Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mubâreken fîh. Kemâ yenbeğî li celâli vechihî ve li azîmi sultânih. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebi’ahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emmâ ba'd;
Fe-kâle rasûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem.
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا قَامَ فِي الصَّلَاةِ، فُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ الْجِنَانِ، وَكُشِفَتْ لَهُ الْحُجُبُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ رَبِّهِ، وَاسْتَقْبَلَ الْحُورَ الْعِينَ مَا لَمْ يَمْتَخِطْ، أَوْ يَتَنَخَّعْ. طب عَنْ أَبِي أُمَامَةَ.
İnne’l-abde izâ kâme fi’s-salâti fütihat le-hû ebvâbü’l-cinâni ve küşifet le-hû el-hucübü beynehû ve beyne rabbihî ve’s-takbele’l-hûra’l-‘îne mâ lem yemtehıt ev yetenahha’.
Sadaka rasûlullah ne netaka habîbullah fî-mâ kâle ev ke-mâ kâle.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri buyurmuşlar ki;
İnne’l-abde. "Hiç şüphe yok ki; mümin bir kul."
İzâ kâme fi’s-salâti. "Namaza kalktığı zaman." Namaza duracağı zaman.
Fütihat le-hû ebvâbü’l-cinâni. "Cennetlerin kapıları onun için açılır."
Ve küşifet le-hû el-hucübü beynehû ve beyne rabbihî. "Onunla mevlâsı arasında ki perdeler kaldırılır."
Biliyorsunuz yetmişbin nurdan, yetmişbin zulmetten perdesi var diye hadîs-i şerîfte okumuştuk. Cebrâil aleyhisselam diyor ki; "Ben bu perdelerden bir tanesini geçsem, yanardım, geçemem." Bu perdeler kaldırılıyor, bu bahsedilen perdeler.
Ve’s-takbele’l-hûra’l-îne. "Hurilerde karşılamaya çıkarlar." Namaza duran Müslümanı karşılamaya çıkarlar.
Mâ lem yemtehıt ev yetenahha’."Tükürmedikçe, sümkürmedikçe mescitte."
Demek ki o zamanın, tabi bilgileri, görgüleri eksik. Yeni Müslüman oluyorlar. Mescide halılı falan bir yer değil, toprak, kum, üsttü hurma dallarıyla örtülmüş, çardak gibi, tükürme olayı oluyor demek. O sevabı kaçırtıyor veya yere sümkürme olayı oluyor. Mendile falan kağıda değil de, yeri kirletecek şekilde. Öyle yaptığı zaman ecir kaçıyor. Ama öyle yapmadığı zaman, namaza durduğunda, cennetlerin kapıları açılıyor. Rabbiyle, mevlâsıyla arasında ki perdeler kaldırılıyor, huri kızlarda karşılamaya çıkıyorlar yoluna. Ama mescitte adabına uygun durmak şartıyla.
Yine bu konuya yakın bir hadîs-i şerîf.
إِنَّ الْعَبْدَ الْـمُسْلِمَ إِذَا تَوَضَّأَ فَأَتَمَّ وُضُوءَهُ، ثُمَّ دَخَلَ فِي صَلَاتِهِ، فَأَتَمَّ صَلَاتَهُ، خَرَجَ مِنْ صَلَاتِهِ كَمَا يَخْرُجُ مِنْ بَطْنِ أُمِّهِ مِنَ الذُّنُوبِ. ابْنُ عَسَاكِرَ عَنْ عُثْمَانَ.
İnne’l-abde’l-müslime izâ tevatta’a fe-etemme vudûehû sümme dehale fî musallâhu fe-etemme salâtehû harace min salâtihî ke-mâ yahrucu min batni ümmihî mine’z-zünûbi.
Müslüman kul abdest aldığı zaman. Fe-etemme vudûehû. "Abdestini de tamamen güzel aldığı zaman." Eksiksiz tam abdest aldığı zaman. Sümme dehale fî musallâhu. "Namaz kıldığı yere sonra girdiğinde." Fe-etemme salâtehû. "Namazında tam, eksiksiz kıldığı zaman." Harace min salâtihî. "Namazından çıkar." Bitirdiği zaman; es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi der, namazından çıkar.
Ke-mâ yahrucu min batni ümmihî. "Annesinden doğduğu gün gibi, annesinden karnından çıktığı gün gibi, çıkar namazından." Mine’z-zünûbi. "Günahlardan böylece tertemiz temizlenmiş olarak çıkar."
Demek ki abdesti güzel almak, namazı güzel kılmak önemli olan. Bunu yaptığı zaman, o kadar sevapları alır.
إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا كَانَ هَمُّهُ الدُّنْيَا وَسَدَمُهُ، أَفْشَى اللهُ ضَيْعَتَهُ، وَجَعَلَ فَقْرَهُ بَيْنَ عَيْنَيْهِ، فَلَا يُصْبِحُ إِلَّا فَقِيرًا، وَلَا يُمْسِي إِلَّا فَقِيرًا؛ وَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا كَانَتِ الْآخِرَةُ هَمَّهُ وَسَدَمَهُ، جَمَعَ اللهُ لَهُ ضَيْعَتَهُ، وَجَعَلَ غِنَاهُ فِي قَلْبِهِ، فَلَا يُصْبِحُ إِلَّا غَنيًّا، وَلَا يُمْسِي إِلَّا غَنِيًّا. هَنَّادٌ عَنْ أَنَسٍ.
İnne’l-abde izâ kâne hemmühû ed-dünyâ ve sedemühû efşallahu day’atehû ve ce’ale fakrahû beyne ayneyhi fe-lâ yusbihu illâ fakîran ve lâ yümsî illâ fakîran ve inne’l-abde izâ kâneti’l-âhiratü hemmehû ve sedemehû ceme’allahu le-hû day’atehû ve ce’ale ğınâü fî kalbihî fe-lâ yusbihu illâ ğaniyyen ve lâ yümsî illâ ğaniyyen.
Bu hadîs-i şerîf, Enes radıyallahu anh’dan.
Kul; izâ kâne hemmühû ed-dünyâ. "Eğer dünyayı arzu ederse, arzusu, tasası, aklı, fikri dünya olursa." Ve sedemühû. [Bu kelimeyi bilmiyorum, burada baktım, kenarında da silinmiş yazılar, inşallah ilerde bakıp şey yapalım.]
Efşallahu day’atehû. "Allah onun kaybını yaygınlaştırır."
Yani koyunlarını kaybetmişse toplayamayacak şeklide dağılır giderler. Develerini kaybetmişse toplayamayacak şekilde dağılır giderler; işleri darmadağın dağılır. Gayesi dünya olursa ve tasası, meramı, aklı, fikri dünya olursa; Allah onun kayıplarını daha da arttırır, toplanamaz duruma getirir, işlerini perişan eder.
Böylece; fe-lâ yusbihu illâ fakîran. "Fakir olarak sabahlar." Ve lâ yümsî illâ fakîran. "Fakir olarak, fakr u zarruret içinde, ihtiyaç içinde öyle sabahlar öyle akşamlar." Gayesi dünya olunca; Allah, insanın fakirliğini arttırır, gecesi gündüzü böyle olur.
Ve inne’l-abde izâ kâneti’l-âhiratü hemmehû. [Aynı kelime var burada. Ve sedemehû veya sedemuhû diye yukarıda harekelemiş.] Yani tasası, işi, aklı, fikri ahiret olursa; "ben ahiretimi kazanacağım, ben rabbimin rızasını kazanacağım, ben ahirete yararlı işler yapacağım" diye düşüncesi o olursa. Ceme’allahu le-hû day’atehû. "Allah onun kayıplarını toplayıverir. İşlerini kolaylaştırıverir."
Ve ce’ale ğınâü fî kalbihî. "Ve günlüne zenginlik dolduruverir."
Fe-lâ yusbihu illâ ğaniyyen ve lâ yümsî illâ ğaniyyen. "Sabah zengin olarak çıkar, akşama zengin olarak varır, zengin olur."
Şimdi bu konuda birkaç tane hadîs-i şerîf var. Biz bunu okumuş olduk bu sayfada karşımıza bu çıktığı için.
Bir başka hadîs-i şerîfte de diyor ki Efendimiz salallahu aleyhi ve sellem;
"Bir insanın tasası dünya olursa, Allah onun; İzâ kâneti’d-dünyâ hemmehû. Allah onun işlerini darmadağın dağıtır. İki yakasını bir araya getirtmez ve işlerini rast getirmez." [Kelimeleri şu anda hatırlayamadım.]
Tasası ahiret olunca; Allah onun iki yakasını bir araya getirir. Kendisine derli toplu bir takım şeyleri tasvip eder. Gönlüne zenginlik verir ve dünyalıktan da nasibi, kısmeti ezelde neydiyse o da gene gelir. Ötekisinin de -tasası dünya olanın da- bütün çırpınmasına rağmen, Cenâb-ı Hakk’ın ona takdir ettiğinden fazla bir şey gelmez. Ama tasası, gayreti ahiret olanın, dünyalık, arkasından kös kös burnu sürte sürte gelir. Mecburen gelir, Allah gönderttirir. Böylece maddi ve manevi bakımdan kârlı çıkar.
"Dünyaya yönelen maddi ve manevi bakımdan zarar eder. Ahireti düşünüp, Allah’ın rızasını düşünüp onu kazanmayı çalışanda maddi ve manevi bakımdan kâr eder." buyuruyor. Bu bir ilahî cilve-i rabbânîdir. Allah’ın işi böyle. Dünyalık isteyince, dünyalığı vermiyor. Ahireti isteyince ahireti veriyor.
إِنَّمَا الْحَسَدُ فِي اثْنَتَيْنِ: رَجُلٌ آتَاهُ اللهُ الْقُرْآنَ، فَقَامَ بِهِ، فَأَحَلَّ حَلَالَهُ وَحَرَّمَ حَرَامَهُ؛ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللهُ مَالًا، فَوَصَلَ مِنْهُ أَقَارِبَهُ وَرَحِمَهُ، وَعَمِلَ بِطَاعةِ اللهِ. طب عَنِ ابْنِ عَمْرٍو.
İnneme’l-hasedü fi’s-neteyni racülün âtâhullahu el-kur’âne fe-kâme bi-hî fe-ehalle halâlehû ve harrame harâmehû ve racülün âtâhullahu mâlen fe-vasale minhü ekâribehû ve rahimehû ve ‘amile bi-tâ’atillahi.
Sadaka rasûlullah fî-mâ kâle ev ke-mâ kâle.
Abdullah İbn Amr radıyallahu anhüma’dan rivayet olunduğuna göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki:
İnneme’l-hasedü fi’s-neteyni. "Gıpta, haset ancak iki kimseye olabilir."
Bir; racülün âtâhullahu el-kur’âne. "Öyle bir adama gıpta edilir, haset edilir, imrenilir ki, Allah ona Kur’an-ı Kerîm’i vermiş." Yani Kur’an-ı Kerîm’in bilgisine nail olmuş, Kur’an’ı Kerîm’i öğrenmiş. Fe-kâme bi-hî. "Ve Kur’an-ı Kerîm’in ahkâmına göre hareket ediyor." Kur’an’a uyuyor, Kur’an’ı uyguluyor.
Fe-ehalle halâlehû. "Helallerini helal gösterdiği şeyleri Kur’an-ı Kerîm’in, helal biliyor ve onları yapıyor."
Ve harrame harâmehû. "Kur’an-ı Kerîm’in haram dediği şeyleri haram kabul ediyor, itirazı yok ve onlardan kaçınıyor."
Buna gıpta edilir işte! Kur’an’ı biliyor, Kur’an’a uyuyor; helallerini helal belliyor, haramlarını haram belliyor. İtiraz etmiyor, Cenâb-ı Hakk’ın hükmünü seviyor. Helallerini yapıyor, haramlarından kaçıyor. Bu adama gıpta edilir. Çünkü Kur’an ehli, Kur’an’a uyuyor ne mutlu!
Ve racülün. "Diğer gıpta edilecek, imrenilecek, haset edilecek insanda şu dur ki."
Âtâhullahu mâlen. "Allah mal vermiş." Zengin; parası var, devesi var, koyunu var, imkanları geniş.
Fe-vasale minhü ekâribehû. "Bu malıyla, zenginliğiyle akrabalarını kolluyor." Fakir olanlarını, dul olanlarını, yetim olanlarını kayırıyor, ceplerine paralarını koyuyor, hediyelerini veriyor, sadakasını zekâtını veriyor; onları memnun ediyor.
Ve rahimehû. "Yakınlarını ve aralarında nesep bağı olan kimseleri ve eşi dostu, arkadaşlarını koruyor."
Ve amile bi-tâ’atillahi. "Ve Allah’a itaat ederek, amel-i salîh işleyerek vaktini geçiyor."
Bu ikisine özenilir, imrenilir, bunlar gibi olmaya çalışılır, gayret edilir.
Biliyorsunuz haset kötü bir huydur.
Haset ne demek?
Birisindeki bir şeyi görüp özenip, kıskanmak, düşmanlık duyguları kabarmak. "Vay be! Şuna bak be, neleri var. Hay Allah!" diyerk böyle çatlamak. Ondan o nimetin gitmesini istemek. Onda o nimetin olmasını istememek. "Vay ya adamla o kadar rekabet ediyorduk, şimdi Allah birde şunu verdi bunu verdi. Hay Allah. Eyvah!" İstemiyor, 'sürüm sürüm sürünseydi' diyor. Şimdi sürünmedi. Bir de 'daha bak Allah şunu verdi bunu verdi' diyor.
Kötü olan haset, bu bütün sevaplı amellerin sevabını da kaybettirir. Kazanılmış sevapları da yakar, kül kömür eder, yelde savutturur toz toprak gibi elden gider. Bu haset zararlı bir haset. Allah vermiş. Tamam mübarek eylesin. Sana da verir. Bir zaman gelir belki sana da verir.
Şahsen ben kendimi hatırlıyorum. Ay sonuna maaşımın yetmediği günleri hatırlıyorum. Misafir geldiği zaman utanıp, mutfakta hanımla fıs fıs konuşup, "ya evde hiç ikram edecek bir şey yok" dediğimi hatırlıyorum Ankara’da. Üniversitede gariban bir asistan, maaşı mahdut, kirası yüksek, yol parası fazla, olmadık bir masraf çıkıverince, bütün her şey altüst oluyor. Kömür parasını toplayamıyorsun, elektrik parası geldiği zaman şaşırıyorsun. 845 kuruş yevmiye düşüyordu tüm harcamalarım bir günde. Yani otuza böldüğüm zaman, kirayı verdikten sonraki maaşımı. O zamanda bir kilo et oniki lira idi. Ancak yedi yüz gram et alabilirim, ya da ikiyüz elli gram et alabilirim. Çünkü ekmek alacağım, başka şey alacağım vesaire...
Ondan sonra Allahu Teâlâ hazretleri neler verdi.
Cenâb-ı Hak ev verdi, araba verdi. Nasıl verdiğini anlayamıyorsun.
Bizim mahallede bir imam vardı. Gariban, çocuğu sakat, öldü şimdi zavallının. Boynu bükük, mütevazı konuşur. Sonra ihvanımız oldu. İyi derviş. Gönlü zengin. Âşıkane şiirler falan yazar. Öyle bir hoca.
Mahalleli beğenmedi. 'Bu ne biçim hoca. Sarığı şöyle yamuk, ağzı çarpık' bilmem ne falan. "Susun ya! Bu adam çok edepli bir insan. Siz bunun kıymetini bilmiyorsunuz." dedim. Çünkü eski imam oturduğu zaman makamını doldururdu. Böyle tatlı konuşurdu, cemaatle ilgilenirdi, kendisini sevdiriyordu, yakışıklıydı falan. Bu yakışıklı değil. Ama bunun da ilmi güzel.
Ben "çok güzel anlatıyorsun. Birde falanca kitaptan anlatsana, cemaatin şuna da ihtiyacı var" diye bir kitap daha söyledim. Boynunu büktü "hocam benim o kitaptan icazetim yok" dedi.
İcazetsiz vaaz vermiyor. Benim bu kitaptan icazetim var. Okuyorum ya size icazetnamem var bu kitaptan. Yani sıradan değil. Hocamız, bunu okumak konusunda bana icazet verdiği için okuyorum ben. İcazetname yazılıyor, imza ediyor, bu kitabı yazan şahıs, ondan sonra okuyabiliyorsun. Bu mübarek hocamıza salahiyet vermiş. Hocamızda bana salahiyet verdi. Bende ona dayanarak okuyorum.
Ah parası yok, pulu yok. Caminin meşrutasında oturuyor, hasta, gariban. Acıyoruz, yüreğimiz parçalanıyor. O sene hacca gitti. Birisi acımış, sevmiş, 'gel seni hacca götüreyim' demiş. Başkası hacca gidemezken -zengin insanlar- bu garibana Cenâb-ı Hak nasip etti. Mübarek beldelere götürttürdü birisine. Cenâb-ı Hak her şeyi veriyor. Zaten her şeyimiz O'ndan. Vücudumuz O'ndan, aklımız O'ndan. Her şeyimiz O'ndan. Çoluk çocuğumuz O'ndan. Her şeyi veriyor. Hepsi imtihan. Hepsi oluyor hayatta. Yani şu anda mahrumiyet yok. Ben araba sahibi oldum.
Ne zaman oldum?
Doktor asistanken oldum.
Yani üniversiteyi bitirdim. Yedi sekiz sene geçti, öyle araba sahibi oldum. On yaşında, eski bir araba sahibi oldum.
Şimdi bizim çocuklar, Mehmet Ali Hoca’nın çocuğu, Ali’nin çocuğu vesaire araba sahibi oluyor. Allah daha çok versin. Haset yok yani. Telefonlar, cep telefonları, her şeyleri var maşallah. Allah, daha çok versin de yolundan ayırmasın. Her şey oluyor. Haset yok. Versin Allah. Çünkü veriyor; sana da verir, ona da verir. Verir de alır da. Zengini, fakir edebilir. Padişahı saltanattan indirebilir, veziri yeniçerilerin elinde parçalattırabilir. Bu da oluyor. İsyan ediyorlar.
"Ne istiyorsunuz?"
"Vezirin kellesini istiyoruz, kızdık ona. Sadrazamı bize teslim et, onu parçalayacağız."
Padişah canının derdinden, sadrazamı teslim ediyor; gözünün önünde parça parça parçalıyorlar. Osmanlı tarihinde bu hep olmuş.
Konaklar yağmalanıyor, malları gidiyor. Haydutluk... Dünyanın her yerinde, her zaman var böyle şeyler.
Şimdi İslam'da haset yok. Ama iki kimseye haset edilir. Birisi; Kur’an ilmine sahip insan. Ötekisi; helal mala sahip insan. Kur’an ilmine sahip olan kimse, işte anlattığımız gibi Kur’an’ı uyguluyor. Para sahibi de, onu Allah yolunda sarf ediyor ve Allah’a itaat ediyor.
إِنَّمَا الْعِلْمُ بِالتَّعَلُّمِ، وَإِنَّمَا الْحِلْمُ بِالتَّحَلُّمِ، وَمَنْ يَبْتَغِ الْخَيْرَ يُعْطَهُ، وَمَنْ يَتَّقِ الشَّرَّ يُوَقَهُ. حل قط فِي "الْأَفْرَادِ" وَالْخَطِيبُ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ.
İnneme’l-‘ılmü bi’t-te’allümi ve inneme’l-hılmü bi’t-tehallümi ve men yebteğı’l-hayra yu’tahû ve men yettekı’ş-şerra yûkahû.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten; Hatîb-i Bağdâdî ve Dârekutnî rivayet eylemişler. [Rahmetullahi aleyhimâ.]
Efendimiz buyuruyor ki;
İlim, sadece gayret gösterip öğrencilik yapmakla, çalışmakla olur. Yani pattadak olmaz, birden olmaz. Çocuk cahil doğar; okursa bilgili olur, okumazsa cahil kalır. Gayret sarf etmek lazım. İlim öğreneceğim diye uğraşmak lazım. Uğraşmadan olmaz. Geceleri uğraşacak, gündüzleri uğraşacak.
Bir hafızın hafız olması ne demek?
Altıyüz sayfayı satır satır, kelime kelime, hareke hareke ezberleyecek.
Az mı?
Vücudunu sallaya sallaya sallaya, hocasına karşı okuya okuya okuya, yanıldıkça düzelte düzelte düzelte, o hafızlığı elde edinceye kadar ne zahmet geçiyor.
Bir diploma alıyor, üniversiteyi bitiriyor. O diplomayı alıncaya kadar burnundan alnından terler akıyor damlaya damlaya. Kolay değil! Diploma kolay değil! Unvanlar... Bir doktor olmak, bir doçent olmak, bir profesör olmak çok zor! İnsanın, imanı gevriyor. Anasından emdiği süt burnunda geliyor. Heyecan heyecan heyecan...
Profesörlerin karşısına çıkacaksın; beş tane profesör. Cüppeleri giymişler, oturmuşlar, sana bakıyorlar. Bakalım saati ayarlayabildi mi? Konuşmayı nasıl yapıyor? Sesinin ayarı nasıl? Tahtaya iyi anlaşılsın diye şekiller çiziyor mu, yazıyor mu?
'Beğenmedik' dedi mi, gidiyorsun. Lisan imtihanı, bilgi imtihanı, deneme dersi imtihanı, dersi imtihanı vesaire vesaire... Ne yayınlar yazmış? Bir yayın kolay yazılmıyor. Eline kalemi aldığın zaman, bu sayfalar kolay dolmuyor. İnsan, bir mektup yazmakta zorlanıyor. Zor!
İlim, çalışmakla olur; gayret edeceksin, ter dökeceksin.
Hilim. Halim selîm adam, melek gibi, lokum gibi.
Nasıl oluyor bu böyle?
Bu da kendisini zorlamakla olur. Bu da talimle olur. Yani çalışmakla olur.
İnsan pattadak halîm olmaz. Edeple, terbiyeyle, anasının babasının terbiyesiyle, kendisini tutmasıyla zamanla olur.
Güzel huyları edinmekte talime tabidir. Halim olacak. Halim olması için anası babası uğraşacak, aşırı taraflarını törpüleyecek, kesilecek yerleri kesecek, yanlış yerleri budayacak; çocuk halim olacak. İyi terbiye görmüş. Maşallah, aferin. Anası babası Allah razı olsun, nur içinde yatsın, evde iyi terbiye vermişler. Aile terbiyesi almış.
Aile terbiyesi eksik olursa mektep terbiyesi yetmiyor. Temel bozuk olunca, mektep terbiyesi yeterli olmuyor. Ailedeki terbiye önemli!. Çocuğun duruşundan, oturuşundan, kalkışından hayran kalıyorsun.
"Aferin! Annesine babasına. Allah razı olsun, aile terbiyesini çocuk güzel almış, sınıfta bile fark ediyor, öteki çocuklardan fark ediyor." diyorsun.
Demek ki güzel huylarda talimle oluyor, eğitimle oluyor.
Hayvanı adam ediyorlar; aslana numara yaptırıyorlar, kuşa numara yaptırıyorlar, ata numaralar yaptırıyorlar da bu eşref-i mahlukât olan insan öğrenmez mi?
Her şeyi öğrenir.
Neler yapar. Neler yapıyor zaten. Ne hünerler yapıyor.
İşte o hünerleri öğrendiği gibi huyları da öğrenecek. Güzel huyları da öğrenmesi lazım. Sabrı öğrenecek, şükrü öğrenecek. "Bak evladım elhamdûlillâh. Hadi bakalım şükret bu nimetlere." Şükrü öğrenecek, vefayı öğrenecek, sevgiyi öğrenecek, hürmeti saygıyı öğrenecek, arkadaşlarıyla ülfeti, muhabbeti, geçinmeyi öğrenecek. Kimsenin hakkını yememeyi öğrenecek. Öğrenecek, öğrenecek, öğrenecek… Bunların hepsi talime tâbi, eğitime tabi. Öyle onun sonunda olur. Halim selîm olmak bile talime tabi.
Ve inneme’l-hılmü bi’t-tehallümi.
Hem de innemâ diyor.
İnneme’l-hılmü bi’t-tehallümi. "Halîm selim olmakta, ancak öyle davranmakla, davrana davrana, uygulamayı yapa yapa, tecrübe kazana kazana öyle olacak." diyor. Çok önemli!. Bu hadîs-i şerîf, bu bakımdan bize çok önemli şeyler gösteriyor.
Çocuklarımızı bilgilendiriyoruz. "Evladım şu şudur, bu budur." Kelimeleri öğretiyoruz da çocuklar su gibi İngilizceyi konuşuyor, bizden güzel konuşuyor, her şeyi öğretiyoruz. Onun gibide huyları öğreteceğiz.
Çocuk, huyları öğrenmezse olmaz. Yemekte sofraya oturduğu zaman besmele çekecek, önünden alacak, ağzına lokmayı sağ eliyle götürecek, şapur şupur dökmeyecek, kaşığı şöyle tutacak vesaire vesaire; yemek âdâbı. Mecma’ul âdâb’ta -yemek yemenin âdâbı bölümünde- kaç tane edep sıralanıyor; öğrenecek. Bunları öğretiyoruz. Kaşık şöyle tutulur, bıçak şöyle yapılır, aman âdâb-ı muâşerete aykırı olmasın. Onun gibide huyları öğreteceğiz. Öğretmiyoruz, söylemiyoruz çocukta ona göre çok fena yetişiyor.
Ondan sonra da büyüdü mü?
Büyüdü.
Bıyıkları çıktı mı?
Çıktı.
Delikanlı oldu mu?
Oldu.
Sen hapı yuttun şimdi. Şimdi sıra ona geldi.
Bakalım sana nasıl evlatlık yapacak?
Bakalım durum ne olacak?
Bakalım seni dinleyecek mi, dinlemeyecek mi?
Sen doğrundan doğruya gidip "evladım şöyle yap, böyle yap" diye bir şey söyleyemiyorsun, anasına söylüyorsun. Anasına "yapmıyorum ya. Var mı bir diyeceğin." diyor.
Büyüdü çünkü. Çıkıp gidiyor, geç geliyor. Senin istemediğin şeyi yapıyor, sigara içiyor, kötü arkadaşlar ediniyor, tahsilini yapmıyor.
"Dinlemiyor hocam."
Geç kaldın eğitiminde. Eğitimi küçükken başlayacaktı, bebekken başlayacaktı. Ondan sonra yavaş yavaş çocuk ne olduğunu bilmeden, her şeyi öğrenecekti. Bu böyle yapılmaz.
Şimdi küçük bir kızcağızı, 'hocaefendi geldi, kalk' diye annesi kaldırdı. Ben uzaktan bakıyorum. Bebek daha küçük. 2-3 yaşında çocuk. Bir kalktı; bir beni gördü, bir başına baktı. Hemen başörtüsünü aradı, başörtüsünü taktı.
Ben "baş örtün" falan dediğim için. Hemen. Eee ona alışmış. Ona alışırsa öyle gider. Gayr-i ihtiyâri örtünür. Bayılsa bile örtünür.
Öğretelim! Öğretmemiz lazım. Yılmayalım, çalışalım!
Bir yılda 365 gün var. Her gün bir şey öğretsek, bayağı bir şeyler öğrenir. Ama öğretmenin en güzel şekillerinden birisi; aynı şeyi bizim kendimizin uygulamasıdır.
Biz kendimiz barut gibi, sinirli, kavgacı, dövücü, vurucu, kırıcı iken, çocuk sabrı nasıl öğrenecek?
Sen sabırlı değilsin ki! Senin şu yaptığına bak!
Çocuk onu öğrenir. Hem de göz ucuyla bakar, en acaibine giden, en şaşırdığı şeyi uygular.
Muhallebiyle beslenmiş ev çocuğunu, bir gün parka götürür, annesi, hatta dadısı, mürebbiyesi. Çocuk, orada salıncakta bir insanla karşılaşır, o ona bir küfür eder. Mahallenin küçük, haşarı çocuğu. Çocuğun hiç duymadığı laf.
Bu ne demek?
Eve gelir, o küfürü söyler. Tam yemekte, misafirler olduğu sırada. Bilmiyor ki çocuk onu. Onu söyler.
Neden?
Duydu, acaibine gitti, bilmediği bir kelime. Kötü olduğunu da bilmez zavallı. Anası babası kızarır, bozarır. "Ben bunu böyle öğretmedim. Nereden öğrendi bunu? Mürebbiye tuttum. Terbiyesinin gayet güzel olması lazım."
Çocuk parkına gitti oradan duydu. En en zıttını alır. En olmadık şeyi alır.
Kurban kestiğini görüp de kardeşini keseni okumadık mı?
O bile hiç tahmin etmediğimiz bir şey! Hadi kurbancılık oynayalım diye bıçağını eline alıyor, kardeşini kesiyor. Bilmiyor. Çocuk çünkü. Böyle şeyler olur.
En iyi eğitim çeşitlerinden birisi kendimizin, güzel olmamız. Kendimiz yamukken çocuğa doğruluğu nasıl öğreteceğiz?
Allah lütfetsin. Yardımcımız olsun.
إِنَّمَا أَخَافُ عَلَيْكُمْ كُلَّ مُنَافِقٍ عَلِيمٍ، يَتَكَلَّمُ بِالْحِكْمَةِ، وَيَعْمَلُ بِالْجَوْرِ. عَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ هب عَنْ عُمَرَ.
İnnemâ ehâfü aleyküm külle münâfikın alîmin yetekellemü bi’l-hıkmeti ve ya’melü bi’l-cevri.
Hazreti Ömer radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
"Ben başka bir şeyden korkmuyorum. Ey Müslümanlar! Ey Ümmetim! Sizin için başka bir şeyden korkmuyorum. Bir şeyden korkuyorum."
İnnemâ ehâfü aleyküm külle münâfikın alîmin. "Sizin için, çok bilgili münafıktan korkarım." Çok bilgili münafık. Yetekellemü bi’l-hıkmeti. "Konuşurken hikmetli, hâkimane, olgun, kandırıcı, ikna edici konuşur."
Ama; ve ya’melü bi’l-cevri. "Cevr-ü cefa, zülüm, yamukluk yapar." Söylerken şöyle söyler, yaparken böyle yapar. Ondan korkun. Kandırır o zaman. Çünkü güzel konuşuyor, millette onu adam sanır. Âlim, çok iyi biliyor her şeyi.
Bilir!
Bilmek yetmiyor. Ama işleri cev-ü cefa. Öbür tarafta yaptığı işler yamuk.
O aldatır işte. Zaten bu Ümmet-i Muhammed'in sırtı yere gelmeyecek. "Ahir zamanda Ümmet-i Muhammed’in düşmanları, İslam kananlıyla Müslümanların arasına girip oradan kandıracaklar." diye hadîs-i şerîflerde geçiyor.
Allah eğriyi, doğruyu tam anlamayı, doğruyu nasip etsin.
Amerika'dan birisi telefon etti.
"Hocam biz sizi dinliyoruz, tanışmak istiyoruz. Amerika’ya gelecek misiniz? İnternetten falan sizi takip ediyoruz. Annem takip ediyor, ablam takip ediyor, çok memnunuz. Falanca adam için ne dersiniz? Ona da gittik ama, biraz yamuk gördük. Çünkü 'ben Resûlüm diyor, Allah’la konuşuyorum' diyor."
"Ha! O herhalde ruh hastası." dedim.
Çünkü Peygamber Efendimiz'den sonra peygamber yok. Kandırıyor milleti. Ya da hasta. Amma delilerin bazısı çok şey olur. Deliliğini herkes kolay anlayamaz. Tımarhaneye tıkarlar, onun deli olduğunu anlayamaz. Sen hastanı ziyarete gittiğin zaman sana öyle laflar söyler ki "ya bunu buraya neden tıkmışlar. Baksana adam yazar gibi konuşuyor, hatip gibi konuşuyor " dersin.
Otursan yarım saat konuşsan, yarım saatten sonra cılkı çıkar.
Çok fena! Öyle kimselere aldanmamak lazım.
Maalesef bugün Türkiye’de millet nefsinin ve şeytanın yapmak ve yaptırmak istediği şey, "olabilir canım mahsuru yok, yapın" diyen şahsı arayıp buluyor.
Faize helal diyen.
"Kalbim temiz ne olacak, benim kalbim temiz. Allah, insanın kalbine bakıyor."
Allah insanın kalbine bakıyor ama, aynı zamanda o Hak Teâlâ Cenâb-ı Hak hazretleri "örtünün" diye de buyurmuş. Sen Allah’ın orada emrine karşı geliyorsun.
"Namaz kıl. Camiye gel, cumaya gel." diyorsun. "Allah affedicidir; gafûru'r- rahîmdir, affeder." diyor.
Allah’ın emrini tutmamaya mazeret olarak âyetten, hadîsten bir şey okuyor. Bilmeyen şaşırır! "Ha bu da âyet okuyor, biliyor." der.
"Ben küçükken amme cüzünü bitirmiştim. Ben de İslamı bilirim." diyor. Hakikatten bakıyorsun adam "bende şu ünvanlıyım. İşte kartvizitim." İslam’dan laflar söylemeye başlıyor.
Yanlış!
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
"Ben böyle çok bilgili münafıktan korkarım sizin için. Hikmetli konuşur ama cevr-i cefa yapar. Kandırır sizi zarar verir."
Allahu Teâlâ hazretleri hakkı, hak olarak görüp, anlayıp, onu uymayı nasip eylesin. Batılı batıl görüp, ondan korunmayı nasip etisin. Salîhi, fâsığı, münafığı anlayacak basiret cümlemize ihsan etsin. İyi insanlarla dost ve ahbap eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ. Ve bi-hürmeti Habîbihi’l-müctebâ. Ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.