es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.
Size Stockholm’den hitap ediyorum. Bize göre Âşûrâ günü oluyor.
Bunun doğru telaffuzu böyle. A ve u harfi uzun. Âşûrâ. Bizim âşûre diye okuduğumuz, Araplarda âşûrâ diye uzun oluyor. Biz kısaca aşure diyoruz.
Bugün biz müslümanlar için mühim dînî günlerden, önemli günlerden birisidir. Bu güne tazim eylemek ve bu günün rivayet edilen feyizlerinden, bereketlerinden istifade etmek, müslümanlar için önemli. Çünkü bu hususta hadîs-i şerîfler var. Teberrüken, sevap kazanalım diye, Âşûrâ günüyle ilgili bu hadîs-i şerîfleri okuyalım.
İbn Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, buyurmuş ki;
اَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صام يَوْمُ عَاشُورَاء و أَمَرَ بِصِيامِه.
Enne resûlallâhi sallallahu aleyhi ve sellem sâme yevme âşûrâ ve emera bi-sıyâmihî.
Bu, Buhârî ve Müslim’in müştereken rivayet ettiği bir hadîs-i şerîftir.
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kendileri Âşûrâ orucunu tuttulardı ve başkaları da tutsun diye emretmişlerdi.”
Âşûrâ orucu Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği, kendisinin tutmuş olduğu bir oruçtur. Bu oruçla ilgili, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den pek çok rivayet vardır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ramazan orucu geldikten sonra da Âşûrâ orucu hakkında tavsiyelerde bulunmuştur.
Meselâ; ibni Abbas radıyallahu anh'ten şöyle rivayet ediliyor.
Enne süile an sıvâmü âşûrâ fe-kâl.
"Bu âşûrâ gününün hükmü nedir?" diye sorulmuş.
O ashabın alimlerindendi. Buyurmuş ki;
ما علمت اَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صام يَوْماً يطلب فضله علي الايام الا هذا اليوم ولا شهرا الا هذا الشهر يعني رمضان
Mâ alimtü enne resûlallâhi sallallahu aleyhi ve selleme sâme yevmen yatlubu fadlehû ale’l-eyyâmi illâ hâze’l-yevm. “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in faziletini umarak, öteki günlerden daha faziletli diyerek, riayet ederek, bugünden başka bir gün oruç tuttuğunu bilmiyorum. Bugün için bu faziletlidir diyerek tutardı.” Ve lâ şehren illâ hâze’ş-şehr ya’nî ramedân. “Aylar içinde de Ramazan orucunu tutardı.” diye buyuruyor. Yine ondan gelen bir başka rivayet var. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
لَيْسَ لِيَوْمٍ فَضْلٌ عَلَى يَوْمٍ فِي الصِّيَامِ إِلَّا شَهْرُ رَمَضَانَ وَيَوْمُ عَاشُورَاءَ.
Leyse li-yevmin fadlün alâ yevmin fi’s-sıyâmi illâ şehru ramazâne ve yevmü âşûrâ’. “Bir günün öteki güne içinde oruç tutmak bakımından bir üstünlüğü yoktur, hepsi eşittir ama Ramazan ayı ve Âşûrâ günü müstesna.”
Ramazan orucu gibi Âşûrâ orucu da Efendimiz’in tavsiye buyurduğu, kendisinin de tuttuğu bir oruçtur.
Yalnız Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medîne-i Münevvere’ye teşrif ettikleri zaman, orada birilerinin oruç tuttuğunu gördü. Onlara sordu:
“Bu ne orucu, niye tutuyorsunuz?” dedi. Onlar dediler ki:
“Bu gün mübarek bir gündür. Allah bu günde İsrailoğulları’nı kurtarmıştı, Firavun ve ordusu denizde boğulmuştu. Musa aleyhisselam şükür için bu orucu tutmuştu.” diye bildirdiler. Peygamber Efendimiz dedi ki:
“Musa aleyhisselam bizim kardeşimizdir, biz ona sizden daha yakınız. Onun sevindiği şeyden sevinmeye biz daha çok riayet ederiz. Dinin esaslarında bir ayrılığımız yoktur. O hâlde biz de bu günü tutarız.” diye tavsiye etti.
Yalnız, "tam onlar gibi olmayalım, onlara tebeiyyet göstermiş olmayalım" diye dokuzunda ve onunda veya onunda ve on birinde tutmayı tavsiye buyurdu.
Bu hususta başka bir rivayet daha var İbn Abbas radıyallahu anhumâ’dan. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuş ki;
لَئِنْ بَقِيتُ إِلَى قَابِلٍ لَأَصُومَنَّ التَّاسِع.
Lein bakıytü ilâ kâbilin le-esûmenne’t-tâsi’ı.
“Önümüzdeki seneye çıkarsam, sağ kalırsam, o zamana kadar bâki olursam, ömrüm sürerse, Muharrem’in dokuzuncu günü de inşaallah oruç tutacağım.” diye buyurmuş.
Aslında onuncu günü ama dokuz ve onu tutmak Efendimiz’in tavsiyesi ve âdeti. Kendisinin de niyeti bu hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere bu tarzda. Peygamber Efendimiz’in söylediği gibi biz de söyleyelim:
“Eğer önümüzdeki seneye çıkarsak inşaallah, dokuzunda da onunda da tutarız.” Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in tavsiyesi de yerine gelmiş olur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e soru sormuşlar. O zaman Hz. Ali Efendimiz de onun yanında oturmaktaymış. Demişler ki:
يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيُّ شَهْرٍ تَأْمُرُنِي أَنْ أَصُومَ بَعْدَ شَهْرِ رَمَضَانَ قَالَ إِنْ كُنْتَ صَائِمًا بَعْدَ شَهْرِ رَمَضَانَ فَصُمْ الْمُحَرَّمَ فَإِنَّهُ شَهْرُ اللَّهِ فِيهِ يَوْمٌ تَابَ فِيهِ عَلَى قَوْمٍ وَيَتُوبُ فِيهِ عَلَى قَوْمٍ آخَرِينَ
Yâ resûlallâh eyyü şehrin te’murunî en esûme ba’de şehri ramadâne? Kâle: in künte sâimen ba’de şehri ramadâne fe-sumi’l-muharreme fe-innehû şehrullâhi fîhi yevmün tâbellâhu fîhi alâ kavmin ve yetûbu fîhi alâ kavmin âharîne.
Yâ resûlallâh, eyyü şehrin te’murunî en esûme ba’de şehri ramadâne? “Ramazan’dan başka bir zamanda oruç tutmamı tavsiye ederseniz hangi ayda tutmamı tavsiye edersiniz?”
Hz. Ali Efendimiz de orada oturuyormuş, o anlatıyor. “Ben orda oturuyordum, bunu aynen böyle duydum.” diyor. Peygamber Efendimiz de cevaben buyurmuşlar ki;
İn künte sâimen ba’de şehri ramadâne fe-sumi’l-muharreme. “Eğer Ramazan’dan başka bir ayda oruç tutmak istersen, Muharrem’de tut!” Fe-innehû şehrullâhi. “Çünkü Muharrem ayı mukaddes bir aydır, şehrullah diye anılan aylardandır, haram aylardandır; onun için, o ayda tut!” Fîhi yevmün tâbellâhu fîhi alâ kavmin. “Onun içinde bir gün vardır ki, o günde Allah eski kavimlerden bazı kimselere tevbe nasip etmiştir.” Ve yetûbu fîhi alâ kavmin âharîn. “O evvelki insana tevbe nasip ettiği gibi başka insanlara da tevbesinin kabul olunmasını nasip eder. Onun için o ayda oruç tut!”
Hangi kişinin tevbesi kabul olunmuş bu Muharrem ayında?
Rivayete göre, Ebu’l-Leys-i Semerkandî’nin eserinde yazıldığına göre, Hz. Âdem aleyhisselam’ın tevbesini Allahu Teâlâ hazretleri bu Muharrem ayında kabul etmiş. Ona işaret ediyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri. O bakımdan “Başka kulların da günahlarını afv u mağfiret eder, bu ayda tut!” diye tavsiye buyurmuş.
Bu hususta mükâfatlar da beyan eylemiş.
Yine İbn Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet ediliyor ki;
مَنْ صَامَ يَوْمَ عَرَفَةَ غُفِرَ لَهُ سَنَتَيْنِ : سَنَةٌ قَبْلَهُ وَسَنَةٌ بَعْدَهُ ومَنْ صَامَ يَوْمًا مِنَ الْمُحَرَّمِ فَلَهُ بِكُلِّ يَوْمٍ ثَلَاثُونَ يَوْماً.
Men sâme yevme arafete kâne lehû keffârete seneteyni senetün kablehû ve senetün ba’dehû ve men sâme yevmen mine’l-muharremi fe-lehû bi-külli yevmin selâsûne yevmen.
Men sâme yevme arafete kâne lehû keffârete seneteyni. “Kim Arefe günü oruç tutarsa iki senenin günahlarına kefaret olur.” Ve men sâme yevmen mine’l-muharremi fe-lehû bi-külli yevmin selâsûne yevmen. “Kim Muharrem ayında bir oruç tutarsa her gün için otuz gün tutmuş gibi sevap verilir.” diye tavsiye buyurmuş.
Ebû Katâde radıyallahu anh’ten rivayet edilen bir başka hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor;
أنَّ رسول الله صلى الله عليه وسلم سُئِلَ عَنْ صِيامِ يَوْمِ عَاشُوراءَ فَقَالَ يُكَفِّرُ السَّنَةَ المَاضِيَةَ.
Enne resûlallâhi sallallahu aleyhi ve sellem süile an-sıyâmi yevmi âşûrâ’ fe kâle yükeffiru’s-senete’l-mâdıyete.
Enne resûlallâhi sallallahu aleyhi ve sellem süile an-sıyâmi yevmi âşûrâ’ “‘Âşûrâ gününde oruç tutmak nasıldır?’ diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e sorulduğu zaman”, Fe-kâle yükeffiru’s-senete’l-mâdıyete. “Geçmiş senenin günahlarını affettirir, bağışlattırır, kefaret olur.”buyurmuş.
Bu hadîs-i şerîfi Müslim ve diğer kaynaklar rivayet etmişler. İbn Mâce’de ilave olarak:
اِنِّي أَحْتَسِبُ عَلَى اللهِ أَنْ يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِي بَعْدَهُ.
İnnî ahtesibü alellâhi en yükeffire’s-senetelletî ba’dehû. “Umuyorum ki öndeki, ondan sonraki seneye de kefaret olur.” ibaresi vardır. Demek ki o zaman, o da Arefe günü orucu gibi oluyor, geçmiş seneye ve gelecek seneye faydası olmuş oluyor.
Muharrem ayı içinde âşûrâ gününden başka günlerde de oruç tutmanın sevabını geçtiğimiz haftada da söylemiştim. Otuz gün oruç tutmuş gibi sevap kazanılıyor. Mümkün olduğu kadar, Muharrem ayı çıkmadan çeşitli günlerde oruçlar tutmaya gayret etmeliyiz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den sizlere bir başka hadîs-i şerîfi daha nakletmek istiyorum. Ebû Hüreyre radıyallahu anh buyurmuş ki;
مَنْ اَوْسَعَ عَلَي عِيَالِهِ وَأَهْلِهِ يَوْمَ عَاشُورَاءَ أَوْسَعَ اللهُ عَلَيْهِ سِائِرَ سَنَتِهِ. أنَّ رسول الله صلى الله عليه وسلم قال
Enne resûlallâhi sallallahu aleyhi ve selleme kâle: men evse’a alâ ıyâlihî ve ehlihî yevme âşûrâ’ evse’allâhu aleyhi sâire senetihî.
Enne resûlallâhi sallallahu aleyhi ve selleme kâle. “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu:” Men evse’a alâ ıyâlihî ve ehlihî yevme âşûrâ’ evse’allâhu aleyhi sâire senetihî. “Kim bu Muharrem’in onuncu günü -Âşûrâ günü- ailesine, çoluk çocuğuna, geçimiyle mükellef olduğu kimselere, karısına lütufta bulunur, ikramda bulunur; yiyecek, içecek, giyecek, sevindirici eşyalar vermek suretiyle bir genişlik, ikram, ferahlık sağlarsa, ikramda bulunursa; Allah da ona bu günden sonra, senenin diğer günlerinde aynı tarzda ferahlık sağlar.” diye buyurmuş.
Bu hadîs-i şerîfi Beyhakî ve diğer kaynaklar çeşitli yollarla, hadis rivayetleriyle rivayet etmişlerdir. An cema’atin mine’s-sahâbe. “Sahabeden pek çok insan vasıtasıyla.” Pek çok rivayet, çeşitli kaynaklardan, çeşitli yollarla bize kadar geliyorsa, buradan anlıyoruz ki bu da doğru bir şey. Böyle olduğu zaman rivayetler kuvvetleniyor.
Âşûrâ gününde yapacağımız güzel işlerden birisi de nedir?
Çoluk çocuğumuza ikramı, hediyeleri, yiyecek içecek hususundaki şeyleri, erzakı çok yapmaya gayret etmeliyiz.
Bize Avrupalılar’dan bir sürü âdet geldi: Orman günü, çiçek günü, analar günü, babalar günü, çeşit çeşit şeyler…
Biz de ne yapmak istiyoruz?
Dînî günlerimizi öne çıkarmak istiyoruz. Âşûrâ günü, evde bir sürü şenlik, güzellik, hediye, rızık bolluğu, meyveler, kuru gıdalar, yemişler vesaire... Çorap, mendil, kalem, defter, hediyeler olursa, senenin öteki günlerinde Allahu Teâlâ hazretlerinin eve bereket vereceği anlaşılıyor. Âşûrâ gününde bir de evimize lütufkâr olmaya gayret etmeliyiz.
Kitaplarda daha başka rivayetler, tavsiyeler var. Özellikle büyük alim ve evliyâullahtan pîrimiz Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin Gunyetü’t-tâlibîn’inde, Ebu’l-Leys-i Semerkandî’nin kitabında, daha başka vaaz ve hadis kitaplarında, et-Tergîb ve’t-terhîb isimli eserde, hutbe kitaplarında çeşitli tasviyeler, rivayetler var. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kitabında bugünün tarihî bir gün olduğu ifade ediliyor.
Âşûrâ günü denilmesi hakkında da çeşitli izahat var, Muharrem’in onuncu günü olduğu için aşere’den âşûrâ’ denmiş olabilir, daha başka sebepler de zikrediliyor. Eski peygamberlerin hep bu günlerde çeşitli rahatlıklara, ferahlıklara, lütuflara, ikramlara erdiği rivayet ediliyor. Allah da bize çeşit çeşit hayırlar, lütuflar ihsan eylesin.
Bir hususu daha yâd etmek lazım!
Bu mübarek günde Hz. Ali Efendimiz’in mübarek oğlu, seyyidü’ş-şühedâ Hz. Hüseyin Efendimiz Kerbelâ’da on Muharrem’de şehit edildi; yürekleri parçalayan, acı, tarihî bir olay.
Bunu da elbette hiç unutmamamız lazım!
Hz. Hüseyin Efendimiz’in ruhu için çeşitli dualar, sûreler okuyup, hatimler indirip ona hediye edebiliriz. Yanındaki ailesiyle, çoluk çocuğuyla, sevdikleriyle beraber şehit edilmişti.
Kerbelâ olayı çok acı bir olaydır ve bu hususta çeşitli kitaplar yazılmıştır, edebiyat kitaplarına girmiştir. Fuzûlî’nin bile Hadîkatü’s-süedâ isimli eseri vardır. Daha başka şairlerin, alimlerin bu hususta yazdıkları eserler vardır. Acı bir olay.
Kûfe ahalisi, Hz. Hüseyin Efendimiz’i ümmetin başına halife olsun diye çağırdı:
“Gel seni başkan seçmek istiyoruz; sen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mübarek torunusun, mübarek aileden geliyorsun!” dediler.
O da çoluk çocuğunu alarak Hicaz’dan, Medîne-i Münevvere’den yola çıktı. Fakat zamanın Emevî idaresi, Yezid b. Muaviye onun gelişinin kendi saltanatının sonu olacağını düşünerek, ordu gönderdi. Kerbelâ’da yolunu kestiler, Kûfe’ye ulaşmadan çoluk çocuğuyla beraber çok acı bir şekilde, feci bir şekilde, hepsini şehit ettiler. Kökünü kazırcasına bir katliam icra edildi. Maalesef, Kûfe halkı da kendisine yâr ve yardımcı olamadı. Gidip de onu karşılayıp, koruyup böyle bir feci muameleye mâruz kalmasını engelleyemediler. Allahu Teâlâ hazretlerinin çeşit çeşit hikmetleri oluyor. Allahu Teâlâ hazreteri alnımıza mukadderât olarak hayırlar yazsın, cümlemize hayırları göstersin.
O olayda bu katliamı yapanların, elbette katil olarak çok büyük cezalara uğrayacağı muhakkak. Fakat alınacak çok büyük ibretler de var. Siyasî ihtirasın, çatışmaların ne kadar korkunç boyutlara ulaşabileceğini gösteriyor. Siyasetin bir çirkin tarafını, mücadele yönünü görmüş oluyoruz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den sonra ümmetin idaresinin aslında nasıl olması gerekirdi?
Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz nasıl seçildi? Ömer Efendimiz nasıl seçildi? Osman Efendimiz, Ali Efendimiz nasıl seçildi?
Bir umumî tasvibe mazhar olarak, teklif daha önceki halifeden gelmek suretiyle de oldu, ötekiler tarafından tasdik edildi veyahut doğrudan doğruya bir heyet tarafından seçilme şeklinde oldu. Ama böyle saltanat şekli, idarenin bir ailede babasından -layık olmasa bile- oğluna, torununa vesaire geçmesi şekli İslâm’daki ilk idarî bid’at oluyor, halkın isteği yerine gelmemiş oluyor. Ama bu Kerbelâ olayında halkın isteğine karşı, elinde güç kuvvet bulunduran bir takım zorbaların halkın isteğini bastırması olayı ile karşı karşıya bulunuyoruz ki bu da çok acı ve feci bir durum.
Burada herkes kendi yapabileceği şeyleri yapmak ve yapmamak yönünde sorumluluğa düşüyor. Hakkı tutması, haksızı tutmaması lazım! Haksıza cesaret vermemesi, haksızın yanında yer almaması, zalimi desteklememesi lazım!
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den rivayet edilmiş bir hadîs-i şerîf beni daima düşündürür.
Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîfinde, kendisinin beyan ettiğine göre: Bir şahıs kabre konulduğu zaman azaba mâruz kalıyor, azap melekleri onu kafasına ateşten bir topuz vurarak azaplandırmaya başlıyorlar, bu da diyor ki;
“Ben müslümanım, beni niye azaplandırıyorsunuz? Ben mü’minim, Allah’a, Peygambere inanan bir kimseyim!”
Ama kafasına ateşten bir topuz vuruyorlar ki kabrin içi ateş doluyor. Melekler diyorlar ki;
“Evet, müslüman bir kimseydin ama sen yaşıyorken bir yerden geçiyordun. Zalimler bir mazlum müslümanı almış ona işkence ediyorlardı. Sen mazlumun yardımına koşmadın, mazluma yardımcı olmadın; onun için bu azabı çekiyorsun!” diye bildiriyorlar.
Bu hadîs-i şerîften insanların birbirlerine karşı sorumluluklarını görüyoruz ve hakkı tutup haktan yana olmaları gerektiğini görüyoruz. Zaten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfinde de buyurmuş ki;
زُلْ مَعَ الْحَقِّ حَيْثُ زَالَ.
Zül mea’l-hakki haysü zâle.
“Hak nereye giderse, sen hakla beraber git! Daima hakkın yanında ol!” diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in tavsiyesi var.
Demek ki Hz. Hüseyin radıyallahu anh Efendimiz’in bu Âşûrâ gününde, mübarek günde oruçluyken, çölde yolu kesilerek, çoluk çocuğuyla, torunuyla şehit edilmesinden çok büyük acımız var. Günlük hayatımızda çıkaracağımız ders ise daima hakkı tutmak, haktan yana olmak, haksızlığa yandaş olmamak, yardakçı olmamak, destekçi olmamak gibi hususlardır.
Allahu Teâlâ hazretleri, o seyyidü’ş-şühedâ Hz. Hüseyin radıyallahu anh Efendimiz’in şefaatine cümlemizi nâil eylesin. Daima haktan yana olmayı, hakkı tutmayı, haklıyı tutmayı, hakkı desteklemeyi nasip eylesin.
Muharrem ayında bu gecelerde, gündüzlerde yapılacak başka neler olabilir diye, kardeşlerimize sevaplı başka şeyleri de konuşmamızda hatırlatalım:
Deniliyor ki: “Bu gecelerde tesbih namazı kılmak da çok sevaptır.”
Biliyorsunuz Tesbih namazı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in tavsiye buyurduğu bir namazdır. İnsanın hiç olmazsa ömründe bir defa kılması, daha çok kılabilirse her sene kılması, daha çok kılabilirse her ay kılması tarzında yapabildiğince çok yapmasını teşvik eden rivayetler var.
Tesbih namazı nasıl kılınır?
Dört rekâttır, her rekâtta 75 defa:
سبحان الله و الحمد لله ولا اله الا الله والله اكبر
Sübhânallâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber.
deniliyor. Sonuncusunda bunu söylerken ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm ekleniyor.
Bu nasıl oluyor?
Allâhu Ekber diye namaza durulduğu zaman Sübhâneke okunuyor. Fâtiha’ya başlamadan evvel sübhânallâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber 14 defa söyleniyor; 15’inciden sonra ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm deniliyor. Ondan sonra eûzu-besmele çekiliyor, Fâtiha okunuyor. Fâtiha’dan sonra Kur’ân-ı Kerîm’den bir miktar sûre veya bazı âyetler okunuyor.
Kıraat bitince, rükûa varmadan daha ayaktayken on defa sübhânallâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber deniliyor. Onuncuda lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm ekleniyor.
Başta 15 okunmuştu, rekâtın sonunda 10 okundu, 25 etti. Sonra rükûa varılıyor, rükûda her zaman okuduğumuz tesbihleri okuduktan sonra yine 10 defa bu okunuyor; etti 35. Rükûdan kalkıp doğrulduğu zaman kâmede yine 10 defa okunuyor; etti 45. Ondan sonra secdeye varılıyor, secdede her zaman çektiğimiz tesbihler söylendikten sonra 10 defa bu söyleniyor; etti 55.
Sonra iki secde arasında doğruluyoruz, orada, celsede yine 10 defa okunuyor; etti 65. İkinci defa secdeye varılıyor, orada da olarak okuduğumuz tesbihlerden sonra 10 defa okunuyor; etti 75. Bir rekâtta 75, ikinci rekâtta 75 daha; 150 ediyor. Selam verildikten sonra iki rekât daha kılınıyor. Böylece dört rekâtta 300 defa sübhânallâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber deniliyor.
Çok sevaplı bir namazdır, bugünlerle ilgili kitaplarda tavsiye ediliyor. Böylece size tesbih namazını da hatırlatmış olduk. Tesbih namazı yalnız kılınan bir namazdır. Fakat her zaman kılınan bir namaz değildir. Bazıları alışmamış, nasıl kılındığını bilmediği için öne bir imam geçip arkadakiler de ona uyarak kılınabilir. Camilerde cemaatle de kılınıyor. Tavsiye ederiz; o camilerde de bu akşam, tesbih namazını kılsınlar, bu sevabı kazansınlar.
Ayrıca geceleyin teheccüd namazı var. Teheccüd namazına kalkarlar da teheccüd namazı kılarlarsa çok iyi olur. Zaten teheccüd namazının fazileti, sevabı hadîs-i şerîflerde tavsiye edilmiş:
“Kim Allah rızası için biraz uyuduktan sonra geceleyin kalkar, iki rekât namaz kılarsa; dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı bir iş yapmış olur, daha büyük mükâfat kazanmış olur.” diye bildiriliyor.
Muharrem senenin yeni ayıdır, ilk ayıdır. Herhalde bu an’ane tâ İbrahim aleyhisselam zamanına kadar gidiyor. Bu ayları Musa aleyhisselam zamanında da böylece kullanıyorlardı. Dinler tarihi bakımından kutsal bir gün. Zaten bizim ibadetlerimizin bir kısmı tarihî olaylarla ilgilidir. Haccın İbrahim aleyhisselam’la, İsmail aleyhisselam’la, Hacer validemizle, onların başından geçen hikmetli olaylarla ne kadar ilgili olduğunu hacılar bilirler.
Allah rızası için gecelerinde teheccüd namazı kılmaya da gayret edelim. Bu teheccüd namazını da rivayet edilen şekiller arasında Fâtiha’dan sonra 50 İhlâs-ı şerîf;
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ اللَّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Kul hüvallâhü ehad Allâhu’s-samed lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad.
diye okunması tavsiye edilmiştir.
Bu ayda çok çok tevbe ve istiğfar etmeye, bu Âşûrâ günü geçtikten sonra da tevbe istiğfar etmeye, oruçlar tutmaya gayret edilmeli! Böylece ibadetlerine taatlerine gayret göstermeli.
Bir de bu günde, an’anevî yemek var. İşin söz bakımından da tatlı, mide bakımından da tatlı tarafı var. İçinde çeşitli gıdaların, kuru yemişlerin bulunduğu bir de tatlı yapılıyor.
O da neye dayanıyor, hangi an’aneye dayanıyor?
Nuh aleyhisselam ve kendisine inanan mü’minlerin tufandan kurtuluşuna dayanıyor. Nuh aleyhisselam tufandan önce gemi yapmaya başladı ve Kur’ân-ı Kerîm’in bize bildirdiğine göre deniz olan bir yerde değildi. Allahu Teâlâ hazretleri;
“Yâ Nuh, bir gemi yap!” diye emredince, Nuh aleyhisselam gemi inşa etmeye başladı. Yanından geçenler alay ediyorlardı;
“Yahu bu gemiyi ne yapacaksın, karada böyle gemi yapılır mı?” diye.
O, Allah’ın vahyi ile gemiyi yapıyor. Ötekiler de vahyi ve istikbalde olacakları bilmedikleri için saçma görüyorlar.
İşte insanların durumları budur. Allah’ın mübarek kulları bir şey yapınca bazen gafil ve cahil kullar da onun neden yapıldığını bilmediği için alay ederler. Ama aslında kendileri zavallı durumdadır.
Nuh aleyhisselam gemiyi tamamladı. O sırada yağmurlar başladı. Yağmurlar başlayınca mü’minleri gemiye almaya başladı. Burada bir ibretli olayla daha karşılaşıyoruz, bunu da mutlaka altını çizip söylemek lazım:
Nuh aleyhisselam’ın kendisine inanmayan, kendisine tâbi olmayan insanların arasında oğlu vardı, hatta hanımı vardı. Hanımı ile oğlu Nuh aleyhisselam’ın peygamberliğini tasdik ederek ona tâbi olmamışlardı:
“Oğulcuğum gel, gemiye bin!” diye söylediği zaman, babasına;
“Ben yüksek bir tepeye tırmanırım, sudan kurtulurum, yağmur bana zarar vermez.” diye cevap vermişti.
Ama o sırada azgın seller gelip tam bu konuşmayı yaparken çocuğu devirip götürmüştü.
Peygamber ailesinden olmasına rağmen bazı insanlar imandan yana nasipsiz olabiliyor. Demek ki peygamber ailesi olmak bile tam bir teminat olmuyor. Herkesin Allah’ın rızasını kazanmaya çalışması, akrabalıklara güvenmemesi lazım! Allah sevgisini, rızasını kazanmak için kendisine dikkat etmesi, çekidüzen vermesi lazım!
Nuh aleyhisselam gözünün önünde bu olayı gördü, üzüldü ama ne yapsın mukadderât.
Gemi suyun üstünde yüzmeye başladı, aylarca böyle devam ettikten sonra Muharrem ayının onuncu günü, sular çekilmeye başlayınca gemi Cudi dağının üstüne oturdu. İçindeki yiyecekler de azalmıştı, en son ne varsa pirinçten, fasülyeden, nohuttan, incirden, üzümden, zerdaliden, şeftaliden, erikten… Bir yemek yaptıkları kitaplarda rivayet ediliyor. Allah için tuttukları o orucu da bu pişirdikleri yemekle açtıkları için bu gün de Nuh aleyhisselam’dan bir hatıra olmak üzere, biz müslümanlar böyle bir Âşûrâ yemeği yapıyoruz, dağıtıyoruz.
Bu, bir tatlı hatırayı canlandırmak için yapılıyor ama işin öbür tarafında ne var?
Netice itibariyle eve bir ikram, bolluk sağlanırsa, bütün sene bolluk olacak. Başkalarına iyilik yapılırsa bu ayda yapılan iyiliklerin mükâfatı çok, o da sağlanmış oluyor. Onun için hanımlara tavsiye ederiz, hatırlatırız, zaten onların hatırlarındadır. İnşaallah en güzel şekilde, evdeki fıstıklardan, kuruyemişlerden, üzümlerden güzel aşureler yaparlar; üstüne tarçınlar, karanfiller de ekleyerek, konu komşuya, tanıdıklarına, dostlarına, fukarâya, cemaate ikram ederler. Böylece bir muhabbet olur, hayır olur. Allah razı olsun, ellerine sağlık olsun, yiyenlere afiyet olsun diyoruz, onu da hatırlatıyoruz.
Nice nice böyle mübarek kutlu günlere, sıhhat ve afiyetle erişmenizi, dünya ve âhirette aziz ve bahtiyar olmanızı temenni ederiz, Allahu Teâlâ hazretlerinden dileriz aziz ve sevgili Akra dinleyicileri.
Âşûrâ gününüz ve Muharrem ayınız mübarek olsun. Allah sizi iki cihanda her türlü bildiğimiz, bilmediğimiz, aklımıza gelen, gelmeyen hayırlara erdirsin, her türlü şerlerden korusun. Cennetiyle Cemâli’yle müşerref eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh.