem, böyle desem diye arkasından giderken dönüp tebessüm edip cevabını verdiğini biliyorum. Demek ki gönülden geçenleri bildiğini hâdiselerle biliyorum da onun için yazdım.
Yani misalleri çoktur.
Burada hocamızı tanıyan, bu gibi olayları yaşayan sanırım çok kimse vardır veya yaşlı olanlar gelememişse bile onlara sorulabilir.
Kalbinden geçenleri Allah'ın bildirmesiyle biliyordu. Şahidim, şehadet ederim. Sonra gelen misafirin sormadan cevabını verirdi. Sonradan o itiraf ederdi. Ya şunu soracaktım. Hocam hiç sormadan cevabını verdi. Ve yahut tam kalabalıkta vaazda arka tarafta gönlümden şu soruyu geçiriyordum, onun cevabını verdi diye. Evliyâullah da bu hal çok görülür. Başkalarında da görülür. Yani Allah'ın kullarına bahşettiği hoş hallerden birisidir.
Gelenin sormadan cevabını verirdi. İstemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi ona bahşederdi. Vefat ettiği zaman postaneden evrakını getirip götüren posta memuru söylemiş. Bir kış günü evde kömür yok. Para da yok. Çoluk çocuk soğukta. Hocamıza da bir yerden havale gelmiş. Havaleyi, postaneden posta memuru almış. Hocamıza zahmet etmesin getirmiş. Hocamız bir de mütebessim “Gel bu parayı seninle ikiye bölüşelim” demiş. Gelen paranın yarısını posta memuruna vermiş. Posta memurunun ifadesi; "ne bir kuruş az, ne bir kuruş fazla. İhtiyacım olan kömürün parası kadar. Tam! Tam tamı tamına" İstemeden verir dediğim, buna benzer misaller çok.
Mesela burada terzi İsmail Efendi vardı. Caminin dernek işlerine bakardı. Alt kapının yanında ahşap bir küçük bina vardı. Hocamız; “Oğlum İsmail şu binayı alsak da camiye katsak” buyurmuş.
"Peki efendim" demiş, çıkmış, ilgili başka abilere, cemaatin işlerine koşturan ağabeylere söylemiş.
Onlar da "Ya İsmail şimdi başımıza yeni telaşlar çıkartma. Dur bakalım kenarda" demişler.
Bir hafta sonra cami derneğine bir mektup gelmiş. Siz camide komşusunuz. Caminin aşağısında, alt kapısında bitişik olan evin sahibesi benim müvekkilemdir. Evini satıyor, komşu olmak dolayısıyla ilk önce size teklif ediyoruz. Fiyatı yüz yirmi beş bin lira. Mektubu almış gelmiş hocamıza. Demiş ki;
"Hocam ne haldir? Bakın siz, İsmail evladım alsak dedin. İşte bak Ankara'dan yüz yirmi beş bin liraya teklif geldi"
Hocamız İsmail demiş yine.
(bakın tevâle ediyor kerametleri) Yani her sözü keramet. “Evladım sen ona şu kadar fiyat ver. Tapu masrafları da size ait diye teklif et” demiş. Tabii yine çıkmış. Hocamız bu evi almak istiyor filan. Yine mümkün olmamış. O ev satılmış. Hangi fiyata? Hocamızın teklif ettiği fiyata. Ve tapu masrafları da satana ait olmak üzere. Tam hocamızın söylediği miktarda. Gelenin sormadan cevabını verir, isteyen ihtiyaç sahibine muhtaç olduğu şeyi istemeden bağışlardı.
Başından geçen hadiseler böyle.
Sonra gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Gönüllere tasarrufu vardı. Ben Ankara'dan çıktım. Pazar günü vaaz vereceğim. Emrediyor bana. Ankara'dan otobüse atlıyorum. Buraya geliyorum, pazar günü vaazı veriyorum. Hem de ziyaret etmiş, el öpmüş oluyorum. Otobüse bindim. Kalbimden bir ilahi geçiyor.
Gönül âyinesin sûfî
Eğer kılar isen sâfî
Açılır sana bir kapı
Ayân olur Cemâlullah
Çok güzel bir bestesi de var. Şimdi bu ilahi gönlüme düştü. Gönül ayinesin sufi’yi içimden ilahi olarak söylüyorum. Kalbim, gönlüm söylüyor.
Gönül ayinesin sofi
Eğer kılır isen sâfi
Açılır sana bir kapı
Ayân olur cemâlullah.
Şimdi Ankara ile İstanbul'un arası dokuz saat.
Gönlüm bunu söylüyor ve ben de hayret ediyorum. Niye gönlümde bu bir ilahi var? Kendi kendime suni olarak zorlama yapıyorum. Diyorum ki başka ilahi bulayım kendime. Takıldı aklım buna. Bozuk plak gibi aynı şeyi söylüyor. Başka şeyleri söylüyorum, söylüyorum. Yine iradem gevşediği zaman yine o ilahi. Uyuyorum, uyanıyorum. Gene o ilahi, gene o ilahi. Bütün gece bu ilahiyi talim ederek Ankara'dan İstanbul'a geldim. Topkapı Garajı'nda sabah namazını ancak orada kılabildim. Minibüse atladım. Vatan Caddesi'nde indim. Buraya yürüyorum. Kalbim hâlâ;
Gönül ayinesin sofi
Eğer kılır isen sâfi
Açılır sana bir kapı
Ayân olur Cemalullah’ı söylemekte.
Bir dediğinde öyle geliyor bu tarafa. Geldim, içeri girdim, elini öptüm. Namazı kılmışlar. İşrak namazını kılmışlar. Oturuyor şöyle. Pırıl pırıl yüzü mütebessim bir siması. Güleç, gülerken yüzünden güller açılıyor. Elini öptüm.
"Bak Esad ne kadar güzel söylemiş şair" dedi. Elini telefonun yanında ki tel rafa uzattı. Kitap da yoktu başka. Oradan incecik bir kitap çıkarttı. "Bak ne güzel söylemiş şair" dedi.
Ben de aldım baktım. Aynı şey yazmıyor mu?
Gönül âyinesin sûfî
Eğer kılar isen sâfî
Açılır sana bir kapı
Ayân olur cemâlullah
El yazması bir eser. Matbû değil. El yazması bir yazma eserde bunu gördüm. Şimdi kütüphanesi bana intikal etti. Yani bana mirasta “evladım bu kitaplar senin” demişti. Kitapları bana geldi. Araştırdım, o kitap yok. Yok o kitap. Ama o gün bana o ilahiyi böyle göstermişti. Yani gönlüne tasarruf ediyor. İlle onu söylettiriyor. Gönüllere tasarrufu var dediğim buna benzer misallerden. Sabahlara kadar söyleyecek misallerim çok.
Şimdi Bursa'da bir doçent arkadaşımız var. Melek gibi bir kimse. Çok hoş bir kardeşimiz.
"Ben, küçüklüğümde ortaokul talebesiyken kendime bir oyun buldum. Gözümü kapatayım, aksakallı, nurlu, hayalimden bir insan canlandırayım. Onunla sohbet edeyim, meselelerimi ona danışayım" dedim diyor. Kendisi ortaokuldayken böyle bir hayal oyunu kurmuş.
Gözünü kapatmış, pembe yanaklı, beyaz sakallı, mübarek, sevimli, sempatik bir insan tasavvur etmiş hayalinden. İşte hayalinde ona konuşurmuş. Derdi olursa açarmış filan. Hani insanın kendi kendine konuştuğu gibi. Ortaokul bitti diyor. Lise bitti. Ben teknik üniversiteye burada okumak için geldim. Bir gün beni bir camiye götürdüler diyor. O caminin hocası baktım ki bizim Mehmet Zahid Hocamız. O hayalimde tasavvur ettiğim şahıs diyor. Yani altı sene, sekiz sene önceden hiç kendisini görmemiş olan bir kimsenin gönlünde, hayalinde tasavvur ettiği bir insanın bu olması.
Bu nasıl bir hadisedir? (onun gönlüne, onun isteğine göre tasarrufu) Onun isteğine göre bu tarafın ona tasarrufu tabii.
Sonra rüyalara tasarrufu vardı. Bu da bir olaya dayanıyor. Yani bunları ben müdellel olarak yazdım. Yoksa Hocamıza kuru methiye olsun diye yazmadım. Olan şeyleri yazdım. Olan şeylerin hepsini de yazmadım. Celal Hoca vardı. Hepimiz tanırız. Celalettin Öktem Hocaefendi Hazretleri ki; Osmanlı ulemasından. Âsar-ı atika, büyük şahsiyetlerden bir âlim, fazıl, kâmil zat idi. Mekânı cennet olsun. İlmi kelam üstadı idi. İlmi kelamda, akaitte, yedi tuğra sahibi müstesna bir kimseydi.
Celalettin Öktem Hoca ki; tabii akait meselelerini, tevhidi, şirki, şirki, hafiyi, vesaireyi kendi ihtisası olması dolayısıyla çok iyi bilen bir zatı muhterem. Hocamız hakkında demiş ki “çocuklar hocanızın kıymetini bilin.” Çocuklar dediği de işte bu mühendisler, gençler. Yani belki onlarda üniversitede hoca. “Hocanızın kıymetini bilin, eğer ben sizin şu hocanızı tanımasaydım imanla göçmemden şüphe ederdim. Gerçek imanı onu tanıdıktan sonra anladım” demiş. Şöyle bir hadise anlatmış.
Bir gün bir tebrik geliyor hocamıza. Davetiye geliyor. (Yüksek İslam Enstitüsü'nün Bağlarbaşı'nda temel atma töreni)
Ve Hocamız, Yahya Oğuz'a diyor ki; "al ben gidemem oraya, beni temsilen sen git"
"Peki efendim" diyor.
"Hem de orada davetlilere bir konuşma yaparsın" diyor.
"Aman efendim! oraya gelen İstanbul'un hep hocaları, mübarek insanlar, meşhur âlim kimseler. Ben bir genç mühendisim, elektrik mühendisiyim. Yani ben onlara çıkıp orada nasıl bir konuşma yapabilirim, nasıl yapabilirim?" deyince hocamız demiş ki;
“Celaleddin Hoca'nın size Beyazıtta ki kapısında söylediği sözleri anlatırsın” demiş. Şimdi Yahya Bey şaşırmış buna. Çünkü Celalettin hoca bunu Yahya Bey'e, Osman Bey'e sır olarak söylemiş. Kimseye söylemeyin diye söylemiş. Yani onların anlattığını anlatırsın diye şaşırmış ve hemen hocamızın yanından çıkınca Osman Bey'e gitmiş. Demiş ki
“Abi sen bu Celalettin Hoca'nın bize sır olarak söylediği bilgileri başka birisine anlattın mı?" (Yani hoca efendiye vesaireye)
“Hayır. Anlatmadım.”
Yani anlamış ki anlatmadan biliyor. Ben bu hadiseleri şahitlerle gördüğümü bildiğim için yazdım. Hani böyle bir şeylere aşırı hürmet etmek şirktir filan. İslamcı geçinen ama bilgisi tam olmayan bazı kişiler bu şirktir diyorlar. El öpülmez, tesbih çekilmez. Suudlular tesbih çekmiyor. Ben de bundan sonra tesbih çekmeyeceğim. Suudlular tesbihi çekiyor ama içinden çekiyor. Sen bilmiyorsun onu. Çekmiyor değil, senden daha âlâsını çekiyor. Bilmiyor yani.
Sonra gittiği yere bereket yağardı. Bunun şer'i delili de var.
"Kim işrak namazını; sabah namazıyla arasını ihya ederek kılarsa, afâkı dolaşıp rızk aramaktan daha büyük rızka mazhar olur" diye hadisi şerif de var zaten.
Hakikaten hocamızın gittiği yerde bakkal yok, kasap yok, çeşme yok, dükkân yok, fırın yok. Böyle metruk bir beldeye gidiyoruz. Bizim köyün yalısı, yolu da yok. Kayıkla bir saat binip gidiyoruz. Ve ben hocamıza kuru ekmek bile nereden bulurum veririm diye korkuyorum. Ama evin içinde yiyecekleri koyacak yer bulamaz hale geliyoruz. Bu kadar böyle bereket yağardı. O da müşahede ettiğim bir hadise.
Sonra bolluk onunla beraber gezerdi. Hakikaten beni alırdı, Ankara'ya gelirdi. Bizim çocuklar yaramaz, rahatsız ederler, dedelerini diye ben çekinirdim ama ısrarla alırdı, "gel" derdi. Konya'ya giderdik. Niğde'ye giderdik. Başka yerlere giderdik. Gittiğimiz yere bereket gelirdi. Peygamber Efendimiz'in de hâli böyle değil miydi? Hicrette sütü kesilmiş keçiyi sağdığı zaman süt çıkmadı mı? Bastığı yerlerden bereket fışkırmaz mıydı?
Peygamber Efendimize her hâli benzer. Şimdi hadisi şerifleri okuyorum. Peygamber Efendimiz hutbelerinde celadetli, bir düşmanla savaşan binek üstündeki bir komutan gibi celalli imiş. Hocamız da hutbelerinde aynen öyleydi.
Peygamber Efendimiz evinde biraz şakayla muamele edermiş, latifeciymiş. Hocamız evinde böyle latifeciydi. Kitaplar Peygamber Efendimizin (SAS) gözünde biraz kırmızılık vardır diye tarif eder. Hocamızın gözünde öyle bir kırmızılık vardı. Peygamber Efendimizin sırtında mührü nübüvveti vardı diye rivayetlerde okuruz.
Hocamız bizi Bursa'ya gittiğimiz zaman kaplıcalara filan da götürmüştü. Oradan da biliyorum. Onun da öyle kocaman bir beni vardı. Yani her haliyle tahakkuk etmiş. Peygamber Efendimiz'e hüsnü ittiba tahakkuk etmiş oluyor.
En kıtlık yerde o gelince nimet dolardı. İşte böyle anlattığım şekilde. Beraberinde seyahat edenler tevafuklara, tecellilere, maddi ve manevi hallere ve ikramlara şaşar, hayretlere düşer, parmaklarını ısırırlardı. Mesela altmış yetmiş kişilik bir grup halinde Çekmece taraflarına bir yere gittik. Yer bulamadık. Bu kadar kalabalığa nerede bir yer bulalım? Seneler seneler önce. Sonra nihayet tel örgüyle çevrili, bir bekçinin koruduğu, nezaret ettiği bir özel mahal bulduk. Ama bekçi bize çok güzel bir hüsnü kabul gösterdi. Ve biz o güzel yere, bu kalabalıkta piknik yapmaya girdik. Sonradan öğrendim. Bekçi demiş ki "ben nasıl böyle hüsnü muamele etmeyeyim? Gelmelerinden evvel rüyada gördüm. Böyle bir şeyin geleceğini rüyada gördüm" buyurmuş. Saymakla bitmeyecek kadar şeyler var. Ben sadece kendimi müdafaa sadedinde; yazdığım satırların, söylediğim her kelimenin hesabını ve izahını yapabilecek durumdayım. O yazdığım şeyleri öyle yazdım.
Süleyman Çelebi merhumun;
"Nice haşrola bu söz olmaya tamam" dediği gibi konuşmak tatlı. Belki dinlemek de tatlı. Salihlerin anıldığı yere Allah'ın rahmeti iner. Çünkü salihler, Allah'ın sevgili kulları. Allah için sevilir ve onların sevilmesinde de insan için büyük faydalar var.
Ya Rabbi yapmış olduğumuz ibadetleri, taatleri ve kardeşlerimizin hasseten Mehmet Zahid Kotku Hocamızın ruhu için okumuş oldukları ve bize ulaşmayan hatimler, zikirler, tesbihat ve tehlilat ile beraber ahsen ve ethem olarak makul eyle ya Rabb'i.
Bu senin kelamındır. Cennetin anahtarı olan kelime-i tevhitlerdir, zikirlerdir.
Bir kez aşk ile Allah dese aşk lisan,
Dökülür cümle günah misli hazan
Denildiği gibi zikrullahın sevabının haddi hesabı yoktur. Ya Rabbi bu zikirleri, bu suver-î Kur’aniyeleri, senin rızan için bu kardeşlerimiz ve bizler okuduk. Bunları lütfunla, kereminle, ahsen ve ethem olarak makbul eyle. Bunları hocamızı sevdiğimiz için, dinimizi sevdiğimiz için ihlasla okuduk, lütfunla, kereminle kabul eyle ya Rabbi. Şu beşer; aciz, naçiz, eksikli, kusurlu, hatadan salim olmadığından nice eksikleri vardır. Eksikli ibadetlerimizi senin rahmetine ermemize vesile eyle ya Rabbi. Rızana vasıl olmamıza bahane eyle ya Rabbi. Senin rahmetine baha biçilemez. Bir baha ile o alınamaz ya Rabbi. Senin rahmetin, yine senin rahmetinle insanlara nail olur. Ya Rabbi bizi rahmetine erdir. Ya Rabbi hasıl olan ücuru mesrubatı başta Peygamber Efendimiz Muhammed-i Mustafa aleyhi efdalü's-salevat ve ekmelü'l tahıyyat ve't-teslimât hazretleri olmak üzere ve onun ashab-ı kiramı rıdvanüllahi teâlâ aleyhim ecmain hazerâtının ruhlarına ve hassaten Ebubekir-i Sıddık ve Ali Murtaza'dan müteselsilen hocamız Muhammed Zahid-i Bursevi Hazretleri'ne kadar turuku aliyyemiz silsile-i şerifelerinden güzerân eylemiş olan cümle sâdâ-i meşâyihimizin ve onların halifelerinin, müritlerinin ruhlarına vesâir turûk-i aliyye ariflerinin sâdât ve meşâyihinin ruhlarına ve cümle evliyaullahların ruhlarına ve hassaten beldemizin medar-ı iftihârı, makam sahibi Yuşa aleyhisselamın ruhuna, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in mihmandarı şerifi; Ebu Eyyub El Ensari Halidi Bizeyd Hazretleri efendimizin ruhu pakine ve İstanbul'da metfun olduğu kitaplardan mefhum olan sahabe-i kiramın ervahı tayyibelerine, şu beldeyi senin yolunda cihat ederek fethetmiş olan; cennet mekan Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri'nin ruhu şerifine ve o ordunun mensubu hadisi şerifle memduh, mübarek, mücahitlerin ruhlarına ve bu diyarları fethetmiş olan diğer fatihlerin, şehitlerin, gazilerin, mücahitlerin ruhlarına ve Fatıma Sultan'ın ruhu pakine, ya Rabbi annelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin ta İslamın ilk çağlarına kadar ecdadı üceddidât, akraba taallukatımızın, ahbabımızın, ihvanımızın, kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, dostlarımızın ruhlarına bizim yakamıza yapışıp bizim karşımıza beni duadan unutma diye bize dua vasiyet etmiş olanların ruhlarına, dua vasiyet etmese de üzerimizde hakkı, hukuku olanların ruhlarını ayrı ayrı hediye eyledik vasıl eyle.
Ya Rabbi “inneme’l mu'minune ihvetun” ayeti kerimesinde, bizi sen bütün lailahe illallah ehliyle kardeş eyledin. Bütün kardeşlerimizin ruhlarına da senin gayb hazinelerinden ikram eyle ya Rabbi.
Senin hazinelerin sonsuzdur ya Rabbi. Ekremü’l ekreminsin, vehhabü kerimsin, ganiyyi müğnîsin, mu'tisin, nâfisin ya Rabbi fazlı kereminden hepsine ikram eyle. Hepsini şu hediyelerimizden hissementü hissedâr eyle, memnûnu mesrûr eyle, kabirlerini pürnûr eyle, makamlarını âla, derecelerini yüksek eyle ya Rabbi. Kabir istirahatlerini müzdâd eyle ya Rabbi. Memnuniyetlerini ziyade eyle ya Rabbi.
O büyüklerimizin evliyaullah sevgili kullarının himmet ve teveccühlerine ve manevi yardım ve iltifatlarına bizleri mazhar eyle. Ya Rabbi habibi edibinin iltifatına, sevgisine, rızasına, şefaatine cümlemizi nail eyle. Ya Rabbe’l âlemin biz de senin razı olmadığın, sevmediğin habibi edibinin de razı olmadığı, sevmediği ne gibi hal, huy, sıfat, iş, fiil, düşünce varsa bizi onlardan kurtar ya Rabbi. Medet ya Rabb. İnayet eyle ya Rabbi. Rahmet eyle ya Rabbi. Yardım eyle ya Rabbi. Tevfikini refik eyle ya Rabbi. Zikrinde, şükründe, hüsnü ibadetinde bize yardım eyle ya Rabbi.
İbadette; güzel, muvaffak olmak, başarmak da senin lütfunladır ya Rabbi.
Sen sevmediğin kulunu camiye getirtmezsin ya Rabbi. Sevmediğin kula adını andırtmazsın ya Rabbi. Bizi ibadetinden ayırma ya Rabbi. Zikrinden ayırma ya Rabbi. Şükründen ayırma ya Rabbi. Tevfikini refik eyle ya Rabbi.
Ya Rabbi gönlümüzün pasını gider.
Gözümüzün perdelerini kaldır. Gönlümüzü yakîn ile doldur ya Rabb'i. Sıdk ile doldur ya Rabbi. Sadakat ile doldur ya Rabbi. Marifetinle doldur ya Rabbi. Aşkını muhabbetini ver ya Rabbi.
Aşk inmiş âlemde her ne var ise. Ya Rabbi bizlere aşık ve sadık kullarından eyle. Mukallitlikten kurtar ya Rabbi.
Ya Rabbe’l alemin her yaptığımız işi “ilahi ente maksudi ve rızake matlubi” cümlesine uygun yapacak hale getir ya Rabbi. Dilimizden dökülen bu sözün ehli ve eri olmayı cümlemize nasip eyle ya Rabbi.
Ya Rabbi şu tasavvufta gaye, senin istediğin kul olmaktır.
Bizi sevdiğin kul olmaya muvaffak eyle ya Rabbi. Salih kul eyle ya Rabbi. Abid kul eyle ya Rabbi. Mitva’ kul eyle ya Rabbi. İtaati çok yüksek olan kullardan eyle ya Rabbi. Bizi sana günah zilletine düşürme ya Rabbi. İsyan ûdüne düşürme ya Rabbi. Ya Rabbi tevfikini refik eyle. Ya Rabbi marifetini, muhabbetini ihsan eyle. Ya Rabbi kitabının meânisini anlamayı nasip eyle. Kitabının esrârına aşina eyle. Ya Rabbi dinin ahkâmında fakih eyle. Hakkı hak olarak görüp ona uymayı nasip eyle. Batılı batıl olarak görüp ondan uzaklaşmayı, korunmayı, kurtulmayı nasip eyle ya Rabbi.
Düştüğümüz şirkeften, çirkâbı mâsivadan bizi sen kurtar ya Rabbi. Bizi bir an bile nefsimize bırakma ya Rabbi. Ya Rabbi etrafımızda şeytan aç kurt gibi de uluyarak dolaşıyor. İçimizdeki kavî nefsimiz bizi senin yoluna yürümekten alıkoyuyor. Sen yardım etmezsen bize kim yardım eder ya Rabb. Sen rahmetmezsen bize kim acılı ya Rabbi.
Mededü inayet eyle ya Rabbi.
Senin gazabından, azabından, ikâbından senin affına, rahmetine sığınırız ya Rabbi. Senden sana sığınırız ya Rabbi. Ne kadar günahkâr olsak da ümit kesmeyiz ya Rabbi. “La taknetu min rahmetillah” buyurdun ya Rabbi. Yüzümüz ne kadar kara olsa söz söylemeye ne kadar hakkımız ve haddimiz olmasa " Ve kale rabbükümu’-d’ûni estecib lekum” buyurdun ya Rabbi.
“Nebbi' ibâdî ennî ene'l gafûrur rahîm” buyurdun ya Rabbi. Kullarıma bildir ben gafurur rahimim buyurdun ya Rabbi. Mağfiretinle muamele eyle ya Rabbi. Rahmetine erdir ya Rabbi. İki cihanda aziz ve bahtiyar eyle ya Rabbi. Biz kuluz ya Rabbi. Muhtacız ya Rabbi. Fakiriz ya Rabbi. Yoksuluz, miskiniz ya Rabbi. Sen ganîsin ya Rabbi. İbadetimize de ihtiyacın yok. Her şeyimiz senden ya Rabbi. Varlığımız senden ya Rabbi vücûdu ilahi, hayat, bahşi kadim. Ya Rabbi bu dünyada bizim neyimiz var ki? Hepsi, her şey senindir. Hidayetini de ihsan eyle ya Rabbi. İhsanını itmam eyle ya Rabbi. Bizi mahrumlar cümlesinden etme ya Rabbi.
Lütfuna erenlerden eyle ya Rabbi. Senin büyüklüğün liyakatsiz olana da vermekten ya Rabbi. Layık olmasak da ihsan eyle ya Rabbi. Habibi Edibin hürmetine ihsan eyle ya Rabbi.
Peygamber (SAS) Hazretleri buyuruyor ki “Bir kul ya Rabbi derse ben ona nazar etmem. Gene ya Rabbi derse, gene nazar etmem. Gene ya Rabbi derse o zaman meleklerime derim ki "ya melâiketihi feşhedû gadis tehyeytü min abdî ve leyse lehû Rabbün gayri"
Peygamber Efendimiz böyle buyurmuş ya Rabbi. "Bir kul günahkâr kul, suçlu kul, yüzü kara kul, eli boş kul, sermayesiz kul, edepsiz kul, ya Rabbi deyince ben ona nazar etmem buyurursun ya Rabbi.
Gene ya Rabbi deyince gene nazar etmem buyuruyorsun ya Rabbi. Gene ya Rabbi deyince, ya Rabbi demekte ısrar edince, ya Rabbi meleklerine dönüp diyormuşsun ki; "ben kulumdan utandım, benden başka Rabbi olmadığını bildi (ya Rabbi) diyor. Şahit olun onu affettim" buyururmuşsun ya Rabbi. Bizi böyle affet ya Rabbi.
Allahümme innâ ne'selüke mine'l hayri küllihî, âcilihî ve âcilihî mâ alimnâ minhu vemâ nem neğlem.
Ve neûzü bike mine'ş-şerri küllihî âcilihî ve âcilihî mâ alimnâ minhu vema nem neğlem.
Allahümme innâ neselüke mimmâ seeleke minhü nebiyyüke Muhammedüni'l Mustafa ve ıbadike's-sâlihûn. Ve neûzü bike mimme'steâzeke minhu nebiyyüke Muhammedüni'l Mustafa (SAS) ve ıbâdeke's-sâlihûn.
Allahümme innâ neselüke mûcibâti rahmetik ve azâime meğfiratik ve'l ganîmete min küllü birr, ve's-salamete min külli ism, ve'l fevze bi'l cenneh, ve'n-necâte mine'n-nâr.
Allahümme lâ te'da' lenâ fî meclisinâ hâze'l zemnen illâ gaferte ve lâ hemmen illâ ferracte ve lâ deynen illâ gadayte ve lâ duâen i'l-lestecebte ve la hâceten illa gazayte velâ kâdiye hâcât. Yâ mücibe'd-deavât yâ hafiyye'l evtâd yâ men izâ düiye ecâb ve yâ men izâ süile a'tâ yâ men yeğdabü limen lâ lem ye'dûle leh.
Bi hürmeti esmâike'l hüsnâ ve bi hürmeti's mike'l âzâm. Ellezî izâ düiyte bihî eceb ve bi hürmeti nebiyyike'l ekrem nebiyyî'r-rahmeti şefîı'l ümmeti Muhammedini'l Mustafa ve bi hürmeti'l havâtimi'ş-şerife ve bi hürmeti hatâmâti'l Kur'ani'l azim ve bi hürmeti salevati'ş-şerîfe ve bi hürmeti tehlilâti'ş-şerîfe ve bi hürmeti zikrike'l cemîl ve bi hürmeti esrâri sûreti'l fatiha.