BAYRAM
Bayram; sevinç ve coşku günleri…
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde şehir halkının yılın iki gününü tören ve eğlence ile kutladıklarını görmüştü. Bunlar Nevruz ve Mihrican günleriydi. O dönemde bayram coşkusunu hisseden çocuklardan biri olan Hz. Enes’in dilinden bu iki bayramın değiştirilmesi şöyle anlatılır:
“Hz. Peygamber (s.a.v) Medine’ye geldiğinde halkın eğlence ile geçirdiği iki gün vardı. Hz. Peygamber, ‘Bu iki günün özelliği nedir?’ diye sordu. ‘Cahiliye döneminde o günlerde eğlenirdik.’ dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
‘Şüphesiz Allah sizin için o günleri, onlardan daha hayırlı olan Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramlarıyla değiştirdi.”
Hicretin birinci yılında belirlenmelerine rağmen her iki bayram da ilk defa hicretin ikinci yılında kutlanmıştı. Bu iki özel gün, iki özel zaman dilimine bitişikti; birincisi Ramazan ayına, diğeri de hac günlerine. Ramazan boyunca oruç tutup, namaz kılan, zenginse zekât ve fıtır sadakası verip fakirlerin sıkıntılarına çare olan; kısacası bir ayı ibadetle geçiren ve yaptığı güzel işlerle Allah’ın rahmetini ümit eden Müslümanlar, sevinmeyi hak etmişlerdi. Sonra ikinci bir mutluluğu da hac mevsiminde, yani Kurban Bayramı’nda yaşamaları lütfedilmişti.
Kılınan bayram namazları, bir anlamda bayramın başlangıcıydı. Peygamberimiz bayram namazında normal namaz tekbirlerine ilave tekbirler alır, namazda A’la ve Gaşiye surelerini okur, ardından bayram hutbesini irad ederdi. Bayram namazından önce başka namaz kılmayan Hz. Peygamber, bayram namazını kılıp evine döndükten sonra iki rekât namaz kılardı. Namazdan sonra ilk bayramlaşma musallada olurdu.
Türkçede ‘namazgâh’ da denilen bu alandan ayrılmadan yapılan bayramlaşma, az önce aynı kıbleye yönelen kalplerin bu sefer birbirlerine yöneldiği anlamını taşıyordu. Esasen Müslümanların bir araya gelip ortak bir hedefe aynı duygularla yönelmesi, başlı başına bir bayramdır.
Peygamber Efendimiz, Ramazan Bayramı ise birkaç hurma ile ağzını tatlandırmadan evinden çıkmazdı. Kurban Bayramı’nda da bayram namazından dönmedikçe bir şey yemezdi. Onun bu sünneti daha sonra bu bayramlarda şeker ve tatlı yapma ve misafirlere ikram etme geleneğinde etkili olmuştur.
Bayramlar, birlikte yeme içme ve ikramda bulunma günleridir. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz bayram günlerinde oruç tutulmasını yasaklamıştır. Her zaman önemi sıkça vurgulanan, tutulması emredilen orucun, bayram günlerinde bırakılmasının istenmesi ise, herkesin aynı duygu ve coşkuyu birlikte paylaşması amacına yöneliktir.
Müslümanlar, iki önemli ibadete bitişik olarak tayin edilen bu kıymetli günleri, ibadetlerin kendilerine kazandırdığı huzur ve bilinç içerisinde yaşamalıdır. Çünkü bayramlar ancak hem bu bilinçle hem de birlikte kutlandığında bayramdır.
HEDİYELEŞMEK
Hediyeleşmek; Sevgiyi artırmanın yolu…
Takvimler, miladi 622 yılı Eylül ayını; hicri 13 Rebiülevvel Cuma gününü gösteriyordu. Mekke’den ayrılan ve hicret için yola çıkan Peygamberimiz’in meşakkat dolu yolculuğu, Yesrib’deki Neccaroğulları mahallesinde son bulmuştu.
Allah Rasulü (s.a.v.), Ebu Eyyub el-Ensari’nin davetine icabet ederek onun evinde konaklamaya karar vermişti. Adı artık Medinetü’r-Rasul olan kutlu beldenin Peygamber’e hasret insanları; O’na yaklaşabilmek, O’nu şanına lâyık şekilde ağırlayabilmek için seferber olmuşlardı. Hicret yorgunu Hz. Nebi’yi memnun edebilmek için, hiçbir fedakârlıktan da kaçınmamışlardı.
O vakit on bir yaşında olan Zeyd b. Sabit, o günlere ait bir hatırasını şöyle anlatır:
“Resulullah (s.a.v.) Ebu Eyyub’un evinde misafir iken, evine ilk giren hediye, benim götürdüğüm ve içinde ekmek, tereyağı ve süt bulunan tirit kabı idi. ‘Ya Rasulallah! Bu kabı annem gönderdi.’ dedim. O da, ‘Allah bunu senin için bereketli eylesin.’ buyurdu ve ashabını çağırdı; yemeği birlikte yediler. Daha kapıya yönelmeden, Sa’d b. Ubade’nin kabı içeri getirildi. Allah Resulü’nün orada kaldığı yedi ay boyunca her gece üç dört kişi kapısında bekler, O’na ikram edilmek üzere nöbetleşe yemek taşırlardı.”
Yesrib’i onurlandıran Sevgili Nebi’ye küçük de olsa ikramda bulunmak ve O’na hediye takdim etmek, ilk Müslümanlar için en kıvanç duyulacak işlerden biriydi kuşkusuz. Ne de olsa Medine, “Hediyeleşin. Çünkü hediye gönülden kini söküp atar.” buyuran, hediye kabul eden ve karşılığında hediye veren bir Peygamber’le şereflenmişti.
Hz. Peygamber, risalet hayatı boyunca bollukta olsun darlıkta olsun, “sadaka”yı değil, yalnızca “hediye”yi kabul etmiş ve kendisine hediye verildiğinde karşılığında daima daha iyisini vermişti.
Hediye, yürekten duyulan bir sevginin nişanesidir. Bu yüzdendir ki azlığına çokluğuna, değerli veya değersiz oluşuna bakarak hediyede ve onu getirende kusur aramak, hediyeleşme adabı ile uyuşmaz.
Rasul-i Ekrem (s.a.v.), hediyeleşme konusunda müminlere yol gösterirken; cömertlik, diğerkâmlık, vefa, ihsan, îsâr ve ikram gibi kardeşlik bağlarını güçlendiren birçok güzel hasleti de, bir davranışta birleştirmiş oluyordu. Onlara, dünya metaını verip karşılığında gönül almanın, Allah’ın rızasını kazanmaya eşdeğer bir meziyet olduğunu öğretiyordu.