İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:24 Güneş06:00 Öğle13:07 İkindi16:55 Akşam20:02 Yatsı21:32
Hava - Hava durumuParçalı Bulutlu 17°C Nem %87
Türkçe
17 Şevval 1445 26 Nisan 2024 Cuma
17 Şevval 1445
İmsak
04:24
Güneş
06:00
İşrak
06:41
Öğle
13:07
İkindi
16:55
Akşam
20:02
Yatsı
21:32
Giriş Yap

Cuma Sohbeti; Peygamber Efendimiz'in Ailesine Davranışı

Özel Haber
Özel Haber
09.10.2020    |

 

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi'nin, 'Peygamber Efendimiz'in (SAS.) Ahlakı, Şefaati, Hanımlarına Davranışı' konularındaki Cuma Sohbetinin metninin bir bölümünü istifadenize sunuyoruz.

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh...

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri,

Allah cümlenizden razı olsun, cumanız mübarek olsun...

Elimin altında Hayatü’s-sahâbe isimli kitap var, neşredenlerden Allah razı olsun. Oradan bazı hadîs-i şerîfleri size okumak istiyorum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den, onun ahlâkından, davranışlarından bahsetmek istiyorum.

Enes radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hizmetinde olan kişilerden biriydi. Henüz on yaşlarında iken, erginlik çağına girmemiş çocuk iken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e hizmet ederdi. Peygamber Efendimiz Bedir’e hareket ettiğinde Enes radıyallahu anh de onunla beraber gitmişti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Medine-i Münevvere’de on yıl hizmetinde bulundu. Vefatında da 20 yaşındaydı. Kendisine hizmet etmekle şeref bulanlardan birisi...

Enes radıyallahu anh diyor ki:

“Ensardan 20 genç sürekli Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunur, onun hizmetini görürlerdi. Efendimiz herhangi bir işi yaptırmak isterse, onlardan birisini o hizmete gönderirdi.”

Abdurrahman b. Avf radıyallahu anh de aşere-i mübeşşereden... O da, sahabeden en aşağı dört-beş kişinin Resûlullah’ın yanından, kapısından ayrılmadığını naklediyor. Hatta bazen bazı kimseler kendisine rica ederlerdi.

Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri;

“Müsaade buyurun, bu gece sizin kapınızda ben bekleyeyim. Uyur kalırsam, bir ihtiyacınız olursa beni uyandırın, hizmeti ben yapayım!” demiş.

Böyle rica ederlerdi, hizmeti şeref bilirlerdi. Gerçekten de çok sevap, çok büyük bir şeref. Düşünün gençlerden 20 kişi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in çevresinde... İşte hizmet böyle olur.

Düşünün ki o zaman nüfus kalabalık değil... O beldeler şimdi bizim gittiğimiz; hacda, umrede gördüğümüz zamanki kadar kalabalık yerler değil, küçük birer köy havasında küçük yerleşim yerleri ama en aşağı 20 kişi Efendimiz’in etrafında… Yalnız bırakmıyorlar; seferde yalnız bırakmıyorlar, hazerde yalnız bırakmıyorlar.

Hazer ne demek?

Sefer olmadığı zaman, insanın evinde olduğu zaman demek… Demek ki bu da bir edeb, insanın kendisine bağlı olduğu kimseye karşı vazifesi, onu koruması, kollaması gayet güzel bir şey...

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yolculuktan dönerken de, uzaklardan karşılarlardı. Mesela Abdullah b. Cafer radıyallahu anhuma anlatıyor:

“Peygamberimiz yolculuktan döndüğü zaman Medine’ye girmeden, yakınlarının çocukları tarafından karşılanırdı.” diyor.

“Hoş geldin, uzaktaydın, sefâ getirdin!” diye karşılanırdı.

“Bir defasında herkesten önce karşılamaya ben götürülmüştüm. Beni aldı, bineğinin ön tarafına oturtturdu. Az sonra torunlarından Hasan veya Hüseyin geldi. Onu da arka tarafına aldı, üçümüz Medine’ye aynı bineğin üstünde geldik.”

Bu Abdullah b. Cafer, -yanımda kütüphanem olmadığı için araştırma imkânım yok- sanıyorum Abdullah b. Cafer-i Tayyâr’dır. Peygamber Efendimiz’in amcası oğlu Cafer’in oğludur. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yeğeni olur. Hz. Cafer’in cennetlik olduğunu, “Şehid olan Cafer’in cennette uçtuğunu görüyorum.” diye Efendimiz bildirdiği için Cafer-i Tayyâr adını almıştır... Tayyar “uçan” demek. Uçaklara tayyâre diyoruz. Peygamber Efendimiz onun cennete uçtuğunu gördüğü ve bildirdiği için Cafer-i Tayyar adını almış. Allah şefaatine erdirsin.

Peygamber Efendimiz'in ( SAS.) Torunlarıyla ve Çocuklarla Yakından İlgilenişi

Demek ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz böyle karşılanırdı, hizmette de kusur edilmemeye çalışılırdı. Bu rivayette Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in çocuklara şefkatini, sevgisini, yakınlığını da izlemek mümkün oluyor.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bir keresinde akrabalarının çocukları sokakta oynarken; Hz. Abbas’ın iki oğlu var, birisi Kusem, birisi Ubeydullah; onlar oynuyorlarmış. Herhalde Cafer-i Tayyar’ın oğlu Abdullah da varmış, üçü oynuyorlar...

Bu arada Kusem hakkında da bilgi vereyim, Semerkand’a gittiğimiz zaman, orada çok güzel bir kabristanı ziyaret etmiştik. Semerkand’ın meşhur kabristanı, tuğlalardan, çinilerden yapılmış çok güzel türbeler vardı. el-Kusem b. Abbas, Hz. Abbas’ın oğlu Kusem’in kabrini de ziyaret nasip oldu.

Kusem “kaf”la ve peltek “se” ile yazılıyor. Bazıları bunu herhalde bilmiyorlar. Mesela Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar kitabının içinde, bunun “Kasim” filan diye yanlış yazıldığını görmüştüm. Harekesiz olduğu için doğru okuyamamışlar.

Hz. Abbas’ın oğlu, Peygamber Efendimiz’in de amcası oğlu, yeğeni... Demek ki oynayanlar hep Peygamber Efendimiz’in başka başka amcasının oğulları, ama hepsi yeğenleri; Abbas’ın iki oğlu Kusem ve Ubeydullah, Cafer’in bir oğlu Abdullah... Bunlar sokakta oynarken, Peygamber Efendimiz binek üzerinde geliyor. Cafer-i Tayyâr’ın oğlu Abdullah’ı göstererek;

“Şunu bana verin!” demiş.

Bir ihtiyaç yok, sefer yok, bir şey yok ama çocukların gönlünü yapmaya gayret ediyor, dikkat ediyor, çocukları seviyor. Bizim için örnek...

Bu Abdullah anlatıyor;

“Beni ön tarafına oturttu.” diyor. Kusem’i de göstererek, ‘Şunu da kaldırın!’ demiş ve terkisine aldı.” diyor.

Terki atın arka tarafı veya devenin arkası demek. Süvarinin bindiği yerin arkasına, terkisi denir. Onu da oraya almış.

“Sonra da üç defa benim başımı okşayıp, her okşayışında da: ‘Allah’ım, Cafer’in çocuklarına sen sahip çık!’ diye dua buyurdu.” diyor.

Herhalde babaları şehid olduğu için şehit oğlu olmaları dolayısıyla başlarını okşayıp üç defa böyle dua buyurmuş. Sokakta oynuyorlar, bineğine alıyor, başlarını seviyor, dua ediyor.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şefkatine, ilgisine, sevgisine, merhametine bakın. Akrabasını kayırmasına, kollamasına, şehitlerin çocuklarına bakmasına, rikkatine nazar edin, ibret alın.

Ömer b. Hattâb radıyallahu anh bir keresinde Peygamber Efendimiz’i, iki omzunda torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’le görmüş:

“Aman, altınızdaki bineğiniz ne kadar güzel!” demiş.

Peygamber Efendimiz de;

“Bunların ikisi de ne şahane süvari!” demiş.

Torunlarını methediyor, onların da güzel olduğunu söylüyor. Bunlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den güzel, ibretli şeyler.

Câbir b. Abdillah el-Ensarî radıyallahu anh anlatıyor:

Bir keresinde Peygamber Efendimiz’le yemeğe çağrılmışlar, davet mahalline gidiyorlar. Yolda giderken, Hz. Hüseyin çocuklarla oynuyormuş; Efendimiz kalabalık içinde koşarak ilerliyor, kollarını açarak torunu Hz. Hüseyin’e doğru gidiyor. O da bir o tarafa, bir bu tarafa kaçıyor. Torun, sevildiğini bildiği için dedesi geliyor kendisini yakalayacak diye, bir o tarafa bir bu tarafa kaçıyor. O kaçtıkça Efendimiz de gülüyor. Derken Hz. Hüseyin’i yakalamış; bir elini çenesinin altından tutmuş, bir eliyle de enseninden tutmuş, boynuna sarılmış, öpmüş. Sonra buyurmuş ki;

“Hüseyin benden, ben de ondanım...”

Etrafındakilere benimsediğini ifade ediyor.

“Onu seveni Allah sevsin! Hasan ve Hüseyin, soy devam ettiren torunlardan iki torundur.” diye methetmiş.

Biz de Resûlullah Efendimiz’in sevdiği, mübarek torunları diye Hz. Hasan’ı ve Hz. Hüseyin’i seviyoruz.

Bu sözümle herkes memnun olmuştur. Ben bütün ahâlinin hoşuna gidecek bir söz söylemiş oluyorum. Türkiye’de Sünnîler var, Alevîler var... Sünnîler de memnun olmuştur, Alevî kardeşlerimiz de memnun olmuştur; “Tamam, bu hoca Hz. Hüseyin Efendimiz’i seviyor.” diye.

Elbette severiz, Peygamber Efendimiz’in torunu. Sevmez miyiz, başımızın tâcı...

Hz. Hüseyin’i öldüren Emevîler... Hz. Hüseyin’i şehit edenlerin acısını Sünnîlerden çıkartmak doğru değil ki... Sünnîler de Peygamber Efendimiz’in torunu Hz. Hüseyin’in bağrı yanık âşıklısı, onun fedâisiyiz. Bizim de o hâdiseye yüreğimiz yanıyor, ciğerimiz parçalanıyor. Bu ayrılığın gayrılığın mesnedi, esası yok. Alevî’nin Sünnî’ye düşman olmasına sebep yok.

Herkes Kur’ân-ı Kerîm’in çizgisine gelmeli, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna girmeli, sünnetine uymalı, öyle yürümeli. Ne kadar güzel rivayetler, ne kadar tatlı şeyler. Bizim kitaplarımızda böyle yazılı... Hz. Hüseyin Efendimiz’i severiz; dedemizdir, büyüğümüzdür, başımızın tâcıdır.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in böyle çocuk kovalaması, kucağını açması, gülmesi… Sahneyi gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?

Torunları bir keresinde yanına gelmişler de;

“Komşunun devesi var, bizim devemiz yok!” demişler.

“Ben sizin deveniz olayım!” demiş.

Torunlarını omuzlarına almış;

“Ama onların devesi bağırıyor...” demişler.

O da deve taklidi yaparak;

“Bak ben de bağırıyorum.” demiş.

Maksat, çocukların gönlünü almak. Her zaman söylediğim gibi, çocuklarımız istikbalin hazineleri, onları istikbale göre yetiştireceğiz. Peygamber Efendimiz bize çocuklarımıza kerîm insan muamelesi yapmamızı tavsiye ediyor.

Kerîm insan ne demek?

Kerem sâhibi, asâletli, soylu insan demek.

Çocuklarımıza asâletli, soylu insan muamelesi yapacağız ki asâletli, soylu olsunlar; bağırıp çağırıp, dövüp sövüp, itip kakıp, onun kalbini kırıp, ahlâkını bozup, ters muamele etmememiz gerekiyor.

İşte Resûlullah Efendimiz’in hayatından örnekler...

Peygamber Efendimiz’in çocuklarla olan muamelesi, kendi çocukları veya şehit çocukları veya sıradan herhangi bir kimsenin çocuğuna, küçüklere karşı davranışları, belki tahmin etmediğiniz hususlar...

Böyle yapacağını tahmin etmezdiniz. Bundan sonra, biz de inşaallah bunlara dikkat edelim!

Hanımlara karşı, evli eşlerin birbirlerine karşı davranışlarında da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in tavsiyeleri var. Onların da üzerimizde hakkı olduğunu, onlara iyi davranmamız gerektiğini bildiriyor. Bunu da zaman zaman vaazlarımda, konuşmalarımda bildiriyorum. Çünkü bizde bir Anadoluluk havası var, bir kazaklık sözü var, kılıbıklık sözü var; kılıbık olunca adama kızılıyor.

Ölçünün dışına çıkınca doğru değil; hanımın dümen suyuna girip ne söylerse yapmak doğru değil... Çünkü evin sorumlusu, kazancı getiren…

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ

er-Ricâlü kavvâmûne ale’n-nisâ’.

Çocuklardan, hanımlardan sorumlu olan, onları koruyup kollayacak olan, dinî bakımdan geçimini sağlamakla mükellef olan erkek kılıbık olmayacak... Ama kılıbık olmayacak demek, kazak olacak demek değil... Vuracak, kıracak, hiç kadını dinlemeyecek ve ilgilenmeyecek demek değil... Öyle de anlamamak lazım!

İslâm bize daima güzel ahlâk, aşırılıktan uzak, orta yolu, itidalli yolu tavsiye ediyor.

Bunun iki misalini, anlatarak sohbetimi bu iki konuyla tamamlamak istiyorum.

Peygamber Efendimiz’in (SAS.) Hanımlarına Davranışı

Peygamber Efendimiz’in çocuklara karşı sevgisi, muhabbeti, hanımlara iyi davranılmasını tavsiyesi... Daha önce konuşmamın başında, bir de Resûlullah Efendimiz’in etrafında ashabının halelenmesi, halkalanması, onu koruması, başında, hizmetinde el pençe durması, geceleyin kapısında nöbetçi beklemesi, vesaireden bahsettik. Bunlar da ayrı konu sayılabilir. Nasıl muhabbetli bir ümmetiz, elhamdülillâh...

Osman b. Maz’un radıyallahu anh vardı, Allah şefaatine erdirsin; onun hanımının ismi Havle idi. Bir gün yanına geldiği zaman, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu gördü; baktı ki kıyafeti perişan, çok eski püskü elbiseler giymiş.

“Nedir bu halin?” diye hayretle sordu.

Orası Peygamber Efendimiz’in zamanında çok zengin bir ülke değildi ama anlaşıldığına göre, ölçülü, orta bir kıyafet de vardı. Demek ki bu hanım, Resûlullah Efendimiz’in yanına çok perişan, hırpani, parça parça, dikkat çekici, eski püskü bir giyimle gelmiş. “Nedir bu halin?” diye sorunca, Havle radıyallahu anha;

“Ne yapayım, kocam geceleri namaz kılıyor, gündüzleri de oruç tutuyor. Kendisini ibadete vermiş, eve, işe güce, kazanca, çarşıya, pazara, ziraate, ticarete pek aldırdığı yok! Tabii kazanç olmayınca da, evin hali böyle perişan oluyor.” deyince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri bunları dinlemiş, Osman b. Maz’un radıyallahu anh’ı görünce, onu azarlamış;

“Osman, bizim dinimizde rahiplik, ruhbanlık yoktur, ibadete düşüp dünyayı terk etmek yoktur. Ben senin için örnek değil miyim, ben böyle mi yapıyorum? Allah’a yemin ederim ki ben Allah’tan sizin en çok korkanınızım, Allah’ı en çok bileninizim; onun emirlerine, yasaklarına, kanunlarına en fazla riayet etmekte olan benim. Ben böyle mi yapıyorum, benden böyle mi gördün? Böyle yapma!” demiş.

O zaman, Osman b. Maz’un radıyallahu anh demiş ki:

“Evet yâ Resûlallah, benim için en güzel örnek sensin. Allah beni sana kurban etsin...” diye cevap vermiş.

O azarlamadan payını almış, dersi çıkartmış, “Baş üstüne!” demiş. Bu hadiseden sonra Havle radıyallahu anha Peygamber Efendimiz’in yanına ne zaman gelse, düzgün kıyafetle gelirmiş. Hem de güzel kokular sürmüş olarak, güzel elbiseler giyinmiş olarak gelirmiş...

Demek ki ölçülü davranıp hanımları da kollamak, onları da üzmemek, mahrum bırakmamak gerekiyor.

Bu onu gösteren bir olay…

Bu konuyla ilgili olduğu için bir başka olay daha anlatalım.

Zaman zaman râvilerin isimlerini söyleyince onlar hakkında bazı bilgiler de söylüyorum.

Mısır’ı Amr b. el-As radıyallahu anh fethetmişti. Bu, daha sonra hakem olayına da ismi giren sahabi... Bir de onun oğlu Abdullah vardı. Bu Abdullah b. Amr b. el-As radıyallahu anhuma. Kabri Mısır’da, bize ziyaret nasip oldu. Allah şefaatine erdirsin, cennette buluştursun...

Dört Abdullah’dan birisi. Ashabın içinde genç olan ama dinine, ibadetine bağlı, bilgisi yüksek dört meşhur Abdullah isminde kişi vardı. Bir tane değil, iki tane değil, dört tane Abdullah...

Birisini ötekisinden nasıl tanıyacağız, nasıl fark edeceğiz?

Her birisi ayrı meziyetleri olan kimselerdi. Bu dört Abdullah’a Ebâdile-i Erbaa “Dört Abdullahlar” denilirdi. Birisi bu Amr b. el-Âs’ın oğlu, birisi Peygamberimiz’in amcası Abbas’ın oğlu Abdullah b. Abbas, bir tanesi de Abdullah b. Mes’ud, birisi de Hz. Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer b. Hattab radıyallahu anhum ecmain...

Bu Amr b. el-As Kureyş’in ileri gelenlerinden idi. İtibarlı, akıllı, uslu, ferasetli, gayretli, sohbeti dinlenen, görgülü, bilgili bir kimseydi. Mısır’ı da fethetmek ona nasip oldu. Oğlu Abdullah’ı Kureyş kabilesinden bir iyi aileden kadınla evlendirmiş. Fakat bu dört Abdullah’tan birisi olan Abdullah b. Amr b. el-Âs, mübarek namaza, oruca çok düşkünmüş. Düğün, dernek, evlilik, gerdek olmuş; namazdan oruçtan başını çekmiyor, hanımı ile pek ilişki içinde olmuyor.

Bir gün babaları Amr b. el-As evlerine gelmiş, gelinine sormuş:

“Kocanı nasıl buldun, nasılsınız?..” filan diye.

Gelin de kayın pederine şöyle bir îmâlı söz söylemiş:

“İyi bir koca, ne örtümüzü açıyor, ne yatağımıza yaklaşıyor.” demiş.

Kocasını methetmiş ama bir taraftan da huyunu şikayet yollu söylemiş. Çünkü evlilikte karşılıklı haklar, vazifeler var. Evlilik insanın nesli devam etsin diyedir. Allah hayırlı evlatlar versin diyedir. Onlar insanın semere-i fuâdıdır, evlatları gönlünün meyveleridir. Elbette evlatları olacak, soyu devam edecek, nesli genişleyecek... Bu sevaplı, kıymetli, önemli bir şey.

Peygamber Efendimiz:

“Evlenin çoluk çocuk sahibi olun, çoğalın. Ben sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim!” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz doğum kontrolüne karşı...

“İyi bir koca ama ne örtümüzü açıyor, ne yatağımıza yaklaşıyor.” diye cevap verince, Amr b. el-As radıyallahu anh sinirlenmiş, oğluna ağzına geleni söylemiş, ağır ağır sözler söylemiş. Artık ne dediğini bilemeyiz de, düşünüyoruz, tasavvur ediyoruz neler söylediyse “Ben sana gelin olarak Kureyş’ten soylu, soplu, itibarlı, kıymetli bir kadını alayım, sen de onun yanına yanaşma, namaz kıl, oruç tut...” diye epeyce bir kızdıktan sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanına gelmiş. Oğlunun bu hâlini Peygamber Efendimiz’e şikayet yollu anlatmış.

Siz olayın sonunu önceden tahmin etmeye çalışın. Acaba Resûlullah Efendimiz, oruç tutuyor, namaz kılıyor diye Abdullah b. Amr b. el-Âs’ı mı müdafaa edecek, ne olacak?

Peygamber Efendimiz bu oruç ve namaz düşkünü mübarek sahabiyi, genç damat Abdullah’ı yanına çağırmış:

“Gündüzleri hep oruç mu tutuyorsun?”

“Evet...” demiş.

“Geceleri hep namaz mı kılıyorsun?”

“Evet...”

“Ama ben bazen oruç tutuyorum, bazen tutmuyorum, her gün oruç tutmuyorum. Geceleri de hem namaz kılıyorum hem de bazen uyuyorum. Kadınlarıma da ilgi gösteriyorum. Kim benim yolumdan uzaklaşırsa benden değildir. Benim gibi yap!” diye tavsiye buyurmuş.

Sonra demiş ki:

“Kur’ân-ı Kerîm’i her ay bir defa hatmet, bir ayda Kur’ân-ı Kerîm’i oku bitir.”

Kur’ân-ı Kerîm’in bir ayda bitmesi demek, günde bir cüz okunması demektir. Bakın, kendinizi bu söz karşısında tartın! Günde bir cüz okuyabiliyor musunuz, yoksa yılda bir hatim indirebiliyor musunuz, yoksa on yılda daha hatim indiremediniz mi? Kendinizi sorguya çekin!

Demiş ki;

“Yâ Resûlullah, ben kendimi bundan daha fazlasını yapabilecek kuvvette hissediyorum.”

Peygamber Efendimiz;

“Öyleyse on günde hatmet!” demiş.

Önce, “Ayda bir hatmet.” diye kolaylığı gösteriyor. On günde hatim edince, günde üç cüz okuyacak, altmış sayfa okuyacak.

“Ben bundan daha fazlasını da yapabilirim...” deyince:

“O halde üç günde hatmet.”

Günde on cüz okuyacak, üç günde bir hatim indirecek. Sonra demiş ki;

“Her aydan üç gün oruç tut.”

Kardeşlerimiz benden tasavvufî vazife, alırken, Efendimiz’in tavsiyelerini, tavsiye ettiği zikirleri, namazları, oruçları söylüyorum…

“Ramazan’ın dışında da, sünnet olan oruçları tutun!” diyorum.

Peygamber Efendimiz nasıl yapardı?

“Her ayın başında, ortasında, sonunda oruç tutarsanız; üç gün oruç, on misli fazlasıyla bir ay oruç tutmuş gibi sevap olur.” diye tavsiye ederdi.

Veyahut her ayın on üç, on dört, on beşi vardır, mehtaplı gecelerin gündüzleri, eyyâm-ı biyz denir. Peygamber Efendimiz o günlerde oruç tutarlardı. Eyyam-ı biyz orucunu kendisi hiç bırakmamış. O da üç gün eder, on misli sevap fazlasıyla gene otuz gün eder. Hafta içinde pazartesi, perşembe oruçlarını tutarlardı.

Ama demiş ki;

“Her ayda üç gün oruç tut!”

Amr b. el-Âs’ın oğlu Abdullah, genç, dinç, ibadete kuvveti var, şevki var…

“Ben bundan fazlasını yapabilirim.” demiş.

Böyle dedikçe;

“O zaman daha fazlasını tut, şu kadar tut, bu kadar tut...” demiş.

“Daha fazlasını yapabilirim.” deyince en son noktaya gelmiş, demiş ki;

“Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün oruç tutma, ye!”

Yenilmeyen güne o gün iftar etti deniliyor. Biz iftar deyince, orucun arkasından akşamleyin yenilen yemeği anlarız, Araplar bu mânaya da kullanırlar. Bir gün iftar etmek demek, o gün oruç tutmamak demek.

“Bir gün ye, bir gün tut! Bu oruçların en üstünüdür, kardeşim Davud Peygamber’in orucudur.”

Savm-ı Dâvûdî derler, Davud aleyhisselam bir gün yermiş, bir gün tutarmış.

“Mâdem o kadar kuvvetlisin, bari öyle yap, onun gibi yap! Ama her ibadetin bir rağbetli olduğu zaman vardır, bir de her isteğin gevşekliği vardır. Her rağbetin bir fetreti vardır, bir zaman gelir yapmayacak duruma gelirsin. Bu, sünnete uygun olması daha iyidir, aksi takdirde bid’at olur. Sünnete aykırı tarzda yapmamak lazımdır.” diye tavsiyede bulunmuş.

Sünnete uymayı tavsiye etmiş.

Sünnet nedir?

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yolu...

Peygamber Efendimiz’le konuştuğu zaman genç, yeni evlenmiş Abdullah böyle konuşmuş ama yaşlandığı zaman bu oruçları tutamamaya, Kur’ân-ı Kerîm’i bu kadar çabuk okuyamamaya başlamış;

“Keşke Resûlullah’ın verdiği müsaadeyi, ruhsatı kabul etseydim de, keşke fazla arttır demeseydim de, şimdiki yapamaz duruma düşmeseydim!” diye pişmanlık duyduğunu ifade etmiş.

Demek ki ibadetlerde aşırılık uygun değil; ölçülülük ve devamlılık uygun... Çok yapıp da, sonra bıkıp bırakmak vebal; ölçülü yapıp da devam etmek güzel... O tarzda ibadetlere devam etmek lazım.

Bu konuştuklarımdan sonra, tahmin ediyorum dinleyen kardeşlerimin zihninde bir izlenim meydana gelecek, şöyle diyecek olduklarını sezinler gibi oluyorum, hissediyorum;

“Dinimiz ne kadar güzelmiş! Dinimiz benim tahmin ettiğim gibi değilmiş. Ben İslâm’ın böyle olduğunu bilmiyordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in böyle olduğunu bilmiyordum.” diyecekler.

Aziz ve sevgili kardeşlerim.

Kütüphanelerimizde çok güzel kitaplar var, gayet güzel ciltlenmiş, dizi dizi dizilmişler. O kitaplar bize bakıyorlar ama biz o kitaplara bakmıyoruz. Onlar bize bakıyor, biz o kitapları açmıyor, okumuyoruz. Ne kadar güzel basılmış, ne zahmetler çekilmiş. Allah’ın emirleri ne güzel anlatılmış, Peygamber Efendimiz’in hayatı ne güzel belirtilmiş, ne kadar geniş incelenmiş. Ama bizim dinimizden haberimiz yok. Hazineye sahibiz, hazinenin farkında değiliz.

Hindistanlı bir fakir varmış, tarlası taşlıymış. Ekin ektiği zaman mahsulü kıt verirmiş, az verirmiş. Fakr u zarûret çekmiş, para kazanayım, geçimimi sağlayayım diye terk-i diyâr eylemiş, başka yerlere göçmüş ama sonradan anlaşılmış ki o taşlı tarlasında elmas varmış. Orası sonradan elmas madeni olmuş. Dünyanın en büyük elmasları, en kıymetli elmasları da oradan çıkmış diye Deyl Karneci’nin bir kitabında okumuştum.

Tarlasında elmaslar olup da, fakirlik içinde ölen kimselerden olmamak lazım! İslâm bir hazine, İslâm bir şifa kaynağı, İslâm bir feyiz kaynağı, İslâm bizim en kıymetli varlığımız. Ama müslümanlar İslâm’dan, imandan, ihlâstan, irfandan, ilimden, edepten, ahlâktan, İslâm’ın öğrettiği güzelliklerden habersiz. 

Ben bu vaazı Wuppertal’dan, Almanya’dan yapıyorum.

Görüyoruz ki bizim bunlardan bir eksikliğimiz yok; bizim bunlara üstünlüklerimiz var, iman üstünlüğümüz var, ahlâk üstünlüğümüz var... Medeniyetimiz dünyanın en güzel medeniyeti, irfanımız en derin irfan, her şeyimiz güzel... Nihayet bizim halkımız fark eder gibi ama bir kısmı hâlâ fark edememiş durumda. Kendisinin nimetlerinden, hazinelerinden habersiz; dışarının süflî hayatını hayat sanıyor, gafillikle, cahillikle ömrünü geçiriyor. Allah cümlesini uyandırsın...

Onlar da yalan yanlış yolda giderlerse sonunda pişman, perişan olurlar, çoluk çocuğunun hayrını görmezler, zararını görürler. O kötü yaşantılarının, içkilerinin, kumarlarının, dinden imandan uzak yaşayışlarının dünyada da, âhirette de cezasını elbette çekerler. Onların da öyle olmasını istemiyoruz.

Allah cümleyi nevm-i gafletten ikâz eylesin, gaflet uykusundan uyandırsın... Cümleye hakkı hak olarak görmeyi ve uymayı nasip etsin... Batılı batıl olarak görüp ondan korunmayı nasip etsin... Allahu Teâlâ hazretleri sevdiklerinizle, çoluk çocuğunuzla, dostlarınızla beraber iki cihan saadetine erdirsin... Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin.

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh...

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh. A.) -Cuma Sohbetleri / 15.08.1997

Sohbeti buradan dinleyebilirsiniz.

 

­

 

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Kur’an-ı Kerim Meali - 2 - Dipnotsuz
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Kur’an-ı Kerim Meali - 2 - Dipnotsuz
Kur’an-ı Kerim Meali - 2 - Dipnotsuz Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close