Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü
Aziz ve sevgili kardeşlerim, dinleyiciler, mümin kardeşlerim;
Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi her türlü ikram ve ihsanı, mükâfatı üzerinize olsun. Allah hepinizden razı olsun. Çok güzel bir vesileyle toplandınız.
Hocamızın sene-i devriyesi dolayısıyla toplantı yapmış bulunuyorsunuz. Toplantınız hayırlı olsun.
Hocamız 13 Kasım 1980 yılında, seksen üç yaşındayken ahirete iltihal eylemişti.
Ben de hocamız hakkında toplantıda sizlere bazı bilgiler sunmak istiyorum. Hocamız rahmetullahi aleyh bir perşembe günü öğle vakti civarında vefat etmişti ama hâlâ hatırası aramızda.
Âlemi islamda, hatta günlük gazetelerde taptaze, capcanlı dipdiri gönüllerde yaşıyor, ilgiyle yâd ediliyor. Sevgiyle, saygıyla yâd ediliyor. Dünyanın dört cihet ve yedi kıtasında hatırası anılıyor.
Çok az insana nasip olan bir güzel durum. Ruhu pâkine sadece sene-i devriyelerinde değil; her gün her vesileyle dualar ediliyor. Hatimler, sureler, tesbihler, tehlilât, salat-u selamlar, zikirler gönderilip duruyor. Çünkü yetiştirildiği talebelere, öğrettiği güzel ibadetlerin yapılması esnasında dualar edilirken dualarda ismi geçiyor. Her an kabri pakine sevaplar gönderiliyor, nurlar yağıyor. Makamı âlâ oluyor. Muhakkak ki nuru ve sürûru ziyade oluyor.
Talebeleri dünyanın pek çok yerine dağılmış durumda. Gazetelerin tahminlerine göre hocamız rahmetullahi aleyhin dünya üzerinde kendisine intisap etmiş, bağlanmış talebeleri milyonların üstünde. Yani bir buçuk milyon diyen var. Belki benim görmediğim, Ankara'da bulunduğum zamandan Türkiye için de gelip ders alanlardan, Hicaz'a gittiği zaman yurt dışına gittiği zaman kendisinden feyz alanlardan hepsini böyle düşünecek olursak herhalde birkaç milyon talebesi var. Talebelerinin evlatları var. Biz talebelerinin yetiştirdiği ders verdiğimiz, bağladığımız kimseler var.
Milyonlarca insan Hocamız'a sabahleyin evradı şerifeyi okuduğu zaman, hatim indirdiği duayı yapacağı zaman, la ilahe illallah kelime-i tevhidlerini çekeceği zaman, her zaman dua ediyor. Tabii vefatının sene-i devriyelerinde de dünyanın her yerinde toplantılar yapılıyor.
Hocamız'a dünyanın pek çok yerinde onun adına Mehmet Zahid Kotku Camisi diye camiler, dergahlar açılmakta. Halen açılmakta. Caddelere ismi verilmekte. Ruhu pâkine hediye olsun diye hayr olarak çeşmeler yapılmakta, bahçeler düzenlenmekte.
Avustralya gibi uzak bir kıta bile, sizin ilginizi çekebilir. (İngilizler down under) diye anıyorlar. Yani alt tarafı olan bir yer. Yirmi dört saat havada uçup öyle gidiyorsunuz. Elhamdülillah orada dahi muhtelif şehirlerde, Hocamız namına bizler dergâhlar, mescitler açtık. Mesela; Sidney, uluslararası idman karşılaşmaları dolayısıyla herkesin bildiği yer. Orada Hocamızın, Kotku Dergâhı var.
Açan kardeşlerimizden, vesile olanlardan Allah razı olsun.
Dabbo denilen bir iç şehirde, (şirin güzel, temiz havalı bir şehirde) O'nun namına Kotku Camisi var. Griffith diye Türk kardeşlerimizin çok gittiği, çalıştığı tarım, meyve, sebze üretim şehrinde Hocamız'ın adına bir camisi var. Brisbane'de camisi var. Inguldy diye bir semtinde, Brisbane'nin en büyük camisi diyeceğimiz sekiz dönüm arazi içinde çamların arasında camisi var. Daha daha niceleri inşallah açılacak.
Çünkü ben şöyle düşünüyorum. Bir talebenin, hocasına yapacağı en güzel hizmet ve onun ruhuna sevabı daima gitsin diye onun namına bir sadaka-i cariye tesis etmektir. Tabii bu arada İstanbul'da Ankara'daki Kotku camilerini saymıyorum. Allah razı olsun Çamlıca'da Kotku Camisi var. Ayrancı'da kardeşlerimizin yaptığı güzel Kotku Camisi var.
Bu camilerde namazlar kılındıkça, ibadetler edildikçe, Hocamız'ın adı anıldıkça ruhuna sevaplar gidiyor. Ayrıca ihvanımız, evrad-ı şerifesini sabahları her yerde okuyorlar ve duası yapılırken Hocamız anılıyor. Hatimler indirilince ruhuna hediyeler gönderiliyor. Böylece sadakayı cariye dediğimiz; istifade edilen müessese haline gelmiş hayırlar (cami, mektep, çeşme, koru, ağaçlık, bahçe gibi şeyler) onlar hizmette devam ettikçe bunlardan insanlar ve diğer canlılar (kuşlar, kelebekler, hayvanlar, sincaplar) istifade ettikçe tabii sevap devamlı gidiyor. Onun için bir defa da biten sadaka değil de sadaka-i cariye; yani cereyan eden devam etmekte olan sadakalar Hocamız'ın ruhuna boyuna gönderiliyor, kabrine nurlar yağıyor.
Ben Hocamız'ı anlatmak için şunu belirtmek istiyorum. Kendi görüşlerim, kendi hayatımdaki tecrübem üniversite muhitinde üniversite hocası olarak görev yaptım.
İstanbul'daki, Ankara'daki üniversiteleri biliyorum. Yurt dışındaki, islâm ülkelerindeki üniversiteleri biliyorum. Diyanet ile çok yakın ilişkilerim oldu. Çünkü benim talebelerimin çoğu diyanet teşkilatında görev aldılar.
Ve birçoğu da diyanet işleri başkanı oldu. Onlardan biliyorum.
Elhamdülillah Hocamız ve babamızın muhiti dolayısıyla pek çok âlim ve din adamı tanıdım. Bunları şöyle düşünüyorum. Hocamızın hâliyle, onların durumlarını yan yana getiriyorum. O kadar güzel insanlar tanıdım ama hocamız gibisi, O'na benzeyeni yok. O ariflerin, o zarif insanların arasında çok daha başka bir arif, zarif, kâmil kimseydi. Çok daha tatlı ve güzel bir kimseydi.
Çok hoş bir insandı.
Şöyle söyleyeyim. Bizim yakınımız olduğu için şirin görünme durumu değil. Ben Ankara'da bir evde oturuyordum. Hocamız rahmetullahi aleyh kızının evi olması dolayısıyla bizim haneyi teşrif ettiler.
Bizim ev sahibimiz de Ankara'nın yerlisi bir hacı amcaydı. Hanımı da Ankara'nın Çubuk köylerinden. (kendisi de öyle)
Temiz bir kimseydi. Şimdi o Anadolu temizliği ile safiyetiyle bana
Hocamızı soruyor. Ev sahibimiz dede (yaşlı amca) kamburu çıkmış bir kimseydi. Hanımı da yaşlı. Hocamızı sorarken şöyle soruyor. "Kimdi o güzel adam" diye soruyor. Yani güzel kelimesini kullanıyor.
Böyle Konya'ya, Ankara'ya, Kütahya'ya gittiğimiz zaman, camide namaz kılıp çıkarken benim ilgili olduğumu anlayıp, halktan birileri yanıma gelip, "kim bu zatı muhterem" diye sorarlardı. Yani muhterem bir kişi olduğu görünüşünden derhal belli olurdu ve yüzünün güzelliği de derhal etki uyandırırdı. Bedenen çok heybetli idi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in, mübarek evlatlarından öyle bir sülaleden.
Kafkasya'nın Nuha tarafından gelmiş.
Şu anda Azerbaycan'da bulunan, Şeki diye adlandırılan bir şehir. Oradan gelmiş. O heybet vardı. Hani Şeyh Şamil'in resimlerine baktığınız zaman o kalpağıyla görünen heybet gibi bir heybet vardı.
Bakanlık yapmış kardeşimiz diyor ki; "çok kereler Hocamız'ın o heybeti karşısında ben de hayret ediyordum ve yanına varıyordum. Şöyle yanında dururken omuzu ile omuzumu mukayese ediyordum. Boy bakımından aynıyız. Boy onunla aynı ama o heybetli görünüyordu. Böyle bir manevi heybeti vardı ve yüzü çok güzeldi. Güzeller güzeli bir yüzü vardı, siması çok tatlıydı. Bir şeyh güzeli mi diyelim. Hakikaten böyle bir yarışma olsa, seçilecek hoş görünüşlü bir kimseydi.
Ahlakı çok güzeldi. Biz tabii kitaplarda, hadisi şeriflerde ahlakın güzel olduğunu okuyoruz. Bütün ilahiyat fakültelerinin hocaları ahlakın güzel olduğunu bilirler. Ama ahlakın güzel olduğunu bilmek ve okumak başka, ahlakın güzel olduğunu bizzat göstermek, yaşamak güzel ahlaklı olarak onu böyle vurgulamak çok daha başka bir şey. İkisi anlatılmaz derecede farklı şeyler. Hocamız çok sağlam bir ahlaka sahipti. Ahlakına hayran olmamak mümkün değildi.
Bir kere çok cömertti. Yanına yanaşan, kendisiyle yakınlığı olan, ziyaretine gelen her insana mutlaka cömertliğinin eseri ulaşırdı. Mutlaka bir ikramı olurdu. Manevi bakımdan son derece yüksek bir şahsiyetti. Manevi makamının yüksek olduğunun çok alametleri var.
Herkes hocasını, şeyhini iyi bilecek. Tasavvufta bu da böyle bir esastır. İyi bilecek ki feyz alsın. Ama çok müstesna yüksek makamı olduğunu; bir takım olaylardan, karşılaştırmalardan, ziyaretlerden, rüyalardan biliyoruz.
Kimin kiminden daha üstün olduğunu incelemek imkânı oluyor. Kesin!
O kadar yüksek makamına rağmen son derece mütevazıydi. O kadar tatlı kelimelerle, tevazusunu samimi bir tarzda ifade ederdi ki o tevazusuna bir kere âşık olurdunuz. Son derece sevgi dolu bir insandı ve sevgi verirdi, sevgi görürdü. Mutlaka sevgi karşılıklıdır diye söyleniyor, bilirsiniz.
Son derece sabırlıydı. Etrafındaki tecrübesiz insanların uygun olmayan davranışları, O'nun makamına, mekânına, şanına uygun olmayan davranışlarına ve karşılaştığı olaylara karşı son derece metin kale gibi sağlam. Böyle sahildeki yalçın bir kayalık gibi dalgaların gelip, çarpıp, parçalanıp geriye dağıldığı gibi olayların karşısında öyle metin, sabırlı bir hâli vardı.
Çok ketum idi. Sırları etrafa fâş etmezdi. Kendisinin manevi kemâlâtını da çok büyük bir ustalıkla ketmederdi. Yani kendisini belli etmezdi, saklardı, hiçbir şeyi yokmuş gibi gösterirdi. Ama güneş balçıkla sıvanmadığından O ne kadar böyle acizliğini, nacizliğini ifade etse insanlar da O'nun ne kadar yüksek olduğunu anlarlardı.
Manevi yönden her sözü hikmetliydi. Boşuna söz söylemediğini anlardınız ve o sözün birisi için olduğunu birisi bilirdi. "Ha bu söz bana" diye o işareti alır, ona göre kendisinde bir hata varsa düzeltirdi.
Her davranışı bir kerametti. Keramet denilen şeyi, ben Hocamız'ın çevresinde yaşarken gördüm. Görmeyen insan anlayamaz. Evliyaullahın kerameti haktır, ehlisünnetin inancı böyledir. Tabii ben görmediği için görmeyen bir insanın, içinin kâni olmamasını biraz uygun olmasa bile anlıyorum. Uygun değil. Çünkü; madem ki çok büyük âlimler böyle bir şey var diye buyurmuş. Mademki Kuranı Kerim'de ki bazı olaylar kerametin misali. O zaman kabul etmesi lazım. "Evet öyle ama" diyorlar yine de bir insanın keramet sahibi olduğuna inanamıyorlar. İnanma kabiliyetleri misal olmayınca duyduklarını içine sindirememiş oluyorlar. Ama Hocamız'ın yanında olan, benim dışımda olan insanlar her an, her an bir kerametle karşılaşırlardı, karşılaşırdık. Ben damadıyım halefiyim, vekiliyim ama benim dışımda ihvanımızdan kime sorulsa kaç tane başından geçmiş hadiseyi anlatır.
Mesela biz hacca gideceğiz. Suriye'de kaç arabayız? Bir şehirde bir doktoru arayacağız. Telefonunu bilmiyoruz, adresini bilmiyoruz. İstiyoruz ki o doktorla buluşalım. Çünkü yolda dinleneceğiz, Hocamız dinlenecek. Ondan sonra hac yoluna devam edeceğiz. Onunla ( doktorla) hemen bir döner kavşakta, cadde üzerinde nereye müracaat etsek ki diye düşünürken hemen karşılaşıverirdik. Yani böyle bir olağanüstü olaylar, zuhurât dediğimiz birden karşımıza çıkıveren olaylar ile çok karşılaşırdık. Kişi olarak da kendisinin kerametlerini çok görürdük.
Tabii keramet sahibi Allah'ın nice kulları vardır.
O, keramet sahibi kulları için de özel ve çok yüksek bir makamı olduğu pek çok olaylarla belliydi. Kutbu aktab, gavs-ı âzâm olduğunu gösteren emâreler vardı.
Mesela; kısaca hatırladıklarımı nakledeyim. Hocamızın ismini hiç duymamış, İskender Paşa Camii'nin adını duymamış kimseye rüyasında diyorlar ki; "şöyle bir cami var, o camiye gideceksin, şöyle bir zat-ı muhterem var, gidip ondan el alacaksın, intisap edeceksin". O da araya araya geliyor, buluyor ve tanımadığı Hocamız'a gelip intisap ediyor.
Bunun dışında beni etkileyen bazı şeyleri size ( içinizde bilenler vardır ama bilmeyenler de bilsin diye) anlatmak istiyorum. Bizim Doktor Sedat Bey, mikrofonun başına geçip toplantılarda birkaç defa anlatmıştı. Allah selamet versin. Kadırga yurdunda tıp öğrencisi olarak kalırlarken, yurttaki bazı arkadaşlar bırakıp bırakıp bazı günler giderlermiş. Başka günler yatsı namazını Kadırga öğrenci yurdunda beraber kılıyorlar. Bazı akşamlar arkadaşları göremiyor. Onlara da demiş ki:
"Siz bazı akşamlar bir yere gidiyorsunuz"
"Evet gidiyoruz. Bir mübarek hoca var. Onun camisine gidiyoruz. Sohbet oluyor. Seni de götürürüz. Saklı gizli bir şey değil"
"Olur, beni de götürün"
Ama daha önceden rüyasında bir mübarek zat görüyor. O mübarek zat diyor ki;
"Evladım benim yanıma gel" diye davet ediyor. Üç defa bunu görüyor ama adres yok. O şahıs, "evladım bana gel" diyor. Rüyadan uyanıyor. Hayırdır inşallah. Bu şahıs beni çağırıyor ama ben nasıl gideceğim?
Nerede belli değil. Nihayet arkadaşları, bir hafta sonunda gittikleri camiye Sedat Bey'i de götürüyorlar. Sedat Bey yatsı namazını kılıyor.
Ondan sonra Hocaefendi arkasını döndüğü zaman bir de bakıyor ki üç defa rüyasına girip de "evladım bana gel" diyen zat karşısında. Yani Hocamız (r.a) Herkes gidince, O şaşırıp oturup kalıyor. Herkes camiden çıkınca hocamız işaret ediyor ve "evlâdım beklettin bizi " diyor. Demek ki çağırmaya da vakıf. Evladım geç kaldın, beklettin diye de söylüyor ve orada Sedat Bey'e ders veriyor. Mesela bu Hocamızın manevi makamını gösteren bir olay.
Başka mühim olaylardan birisi Celal Hoca vardı.(r.a) Celal Hoca, ilmi kelam üstadıydı. Arapçası çok yüksek ve Soğanağa Camiinde ihya'ı ulum dersi okuturdu. Dersine doyum olmazdı.
Çok muhterem bir âlimdi. Çocukları da muhterem kimseler oldular. Çok sevdiğimiz kimseler, yüksek şahsiyetler oldular. Bu Celal Hoca bir gün Hocamız'ı ziyarete gelmiş. Ama kendisinin bir yere bağlılığı, intisadı, tasavvufi bir tarafı yok.
Hocamıza diyor ki:
"Efendim Hicaz'a gitmek istiyorum. Bugünlerde Ankara'dan cevap bekliyorum ama gelmiyor. Aylar geçtiği halde pasaport dairesinden bir türlü pasaportu vermiyorlar ve Hicaz'a gitmem mümkün olmuyor."
O zamanlar, eski senelerde Hicaz'a herkesin gitmesi zor. Hocamız diyor ki:
"Olur inşallah"
Celal Hoca, Hocamız'ın önündeki sedirde diz çökerken uyukluyor. Uykusu esnasında kendisini Ankara'da içişleri bakanlığının pasaport dairesinde görüyor. Rüyada pasaportunu hazırlıyorlar, buyur diye eline veriyorlar. Tabii sevinerek uyanıyor. Bir de bakıyor ki Hocamız'ın huzurunda minderde diz çökerken uyuklamış. Kendinden geçmiş bu durumu görmüş. Böyle bir zatın huzurunda ihtiyarlığımdan dolayı herhalde uyukladım diye biraz utanıyor. Hocamız mütebessim bir şekilde yüzüne bakıyor. Diyor ki
"Nasıl pasaportu aldınız mı, pasaportu verdiler mi" diyor? Şaşırıyor daha rüyayı yeni gördü.
Hocamız nasıl pasaportu eline aldın mı diyor. Ve hakikaten de bir iki gün sonra da pasaport geliyor. Evine gittiği zaman da bizim kardeşlere "hocanızın kıymetini bilin. Ben bu hocayı tanımasaydım dinin esrarından birçok şeyi bilmeden gafil ölmüş olacaktım. Hocanız çok büyük bir zatı muhterem. Rüyalara dahi tesiri, tasarrufu var" diyor. Rüya gördürmek manevi âleme böyle tasarrufu var diye tembihliyor. Böyle bir şeyi var Hocamız'ın. Ve herkesin kendi hayatında, yani kendisinin hatıraları. Tabii hatıraların bir kısmı kitap haline geldi. İki tanesini daha anlatmak istiyorum.
Bir tanesi Bursa'dan Yusuf kardeşimizin. O, ortaokuldan beri namaz kılardım diyor kendisi anlatırken. Bir şeye üzüldüm, ama kime derdimi açacağım. Bir kimseyi de bulamadım, gözümü kapattım diyor, ortaokul talebesi olarak. Gözümün önüne şöyle bir aksakallı, nurani bir insan getireyim, ona derdimi açayım. Yani bir oyun kendi kendine bir kurgu, hayal. Gözümü kapattım. Gözümün önünde kendi keyfimce, hayalimden mübarek zat tasavvur ettim diyor. Gözüm kapalı, derdimi ona açtım, rahatladım. Bu oyun benim hoşuma gitti diyor. Bunu, bundan sonra da sık sık yaptım diyor. Hep aynı hayali gözümün önüne getiriyordum. İşte hocam şöyle oldu, böyle oldu filan diye onunla dertleşiyordum diyor. Hayal tamamen. Kendisinin kurgusu bir şey. Sonra ortaokul bitiyor, lise bitiyor. Teknik üniversiteyi kazanıyor. Bursa 'dan okumak üzere Teknik Üniversite'ye geliyor. Yurtta arkadaşları diyorlar ki, "çok mübarek bir hocaefendi var. Biz zaman zaman O'nu ziyarete gideriz. Sen de gel"
"Olur" diyor, kalkıp gidiyor. Gittiği zaman bir de bakıyor ki ortaokuldan beri, kendi hayalinde kendisinin uydurduğunu sandığı o simâ, o zat hocamız rahmetullahi aleyh. Tabii bir ortaokul talebesinin serbest hayaline böyle tesir edip, manevi yönden yıllar yılı onu uzaktan eğitmek. Tasavvufun hiçbir kitabında ben böyle bir anlatımı görmedim. Muhakkak ki manevi makamı çok yüksek olan bir zata ait olabilir diye kesin olarak gösteriyor bu olay.
Kendisini dünyanın pek çok yerinden, Türkiye'nin pek çok yerinden, çevresinde müritleri olan pek çok mübarek zatta gelir hürmetle ziyaret ederdi. Ve ben onların davranışlarına; gelenlerle Hocamız'ın muamelesine bakardım onlar gelirlerdi. Yani onlara iadeyi ziyaret tarzında olmazdı.
Mertebe bakımından aşağıda olanın, yüksek olana ziyareti tarzında olurdu. Ben konuşmaları, davranışları da hep o şekilde değerlendirdim.
Bir de çok hoşuma giden bir yazar kardeşimizin hatırası var. Kitabına da girdi. Bu yazar kardeşimiz Osmanlılardan sonraki dönemde Türkiye'de yetişmiş mübarek zatların isimlerini bir liste haline getirmiş. Bunların hayatları hakkında bilgileri toplayayım da kitap haline getireyim diye düşünmüş. Bu listenin içinde şunlar, şunlar, şunlar var. Mehmet Zahid Kotku Efendi Hazretleri de var. Yazar kardeşimiz Hocamızın vefatından sonra böyle bir kitap yazmayı düşünüyor ve bunu arkadaşlarına açıyor. Astsubay olan bir kardeş de "çok güzel mübarek bir çalışma, ben sana bu hususta yardımcı olmak isterim" diyor. (O zaman herhalde yazma çizme için daktilodan başka imkânlar da yok) Diyor ki:
"Ben müsveddelerini temize çekmekte sana yardımcı olmak isterim. Askeriyeden yıllık iznimi alırım. Ondan sonra gelir sana yardım ederim.
"Olur" diyor. Bu yazar kardeşimiz. Kararlaştırıyorlar, bir zaman izin alacak. O zaman geliyor. Izin alacak askeri birliğinden, gelecek bu yazarla müsveddeleri temize çekecekler.
Tabii bu kitap, evliyaullahı anlatan bir kitap. İçinde Hocamız'ın ismi de var. O da anılacak. Askeri birlikte o sırada büyük bir arıza çıkıyor. Atom başlıklı füzelerin olduğu bir birlik.
Bu başlıklar, bu mekanizmada bir arıza çıkıyor, çalışmıyor. O sırada da orayı, yüksekten bir paşa gelip teftiş edecekmiş. Komutan çok üzgün, telaşlı uzmanları çağırıyorlar. Daha çözülmüyor, daha yüksek uzmanları çağırıyorlar. Sonuçta sorunun çözülmesi için Amerika'dan füze uzmanının gelmesi düşünülüyor. Mekanizma çalışmıyor. Ateşlenmesi istense iş görülmeyecek, faal durumda değil, bozuk durumda.
Çok üzgün, izinleri kaldırıyor. Bu astsubay kardeşimiz de vaat ettiği yazara yardımcı olma işini yapamıyor. Yalnız bir gece rüyasında bir mübarek zat görüyor. O mübarek zat buna;
"Evladım sizin füzenizin arızası şuradadır. Aç şurayı. İşte arıza şuradadır " diyor, rüyada gösteriyor. Ertesi gün bu astsubay, kıtasına gittiği zaman komutanın yanına çıkıyor diyor ki:
"Komutanım, ben arızayı çözümleyeceğim. Ama eğer çözümlersem birisine sözüm var. Yıllık izin istiyorum. Yıllık iznimi bana vereceksiniz"
Komutan diyor ki:
"Sen o arızayı çöz. Ben sana neler neler veririm." Yani çok memnun olacağını beyan ediyor. Artık nasıl söylediyse.
Hakikaten o astsubay da gidiyor. O karmaşık mekanizmanın içine (düşünün, bir televizyonun arkasını açsanız orada nereye el atacaksınız, nasıl düzelteceksiniz? Artık orası nasıl bir yerse) o rüyada gösterilen yere gidiyor, orayı açıyor, düzeltiyor ve mekanizma çalışır hale geliyor. Ve izni kopartıyor, başka mükâfatları alıyor. Nasıl alıyorsa astsubay. Ve bu mübarek kitabı, mübarek zatlarla ilgili kitabı yazmaya yazarla beraber başlıyorlar
Evi, Silivrikapı tarafında dar sokakların olduğu bir yerde, kendisinin arabası yok. Taksi bulmak zor. Vasıtaların olduğu yere gitmek için vakit harcaması lazım.
Ama ne zaman çıksa çok büyük kolaylıklarla karşılaşıyor. Bakıyor hemen sokakta bir taksi var el kaldırıyor. Erken vakitte gidiyorlar, çalışıyorlar filan. Bu astsubay neden sonra nelerden, nelerden sonra bizim İslam dergimizde Hocamız rahmetullahi aleyhin; çok güzel, çok tatlı, tebessümlü bir boy resmi vardı. Onu görüyor. Diyor ki:
"İşte rüyada bana arızayı gösteren mübarek zat buydu." Yani hocamızı daha önceden tanımayan bir kimse.
Hocamız işte böyle her hali olağanüstü olan, gerçek bir keramet sahibi mübarek zat idi. Zaten vefatı, vefatındaki cenazesindeki o ihtişam bütün İstanbul'un cenazesine ne kadar büyük (bir bütün Türkiye'nin) kalabalık bir tarzda iştirak ettiği İstanbul tarihinde görülmemiş bir şey.
Kendisi için Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere'de gıyabında cenaze namazları kılınması, ondan sonra ruhu için okunan hatimler vesaireler...
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
"Bir hatim indirildiği zaman yapılan dualar müstecab olur."
Binlerce hatim indiriliyor ve binlerce müstecap olacak dualar arasında Hocamız'ın namı geçiyor. Bu herkese nasip olmayacak, bir başka keramettir. Vefatından sonraki bir başka keramettir.
Böyle mübarek zatları anmakta çok büyük faydalar var. Çünkü yenilere " bakın böyle olun" demiş oluyoruz. İyi insanları göstermiş oluyoruz. Ve yenilerin iyi yetişmesini sağlamış oluyoruz.
Ayrıca "salih insanların anıldığı yere Allah'ın rahmeti iner" diye de, din kitaplarımızda belirtildiği için bu anma törenlerine hiç şüphe yok ki, Cenabı Hakk'ın rahmeti nazır oluyor. Gençlere bir numune oluyor. Ayrıca bu anmalardan nice nice başka başka faydalar hâsıl oluyor. Bu anmaların gerekli olduğunu, Kur'an-ı Kerim'de; Cenab-ı Hakk nice peygamberlerin hatıralarını yâd ettiği için Kuran-ı Kerim'den anlıyoruz. Musa aleyhisselamı, İbrahim aleyhisselamı, Nuh aleyhisselamı surelerde, ayetlerde anıyoruz. Hatta "vezkür fî'l kîtâbî" diye,
İbrahim'i de zikret diye mesela (Kur'anı Kerimde) geçiyor.
Zikretmek, yâd etmek. Zaten bu hatırası için yapılan toplantılara da zikra denilir. (Hatırayı anma toplantıları) Muhakkak ki burada Allah-u Teâla Hazretleri'nin rahmetine nâiliyet var. Allah-u Teâla Hazretleri, böyle mübarek büyük zatlara vefatından sonra da selâhiyet veriyor. Yani diğer insanlar gibi olmuyorlar. Onlar vefatından sonra da maneviyatlarıyla, himmetleriyle etkili oluyorlar, yol gösterici oluyorlar. Vefatlarından sonra kerametleri daha da aşikâr oluyor. Çünkü imtihan devresi bitmiş olduğundan kendisini saklama mecburiyeti kalmıyor, tevazu gösterme ihtiyacı kalmıyor.
Onun için, dilediğimiz, Rabbimiz bizi sevdiği kullarıyla beraber eylesin. O sevdiği mübarek evlilyaullah kullarının manevi yardımlarına, iltifatlarına, himmetlerine, teveccühlerine nail eylesin. Bizleri de onların yolunda daim eylesin. Evlatlarımızı da iyi müslüman olarak yetiştirmeyi bizlere nasip eylesin. Evlatlarımız da bu büyük mübarek hocalarımız gibi İslam'ı güzel öğrensinler, güzel hizmet etsinler, onların yolunda yürüsünler ve onlara hayru'l halef olsunlar. Hayırlı halefler olsunlar. Allah-u Teâla Hazretleri islamı ve müslümanları korusun. İslamı ve müslümanları yirmi birinci yüzyılda, bu üçüncü bin yılda (milenyum) dedikleri mansur ve müeyyed eylesin. Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun çalışmalar yapmamızı, yapmanızı cümlenize nasip eylesin. Dini mübin-i İslam'ı; sahabe-i kiramın çalışmaları gibi çalışmalarla dünyanın her yerine yayalım, islamı öğretelim. Hele hele kendi beldelerimizde İslam'ın tanınması, yaşanması, imanın kuvvetlenmesi, Kur'an'ın öğrenilmesi ve ahkâmının uygulanması için elimizden gelen her türlü maddi, manevi gayreti gösterelim. Allah-u Teâla Hazretleri hepinizi her türlü hayırlara vesile olanlardan, elinden hayır çıkan, hayatı faydalı olan çünkü "insanların en hayırlıları insanlara, mü'minlere en faydalı olanlardır" en faydalılardan eylesin. En hayırlı kimseler eylesin. Ömrünüzü Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun geçirip, ahirete Rabb'imizin sevdiği razı olduğu kullar olarak varmanızı ve bizim de varmamızı nasip eylesin. Bu sevdiğimiz mübarek Peygamber Efendimizle, sahabe-i kiramımızla sâir enbiya-i mürselin ve evliyaullahı mukarrabin büyüklerimizle Firdevs-i Âlâ da buluştursun, beraber eylesin.
Cemaline nazar etmeyi cümlemize ikram eylesin. Rıdvan-ı ekberine cümlemizi nail ve vasıl eylesin. Aziz ve sevgili dinleyiciler.
Esselamu aleyküm ve rahmetullahu ve berekatuhu.