İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:28 Güneş06:03 Öğle13:07 İkindi16:55 Akşam20:00 Yatsı21:29
Hava - Hava durumuAçık 20°C Nem %54
Türkçe
15 Şevval 1445 24 Nisan 2024 Çarşamba
15 Şevval 1445
İmsak
04:28
Güneş
06:03
İşrak
06:43
Öğle
13:07
İkindi
16:55
Akşam
20:00
Yatsı
21:29
Giriş Yap

Cuma Sohbeti; Peygamber Efendimiz'in Soyu ve Asaleti

Özel Haber
Özel Haber
23.10.2020    |

 

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi'nin, 'Peygamber Efendimiz'in (SAS.) Mübarek Soyu, Asaleti, Son Peygamber Oluşu onularındaki Cuma Sohbetinin metninin bir bölümünü istifadenize sunuyoruz.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi cümlenizin üzerinize olsun.

Bu cuma sohbetimi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in mevlidi münasebetiyleyine Peygamberimiz'le ilgili hadis-i şerifleri sohbetimin konusu olarak seçtim.

Bu hadis-i şeriflerde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, kendisine sorulduğu zaman, "Ya Rasûlallah senin hakkında bilgilenmek istiyoruz. Zât-ı şerifiniz hakkında bilgi verirmisiniz?" diye sordukları zaman, bu sözleri ifade eylemiş. Onları okuyacağım; böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in kendi mübarek hadis-i şerifleriyle, kendisini öğrenmiş olcağız.

Hadis-i şeriflerin birincisi, Câbir r.a.'dan. Ondan başlıyorum:

Deylemî'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Ben haseb bakımından insanların en şereflisiyim!" Haseb, insanın saygınlığı, sayılması, hürmet görmesi mânâsına.

Biliyorsunuz, insanlar İslam'da, İslam'ın ahkâmının karşısında, tarağın dişleri gibi eşittirler. Ama farkları takvâlarına göredir. En kıymetlisi en müttakîsidir. Allah'ın emirlerini en çok tutan, en kıymetli insandır. Köle de olsa, fakir de olsa, çoban da olsa, ümmî de olsa, Allah'ın sevgili kulu olan, sevdiği işleri yapan en kıymetli olur.

Onun için, "Saygınlık bakımından, ben insanların en şereflisiyim!" diyor Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem. Durumun ifadesi bu. Yani durumun ifadesi olduğu için, arkasından da ve lâ fahra buyuruyor. Yâni, "Siz benim kimliğimi, benim vasıflarımı sordunuz. Cenâb-ı Hak böyle takdir buyurmuş, ezelden beni seçmiş, böyle yaratmış, böyle görevlendirmiş. Onun için, insanların saygınlık bakımından en saygını, en şereflisi benim; öğünmek yok!" diyor.

Yâni, "Ben bununla övünmüyorum." diyor. Ancak şükredebilir insan böyle bir durumda. Yoksa ben böyleyim diye, başkalarına bunu baskı unsuru, ezâ, cefâ unsuru yapmaz tabii. Efendimiz onu özellikle belirtiyor.

"İnsanların kıymet bakımından da en asiliyim, en kıymetlisiyim; yine öğünmek yok!" Çünkü Allah-u Teàlâ Hazretleri onu peygamber yapmış. Allah'ın seçip peygamber yaptığı, görevlendirdiği bir insan. Hem de habîbullah, yâni Allah'ın sevdiği bir insan; halîlullah... O bakımından kadir itibariyle en kadirlisi, en kıymetlisi, soylusu diyor.

Bu sözlerin arkasından şöyle buyuruyor:

"Ey insanlar! Biz bize gelene gideriz." Peygamber Efendimiz ziyareti severdi. Ziyarete teşvik ederdi. Kardeşliği teşvik ederdi. İyiliğe iyilikle mukabele etmeyi, hediyeye hediyeyle mukabele etmeyi daima tavsiye ederdi. İnsanlar arasındaki münasebetlerin daima güzel olmasını dâimâ öğütlerdi. Kendisine gelene, o da giderdi.

Hatta, davet eden kimse çok fakir de olsa, çok kıymetsiz bir şey bile sunsa... Hani bir deve parçasını koymuş kaba, kaynatmış; onu bile sunsa ki, o zaman o çok kıymetli bir yemek sayılmıyor. Ona bile giderdi.

"Bize gelene biz de gideriz. Kim bize ikramda bulunursa, iyi muamele yaparsa; biz de ona iyi muamele yaparız. Soylu insan muamelesi yaparız. O zaman hatırını kollarız. Kim bizimle yazılı anlaşma yaparsa, biz de onunla o anlaşmaya uygun olarak imza atar, o anlaşmaya riayet ederiz... Kim bizim cenazemize, vefat eden kimsemize son görevleri yaparsa, cenazeyi teşyî ederse; biz onun cenâzesini teşyî ederiz."

Cenazeyi teşyî etmek; namazını kıldıktan sonra kabre götürüp, son vazifeleri yapıp, defnetmek demek. "Kim bizim vefat etmiş olanlarımıza bu son görevleri yaparsa, biz de onların vefat edenlerine bu muameleyi yaparız."

Bunlar aynı zamanda bize de bir nasihat oluyor. Yani insanlara beşeri münasebetlerde, onların yaptıkları gibi siz de karşılık verin mânâsına.

"Kim bizim hakkımızı çiğnemezse, yerine getirirse; biz de onun hakkını çiğnemeyiz, biz de onun hakkını yerine getiririz, hakkını veririz."

"Ey insanlar! İnsanlarla, onların saygınlıkları ölçüsüne göre, mecliste oturun!" Yani saygın insanın karşısında, öyle davranılacak. Yaşlı, başlı, saygın, itibarlı kimseye karşı davranış, büyüğe olan davranış, samimi arkadaşa, kendisinden küçüğe karşı olan davranışa benzemez. "İnsanların saygınlığına göre, haseblerine göre onlarla oturmanıza, kalkmanıza, meclisteki davranışlarınıza dikkat edin!"

"Ve insanların dindarlıklarındaki kuvvete göre, onlarla samimiyetinizi ilerletin, onlarla kaynaşın!"

Demek ki, dindar insanlar kaynaşmayı daha çok yapacak. Çünkü hem kendisi dindarlığını onun yanında daha kolay yürütür; hem de ondan birçok şeyler öğrenir, birbirlerini etkilerler. Böylece Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun kulluğu yapmak daha kolay olur.

"Ve insanları mürüvvetlerinin, mertliklerinin miktarına göre konuklayın!"

Mürüvvât, mürüvvetin çoğulu oluyor. Mürüvvet aslında imru'ün kelimesinin masdarı oluyor. Yani erlik demek, mertlik demek. Adam gibi, olgun yetişmiş bir insanın davranışları gibi davranan, onu gösteren kimseye mürüvvetli derler. Onları göstermeyen kimseye de, mürüvvetsiz derler. Yani ergin davranmıyor, tam bir adam değil. Hani o adam adam değil deriz ya, bazen böyle döneklik yapanlara.

Mürüvvet erlik mânâsına geliyor, ama bu da muamelede güvenilirlik, sözünde durma mânâsına.

"İnsanlara aklınızı kullanarak, aklınızı kullana kullana muamele yapın; onları öyle dirayetle idare edin!" Yani aklınızla onları idare edin! Veya bunun aksi, akılla idare etmenin aksi ne olur? Nefsinizle, yâni nefsani duygularla yaparsanız; o zaman şöyle dedi, kızarsınız, böyle söyledi kızarsınız; oturdu kızarsınız, kalktı kızarsınız... "Öyle yapmayın da, aklınıza göre davranın!" diyor Efendimiz.

Demek ki, kendisini kısa bir tanıtma ile tanıtmış, ama arkasından etrafındaki müslümanlara, insanlarla beşeri ilişkilerini güzel yapmaları konusunda mütekabiliyet esasına göre, iyi davranana iyi davranmayı tavsiye eylemiş.

Ondan sonra da, dindar insan seçmeyi, onlarla daha iyi arkadaşlık yapmayı ve saygınlığına göre insanlara muameleyi dikkatlice yapmayı tavsiye eylemiş.

"Ve hissiyâtınıza mağlub olarak insanlarla münâsebetlerinizi kızgınlıklarla, düşmanlıklarla götürmeyin de aklınızla götürün, mantıklı davranın!" diye tavsiye buyurmuş.

Diğer hadis-i şerif. Orada da Peygamber Efendimiz kendisi hakkında bilgi veriyor. O bilgilerden de bize çok faydalı işaretler çıkacak. Buyuruyor ki:

Ene muhammedün "Ben Muhammedim." Dedesi Abdül-Muttalib, doğduğu zaman bu torununa Muhammed ismini vermiş. Muhammed; çok medhedilmiş, çok övülmüş kişi demek. Araplar arasında yaygın bir isim değil. Şaşırmışlar:

"--Niye bu ismi verdin?" demişler.

Demiş ki:

"--Yerde de, gökte de övülen bir insan olsun diye düşündüm."

Tabii, öyle mübarek insanların isminin konulması da, hep Cenab-ı Hakk'ın işaretiyle olur. Muhammed bir ismi.

Ve ahmedün "Ben Ahmedim." Ahmed de aynı mânâya gelir... 

Eski kitaplarda, Allah'ın eski peygamberlere vahiyle indirmiş olduğu eski kitaplarda, Peygamber Efendimiz'den Ahmed diye de bahsedilir. Mesela İncil'de Paraklitus diye geçer. İncil'in kendisi yok ortada, tercümeleri var. Tercümelerinde Paraklitus diye bir kelime var; o da aynı mânâya, yâni çok övülen mânâsına geliyor. Ama İncil'in tam aslı bulunsa, orada Ahmed olduğu anlaşılacak.

Çünkü Sâf Sûresi'nde Cenab-ı Hak Teàlâ buyuruyor ki:

"Ben benden sonra gelecek, ismi Ahmed olacak olan bir peygamberi müjdeleyiciyim. Mûsâ AS'dan, peygamberlerden gelen eski ahkâm-ı ilâhiyyeyi de tasdik ediciyim. Onların arasındayım. Eskiyi tasdik edici ve gelecek olan bir peygamberi, âhir zaman peygamberi, Ahmed isimli peygamberi müjdeleyiciyim." diyor.

Zaten İncil'in müjde manasına geldiğini biliyoruz. Abdül-ehad isimli bir zât var; papazlıktan İslâm'a girmiş, çok yüksek tahsilli. İsmi Abdül-mesih iken, ismini değiştirmiş Abdul-ehad adını almış. Çok doktoralar yapmış, profesör olmuş, ilimde, irfanda ilerlemiş, çok lisan bilen bir kimse. İncil üzerine, Kur'an üzerine kitap yazmış. O diyor ki:

"--İncil müjde demektir. Çünkü Hazret-i İsâ AS vaazlarında, 'Benden sonra bir peygamber gelecek, aman o geldiği zaman ona tabi olun!' diye müjdeliyordu. Onun için müjde mânâsına gelir." diye açıklıyor.

Bir papazın açıklaması böyle.

Demek ki, Ahmed ismi de var, Muhammed ismi de var. Kur'an-ı Kerim'de de hem Muhammed diye geçiyor... Meselâ, Fetih Sûresi'nde, Muhammedün rasûlüllàh diye geçiyor. Başka bir ayet-i kerimede;

Ve mâ muhammedün illâ rasûl diye geçiyor. Saf Sûresi'nde Ahmed diye geçiyor.

Peygamber Efendimiz'in çeşitli sıfatları vardır, onları da göreceğiz. Yani sıfatlar isimler grubuna dahildir.

"Ben Muhammed'im ve Ahmed'im!" diyor Peygamber Efendimiz. Ene rasûlür-rahmeti "Ben rahmet peygamberiyim!" Allah'ın rahmetini insanlara bildiren, Allah'ın insanlara rahmet olarak gönderdiği peygamberim mânâsına gelir. Allah'ın bize rahmetini müjdeliyor tabii: "Bakın, mü'min olursanız cennete gideceksiniz, rahmet-i Rahmâna ereceksiniz!" diye... Ama asıl;

Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil-àlemîn diye, kendisinin alemlere rahmet olarak gönderilmesi dolayısıyla rahmet peygamberi Peygamber Efendimiz.

Ne demek alemlere rahmet olarak gönderilmek, onu da tekrar açıklayalım: Rahmet, acımak demek, yâni merhamet etmek mânâsına geliyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz'i, alemlere rahmet olarak göndermiş. Ne demek? İnsanların gerçekleri görüp de, şaşkınlık yapmayıp da Allah'ın lütfuna ermesi, cennete girmesini sağlamak için, Allah bir ikazcı olarak, bir müjdeci olarak göndermiş ki, bu güzel bir şey tabi. Önceden haber veriyor Cenab-ı Hak: "Bak böyle yapın, cenneti kazanırsınız! Şöyle şöyle yapmayın, onlar fenadır. Öyle yaparsanız, zarara uğrarsınız. Şöyle yaparsanız, cehenneme girersiniz." diye bildiriyor.

Bunları önceden bildirmesi rahmet.  Bildirmeyip de, insanları sessiz sedasız imtihan edip de, dünyaya gönderip de, sonunda hatalıları cehenneme atmak yerine; Allah-u Teàlâ Hazretleri rahmetinden, insanlara merhametinden, peygamberler gönderiyor ki, "İkaz olsunlar, mütennebih olsunlar, kendilerini düzeltsinler de, Allah'ın lütfuna ersinler!" diye.

Peygamber Efendimiz de ancak rahmet olarak indirilmiştir, merhamet olarak indirilmiştir. Yâni insanların iyiliği için indirilmiştir, insanlar kurtulsun diye indirilmiştir. O bakımdan rasûlür-rahme'dir. Peygamber Efendimiz rahmet peygamberidir. Rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir. Doğrudan doğruya kendisinin varlığı, peygamberliği rahmettir.

Ene rasûlül-melhameti "Ben Savaş peygamberiyim!" 

Peygamber Efendimiz aynı zamanda buyuruyor ki: "Ben rahmet peygamberiyim. İnsanların dünya ahiret saadetini sağlamak için müjdeci ve ikazcı olarak gönderildim, bu bakımdan rahmetim.

Mukaffî; bir şeyi kapatıcı, bitirici. Neyi bitiriyor? Peygamberler dünyanın hayatı, asırlar boyunca gelmişler, insanlara olayları anlatmışlar, gerçekleri bildirmişler, Allah'ın güzel kulu olmalarını sağlamak için öğütlerini vermişler. Bunların sonuncusu, bu işi kapayan kim?.. Peygamber Efendimiz. Yani ne demek?.. Ahir zaman peygamberi demek, son peygamber demek.

Peygamber Efendimiz gelmeden evvel, onun ahir zaman peygamberi olduğunu, Allah öteki peygamberlere de bildirmiş. Yani nebiyy-i ahiriz- zaman, ahir zaman peygamberi diye onun evsafını verirken, ondan sonra peygamber gelmeyeceğini bildirmiş.

Vel-hàşir "Ben aynı zamanda kıyamette insanları toplayıcıyım." 

Peygamber Efendimiz insanları kıyamette toparlayacak. Kimleri toparlayacak?.. Bütün mü'min insanlar Peygamber Efendimiz'in etrafında toplanacak. Hazret-i Adem'den İsâ a.s'a kadar bütün peygamberler, sıddîklar, şehidler, salihler onun yanında yer alacaklar; Livâül-Hamd'i altında bulunacaklar.

Müslümanlar asıl görevleri olan; İslâm'ı yaymak, öğretmek, insanları İslâm'a çağırmak, davet etmek ve Allah'ın emrini, dininin güzelliklerini insanlara anlatmak vazifesini yapmaktan geri dururlarsa, o zaman düşmanlar gàlip gelir, mafiyalar gàlip gelir, çeteler gàlip gelir.

Müslümanlar gittikleri yerde ne yapmışlar? Gittikleri yerde ahaliye iyi bakmışlar. Meselâ, Balkanları fethetmişler, Viyana'ya kadar dayanmışlar, Sırplar Sırp olarak kalmış, Yunanlılar Yunanlı olarak kalmış, Bulgarlar Bulgar olarak kalmış, kiliseleri, papazları devam etmiş. Yedi asır Osmanlı idaresinde, Osmanlı onları en medeni şekilde yönetmiş. Gayet güzel.

Askere alınmamış, müslümanlar askere çağırılmış, ölmüş. Ankara'nın en güzel yerlerinde Rumların, Ermenilerin köşleri var; Keçiören'de. Kayseri'nin en güzel yerlerinde, Talas'da ve sâirede köşkleri var kesme taştan... Konya'da, başka şehirlerde huzur içerisinde, asırlarca yaşamışlar.

Birisi söylemişti: Anadolu'dan İstanbul'a çalışmaya geldikleri gibi Anadolu erkeklerinin, bu Amerika bulunduktan sonra, uyanık olan Ermeniler Doğu Anadolu'dan kalkar, Amerika'ya giderlermiş. İşte 1800'lü yıllarda, Osmanlıların son devirlerinde. Orada çalışırlarmış, para kazanırlarmış, gelirlermiş. Avrupa'ya giden işçilerin para kazanıp geldikleri gibi.

Doğu Anadolu'da, Erzincan'da bir Ermeni'ye demiş ki birisi:n"Yâ, hanımını da götürsene gittiğin yere, Amerika'ya!"

Demiş: "Hanımım burada emniyette, namuslu, kimse ona yan bakmıyor, bir zarar vermiyor, huzur içinde. Ben de çalışıyorum, para kazanıyorum geliyorum." demiş.

Bunu oralardaki bir kimseden duymuştum askerlik yaptığım sırada. Ben de hayret etmiştim. Yani emniyette olduğu için, hanımını bırakıyor, kendisi çalışıp dönüyor.

Huzur içinde yaşatmış. Onlardan vezir seçmiş, hükümete almış, milletvekili seçmiş. Amma dış kışkırtmalardan, tahriklerden sonra da, onlar büyük katliamlar yaptılar. Ahaliye, kendilerine asırlarca komşu muamelesi yapan, hiç bir zarar vermeyen bu asil millete ne kötü günler yaşattılar.

Düşmanla işbirliği yaptılar. Ruslar Erzurum'a geldiği zaman, onlara öncülük, kılavuzluk ettiler. Fransızlar güneye geldiği zaman, öncülük ettiler. İtalyanlar geldiği zaman, Yunanlılar geldiği zaman, her taraftan saldırıya uğradığımız o kara günlerimizde, eski iyilikleri unuttular, çok kötü şeyler yaptılar. Maraş'da vs. silahlandılar, saldırdılar. Ondan sonra da tabii, ahali de kendisini savundu.

Yâni, iyilere görev düştüğünü anlatmak için bunları söylüyorum. "Bu savaş da ne oluyor?" diyenlere, ben de aynı şeyi söylüyorum: "İslâm savaşmıyor, savaş da ne oluyor? Niye İslam'la savaşıyorsunuz? Herkes fikrini söylesin, bakalım kim haklı? 

***

Diğer hadis-i şerife geçiyorum. Aynı minval üzere, Efendimiz'in kendisinden bahsettiği hadislerden.  Ümm-ü Kerz r.a.'dan rivayet olunmuş. Burada da kendi vasıflarını, kendi mübarek lisânıyla söylediğini görüyoruz. Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:

Ene seyyidül-mürselîn "Ben mürsellerin, yâni peygamberlerin, görevli olarak insanlara gönderilmiş mübarek enbiyâullahın, Allah elçilerinin seyyidiyim!"

Peygamber Efendimiz, mertebe bakımından peygamberlerin en üstünüdür. Allah-u Teàlâ Hazretleri ona ahirette Makàm-ı Mahmud'u vermiştir. Kendisinin de bir adı Mahmud'dur; hem de kendisi, sàhib-i Makàm-ı Mahmud'dur. Makàm-ı Mahmud cennetteki en yüksek derecedir. Bir kişi içindir o; o da Peygamber Efendimiz'dir. Makàm-ı Mahmud'un sahibi ve peygamberlerin serveridir. En yüksek mertebelisidir.

Bütün peygamberler hâl-i hayatlarında, onun ümmeti olmayı temenni etmişlerdir. Adem, Musâ ve İsâ peygamberler, hepsi onun şanını, şerefini, üstünlüğünü, efdaliyyetini ümmetlerine bildirmişlerdir.

"Peygamber olarak gönderildikleri zaman, ben peygamberlerin en saygınıyım, seyyidiyim, efendisiyim, en soylusu, asâletlisiyim!" buyuruyor.

"Ve havz-ı kevserin başına vardıkları zaman, mahşer yerine vardıkları zaman, havz-ı kevserin başına gidildiği zaman, ben en önde gideniyim,"

Verede, vârid olmak, vürûd etmek, yâni gelmek mânâsına, umumiyetli bir suya gitmek mânâsına kullanılır Arapça'da. Evet, Peygamber Efendimiz bu önceliğe sahip, ilk önce o gidecek.

Ve mübeşşiruhüm izâ üblisû Eblese-iblâs- üblisu; me'yus olmak, ümit kesmek, ümitsizliğe düşmek demek. İnsanlar mahşerde Allah'ın kahrını, gazabını heyecanla gördükleri zaman, tir tir titrerken, ümitleri kalmadığı sırada, ben onlara müjde vericiyim. Cenâb-ı Hakk'a tazarru ve niyaz edecek, şefaat edecek. "Haydi üzülmeyin ey insanlar!" diye onların ümitsizlikerini, korkularını izale edecek.

Ve imâmühüm izâ secedû "Secde ettikleri zaman, namaz kıldıkları zaman, ben onların imamıyım!" Peygamber Efendimiz Mi'racda da bütün peygamberlere imamlık etmişti. Mahşerde de en önde, onların imamı olacak. Çünkü onların seyyidi, en önde geleni, rütbesi en yüksek olanı.

"Toplaştıkları zaman, ben oturma yeri bakımından Allah'a en yakın, en şerefli yerde oturanıyım!" Mahşer yerinde toplandıkları zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri, Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde Allah'ın salih kulları gölgelenirken, kendisine en yakın, en şerefli yere onu oturtacak.

Ben konuşacağım mahşer günü, söz isteyip konuşacağım. Allah-u Teàlâ Hazretleri benim sözümü, söylediğim sözleri: "Doğru söylüyorsun Ey mübarek Rasûlüm, doğrusun, tamam Rasûlüm!" diye beni tasdik edecek. Kim? Allah.

"Ve ben şefaat edeceğim. 'Yâ Rabbi. ümmetime rahmeyle! Günah işlemiş olsalar bile, suçlularını affeyle!' diye şefaat isteyeceğim. Allah-u Teàlâ benim şefaatimi makbul, geçerli şefaat sayacak. Şefaat iş görecek. Yâni şefaate muhtaç olanlar şefaate erecekler, kurtulacaklar. Ve esel'ü feyu'tînî "Ve istiyeceğim Cenab-ı Mevlâ'dan; o da bana orada istediklerimi bahşedecek."

Orada herkes tir tir titrerken, konuşmaya cesareti yokken, Cenab-ı Hak Peygamber Efendimiz'e bu üstünlükleri vermiş. Şefaat edince, şefaati makbul; konuştuğu zaman, sözü dinleniyor; istediği zaman, istediği veriliyor. Mecliste, Allah'ın huzurunda, Allah'a en yakın meclis; secde ettikleri zaman toplanınca, peygamberlerin imamı; ümitsizliğe düştükleri zaman, onlara müjde veren, mahşer yerine geldikleri zaman en önde gelen, peygamberlerin serveri Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem.

Sonuncu hadis-i şerif ile sohbetimi tamamlamak istiyorum. Bu hadis-i şerif de Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Mâce ve İmam Tirmizî tarafından rivayet olunmuş, hasen hadis-i şerif. 

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki:

"Ben kıyamet gününde Adem aleyhisselamın evlâtlarının, insan cinsinin seyyidiyim, en şereflisiyim, en efendisiyim, en önde geleniyim; ve lâ fahra iftihar yok!" Durum bu merkezde; ben Allah'ın bana bahşettiği bu dereceyi, sordunuz diye ifade ediyorum demek.

"Hamd sancağı, Livâül-Hamd benim elimde benim elimde -veya iki elimde- olacak; öğünmek yok."

Bu Livâül-Hamd'i, Peygamber Efendimiz'in eline verilecek Hamd Sancağı'nı anlamak için, Hacca gidenler Arafat'ı, Müzdelife'yi, Mina'yı hatırlasınlar. Topluluk halinde gelmiş olan hacılar, birbirlerini kalabalıkta görsünler, tanısınlar diye, başlarında bulunan kimse, uzun bir sopaya bir bayrak takıyor, bir renkli bez takıyor. Herkes bakıyor, "Hah, tamam, bizim kafile şurada!" diye onun peşinden gidiyorlar. Kafile belli oluyor.

İşte bunun gibi, mahşer gününün kalabalığı içinde, Allah-u Teàlâ Hazretleri Hamd Sancağı'nı Peygamber Efendimiz'in eline verecek. O bayrakla Peygamber Efendimiz'in yerini, yanını herkes bilecek; peygamberler, sıddîklar, şehidler, sâlihler, mü'minler onun etrafında toplanacaklar. Hamd Sancağı'nın Efendimiz'in elinde olması çok büyük bir şeref!..

Çünkü bayrak, sancak şereftir, büyüklerin yanında olur ve çok önemli bir işarettir, çok derin anlamı vardır. Ahirette de Peygamber Efendimiz'in Livâül-Hamd'i, Hamd Sancağı olacak.

"Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, o kıyamet gününde, âdemü femen sivâhü "Adem ve ötekiler." Halbuki Hazret-i Adem, insanların hepsinin dedesi, Peygamber Efendimiz'in de dedesi. Yaşça büyük ama, hiçbir peygamber yok ki, İllâ tahte livâî "O gün hepsi benim Livâül-Hamd'imin, benim dalgalandırdığım şanlı Hamd Sancağı'nın altında olacaklar." Adem aleyhisselam da gelecek, Adem aleyhisselamdan sonraki bütün yüzyirmidört bin peygamber -sayısını Allah bilir- onlar hepsi benim sancağımın altında toplanacaklar." Allah bizi de orda toplananlardan eylesin. Bu arada hemen duamızı yapalım.

"Yeryüzü yarılıp da, içindekileri çıkardığı zaman, ilk çıkan ben olacağım." Bundan maksad, insanlar kabre gömülüyor. Sonra kıyamet kopunca, sûra üfürülünce, onlar kabirlerinden kalkacaklar. Toprak açılacak, kabirden öyle kalkacaklar. Ama kabrinden ilk kalkan Peygamber Efendimiz kalkacak. Çünkü server o, önder o, en önde gidecek o. Onun için ilkönce toprak onun üstünden açılacak. Kabr-i şerifinden Efendimiz kalkacak, öne geçecek. İlkönce o haşrolunacak, o ba'solacak.

 "Ve ilk şefaat edecek olan ben olacağım." "Yâ Rabbi, kullarını afv ü mağfiret eyle! Mü'minleri bağışla, günahlarını mağfiret eyle..." diye Peygamber Efendimiz'in şefaat ettiği muhtelif yerler olacak. Kıyamet gününde muhtelif yerlerde, muhtelif zamanlarda şefaat edecek.

 "Ve şefaati ilk kabul olan kimse de ben olacağım. Bir övünç bahis konusu değil." diye buyuruyor.

Tabii, Efendimiz'in kendisi hakkında bilgi verdiği daha başka pek çok hadis-i şerifler var. Biliyoruz ki, cennetin kapısına ilk gelecek olan da Peygamber Efendimiz olacak. Cennetin yüksek surları olacak. Peygamber Efendimiz oraya gelip kapıyı çaldığı zaman, cennetin bekçisi olan Rıdvan isimli melek soracak: Men ente?

"Kimsin sen?

Peygamber Efendimiz de kendisini tanıtacak: Ene muhammedün

"Ben Muhammedim! Allah'ın habîbi, ahir zaman peygamberi Muhammedim." diyecek.

O zaman cennetin bekçisi meleğin cevabı şu olacak: 

"Yâ Rasûlallah! Senden evvel bu kapıyı başka birisine açmamakla emrolunmuştum. Buyur, gir yâ Rasûlallah!" diyecek.

Yâni Cenâb-ı Hak, "Sakın ha ey Rıdvân, Rasûlüllah'tan evvel kimseye açma! İlk önce o girecek burdan..." diye meleğine bildirdiği için, melek de onu beyan ediyor.

Böylece cennete ilkönce Peygamber Efendimiz girecek. Her şeyin en üstünü, en önde geleni, ilki oluyor Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri.

Bizim ne yapmamız lâzım? Bizim Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i iyi tanımamız lâzım, iyi anlamamız lâzım! Onun büyüklüğünü, neden Allah'ın habîbi olduğunu, niye peygamberlerin serveri olduğunu iyi anlamamız lâzım! Ve onun sevgisini gönlümüze yerleştirmemiz lâzım!

Allah-u Teàlâ bizi, sünnet ve hadis-i şerif müslümanlığından, Peygamber Efendimiz'in yolundan ayırmasın. Allah hepinizden razı olsun.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh. A.) -Cuma Sohbetleri / 09.06.2000

Sohbeti buradan dinleyebilirsiniz.

 

­

 

 

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Hadisler Deryası
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Hadisler Deryası
Hadisler Deryası Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close