Merhaba sevgili dinleyiciler,
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, inayeti sizlerin, bizi dinleyenlerin, şu an’da gönlü bizimle olanların ve cümle müminlerin üzerine olsun...
Efendim; kurban bayramını idrak ettiğimiz bu mübarek günler, bize teslimiyeti ve teslimiyetin kazandırdığı güzellikleri bir kez daha hatırlatıyor. Allah Rasulü (s.a.v.), adeta Hz. İbrahim’le özdeşleşen teslimiyet kavramının önemini, ümmetine bakınız nasıl anlatıyor;
“Bir gün bir adam, Sevgili Peygamberimiz’e (s.a.v) gelerek şöyle sormuş:
- Ya Rasulallah, bana öyle bir şey haber ver ki, onu yapınca cennete layık hale geleyim!
Cennete layık hale gelmenin yollarını, Efendimiz (s.a.v.) şu mübarek cümleyle özetlemiştir:
- Allah’ın senin hakkındaki takdirine ya sabırla ya da şükürle karşılık ver; cennete layık hale geldin gitti…”
Evet, maruz kalınan İlahî takdirlere ya sabır ya da şükürle karşılık vermek, yani teslimiyet sahibi olmak, mümin bir insanın en özel vasfıdır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde, şöyle buyurmaktadır;
“Hayret edilir müminin haline. Üzücü bir olayla karşılaşsa sabreder kazanır, sevindirici bir olayla karşılaşsa şükreder yine kazanır. Yani mümin bu özel vasfı sayesinde her olayı hakkında hayra çevirebilir. Böylece tevekkül ve teslimiyeti ona hep kazandırır, hiç kaybettirmez.”
Değerli Dostlar,
Lokman Hekim de, müminin bu halini şu cümlelerle izah eder;
“Nasıl madenin kıymetlisi ateşe verilince üzerindeki pası dökülüp altından öz cevheri çıkarsa, Allah’ın sevdiği kulları da, maruz kaldıkları musibetleri sabır ve tevekkülle karşılayarak, günahlardan arınmış saf kullar haline gelirler...”
Doğru yolun tek sahibi olan Yüce Allah (c.c.) Kuran’da, sonsuz güzellik yurdu cennete kavuşmanın, salih amellerle mümkün olacağını bildirmiştir. Salih amellerde bulunmak ve cennete layık bir ruh güzelliğine sahip olabilmek ise, kuşkusuz güçlü bir imana bağlıdır. İmanın olgunluğa erişmesi de, teslimiyetli üstün bir ahlaka…
Peki, bu dünyada da ahirette de gerçek mutluluk ve huzuru yaşamanın önemli bir vesilesi olan teslimiyet, nasıl kazanılır?
Teslimiyetli bir ahlaka sahip olan müminleri, iman etmeyen insanlardan ayıran önemli farklar nelerdir? Dilerseniz, bu sorulara birlikte cevap arayalım ve teslimiyet sembolü güzel insanların hayatlarından, hepimize yol gösterecek kesitler sunalım…
Efendim; göklerin ve yerin nuru olan Yüce Allah’a duyulan güven ve teslimiyet, iman edenlerin hayatları boyunca yaşadıkları büyük bir konfordur aslında. Müminler, her olayın Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini bilirler. Bu yüzden olsa gerek, hiçbir olay karşısında sıkıntı, üzüntü ya da yılgınlık hissetmezler. Zira teslimiyet sahibi kullar, Bakara suresindeki şu ayet-i kerimeyi, en güzel şekilde idrak etmişlerdir;
“…Olur ki (bazen) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. (Hayırlı ve doğru olanı) Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara: 216)
Bir başka Kur’an ayetinde ise şöyle buyrulmuştur;
“Allah’a güvenip dayan. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab: 3)
Bu hüküm gereği bize düşen tek şey, Allah’a teslim olmaktır. Zaten İslam kelimesi de, boyun eğen ve teslim olan manasını taşımaktadır…
Yüce Allah’a teslim olmak, “(Gerçek anlamda) inananlar, ancak o kimselerdir ki Allah’ın adı anıldığı zaman yürekleri titrer, O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman, (bu) onların iman (nur)larını artırır (kuvvetlendirir). Ve (her işlerinde) ancak Rablerine güvenirler.” (Enfal: 2) ayetiyle bildirildiği gibi, imani olgunluğa erişmenin sırrı ve anahtarıdır. Bu olgunluğa erişen bir mümin; her insanın Rabbimiz’e muhtaç olduğunu bilip, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve her işi bir kader ile yarattığını anlayarak, kendi bedenini ve ruhunu Allah’a emanet eder ve O’na teslim olur…
Kıymetli dinleyiciler,
Malumunuz, hayat yoluna çıkmış bir insan, yürümek için dur durak bilmeden adımlarını atmaya başlar. Her adımıyla farklı şeyler öğrenir, öğrendikleri de insanın ruh hallerini oluşturur ve kalbini şekillendirir.
Hayat yolculuğuna bu şekilde çıkmış bir insanın öğrenmesi gereken en önemli şey de kalbin sahibinin Cenab-ı Hak (c.c.) olduğudur. Zira hayatımızı anlamlı kılan ve hayattan lezzet almamızı sağlayan şey, kalptir. Kalp, kâinatı gören gizli bir penceredir desek, sanırız yerinde olacaktır. Buna mukabil, her şeyle alakadar olduğundan dolayı da çok çabuk bozulma ihtimali vardır. Dolayısıyla, muhafazası da bir o kadar meşakkatlidir. Muhafaza edilen bir kalp, mana erlerinin ifadesiyle; “teslimiyet duygusuyla bezenmiş” demektir.
Kalbin geldiği en güzel makam olan teslimiyeti ise, Hz. İbrahim, Hz. Hacer ve Hz. İsmail’in hayatlarında görerek öğrenmek, mümkündür efendim...
Yüce Allah Hz. İbrahim’i teslimiyet vasfıyla övmüş ve mübarek Kur’an’da, buyruklarına karşı kayıtsız teslimiyetinden bahsetmiştir.
“İyilik ederek/işi güzel ve doğru yaparak kendini, Allah’a teslim eden ve İbrahim’in ‘Allah’ı birleyen dinine’ uyan kimseden, din bakımından daha güzel kim vardır? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa: 125)
“Hani Rabbin, İbrahim’i birtakım kelimelerle (emirlerle) sınamış, o da onları hakkıyla yerine getirmişti. (Allah da ona:) “Ben, seni insanlara imam (önder) yapacağım.” buyurdu. İbrahim de: “Soyumdan da (önderler yap ya Rabbi!)” dedi. O da: “Benim ahdim, (nübüvvet sözüm, onların içinden) zalim olanlara erişmez (onları içermez).” buyurdu.” (Bakara: 124)
O, iman hakikatlerini duyurma uğruna ateşe atılmayla karşı karşıya kaldığında, Allah’ın takdirine boyun eğerek tam bir teslimiyet göstermiştir. Gördüğü bir rüya sonrasında biricik evlâdını Allah için kurban etmesi talep edildiğinde de, yine bütün varlığıyla O’na teslim olmuştur. İşte böyle bir tevekkül peygamberine, teslimiyet kadını Hz. Hacer’i gönderen Rabbimiz, tüm dünyeviliklerden arınması için, Hz. Hacer’in ıssız çölde evladıyla bir başına bırakılmasını da emretmiştir.
Hz. İbrahim, eşi ve evladını Safa ile Merve dağı arasında bıraktığı vakit, çöl ortasında kalan Hz. Hacer’in, yüreğinden kopup gelen sözleri bir hatırlayalım ve teslimiyet basamaklarını birlikte çıkalım…
“Öyleyse, Rabbim bizi zayi etmez…”
Aynı anda, canlarını Rabbine teslim eden Hz. İbrahim’in dilinden ise, şu dua yükselmiştir:
“Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin mukaddes evin (olan Beytullah’ın) yanında, ekinsiz (çorak) bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı ikâme etsinler (orada diye böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları (çeşitli) meyveler ile rızıklandır ki sana şükretsinler.” (İbrahim: 37)
Eş ve evladı aşarak Rabb’ini bulan bir gönül, ne kaybederdi ki efendim? Hz. Hacer’in gönlü de çoktan Rabb’ini bulmuş ve ötelere gitmişti bile. Değil mi ki, emir Cenab-ı Hak’tan gelmişti, elbette O, kendisini ve evladını zayi etmezdi…
Hz. Hacer bunu bilerek, Safa ve Merve dağı arasında koşuyordu. Hızlıca koşuyordu. Bir yanda İsmail’i, bir yanda umutlarıyla koşuyordu. Bir, iki, üç derken adımları daha da hızlanıyor, her adımında Rabb’ine olan özleminin sancısıyla koşuyordu. Aynı zamanda evladına olan annelik görevini yapabilmek için de, tüm gücünü harcıyordu. Bu güzide insan, ümitle yüzünü Mevla’sına dönerek koşuyor ve kendisinden asırlar sonra gelecek olan günümüz insanlarına, adeta sabır ve tevekkülün dersini veriyordu.
O gün anne ve evladına, sonsuz teslimiyetlerinin ikramı olarak sunulan zemzem, toprağın altından fışkırıp aşkla yeryüzüne kavuşurken; Hz. Hacer’de zorluğun ardından kolaylığa, feraha ve şükre kavuşuyordu...
Değerli dinleyiciler,
Yıllar sonra Hz. İbrahim ve ailesi için, teslimiyet kapısı bir kez daha aralanır.
Bu kez İbrahim Aleyhisselam, rüyasında, oğlu Hz İsmail’i (a.s.) kurban etmekle emrolunur. Hz. İbrahim, sonsuz bir sadakat duygusuyla, Mina’ya doğru yola koyulur. Hadise, İbrahim suresinde şöyle anlatılır;
“Artık o (İsmail) beraberinde (işe) koşma çağına erişince (babası): “Ey yavrucuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; artık (düşün) bak, ne dersin?” dedi. (Oğlu:) “Ey babacığım! Emredildiğin şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. Böylece ikisi de (Allah’ın emrine) teslim olunca (İbrahim) onu şakağı üzerine yatırdı.” (İbrahim: 102 -103)
Bu imtihan gününde, Rabb’ine gönülden bağlı olan Hz İsmail (a.s.), billur sular gibi serinletici cümleler söylüyordu;
“Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın. Lakin yüzünü benden çevir, başka yöne bak. Bu apaçık imtihana karşı sabret. Allah’a şükredenlerden ol. Anneme döndüğün zaman, benden ona selam söyle Ona sabrı ve teslimiyeti tavsiye et!”
İbrahim Peygamber’e ateşin serin ve selamet olması gibi, bıçak da Hz. İsmail’e müşfik ve selamet olmuş, Cenab-ı Hak indinde Halilullah ve oğlunun sadakati, kalpleri mesrur eden şu ilahi nida ile mükâfatlandırılmıştır;
“Biz ona (şöyle) seslendik: “Ey İbrahim!”
“Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.”
“Hakikaten bu, apaçık imtihanın ta kendisidir.”
“(Oğluna karşılık) ona büyük bir kurbanlık (koç) fidye verdik.”
“Sonraki (gelen)ler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık (ki sonrakilerce:)”
“İbrahim’e selam olsun.” (denilmektir.)
“İşte iyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız.” (İbrahim: 104 – 110)
Evet, bu nidanın ardından, cennetten bir koç gönderilir ve İsmail Peygamber’in yerine kurban edilir. İtaatin güzelliğini ve Hakk’ın emrine teslim olmanın yüceliğini, kalplere damla damla akıtan bu hadiseye dönüp bakan Müminler ise, kendilerini ayakta tutan iman cevherini bir kez daha idrak etmişlerdir…
Sevgili dinleyicilerimiz,
Kurban; İbrahimî itaat ve İsmailî bir teslimiyettir…
Hz. İbrahim’e oğlunu “kurban” etme emri geldiğinde, tereddüt etmeden oğlu İsmail’i şakağı üzerine yatırıp hazırlıyor. Hz. İsmail, tam bir teslimiyet içinde, hoşnutsuzluk göstermiş olmamak için kıpırdamıyor bile. İkisi birden teslim olmuşlar…
İşte “İslâm” budur. İslâm’ın aslı budur. Hakk’a güven, boyun eğiş, iç huzur, hoşnutluk, teslimiyet ve uygulama... Bu yüzden “kurban”, İbrahimî ve İsmailî bir teslimiyettir diyoruz…
Kurban bu yönüyle, çok derin mesajlarla yüklü, son derece anlamlı bir ibadettir. Nitekim bir ayet-i kerimede, Cenab-ı Hak kullarına şöyle seslenmiştir;
“İyilik ederek/işi güzel ve doğru yaparak kendini, Allah’a teslim eden ve İbrahim’in ‘Allah’ı birleyen dinine’ uyan kimseden, din bakımından daha güzel kim vardır? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa: 125)
Evet, imanın gerçek yüzü ve teslimiyetin büyüklüğü için bir meşale olarak yükselen bu büyük olay vesilesiyle, kurban kesme geleneği devam etmektedir efendim. İslâm toplumları bu olayı incelediği vakit; dinine uymuş oldukları, manevî soyuna ve inanç sistemine mirasçı oldukları ataları Hz. İbrahim’in, gerçek kimliğini de daha yakından tanıyacaklardır. Hatta İslam inanç sisteminin üzerinde durduğu veya dayandığı asıl karakterini yeniden kavrama imkânı bulacaklardır.
Bugünler bizlere, imanın asıl özelliğinin;
* Hoşnutluk içinde, güvenle ve çağrısına uyarak,
* Rabb’ine “Niçin?” diye sormadan,
* O’ndan ilk işaret ve ilk emir gelir gelmez, O’nun iradesini gerçekleştirmede hiç tereddüt etmeden,
* Nefsine hiçbir pay çıkarmadan,
* Rabb’ine sunacağı şeyin “metod ve şekli”nin seçimini kendi belirlemeksizin, Rabb'i kendisine nasıl sunulmasını istiyorsa, öyle davranarak,
“Allah’ın takdirine teslimiyet” göstermeyi öğretir…
Değerli Dostlar,
Mana büyüklerinin ifadesiyle kurban, “Allah’la kurbiyet kurmaktır.” Kurbiyet; Allah’la yakınlık kurma, Rabb’e yakınlıkla istikamet ve huzur bulma makamına kavuşmadır. Zaten kurban kesmenin temel amacı da, Allah’ın rızasını kazanmak ve O’na yaklaşmaktır.
Yüce Allah (c.c.) Hac suresinde şöyle buyurmaktadır;
“O (kurban)ların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat sizden O’na (yalnız) takvânız (saygı ve itaatiniz) ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir edesiniz (büyüklüğünü anasınız) diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdi. (Resûlüm!) Güzel hareket edenleri (cennetle) müjdele!” (Hac: 37)
Bu ayet-i kerimeyle, kurban ibadetinde temel ilkenin, et kesmek ya da kan akıtmak olmadığı, esas maksadın takvaya ulaşmak olduğu bildirilmektedir efendim.
Malumunuz takva, “haramlarından kaçma hususunda kulun Rabb’ine sığınması, O’nun yasaklarından sakınması ve O’nun himayesi altına girmesi” demektir.
Yavru kuşların, anne kuşun merhamet kanadının altına sığınması gibi, biz de Rabbimizin merhametine sığınırız. Böylece olumsuz duygu, düşünce ve arzularımızı Allah yolunda ve Allah için kurban etmiş oluruz.
İbn Arabi ve Mevlana’ya göre; “en büyük kurban nefistir, esas mesele olumsuz fikir ve fiilleri, Allah yolunda ve Allah için kurban etmektir.”
Cüneyd-i Bağdadi aynı manada; “Mina’da kurban kesen bir mü’min, eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa kurban kesmiş olmaz.” buyurur.
Kıymetli dinleyiciler,
İnsanoğlu, nefsini kurban etmedikçe ve hakiki teslimiyeti yakalamadıkça, gerçek mutluluğa erişemez. Zira imtihan devrelerimizde teslimiyet ve tevekkülümüz sağlam olmazsa, kısa zamanda hayattan usanır, dayanma gücümüzü yitirebiliriz. Bu sebeple irşad eserlerinde, dindarların sağlam teslimiyet ve tevekküllerinden örnekler verilir.
Ta ki bu örneklere bakarak; maruz kaldığımız sıkıntı ve zorluklara ve hakkımızdaki ilahi takdire, Hz. İbrahim gibi bir teslimiyet ve tevekkülle, sabır ve şükürle mukabele edelim.
İşte bu maksatla verilen bir örnekte deniyor ki;
Maruz kıldığı musibetlerden dolayı aşırı üzülen bir adam, bir maneviyat büyüğüne müracaatla der ki:
- Ben uğradığım zorluk ve sıkıntılardan çok üzülüyorum. Bana bir yol gösterebilir misin?
Maneviyat büyüğü:
- “Önce seni tanıyalım, sonra düşüncelerimizi dile getirelim, sen kimsin?” der.
- Ben Müslümanlardan bir Müslüman’ım.
- “Öyle ise” der, sen Müslüman kelimesinin ne manaya geldiğini bilmiyorsun. Müslüman, teslim olan demektir. Allah’ın kendisi hakkında takdir buyurduğu varlık ve darlığa, iyilik ve kötülüğe, sıhhat ve hastalıklara sabırla, rıza ile teslim olan!
Adam:
- “Ben de teslim oluyorum işte”, der.
- Hayır, sen teslim olmuyorsun! Teslim olsan, beğenmediğin olaylardan aşırı derecede rahatsızlık duymaz, arkasında kim bilir ne hikmetler var diyerek teslim olursun. Allah’ın sana takdir ettiği imtihanlara, sıkıntı ve zorluklara razı olursun…
Değerli dinleyicilerimiz,
İmanın en önemli göstergelerinde birisi, kişinin Allah’a olan güveni ve teslimiyetidir, demiştik. Mübarek Kur’an’da, teslimiyetin önemini ve bu vasfı taşıyan kullara verilen mükâfatları dile getiren, pek çok ayet-i kerime mevcuttur. Bu ayet-i kerimelerden bir kısmını, sizlerle paylaşmak isteriz;
“Hayır, öyle değil; kim muhsin olarak (iyilik ederek, işini güzel yaparak) özünü Allah’a teslim edip (şirk karıştırmadan O’na iman ve itaat eder) se onun mükâfatı Rabbi katındadır, onlara korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.” (Bakara: 112)
“Ey Rabbimiz! İkimizi de sana teslim olanlardan kıl; soyumuzdan da sana boyun eğen (müslüman) bir ümmet meydana getir; bize ibadet yer (ve usul)lerini göster, (kusurlarımızı affedip) tevbemizi kabul buyur. Çünkü sen, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhamet edensin.” (Bakara: 128)
“Rabbi ona: “(Hakka) teslim ol!” buyurduğunda o da: “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.” (Bakara: 131)
“(Ey yahudiler!) Yoksa Yakub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı bulunuyor idiniz? O zaman (Yakub,) oğullarına: “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” diye sormuş, onlar da: “Senin ilâhın; babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan bir tek İlâh (Allah)’a ibadet ederiz. Ve biz, yalnız O’na teslim olanlarız.” demişlerdi.” (Bakara: 133)
“(Ey mü’minler!) Onlara deyin ki: “Biz Allah’a ve bize indirilen (Kur’ân-ı Kerîm’)e, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa ve İsa’ya verilenlere, diğer peygamberlere Rableri tarafından verilen (kitap ve sayfa)lara iman ettik. Biz onların hiçbiri arasında (inanç yönünden) asla ayırım yapmayız. Biz ancak O’na teslim olan (Müslüman)larız.” (Bakara: 136)
“(Ey Muhammed! Buna rağmen din işlerinde kimler) seninle tartışmaya girişirlerse de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a teslim ettim.” (Kendilerine) kitap verilenlerle, ümmîlere (kitabı olmayanlara/müşriklere) de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer hakka teslim olup İslâm’a girerlerse, muhakkak doğru yolu bulmuş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen ancak duyurmaktır. Allah, kullarının her halini hakkıyla görendir.” (Al-i İmran: 20)
“Onlar Allah’ın (son olarak seçtiği İslâm) dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerdekiler(in hepsi) ister istemez O’na teslim olmuşlardır ve ancak O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (Al-i İmran: 83)
“De ki: “Allah’a, bize indirilen (Kur’ân-ı Kerîm’)e, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inandık. Onlardan hiçbirinin arasında (Peygamber olmaları bakımından) ayırım yapmayız (hepsi de haktır). Biz yalnız O’na teslim olanlarız.” (Al-i İmran: 84)
“Şu bir gerçek ki Allah, size emanet (ve iş)leri mutlaka ehline (İslâm’a göre ahlâkı sağlam, yeteneklilere) vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah, (her şeyi) işiten ve görendir.” (Nisa: 58)
“…Rabbine andolsun ki (onlar) aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı (ve şüphe) duymadan, (sana) tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)
“İyilik ederek/işi güzel ve doğru yaparak kendini, Allah’a teslim eden ve İbrahim’in ‘Allah’ı birleyen dinine’ uyan kimseden, din bakımından daha güzel kim vardır? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa: 125)
“…De ki: “Şüphesiz Allah’ın yolu (İslâm) tek doğru yoldur. Biz, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emredildik.” (En’am: 71)
Sevgili dinleyicilerimiz,
Ayet-i kerimelerin ardından, teslimiyet konumuzla alakalı birkaç hadis-i şerifi de, yeri gelmişken zikredelim;
Ebû Hureyre (r.a.), Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Kuvvetli mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı, (daha üstün) ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu!'” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu. O, ne dilerse yapar.” de. Çünkü “eğer (keşke)” kelimesi, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Buhari – Müslim)
İbni Abbas (r.a.), Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bana (geçmiş) bütün ümmetler arz olunup gösterildi. Bir peygamber gördüm ki, yanında (kendisine iman etmiş ancak) yedi sekiz kişi vardı. Bir (başka) peygamber gördüm, onun da yanında bir iki adam vardı. Öyle bir peygamber de gördüm ki, beraberinde tek bir kişi dahi yoktu. Derken, uzaktan bana büyük bir karaltı gösterildi. Onları benim ümmetim sandım. Bana: “Bu, Musa Peygamber ile kavmidir. Sen ufka bak.” denildi. Ufka bakınca büyük bir kalabalık gördüm. Bana: “Şimdi de öteki ufka bak.” denildi. Orada da müthiş bir kalabalık vardı. “Bu senin ümmetindir. Onların arasında yetmiş bin kişi var ki hesapsız, azapsız Cennet’e gireceklerdir.” denildi.”
Râvî der ki; “Rasul-i Ekrem (bu hitabesinden) sonra kalktı evine girdi. Bunun üzerine orada bulunanlar, hesapsız ve azapsız Cennet’e girecek olan bu kişilerin vasıfları hakkında konuşmaya başladılar. Bazıları: “Onlar Rasulullah’ın ashâbı olsa gerek.” dediler. Kimileri de: “Herhalde onlar İslâm devrinde doğmuş, Allah’a şirk koşmamış olanlardır.” dediler ve daha pek çok ihtimaller ileri sürdüler.
Bu münazarayı duyan Rasulullah, hemen onların yanına çıktı ve: “Ne hakkında dalmış konuşuyorsunuz?” diye sordu. Onlar da, münazara mevzusunu söylediler. Bunun üzerine Rasulullah: “Onlar büyü yapmayanlar, yaptırmayanlar; bir şeyi uğursuz sayma fiilini yapmayanlar ve yalnızca Allah’a güvenenlerdir.” buyurdu...” (Buhari – Müslim) Kıymetli Dostlar,
Bir başka hadis-i şeriflerinde, Efendimiz’in (s.a.v.) dilinden, şu mübarek dualar dökülmüştür;
“Ya Rab! Yalnız senin hükmüne teslim oldum, yalnız sana iman ettim, yalnız sana tevekkül ettim, yalnız sana döndüm, yalnız senin için mücadeleye girdim. Ya Rab! Dalâlete düşmekten izzetine sığınırım, senden başka ilâh yok. Sen ölümsüz, daimâ diri olansın. Oysa cinler ve insanlar ölümlüdür.” (Buhari- Müslim)
Hz. Ömer (r.a.) demiştir ki: Allah Rasulü’nün şöyle dediğini işittim:
“Eğer siz Allah’a nasıl tevekkül etmek lazımsa öyle tevekkül etseniz; açlıktan karınları çekilmiş olduğu halde, sabahleyin yuvalarından çıkan ve akşamları karınları doymuş olarak yuvalarına dönen kuşlara rızık verdiği gibi, hiç şüphesiz size de rızık verirdi.” (Tirmizî)
Konuyla alakalı başka bir hadis-i şerifi de, Ebû Umâre el-Berâ b. Azib (r.a.) rivayet eder efendim;
“Ey filanca, yatağına girdiğinde: “Allah’ım kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana yönelttim, işimi sana bıraktım, senden ümitvâr olarak, azabından korkarak sırtımı sana dayadım. Senden sığınacak ve korunacak yer yine sanadır. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.'” de. Eğer o gece ölürsen, iman üzere ölürsün. Eğer sabaha çıkarsan hayra ulaşırsın.” (Buhari - Müslim)
Hz. Ebû Bekir (r.a.) diyor ki;
“Biz (Hicret esnasında) mağarada iken, başımız ucunda (bizi arayan) müşriklerin ayaklarına baktım da, Rasulullah’a: “Ey Allah’ın Rasulü, birisi ayaklarına bakacak olsa muhakkak bizi görür.” dedim. Bunun üzerine Rasulullah: “Ey Ebû Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kimse hakkında, zannın (endişen) ne?” buyurdu. (Buhari - Müslim)
Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor;
“Rasulullah (s.a.v.) evinden çıkarken şöyle derdi: “Bismillah. Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım! Sapmaktan, saptırılmaktan; (senin yolundan) kaymaktan, kaydırılmaktan; zulüm yapmaktan, zulme uğramaktan; saygısızlık etmekten, bana karşı saygısızlık edilmesinden sana sığınırım.” (Ebû Dâvud - Tirmîzî)
Efendimiz (s.a.v), tevekkül ve teslimiyet sahibi olmayı her fırsatta tavsiye etmiş ve bir hadis-i şerifte de, ümmetine şu cümlelerle seslenmiştir;
“Kim insanların en şereflisi olmak isterse Allah’tan korksun. Kim insanların en güçlüsü olmak isterse, Allah’a tevekkül etsin. Kim de insanların en zengini olmak isterse, kendi elindekinden çok, Allah’ın nezdindekine bel bağlasın.”
“Bir şey istediğin zaman yalnız Allah’tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Şunu iyi bil ki, bütün yaratılmışlar elbirliği ile sana bir menfaat bahşetmek isteseler, Allah’ın sana yazdığından daha fazlasını bağışlayamazlar. Yine yaratılmışların tümü elbirliği ile sana bir zarar vermek isteseler, Allah’ın sana takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar.”
Değerli dinleyicilerimiz,
Görüldüğü üzere, bu dünyada da ahirette de gerçek mutluluk ve huzuru yaşamanın en önemli vesilesi, teslimiyettir. İçinde bulunduğumuz bu bayram günlerinde, nefsimizi kurban etmeyi, kurbanın asıl manasını idrak etmeyi ve gerçek teslimiyet sahiplerinden olmayı diliyor ve programımızı, Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şu güzel mısralarıyla sonlandırmak istiyoruz;
“Hakk şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen Hakk’a tevekkül kıl
Teslim ol da rahat bul
Her işine razı ol
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Deme niçin şu şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonunu seyreyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her işleri fâyiktır
Birbirine layıktır
Neylerse muvâfıktır
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bir işi murad etme
Olduysa inat etme
Hak’tandır o, redetme
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hiç kimseye hor bakma
incitme, gönül yıkma
Sen, nefsine yan çıkma
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Allahaısmarladık efendim…