İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Akşam20:09 Yatsı21:42 İmsak04:13 Güneş05:53 İşrak06:38 Öğle13:06 İkindi16:57
Hava - Hava durumuAçık 16°C Nem %67
Türkçe
5 Zilka'de 1446 3 Mayıs 2025 Cumartesi
5 Zilka'de 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:13 05:53 06:38 13:06 16:57 20:09 21:42
Giriş Yap

Söyleşi - Varoluş Psikolojisinde İnsan ve Amacını Etkileyen Şartlar - Ahmet Akın

Varoluş Sebebimiz

Efendim merhabalar, yeni bir program, farklı bir konu ve konuk ile birlikte huzurlarınızdayız. İnsanın varoluş amacını psikolojik açıdan ele alarak konuşacağız. Konuğumuz Prof. Dr. Ahmet Akın Beyefendi. Sayın hocam hoş geldiniz. 

Psikoloji insanın varoluş amacını nasıl tanımlıyor hocam? 

Psikolojide varoluşçuluk çok önemsenen bir alandır. İnsan ne için yaşar? Tolstoy'un İnsan Ne İçin Yaşar isimli çok müthiş bir kitabı vardır. İnsanı yaşama motive eden, bağlayan adeta bir kerteriz... "Nereye gidiyorum? Nereden geliyorum? Kimim?.." "Kimdim" biraz daha önemli tabi. "Hedefim ne? Nihai olarak ne olacağım? Ne istiyorum? Ne yapıyorum? Gerçekten ne istiyorum? Yaşamda niçin varız?" sorusu. Bu soru insanlık tarihinden itibaren devamlı sorulmuş ve bunun üzerine filozoflar, düşünürler, şairler, yazarlar bir şeyler yazmışlar, söylemişler. Hepsi varoluşu farklı noktadan ele almış. Psikolojide de 1950'li yıllarda yer bulmuş. Özellikle iki büyük dünya savaşı, kapitalizm, nihilizm, materyalizm gibi akımlar, Sanayi Devrimi'nden sonra insanın iyice makine ile ilişkisinin artıp insani ve beşeri ilişkilerde zaafların ortaya çıkması vs. Bir bakıyor ki dünya kötü bir noktaya gidiyor. Ne kadar çok insan ölüyor. Özellikle Batı dünyasında şöyle bir sorgulama başlıyor  –bizim kültürümüzde hep vardır bu sorgulama- ve diyorlar ki: "İnsanın dünyaya geliş amacı bir maddeyi elde etmek, bir savaş, bir üstünlük çabası veyahut böyle gaddarca bir şeylere ulaşma değildir. İnsanın hayattaki çabası 'anlam arayışı'dır. Biz niçin yaşadığımız sorusunun cevabını bulursak bu hayatı anlamlı kılar. Amaç ile anlam beraber olduğunda da doyum sağlarız. Doyum bizi yaşama güdüler, motive eder. Aksi takdirde para, statü, mevkii, büyük ülke olmak..." Bakın, ilginçtir ki dünyanın refah düzeyi en yüksek ülkeleri dünyanın en mutlu ülkeleri değil. Mutluluk ölçütlerinde de ciddi sorunlar var. Orada mutluluk dediğimiz şeyin tanımının arasına özgürlüğü, bağımsızlığı, yüksek gayrisafi milli hasılayı koyuyorlar ama bakıyorlar ki bizim mutluluk dediğimiz şeyleri elde edenlerin yaşamla bağları daha güçlü olmuyor. Özellikle İskandinav ülkelerine ve Batı Avrupa ülkelerine bakıldığında yaşamla bağın zayıfladığı, insanların kendine kıyma/intihar eylemlerinin arttığı görülüyor. Şu anda insanlık bunu sorguluyor, varoluşçuluğun ardından, 80'li yıllardan sonra pozitif psikoloji denilen bir akım çıktı: "Değerlere dönelim. Hayatın anlamlı kılınmasını sağlayacak argümanlarımızı değiştirelim, dönüştürelim" fikirleriyle. Böyle olursa, "Biz niçin varız? Nereden geliyor nereye gidiyoruz? Hayattaki hedefimiz nedir?"  sorularına cevap verebilirsek ve bunun maddi değil de daha manevi/soyut, daha uzun vadeli çıpalara bağlayabilirsek bu soruları (insanlara faydalı olmak gibi) daha çok doyum sağlıyoruz. Öteki hep daha fazlasını istemeye götürüyor sizi, sonu yok çünkü. Şu anda da böyle değil mi? Ülkemiz ya da dünya açısından bakalım, insanlar 10-20 yıl önce elde edemediği birçok şeyi şu an rahatlıkla elde ediyor. Belki daha önce binemediği arabanın daha iyisine biniyor, giyemediklerinin daha iyisini giyiyor,  daha iyi yerlerde yemek yiyor. Bu her gelir durumunda böyle; maddi geliri düşük olan insanlar da kendi içlerinde standartlarını yükselttiler, çok zengin olanlar da yükselttiler. Fakat bir on yıl önceki mutluluk endekslerine bakıyoruz, şu ankine göre çok yüksek. Demek ki bu materyalizm, sosyal-ekonomik refah insanlara beraberinde saadeti getirmedi. İnsanlık şu an bunu fark ediyor. 

"Varoluşçu kişilik kuramı" dediğimiz zaman ne anlamamız gerekir? 

Varoluşçu kişilik aslında bir felsefi akım... Heidegger'in Sartre'ın Nietszche'nin, Boss'un, Kierkegaard'ın içinde olduğu, bu beş-altı felsefecinin oluşturduğu bir ekol ve bunun psikolojiye yansımasıdır. Onlar yine Batı ekolünden olduğu için olaya bizim aradığımız veya sorguladığımız varoluşçuluk noktasından bakmıyorlar. Birkaç şeyi önemsiyorlar: Özgürlük, anlam, kimliği oluşturma; bunları başa koyuyorlar. Peki biz kendi kültürümüzde bir sıralama yapsaydık nasıl olurdu? Aile içindeki muhabbetlerde de görürüz: "Oğlum insanlarla iyi geçin! İnsanlara faydalı ol." Bunun da temelindeki düşünce Allah'ın rızası... Biz hayatı böyle bir düstur ile yaşıyoruz. Hz. Ömer'in meşhur sorusu: "Bugün Allah için ne yaptın?" Biz bu soruyu sorarız. Onun için de daha diğergâm, daha işbirliğine açık, daha fedakâr, daha özverili oluruz. Böyle olduğunda sosyal güvenimiz daha yüksek oluyor. Biz Batı'nın standartlarına döndüğümüzde onların duygusal sonuçlarını yaşıyoruz. Kendi kültürel temalarımıza döndüğümüzde çok daha farklı oluyor. 

Hayatımızda bu sorgulamaları hep yapıyoruz. Bir örnek vereceğim. Amerika'da bir kartal türü var "bald eagle" (kel kartal) deniliyor. Bunlar ergenlik çağına geldiklerinde bir seçim yapmak zorundalar çünkü bu çağa geldiklerinde artık gagaları ve pençeleri işlevini yitiriyor, kullanılamaz hale geliyorlar. Avlanamadıkları için ergenlik yaşında ölen kartallar var. İnsandaki ergenlik çağını düşünerek kıyaslayın, henüz önünde uzun bir yol var. Bunu varoluş açısından düşünebiliriz çünkü anlamı bulmak bazen acıtıcı olabilir, bazen kendini sorgulamayı gerektirebilir. Şöyle bir seçim yapmak zorundalar; ya kaderlerine razı olup yani seçim yapmayıp/proaktif olmayıp ölümü bekleyecekler ya da o eskimiş/kullanılamaz olan pençelerini ve gagalarını kayalara çarparak kıracaklar. Tabi bu can acıtıcı bir süreç, kanları akıyor ama altında yeni pençe ve gaga var. Aslında içinde potansiyel var ama o potansiyeli ortaya çıkarmak bazen acı verici olabiliyor. Bu acı seçimden sonra tekrar avlanmaya başlıyorlar, hayatlarına on yıl daha eklemiş oluyorlar. Ben bazen insanoğlunun durumunu da buna benzetiyorum. Seçim yapamamak... Seçim varoluşçuluğun çok önemli bir konusudur. 

Doğru seçim yapamamak mı yoksa herhangi bir seçim yapamamak mı? 

Buna ben psikolojik asalaklık diyorum. Yani, hayatı hep başkasının üzerinden yaşamak... Bizim toplumumuz buna biraz eğilimlidir. Bizim ebeveyn tutumlarında çocuğu yetiştirirken her şeyi onun adına yapmayı severiz. Çocuk hangi okula gidecek bunu anne-baba seçsin ama bırakın da giyeceği şeyi de kendisi seçsin. "Bunu giy, bu sana daha çok yakışmış" Beş yaşındaki çocuğu o kırk yaşındaki iş adamı gibi giyindiririz ama çocuğun modu ya da duygusal dünyası buna uygun değil. Sonra evlilik çağına gelir "Senin nasibin bu" deyip önüne birisini koyarız. Biliyorsunuz bazı geleneklerde beşik kertmeleri falan var. İşte bu rehin kimlik/ipotek kimlik... Mesela şöyle bir hayat hepimize rahat gelir. Ben isterim ne yiyeceğimi, ne giyeceğimi, nerede yaşayacağımı hepsini birileri bana söylesin ve benim adıma karar versin ama seçmeyince sorumluluk almıyoruz. Okyanusta balinaları görürsünüz beş bin kilometre yol gidiyor, bakarsınız bir de balinanın üzerine yapışmış bir balık var. O da beş bin kilometre gidiyor ama zavallı balina kendini mi taşısın, onları mı taşısın... Balinanın canı çıkıyor, diğeri de öyle beleşten yolculuk yapıyor. Bazen biz hayatta beleş yolculuk yapıyoruz. Seçmiyoruz, bizim için bir şeylerin seçilmesini bekliyoruz. Böyle olduğunda kendi hayatımızı yaşamıyoruz, başkasının bize önerdiği hayatı yaşıyoruz. Ben insanı; seçen, sorumluluk alan ve bunun farkında olan varlık olarak tanımlamayı uygun görüyorum. Diğer canlılardan ayıran şey seçmesidir, inisiyatif kullanabilmesidir. 

Peki inisiyatif kullanan insan mı varoluşunu daha çok sorgular yoksa asalak/ipotek kimliktekiler mi?  

Birincisi belki hata yapar ama hatasını kendisi görür, fark eder ve oradan da ontolojik gelişimine bir katkı sunar. Öteki ise hayatı belki hep doğru yaşar ama hiçbir mükellefiyet almadığı için kendi varoluşuna katkıda bulunmaz. Seçim acıdır. Zaten insanlar, seçtiğinden ve seçtirdiklerinden sorumludur; başkalarının seçtiğinden değil. Bazen biz bir hedefe ulaşmak, yaşamımıza bir anlam katmak istiyoruz ama asıl soru "ne istediğimiz" değil "ne yaptığımız". Ben mesela uzaya gidecek bir roketin içinde olmak isterim. Bu benim için bir hedef olabilir ama buna şu andan sonra uygun olmadığımı düşünüp hedefimi küçültmem gerekiyor. Bazen hedeflerin uygun ve esnek olmaması da insanın yaşamında seçim yapmasını zorlaştırıyor. Burada, önce doğru bir kimlik, benlik tanımı yapmak gerekiyor. En iyi insan, kendini fark eden insandır. En nitelikli insan kendini sorgulayan kişidir. Bu noktada en büyük konuşmaları kendimizle yapmamız gerekir. En büyük mücadeleyi kendi iç dünyamızda... Kendisiyle barışık olan başkasına çatmaz. Bu psikolojinin en temel ilkelerinden birisidir. Paranoyak dediğimiz psikolojik problemin temelinde insanın kendi ile ilgili yetersizlik hissi var. Bu yetersizlik hissi onu öyle bir duygusal moda sokuyor ki, kendini "Ben yetersizim" diyerek göremiyor ama "İnsanlar beni yetersiz hale getirdi" deyip karşıyı suçluyor. Aslında küçük de olsa bir adım atsa, inisiyatif kullansa... Çok küçük de olsa çocuklarımızın ontolojik gelişiminde seçim yaptırmalı. Çünkü Allah-u Teâlâ da Kur'an-ı Kerîm'inde: "İnsan için çabasından başkası yoktur" diyor. Bu müthiş bir ayet-i kerimedir. Bunu evimizin, ofisimizin, arabamızın her yerine asmamız lazım. Bize aslında hayatın ontolojik açıdan nasıl yaşamamız gerektiğini söylüyor, özetliyor. Varoluşsal olarak nasıl sağlıklı olacağımızın yol haritası... 

Psikoloji bilimi hayatı anlam arayışında bize neler öneriyor? Neleri hayata katmamızı istiyor?

Bir kere bir şeyin anlamlı hale gelmesi için bizim ürünümüz olması lazım, yani seçimimiz; birincisi bu. İkincisi, seçtiğimizin farkında olmamız, rastgele bir şekilde seçmemiş olmamız lazım. Üçüncüsü, seçtiğimiz için çabalamamız, hedefimize ulaşmak için emek vermemiz. Peki bu hedefi nasıl belirleyeceğiz? Hedefimiz maddi, fiziksel, niceliksel, somut/kısa vadede ulaşılabilir bir hedef olursa bu hedef belli bir süre sonra "amaç" değil "araç" oluyor. Bizi kontrol altına almaya başlıyor. Halbuki hedeflerimizi bizim kontrol etmemiz, bizim onları yönlendirmemiz ve yeri geldiğinde revize etmemiz gerekiyor. Allah-u Teâlâ: "Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım" buyuruyor. Efendimiz (SAS.) de: "İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır" buyuruyor. Ne olursa olsun, öyle ya da böyle hedefimizin en üstünde iyi bir şeyler yapmak olması gerekiyor. Ontolojik gelişim dediğimiz şey, bizim insanlara faydalı olduğumuzda sağlayabileceğimiz bir durum. Burada tabi karakter de çok önemli. A tipi, B tipi dediğimiz karakter varyasyonları çok önemli...

Bunları açabilir miyiz?

Tabi. A tipi: dakik, mükemmelliyetçi, başarı hırsı olan, rekabet güdüsü olan, işini ertelemeyen, tez canlı ve çok öfkelenen kişilik. Bu A tipi kişiliktekilerin çoğunluğunda kalp-sindirim problemi, tansiyon var çünkü hayatları çok hızlı. Buna bağlı olarak da çoğunun yaşamı çok uzun sürmüyor. B tipi, tam tersi: rahat, esnek, erteleyen, hedeflerini çok önemsemeyen, kimin onu geçtiği/geride bıraktığını umursamayan kişilik. Bunlar uzun yaşıyor çünkü kalp problemi, stres olmuyor. "Tilki kurnazdır ama şişmanı yoktur" derler ya... O kurnazlık, kafadaki devamlı rekabet kaygısı onun vücudundaki enzimleri o kadar çok etkiliyor ki artık stres yüzünden vücut yağını kendisi yakıyor. Belki çok şey elde ediyor, çok yere gidiyor ama keyif alamıyor; A tipi biraz böyle... A tipi sonuç odaklı, B tipi süreç odaklı fakat B tipi de bir şey üretmiyor. Hayata katkısı yok. 

Her iki kişilik tipinin de varoluşlarını sorgulamaları farklı mı oluyor? 

Tabi. A tipi hedefe daha somut daha maddi şeyler koyuyor. B tipi hedefe ilişkileri koyuyor. B tipinin dostu çok, kimseyle mücadele etmiyor, kendi dingin hayatını yaşıyor. Ama ikisi de sıkıntılı. Bu kişilik tiplerinin araştırmasını yapanlar iki doktor. A tipi erken ölüyor, B tipi uzun yaşıyor ama bir şey üretmiyor. A tipi çok üretiyor ama hayatta dağıtarak, kırarak, dökerek gidiyor. Hedefinin önüne bir şey çıktığında onu affetmiyor. Bazen Makyavelist davranıyor hedefe ulaşmak için kitlenmiş yani, güdümlü füze gibi. Sınırları olan, daha sert yaklaşımlı bir kişilik. Araştırmacılar bir türlü hangisinin daha sağlıklı olduğu sonucuna varamıyorlar. A tipi olup, üretip, hayatta varoluşunu maddi de olsa tamamlayan biri mi; B tipi olup daha ilişki odaklı, daha kısa vadeli bakan biri mi? B tipi de sorumsuz... Eve ekmek geldi mi? "Allah verir..." İşin ne oldu? "O muydu, ne yapacağız, bir bakalım, olur..." Biraz tevekkülü yanlış anlamış kişiler böyledir. Tevekkül dediğimiz, önce deveyi sağlam kazığa bağlayacaksın sonra tevekkül edeceksin. Fakat bizde kadere inanmadan çok kadercilik var. Bir şeyin sonuna "-ci,-cu" gelince biliyorsunuz o iş artık hakimiyetinden kopmuş oluyor. 

Şimdi bu iki araştırmacı diyor ki: "Hangisi sağlıklı?" Şöyle bir sonuca varıyorlar; ikisi de sağlıksız. "Hangisi yeterli?" İkisi de yetersiz. Sağlıklı insan yeri geldiğinde A olabilen, yeri geldiğinde B olabilen kişidir. İlişkileri bozmadan, ilişkileri deforme etmeden hedefine ulaşan kişidir. Bu çok zor işte... 

Gerçekleştirilebilir mi? 

Sık sık öz sorgulama gerektirir. Sık olarak dostuna kendini "check" ettirmeni gerektirir. Bu zor. İnsanın devamlı kendini gözlemlemesi, kendini denetlemesi acı verici bir süreç. Onun için zor. Yapabilenler olur, yapabilenler çok da mutlu olur. Hayatlarında bir dinginlik, bir denge olur.

Sizin de malumunuzdur, 10-15 yıl önce Türkiye'de iki şey çok meşhurdu: kişisel gelişim ve NLP. Şimdi pek o kadar gündemde değil. İnsanlık bunların öğretilerini bıraktı. Özellikle bunlar üzerinde Budizm çok etkili. Biz maalesef ülke, toplum, İslam dünyası olarak hâlâ kendi psikolojimizi oluşturamadık. Hâlâ daha Batı'nın heybesinden/yedeğinden yiyoruz. 

Bunun nedeni nedir peki? 

Bunun nedeni lobi olamamaktır. Bunun nedeni İslam dünyasının boş işlerle çok vakit geçirmesidir. İslam dünyası dediğimiz Arap ülkelerine bakıyorsunuz petrolden gelen bir refah, orada da bir çaba yok. Ortadoğu ülkelerine bakıyoruz başını devamlı ezmişler, boş bırakmamışlar, on yılda bir savaş çıkarmışlar. Biz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz bizi de siyasi tarihimize baktığımızda her şekilde egale etmek için ellerinden geleni yapmışlar. Bu işlerde lobi çok önemlidir. Deyim yerindeyse, mafyası var bu işlerin. Kendi sistemini kuruyor, kendi sistemine uygun olanları başarılı gösteriyor. Nobel ile Oscar ödülleri tartışılmıyor mu? Neden hep aynı ülkeler? Bütün başarılı insanlar buradan mı çıkmış? Ya da neden sadece belli tiplere veriliyor? Standart bir "ranking" (ölçümleme) sistemi oluşturuyorlar. Dergilerde, akademik çalışmalarda da çoğunlukla böyle. Sen asla bir Türk olarak veya bir İranlı olarak, bir Afrikalı olarak eğer müslüman isen orada ayrımcılığı sana hissettiriyorlar. Şu anda psikolojide Budizm çok meşhur. Özellikle bu öz anlayış, meditasyon, yoga gibi öğretilerle. Psikolojide maddi ve kişisel gelişim odaklı çalışmalar "böyle var ol!" diyen ekoller, bunlar popülerliğini yitirdi. Şimdi dinginlik, öze dönüş gibi söylem/öğretiler popüler. Maddi durumu çok iyi olan zenginler bile "minimalizm" diyor, evlerinde çok basit eşyalarla yaşıyorlar, organik domates alıyor yamuk olanı, çürük olanı vs. Aslında insanın özünde hep doğaya dönme var. Materyalist, eşya odaklı hayattan doğala doğru bir geçiş. Plazalarda, çok lüks binalarda yaşayacak kadar refah sahibi ama köye kaçmayı tercih ediyor. Doğası böyledir insanın... Doğamız varoluşumuzla çok ilgili. Otto Rank da insan varoluşuyla ilgili şöyle diyor: "Üç tip insan vardır. Birincisi, "ortalama insan". Yani, B tipi insan; "Azıcık aşım rahat başım" diyerek yaşayan yahut maaş için ayın on beşini bekleyen. Şu soruyu sormuyor: "Ne ürettim? Ne yaptım? Hayattaki anlamım ne?" Bir aktivasyonu da yok, sorgulamıyor. Bu durum, Kohlberg'in Ahlak Gelişimi'nde kurallara bağlılık dönemi, Kant'ın da Ödev Ahlakı'nda yer alır. Üzerine düşeni yapar, ne ters giderse gitsin umurunda olmaz. Bu ortalama insan. Bunlardan kimse söz etmiyor. Yeryüzünde tarihe geçmiş bir tane ortalama insan yok. İkincisi, "artist insan". "Artist" varoluşçu açıdan bakıldığında üreten, sorgulayan, sonuçtan çok sürece odaklanan insan. Bunlar hep hatırlanır. İcatları vardır, sözleri, fikirleri vardır. Peşlerinde bir ekol bırakmışlardır; ortalama insan gibi değildir. Otto Rank bu artist insanı çok sever. "Art" yani; sanatçı, üreten, özgün. Sanatçılık da aslında farklı bakma ile ilgili bir şey. Otto Rank'ın üçüncü tip dediği de "nevrotik insan", ona da "engellenmiş artist" diyor. Çünkü artist olmayı toplum kabul etmez. Toplum da insanların rahatını, konforunu düşünmesini bekler insandan. Çünkü yeni bir şeyden söz ettiğinizde "İcat çıkarma!" denir. Farklı bir yönden baktığında –anne-babalar bile- "Oğlum sana mı kalmış?" der. Tabi anne-baba çocuğunu koruduğu için bunu söyler. Şöyle demez: "Oğlum, git baş kaldır. Yanlış bir şey varsa karşı çık" demez. "Oğlum karışma, elleşme, işine bak..." Onun için anne-babaların çocuklar için en büyük hedefi devlet memurluğudur. Hiç biri iş adamı olsun istemez çünkü risk var. Sanatçı olmasını istemez. "Ne yapacaksın, aç mı gezeceksin?" falan derler. Toplum da böyle baktığı için bu "artist" insan devamlı engellenir. Hep gammazlanır, kötülenir, örselenir. O da belli bir süre sonra artist insan tipinden bu üçüncü tipe geçer. "Dünyayı ben mi kurtaracağım?" der ve ortalamanın da altına geçer. Ben, tam hayatının en verimli çağında bir şeyler için çabalamış olan insanların pasif hale geçtiğini görüyorum ülkemizde de. 

Şu sorgulamayı yaptığımızda, "Ortalama mı olacağız? Artist mi olacağız? Nevrotik mi olacağız?" buradan çıkan sonuç şu: Br şeyleri göze alıp, bir şeyleri üretmek, katkı sunmak, insanlara faydalı olmak mı?.. ki Victor Hugo diyor ki: "Düşmanlarınız mı var? Demek ki bir şeyler yapıyorsunuz." İnsanların doğası böyledir. Zengin olursunuz hemen malınız sorgulamaya açılır: "Onu nasıl kazandığını biliyor musunuz?" 

Bir başarı elde edilir: "Onun tanıdığı var o yüzden..." Hiç kimse şöyle demez: "Evet çalıştı, çabaladı hakikaten bileğinin hakkı, alnının teriyle yaptı" demez. İnsanoğlunun da böyle bir zaafı var. Böyle dediğinde kendi eksiğini görecek çünkü! 

İnsanın varoluşunu gerçekleştirmesi için önünün açılması ve yaptıklarının desteklenmesi gerekiyor diyebilir miyiz? 

Biraz da sistemin buna uygun olması lazım. Sistem böyle olmayınca insan da onun içinde eriyip, "mızmız" insan haline dönebiliyor. Sürekli söylenen, mutsuz, memnuniyetsiz insanlar oluyor. 

Programımızın son dakikaları içerisindeyiz. Psikoloji insanın varoluş amacı hakkında neler söylüyor? Altını çizmek istediğiniz noktalar varsa buyurunuz. 

Zamanımız yetmediği için bu kelimelerin üzerinde duramadık ama; doyum, kanaat, şükür, tevekkül, kader inancı... Bunlar hep bizim kültürümüzde olan ve varoluşçuluğun konularıdır. Biz biraz hız ve haz odaklı bir toplum haline geldik. Zannettik ki çok şey elde edersek mutlu oluruz. Çocuk yetiştirmede de öyle, çok verirsek mutlu olacağını zannediyoruz. Bir hocamız şöyle derdi: "Çocuğuna kötülük yapmak isteyen bir anne-baba ona her istediğini versin." Kısa süre sonra o çocuğun hiçbir şeyden doyum sağlamayacağını, hiçbir sınırı kalmayacağını biliyoruz. Çevresindeki insanların ona hizmet etmek için var olduğunu algılamaya başlayacaktır. Bu da çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür. Biz hep maddi şeylerle varoluşumuzu tamamlamaya çalışıyoruz ama bu bir yanılgı. En mutlu insan bazen hiçbir şeyi olmayan insan olabiliyor. Her şeyi elde etmiş insan da bazen en mutsuz insan olabiliyor. Hani o meşhur hikayeyle tamamlayalım: Birisi: "Sen ne yapıyorsun?" demiş. Öteki: "Hiç" demiş ve o da sormuş: "Sen ne yapıyorsun?" O da başlamış anlatmaya: "Şunu kazanacağım, şunu yapacağım, buraya yükseleceğim, şurada müdür olacağım" falan... "Sonra?" demiş diğeri. "Sonra, hiç" demiş. "E bak ben senin o kadar çabadan sonra geleceğin noktaya şimdiden geldim, bu kadar niye uğraşıyorsun?"
Bazen bu 'hiçlik' de mühim. O hiçliği elde etmek için de hedeflerimizin araç olması lazım; iyi bir insan olmanın aracı. Ama hedeflerimiz amaç haline gelirse iyi insan olmayı ıskalayabiliyoruz. Bu noktaya dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Çok teşekkür ediyoruz değerli görüş ve düşünceleriniz için.

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play Ali İmran Suresi 51 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Allah Sizi Ben Yarattım Buyuruyor- Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Ankebut Suresi 2 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Asıl Amaç Nedir - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Bakara Suresi 21 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Belgesel - Yaratılan Her Şeyin Bir Amacı Vardır 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 12 playlist like
playlist play Belgesel - Yaratılış Hakikatini Aramak 05.03.2021 playlist oku playlist ekle 13 playlist like
playlist play Beyyine Suresi 5 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Bizim Bu Dünyadaki Amacımız Nedir - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Duhan Suresi 38, 39 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Gayemiz Nedir - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 0 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Ademoğlu: Sen Bizim Rabbimizsin ve Senden Başka İlâh Yoktur 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 2 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Allahım, Kendimi Sana Teslim Ettim, İşimi Sana Havale Ettim 02.03.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - İnsan Sadece Yaptığı Ameller Sayesinde Allahın Rızasını Kazanabilir 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Kendi Nefsini Tanıyan Rabbini Tanır 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Kim Allahtan, İslamdan ve Muhammed (SAS)den Razı Olursa Cennet Ona Vacip Olur 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Hadis-i Şerif - Sadece Allah’a kulluk ediniz, O’na Hiç Bir Şeyi Ortak Koşmayınız 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 2 playlist like
playlist play Hikmetli Sözler - 1 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 4 playlist like
playlist play Hikmetli Sözler - 2 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 3 playlist like
playlist play İnsanoğlunun Yaratılış Sebebi; Kulluk - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Seni Ne Kandırdı - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Söyleşi - İnsanın Varoluş Amacını Yerine Getirmesi - Sadettin Ökten 19.02.2021 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play Söyleşi - İnsanın Yaratılış Sebebi Ve Fıtrat - Yusuf Kaplan 19.02.2021 playlist oku playlist ekle 24 playlist like
playlist play Söyleşi - Psikoterapi Açısından İnsanın Varoluş Amacı - Suna Nacar 12.02.2021 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play Söyleşi - Varoluş Sebebini Aramak - Ayşen Gürcan 12.02.2021 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play Tanıtım - Kulluk En Yüce İdeal ve En Yüce Hedeftir 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Tanıtım - Yaratılış Gayemiz 09.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Varoluş Sebebimiz Hadisler 05.11.2021 playlist oku playlist ekle 5 playlist like
playlist play Yaratılış Sebebimiz Kulluk, Gayemiz Rızasıdır - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Yaratılışımızın Gayesi, İnsan Boşuna Yaratılmamıştır - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Yüce Allah Seni Yarattı - Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 1 playlist like
playlist play Yüce Allah Sizi Boşuna mı Yarattım Buyuruyor- Mahmud Esad Coşan 11.02.2021 playlist oku playlist ekle 2 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close