İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İkindi16:58 Akşam20:10 Yatsı21:44 İmsak04:11 Güneş05:51 İşrak06:36 Öğle13:06
Hava - Hava durumuAçık 19°C Nem %45
Türkçe
6 Zilka'de 1446 4 Mayıs 2025 Pazar
6 Zilka'de 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:11 05:51 06:36 13:06 16:58 20:10 21:44
Giriş Yap

Söyleşi - Psikoterapi Açısından İnsanın Varoluş Amacı - Suna Nacar

Varoluş Sebebimiz

Değerli dinleyicilerimiz, programımıza hoş geldiniz. Bu programımızda insanın varoluş amacını konuşalım istedik. Konuyu değerlendirmek üzere şu anda stüdyomuzda psikiyatri uzmanı sayın Suna Nacar Hanımefendi bizlerle.

Dilerseniz, önce "insan" dediğimiz varlığın tanımıyla başlayalım. "İnsanın varoluşu ne demek?" sorusuyla devam edelim, sonrasında da amacıyla devam ederiz. Buyurunuz. 

Varoluş dediğimiz zaman, aslında varoluşun üzerine ne kadar konuşulabilir, nereye kadar fikir yürütülebilir biraz düşünmek lazım çünkü varoluş biraz da tecrübi bir durum. Herkesin kendisinin tecrübe edebileceği biricik bir durum. Sizin varoluşunuzu deneyimlemenizle benim varoluşumu deneyimlemem birbirinden çok farklıdır. Ve sizin on yıl önceki halinizle şuanki veya on yıl sonraki haliniz de farklıdır, aynı şekilde benimki de farklıdır. Varoluş aslında bir süreçtir. Süreç içerisinde varoluşumuza yüklediğimiz anlamlar değişebilir. 

Sabit ya da genel bir tanımı var mıdır? 

Genel bir tanımla şöyle diyebiliriz: İnsan çocukluktan itibaren kendini fark etmeye -ben ve diğerleri şeklinde- başladığında bu dünyadaki varlığını hissetmeye başlar. Bu antan itibaren kendini yavaş yavaş sorgular; bu durum birdenbire ortaya çıkar diyemeyiz. Aslında  varoluşumuzu sorgulamamızı ölümden de ayrı tutamayız. Mesela diğer canlılar da varoluşlarını muhakkak hissediyorlar ama  bizim hissettiğimiz gibi mi? Bunu çok zannetmiyoruz. Neden? Çünkü; bu dünyada fani, sonlu varlıklar olduğumuzu bilebilen canlılar bizleriz. Bir atın, bir kedinin –ne kadar yetenekli ya da zeki olursa olsun- ölümü algıayacak, sonlu olduğunu idrak edecek bir bilinç kapasitesi mevcut değil. Bu bizi diğer canlılardan ayıran  en önemli özelliğimiz ve aslında biz sonluluğumuzdan yola çıkarak varoluşumuzu keşfetmiş oluyoruz bir yerde. 

Çok güzel bir noktaya değindiniz. Peki bu sonluluğumuzdan yola çıkarak varoluşumuzu keşfetmek noktasında bize içsel ve dışsal hangi etkiler ön ayak oluyor? 

Bu noktada gözlemlerimizden bahsedebiliriz. Şöyle ki; yapılan araştırmalarda 6-7 yaşındaki çocukların bile ölümün anlamını bildiği sonucu çıkıyor. Aslında ölümün anlamını biliyor, fark ediyorlar. Fakat ölümün soyut anlamını fark etmek biraz daha 10'lu yaşlara doğru kayıyor. Bu dışsal bir fark ediş. Daha sonra insan kendi benliği üzerine düşünmeye başladığında "Ben varım ve ne yapıyorum? Nasıl yaşıyorum?" bunları da sorgulayabilir fakat bu herkeste aynı düzeyde olacak mı? Bu herkeste farklı şekilde tezahür ediyor. Biz klinikte bir çok hastamızda –mesela depresyonla, kaygı bozukluğuyla  gelen- bu varoluş kaygısını altta görebiliyoruz. Bu ilk etapta kişinin kendisinin de çok farkında olmadığı bir durum, daha çok kaygı ya da panik duygusu yahut depresyon, mutsuzluk, karamsarlık duyguları ön planda olabiliyor. Fakat bunun biraz üzerine eğilince, aslında bunun varoluşsal bir kaygı olduğu, varoluşuna bir anlam aradığı sonucu ortaya çıkmış oluyor. Dediğim gibi, herkeste farklı yansımalarla görülebilir. Herkesin içsel hikayesi farklı... 

Ölüm bizim için çok büyük bir etken dediniz. Bir de şu olabilir: "Nasıl olsa öleceğiz" diyerek ölüme olumsuz bir yaklaşımla varoluşu farklı anlam yüklemek de mümkün; sorumluluktan kaçmak gibi... 

Evet, mesela Ömer Hayyam'ın bir rubaisinde var:
"Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?
Ev mi dayanır, bu sel yatağına?
Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?"
Tabi ki, bu dünyanın geçiciliği, ölüm bilinci bizi bir takım hırslardan alıkoyabilir. Fakat bu hayatı, varoluşumuzu tümüyle gözümüzde anlamsız kılamaz. Özellikle ölüme çok yakın olan, ölüm duygusuyla çok yakında yüzleşen hastalarla yapılan çalışmalar, bu hastaların son demlerinde hayata çok daha büyük anlamlar yükediklerini, hayatlarının bundan önceki zamanını aslında boşa geçirdiklerini fark edip bundan sonrasını çok daha değerli kılma çabasında olduklarını gösteriyor. Bu açıdan, ölüm aslında hayatı bir boşvermişlik değil; bir değer atfetme. Hatta hayattan lezzet almak gibi bir artı da kazandırıyor. Belki de sonlu olduğu için hayat bu kadar kıymetli oluyor. 

İşte bakış açısının bu şekilde olması doğru bir sonuca varmayı sağlıyor sanıyorum... 

"Doğru" veya "yanlış" diyemesek bile, kişinin hayatıyla daha çok bağdaşan ve kişinin çevresiyle uyumunu bozmayan bir bakış açısı olmuş oluyor. Hayatına kattığı anlam daha da değerlenmiş oluyor. 

İnsanoğlu ne zaman hayatındaki anlamı yitiriyor? Hayatına anlam katmamayı ne zaman öğreniyor, bu öğrenilen bir şey midir? 

Aslında şöyle, hayatımıza anlam katmak çok yüzeysel, havada kalan bir ifade aslında. Ölümlü olduğumuzu fark ettiğimiz zaman varoluşumuzu da fark ediyoruz dedik ya, aslında varolduğumuzunu fark ettiğimiz zaman bir çok olanağın varlığını da fark ediyoruz, seçimlerimizin de farkına varıyoruz. Hepimiz seçimlerimizde özgürüz –elbette farklı dışsal kısıtlayıcılar olabilir- fakat en nihayetinde insan özgür iradesi olan bir varlık.  İradeye sahip olmak bizi yine diğer canlıardan ayıran bir özellik, dolayısıyla bu seçim yapabilmeyi de beraberinde getiriyor ve yine seçimlerimizin sorumluluğunu da getiriyor. Seçimlerimizin sorumluluğunu alamadığımızda ya da başkalarına devrettiğimizde, değişimi başkalarından beklediğimizde, gözümüzde hayat anlamını kaybedebiliyor. Kendimizi daha çaresiz, daha zavallı hissedebiliyoruz. 

Peki, seçimlerimizin sorumluluğunu alamamayı seçmemizde kişilik özelliklerimiz, genetiğimiz ya da çevresel faktörler önemli bir rol oynar mı? 

Eğer depresif bir mizacımız varsa, en baştan biyolojik bir depresyona yatkınlığımız varsa bu nispeten rol oynayabilir fakat bunda da ilaç tedavileri, medikal tedaviler, psikiyatri desteği gibi çözüm arayışları en nihayetinde gene kişiye kalmıştır. Biyolojisi kişiyi daha melankolik, takıntılı yapabilir ama bunun da çözümlerini arama noktasında kendi sorumluluğu var. Yüzde yüz her şeyin sihirli çözümleri olamayabilir ama kişinin adım atmasıyla çözüm süreci başlar ve bu adımı attığında sorunu sıfırlayamasa bile en azından kolaylaştırmış olur.   

Yaşadığımız çağda stres, depresyon sanki temel organlarımızın bir uzantısı gibi... Aşırı benmerkezli oluşumuz, Makyevelist bir dünya düzeni, hırs , başarı odaklı olmak gibi bir sürü  durum bizi stresli, kaygılı, depresif, kendisine odaklanmış bir birey haline getiriyor. Toplumsal başarıyı değil bireysel başarıyı önemli gören bireyler haline döndük. Bu durum bizim ruh ve beden sağlığımızı nasıl etkiliyor? Kendini bilinçli, farkındalığı yüksek addeden entellektüel insanlarda da bu sıkıntıyı gözlemliyor musunuz? 

Tabi ki, bir çok kişide bu sıkıntıları gözlemliyoruz. Strese dayalı, yalnızlaşmanın getirdiği sıkıntılar aslında bunlar... Şu anda iletişimin telefonla, sosyal medya üzerinden herkesin hemen birbirine ulaşabildiği bir çağda yaşıyoruz fakat insanlar özünde çok daha yalnız. Neden? Çünkü kişiler arası ilişkiler daha çok sınırlanmış durumda. Kültürümüzdeki geleneksel aile yapısı –tabi bu yapı kişilik sınırlarına müdahale de içerir ve bu yönüyle can sıkıcı durumlara da neden olabilir- koruma, kollama, dertleşme ihtiyacı olduğunda birini hissetmek sıcak bir duygudur. İnsanlar bunları da kaybetmiş oluyor. Mesela bencillik dediğimiz özellik, bir yerde, bir savunma mekanizması haline gelmiş durumda. Neden? Çünkü insanlar artık yalnız olduklarının çok farkındalar. Varoluş kaygısını konuşurken, yalnızlık/yalıtım kaygısını atlayamayız. Şöyle ki; nihayetinde hepimi yalnız öleceğiz. (Hep konu ölüme gelmiş gibi oldu ama) İçten içe bunu biliriz. Zor zamanlarımızda ne kadar bize destek olan kişiler olsa da, hepimiz kendi biricik ölümümüzü yaşayacağız. Bu  da insanı çok yalnızlaştıran, yalıtan bir durum. Bazen bu insanlarda bencilliğe sebep olabilir, bencillik de biraz güven duygusunun eksikliğine, varoluşsal kaygıyla baş edememeye bağlı bir durum olmuş oluyor. Maalesef ilişkilere de yansıyor. Şöyle ki, kendini eksik ve güvensiz hisseden bir kişi karşısındakinden talepkârdır. Karşısındakine ihtiyaç duyduğu için onu sever. 

Onu sevdiği için ihtiyaç duymaz... 

Evet. Onu sevdiği için ihtiyaç duymak daha olgun bir sevginin göstergesidir. Kendi varoluşuyla ilgili problemleri nispeten çözümlemeye başlamış veya en azından onun farkına varabilmiş; bir diğerine tutunarak ya da bir diğerinden duygu alarak değil de kendi başına ayakları üzerinde durarak baş etmeyi seçmiş ya da bu yönde ilerlemesi gerektiğini fark etmiş bir kişi için karşısındakinden beklediği ihtiyaç ağırlıklı değildir. Dinleyerek, değer vererek, onu daha özgür bırakarak verdiği daha olgun bir sevgidir. Böylece, hem bencillikten uzaklaşmış olur hem de karşısındaki kişiyi de güvende hissettirir. Bu yalnızlığı daha da azaltacak bir ilişki biçimidir. 

Programın başında söylediğiniz görüşlerle o kadar örtüşüyor ki... İnsanların varoluşuna yüklediği anlamla beraber ya olgun bir ruh ortaya çıkıyor ya da bencil bir kişilik özelliği ortaya çıkıyor. 

Bencil diyemesek bile "yetersiz, eksiklikleri olan" diyebiliriz. Çünkü bu eksiklikleri olan kişinin de bunları fark edip toparlama şansı vardır. Kendini fark edip, sorumluluk almaya başladığında o eksiklikler git gide azalacaktır. 

Varoluşçu psikoterapiye geçersek, varoluşçuluk psikolojide ve psikoterapide nasıl tanımlanır? Bu konu üzerinde yapılan çalışmalar nelerdir? 

Varoluşçu psikoterapiye gelmeden önce, varoluşçu felsefeden bahsedebiliriz. Varoluşçu felsefenin ilk kurucularından Kierkegaard özellikle kaygı kavramını, insanın varoluşunu fark ettiği andaki kaygısını ve seçeneklerin çokluğu karşısındaki baş dönmesini kendi felsefesi içerisinde çok güzel ifade etmiştir. Kendisi de, aslında insanın en büyük işinin kendini gerçekleştirmek/tanımak olduğunu belirtmiştir. Buradan yola çıkarsak varoluşçuluğu çok eskiye, destanlara bile dayandırabiliriz. Mesela, Gılgamış Destanı'nda Kral Gılgamış çok yakın arkadaşının ölümüyle kendi ölümünü sorgulamaya ve bir varoluş kaygısı çekmeye başlamıştır. O dönemlerde bunun adı konmasa bile, geçmişe baktığımızda biz bunu algılayabiliyoruz. Daha sonra, Victor Frankl toplama kamplarında geçirdiği hayat tecrübesinden sonra, yaşadığı güç şartlardan yola çıkarak, o güç şartlar ile hayata anlam arayışının kendisini ayakta tuttuğunu fark ederek varoluşçu psikoterapinin temellerini atmıştır. Günümüzde de bir çok terapist, farklı yöntemler –bilişsel davranışçı, psikodinamik terapiler olabilir- kullansa da, hiçbirimiz aslında hastalarımızın bize getirdiği varoluşsal kaygılardan hekim olarak kaçınamayız. Kendimizi varoluşçu psikoterapist olarak tanımlamasak bile bunlar bizim önümüze gelir. Semptom olarak, hastanın arayışı olarak, içinde tanımladığı boşluk duygusu olarak gelir; "hayat akıp gidiyor ben kendimi savrulmuş hissediyorum" olarak gelir... "Hedeflerime ulaştım, üniversiteyi kazandım çok güzel bir işim var ama mutluluğum geçti kendimi şu an hiç mutlu hissetmiyorum, bütün mutluluklar böyle gelip gidecek mi hayatımdan?" şeklinde gelir.

Peki bu noktada sizlerin uyguladığı tedavi yolları nelerdir? Bu tip sorunlarla gelen hastalarla ne tip çalışmalar yapıyorsunuz?  

Hastanın bize ilk geliş şikayetleri nelerdir, buna bakmak lazım. Bazen boşluk duygusuyla ya da "hayatın hiçbir anlamı yok" diye gelen hasta ağır bir depresyonda olabilir. Eğer böyle bir durumdaysa bir hekim olarak biz bu depresyonun biyolojik yönünü tedavi etmek durumundayız.  Biyolojik parametre ve semptomları toparladıktan sonra (uykusuzluk, iştahsızlık, üşengeçlik, dikkat ve konsantrasyon azalması) hasta zaten diğer temel kaygılarını getirmeye başlar. Hayatın anlam arayışını, boşluk duygusunu veya ölüm kaygısını getirebilir. Terapistin kendisi de insan olarak bu durumları yaşadığı için kendisinin de bu sorunlar üzerine gidebilecek serin kanlılığı göstermesi, sonrasında hastasının bu yolculuğunda ona eşlik edebilmesi gerekiyor. 

Anladığımız kadarıyla iki kanaldan yürüyen bir tedavi... 

Tabi ki, hem biyolojik tarafı var... Tabi bu hastaya göre; hiç depresyon belirtisi olmaya da bilir. Anksiyete, kaygı, panik belirtisi olmayabilir. Sadece terapi yaparak da yol alabiliriz. Fakat biz hekim olarak diğer semptomları da gözetmek durumundayız.  

Peki, şehirlerde yaşayan insanlarda mı bu tip sorunlar fazla görülüyor yoksa kırsal kesimlerde yaşayan insanlarda mı? Mutlu insanlar nerede? 

Güzel bir soru... Keşke cevabı olsa! Çünkü mutlu insanlar neredeyse biz de oraya gidip mutluluğu bulabilirdik. Şehirdeki insan, o kadar bir hengâme/koşuşturma içerisindedir ki durup kendine bakamayabilir; kendi iç dünyasına eğilemeyebilir. Kırsal kesimdeki insan da, o hayatın içindeki sosyal destekleriyle çok rahat çok mutlu olabilir, bir takım problemler çok gündeme gelmeyebilir. Ama hemen her insan bir yakınını kaybettiğinde aslında kendi ölümüyle yüzleştiği için o varoluşsal kaygıyı gene de yaşar. Kırsalda ya da şehirde "pürüzsüz bir mutluluk vardır" diyemeyiz. Kaygısız bir kayat yoktur ama kaygı da her zaman olumsuz bir şey değildir. Kaygı bize kendimizi keşfetme fırsatı verir. Bir hasta bize kaygıyla geldiğinde bu kaygının kendini anlaması/tanıması için bir fırsat olduğunu, biz fark ederiz; hastamız da zamanla bunu meşrebine göre fark eder ve psikiyatri tedavisine gelmeden önceki durumundan çok daha anlamlı bir iyilik haline de ulaşabilir. Belki bunlar, sizin bundan sonraki hayatınızı anlamlandıracak küçük yaşam krizleri olabilir. Kişinin sorumluluğu burada başlıyor: "Bununla ne yapacağım?" 

Bu kaygı durumunu, yanlış bir sorgulama ya da varoluş konusunda doğru bir sonuca varamama sebebiyle mi yaşıyoruz?

Biraz dolaylı açıklayabiliriz. Mesela ben panik atakla gelen hastalarıma sorarım: "ne zaman başladı, ne oldu?" Bazen bir yakınlarının vefatında, çok yakın olmasa bile akran vefatında, ani ölümlere tanık olmuş kişilerde sıkça gözlemliyoruz bu durumu. Bu da bir ölüm anksiyetesini ortaya çıkarmış oluyor. Hastaya soruyoruz: 
"Ne oldu?" 
"Göğsüm sıkıştı."
"E ne oldu?" 
"E öleceğim sandım."
Dolayısıyla tersten giderek buna ulaşabiliyoruz. Ama bunu (varoluşsal sıkıntı hep ölümü yanlış anlamlandırmak ile ilişkilidir savını) çok kesin bir şekilde söyleyemeyiz. Başkalarına dair kaygılar da olabilir, sadece kişinin kendisiyle ilgili olmak zorunda değil. 

Peki, bunlar için ne tavsiye ediyorsunuz? Nasıl bir çalışma uygulanıyor? Tedavisi mümkün müdür? 

Tedavisi tabi ki mümkün. Bu kişiden kişiye değişiyor. Aslında bize gelen hastalardaki tedirginlik şu oluyor: "Ben tedavi olamayacak mıyım?" veya "Falanca yakınımda vardı, iyileşti, sonra tekrarladı." Tekrarrrlayabilir... Bu biraz o kaygıya yatkınlıkla da alakalı fakat üzerinde çalışıldıkça, kaygının kaynaklarına eğilindikçe, medikal tedavisi yapıldıkça kişinin kendine güven duygusu artar veya felaket senaryolarının aslında çok daha nadir olduğunu fark eder, daha gerçekçi bir bakış açısı kazanır. Mesela ilaç tedavisini bıramış bir hasta "ilaçları bıraktıktan üç yıl sonra bir yakınım vefat etti, yine kalbim çarptı ama ben kendi kendime bunun kalp krizi olmadığını kendime söyledim, derin nefes aldım, korkumu yatıştırdım ve geçti" diyor. Yani onunla başa çıkmayı öğrenmiş oluyor artık. Panik atak gene oluyor çünkü bu doğal kaygı mekanizması onu yok edemeyiz. Onu yönetmeyi öğrenmek önemli.

Peki varoluşçu psikoterapide nasıl bir fayda alıyoruz?   

Varoluşçu psikoterapi deyince Irvin Yalom'un çalışmalarından bahsetmemek haksızlık olur. Mesela, o kendi klinik tecrübesinde ölüme çok yakın hastalarla çalışmış ve -daha önce de değindiğimiz gibi- ölüme yakın olan hastaların hayatlarına anlam yüklemelerinin daha net ve anlaşılır olmasını ölüme o kadar yakın olmayan hastalarının terapisinde de kullanmış. Bu dair vaka, grup terapi örnekleri var. Elbette bu panik atak tedavisinden farklı bir şey. Panik atakta daha semptomatik bir yönetim var. Fakat daha varoluşsal bir kökene indiğimizde, mesela Yalom'un tekniklerinden biri: kişiye kendi ölümünü tefekkür ettirmek, kendi cenaze törenini hayal ettirmek. "Cenaze törenine kimlerin gelmesini isterdin?" veya "İnsanların törende, senin hakkında neler söylemesini arzu ederdin?" "Mezar taşına ne yazdırmak isterdin?" gibi... Başka terapiste ait bir yöntem de: Boş kağıda bir çizgi çizmek, bu çizginin başlangıcı doğumumuzu ve sonu ölümümüzü temsil ediyor. Bu çizginin herhangi bir yerine şu anını işaretle ve bunun üzerine düşün. Kendini bu çizginin neresinde görüyorsun? Başa mı yakın, sona mı yakın? Anlamlandırmak açısından daha somutlaştırıcı metodlar... 

Bu metodlar sonucunda başarıya ulaşma şansı ve hastanın düzelip, hayatını sağlıklı idame ettirme ne orandadır? Tekrar nüksetme ihtimali var mıdır? 

Şimdi, "şu tedavi şu oranda şu tedavi bu oranda başarılıdır" gibi istatistiki bir bilgi veremem. İnsanın varoluşu bir süreç, bir serüven... Hem dış hem iç etkenlerden sürekli etkileniyor. Burada kişinin kendini ne kadar gerçekleştirebildiği de önemli. Diyelim ki kişinin potansiyeli var ama bu potansiyeli kendisi keşfetmiş değil. Bu potansiyelini kullanamıyor, uygulamaya geçirmiyor. Aklıma gelen hayali bir örnek üzerinden anlatayım daha anlaşılır olması için. Diyelim ki maddi durumu çok iyi olan, servet sahibi bir insan var ve öğrencilere burs veriyor, eğitim giderlerini karşılıyor. Aslında ne kadar örnek verici bir davranış değil mi? Ama bu kişi bir içinde bir suçluluk hissediyor. "Ya ben yardımcı oluyorum, para veriyorum, üzerime düşeni yapıyorum ama içimdeki o suçluluk duygusunu bitiremiyorum" diyor. Orada durup bir bakalım: Acaba bu kişi potansiyelini gerçekleştirebiliyor mu? Diyelim ki bu kişinin örnek olma kabiliyeti var, insanlardaki yetenekleri keşfetme ve şevklendirme kabiliyeti var. Aslında burs verdiğinde bu potansiyellerini kullanmıyor, sadece maddi potansiyelini kullanmış oluyor. Fakat burs verdiği öğrencilerle bir arada olmuş olsa, iş yerinde stajyer öğrencilerle ilgilenmiş olsa, yeteneklerini keşfetse, teşvik etse, kendi başarısıyla örnek olsa potansiyelini daha çok gerçekeştirmiş olacak. Aslında böylece sadece veren kişi değil alan kişi de olmuş olacak çünkü o kişilerin gelişiminden aldığı mutluluk onu da besleyecek. 

Bizim çevremizde kendimizde olan bu potansiyeli keşfetmemizi sağlayacak insanlar olabilir mi? Yoksa ne yapalım? 

Bazen bu bir arkadaşımız olabilir. Diyebilir ki: "Ya senin resme yeteneğin var biraz resimle ilgilensen rahatlarsın belki" veya "yazmaya yeteneğin var". Kişi aslında bunu kendisi de keşfedebilir. Bir eylemi yaparken içimizde ruhsal bir huzur hissediyorsak böyle dünyevi bir haz değil de daha derin bir mutluluk, huzur hissediyorsak o demek ki bizim potansiyelimizi gerçekleştirmeye daha yakın bir eylem. Diyelim ki bizi negatif duygulara iten kişilerle bir aradayız onlardan uzaklaşmak bile kendi varoluşumuza olumlu bir adımdır. 

Farklı sosyal ortamlarımız var, ister istemez bir çok bireyle temas halindeyiz. Bazen karşılıklı negatif duygular sürer, kaçamaz yönetmeye mecbur kalırız. Böyle bir durumda ne yapacağız hocam?  

Evet, köşeye sıkıştığımız durumlar var. Bazen bu çok yakınımız olabilir veya ortam değiştiremediğimiz bir durum olabilir. Bu durumda, "o negatiflikte bizi rahatsız eden ne?" sorusunu sormalıyız. Bu kişideki negatiflik bizi niçin rahatsız ediyor? Acaba o hoşlanmadığımız yön bizde de var mı? Örneğin, o kişi çok baskın bir karakterse, biz de mi çok baskın karakteriz, acaba bundan mı rahatsız olduk? Yine aslında bu da bir fırsat... İnsanlar ayna tutar bazen bize. O ayna da, kendimizi görmek için bir fırsat olabilir. Kaçmak yerine gözlemlemek tercih edilebilir. Bunun için de kişinin –o en başta söylediğimiz- sorumluluk duygusu içerisinde olması gerekir ki bu fırsatı görebilsin. 

Sohbet çok güzel ama programımızın da son dakikaları içerisindeyiz. Kıymetli hocam, insanın varoluş amacıyla ilgili altını çizmek istediğiniz, dinleyicilerimizle paylaşmak istediğiniz yerler varsa sözü size bırakıyorum, buyurunuz. 

Son olarak şöyle diyebiliriz; herkesin bir anlam arayışı vardır. Bugün değilse yarın olur. Belki bir konfor anında bazen bir kriz anında olur ama bir şekilde olur... Kişinin ilk etapta ortaya çıkan anlamsızlık duygusundan ve kaygısından korkmaması, bunları kendini keşfetme vasıtası olarak görebilmesi çok önemli. İsmet Özel'in güzel bir şiirinde var:

"kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
 bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin,
 tütmesi gereken ocak nerede?"

Hepimiz bazen tütmesi gereken ocak neredeyse tüttüreyim veya suyu nereye götürmem gerekiyorsa götüreyim, bileyim isteriz. Bunu bilemeyebiliriz. Bu bazen karşımıza çıkar, bazen de bizim aramamız gerekir. Buradaki sorumluluk da yine tamamen kendimize ait... 

Çok teşekkür ediyorum programımıza katıldığınız için. 

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play Ali İmran Suresi 51 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Allah Sizi Ben Yarattım Buyuruyor- Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Ankebut Suresi 2 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Asıl Amaç Nedir - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Bakara Suresi 21 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Belgesel - Yaratılan Her Şeyin Bir Amacı Vardır 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 12 playlist like
playlist play Belgesel - Yaratılış Hakikatini Aramak 05.03.2021 playlist oku playlist ekle 13 playlist like
playlist play Beyyine Suresi 5 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Bizim Bu Dünyadaki Amacımız Nedir - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Duhan Suresi 38, 39 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Gayemiz Nedir - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Ademoğlu: Sen Bizim Rabbimizsin ve Senden Başka İlâh Yoktur 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 2 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Allahım, Kendimi Sana Teslim Ettim, İşimi Sana Havale Ettim 02.03.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - İnsan Sadece Yaptığı Ameller Sayesinde Allahın Rızasını Kazanabilir 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Kendi Nefsini Tanıyan Rabbini Tanır 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Kim Allahtan, İslamdan ve Muhammed (SAS)den Razı Olursa Cennet Ona Vacip Olur 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Sadece Allah’a kulluk ediniz, O’na Hiç Bir Şeyi Ortak Koşmayınız 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 2 playlist like
playlist play Hikmetli Sözler - 1 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 4 playlist like
playlist play Hikmetli Sözler - 2 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 3 playlist like
playlist play İnsanoğlunun Yaratılış Sebebi; Kulluk - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Seni Ne Kandırdı - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Söyleşi - İnsanın Varoluş Amacını Yerine Getirmesi - Sadettin Ökten 19.02.2021 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play Söyleşi - İnsanın Yaratılış Sebebi Ve Fıtrat - Yusuf Kaplan 19.02.2021 playlist oku playlist ekle 24 playlist like
playlist play Söyleşi - Varoluş Psikolojisinde İnsan ve Amacını Etkileyen Şartlar - Ahmet Akın 25.02.2021 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play Söyleşi - Varoluş Sebebini Aramak - Ayşen Gürcan 12.02.2021 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play Tanıtım - Kulluk En Yüce İdeal ve En Yüce Hedeftir 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Tanıtım - Yaratılış Gayemiz 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Varoluş Sebebimiz Hadisler 05.11.2021 playlist oku playlist ekle 5 playlist like
playlist play Yaratılış Sebebimiz Kulluk, Gayemiz Rızasıdır - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Yaratılışımızın Gayesi, İnsan Boşuna Yaratılmamıştır - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Yüce Allah Seni Yarattı - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Yüce Allah Sizi Boşuna mı Yarattım Buyuruyor- Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 2 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Hadislerle Günün Duası
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Hadislerle Günün Duası
Hadislerle Günün Duası Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close