İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İkindi16:55 Akşam20:02 Yatsı21:32 İmsak04:24 Güneş06:00 İşrak06:41 Öğle13:07
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 20°C Nem %75
Türkçe
17 Şevval 1445 26 Nisan 2024 Cuma
17 Şevval 1445
Öğle
13:07
İkindi
16:55
Akşam
20:02
Yatsı
21:32
İmsak
04:24
Güneş
06:00
İşrak
06:41
Giriş Yap

Cuma Sohbeti 'Dilin Önemi ve Mü'minin Değeri'

Özel Haber
Özel Haber
24.12.2020    |

 

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi'nin; 'Dile sahip olmak, sözünde durmak, Kur'an-ı Kerim'e sarılmak, hak yola çağırmak ve uzun ömürlü mü'min' hususlarındaki hadis-i şerifleri açıkladığı Cuma Sohbetinin metnini  istifadenize sunuyoruz.

Sohbetin metninin tamamını buradan okuyabilir ve ses kaydını dinleyebilirsiniz.

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Azizi ve sevgili Akra dinleyicileri,

Gününüz hayırlı olsun.

Allah sizleri gönüllerinizin muradlarına erdirsin, dünyada ve âhirette aziz ve bahtiyar eylesin. Felaketlerden, âfetlerden uzak eylesin.

Allahu Teâlâ hazretleri iyilikler ihsan eylesin. Her türlü kötülüklerden korusun.

Bugünkü Cuma sohbetimde hadis kitabından kur’a ile bir sayfa açtım. Önüme gelen hadîs-i şerîflerden okuyorum.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Enes radıyallâhu anh’ın rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuşlar:

Leyse şey’ün mine’l-cevârihi yuazzebu eşeddü mine’l-lisân yekûlü’l-lisân. Yâ Rabbi azzebtenî bi-azâbin lâ yuazzebû bihi’l-cesedu kâle harecet minke kelimetün belağatı’l-maşrıka ve’l-mağribe fe-süfike bihe’d-dima’ ve izzetî le uazzibeke azâben lâ uazzibuhû şey’en mine’l-cevârih.

Sadaka Resûlullah.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Karşımıza dilin, lisanın yani konuşmanın tehlikeleriyle ilgili bir hadîs-i şerîf çıktı. Dikkat edelim, dilimize sahip olalım; söylediğimiz söze, ahdimize, her şeyimize sahip olalım.

Önce hadîs-i şerîfin mânasını nakledeyim. Sonra açıklamasına, onun üzerindeki konuşmaya geçelim. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

Leyse şey’ün mine’l-cevârihi yuazzebu eşeddü mine’l-lisân.

İnsanın çeşitli âzâsı var; eli, kolu, gözü, kulağı, başı çeşitli âzâsı var. Bunlara cevârih deniliyor. “Âzâ ve cevârih”, insanın vücudunun parçaları. Batı dilinde de organ diyorlar; dilimize girmiş, ben kullanmak istemiyorum.

Leyse şey’ün mine’l-cevârihi yuazzebu eşeddü mine’l-lisân. “Âhirette insanın âzâ ve cevârihi içinde dilden, lisandan daha çok azaplandırılan hiçbir âzâ olmayacak! En çok azaplandırılacak uzvu, vücudunun parçası dili olacak.”

Peygamber Efendimiz böyle buyuruyor.

Hatta dil, lisan, ağzımızdaki et parçası diyecek ki;

Yekûlü’l-lisân: Yâ Rabbi azzebtenî bi-azâbin lâ yuazzebu bihi’l-cesed. “Dil azabı görünce ‘Yâ Rabbi! Beni çok azaplandırdın. Vücudun öteki uzuvlarından hiçbirisine yapmadığın azabı bana yaptın, Yâ Rabbi, en çok beni azaplandırdın!’ diyecek.”

Sebebini anlamak maksadıyla böyle diyecek.

Kâle. “Allahu Teâlâ hazretleri buyuracak ki;” Harecet minke kelimetün. “Sen dilsin ya, konuşma âzâsısın ya, insanlar seninle konuşuyor ya, senden öyle bir söz çıktı ki…” Belağati’l-maşrıka ve’l-mağribe. “Bu söz Doğu’ya, Batı’ya yayıldı; insanlar bu sözü duydular.” Fe-süfike bihe’d-dima’. “Senin bu sözün fitnelere sebep oldu. Bu yüzden kanlar döküldü, canlar gitti, çok büyük hasar ve ziyan meydana geldi.” Ve izzetî. “İzzetime and olsun ki -Allahu Teâlâ hazretleri kendi izzetine ve celaline buyuruyor- and olsun ki…” Le-uazzibüke azâben. “Seni azaplandıracağım!” Lâ uazzibuhû şey’en mine’l-cevârih. “Âzâlardan hiç birisini azaplandırmadığım bir azapla seni azaplandıracağım” veya “…azaplandırdım!”

Aziz ve sevgili kardeşlerim!

Biliyorsunuz, insanın sorumluluğu var, birçok konularda ortaya çıkıyor. Konuşmasının da sorumluluğu var. İnsan konuşmasıyla mesela bir anlaşma yapar, söz verir. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki;

el-Va‘dü ke'd-deyni. “Söz, vaat borç gibidir!”

Söz verdi mi müslümanın sözünde durması lazım. Müslümanın sadık, yani doğru sözlü olması lazım. Sadık insanlarla beraber olması lazım. Âyet-i kerîmenin emri;

Yâ eyyuhellezîne âmenu’t-tekullâhe ve kûnû mea’s-sâdıkîn.

Allahu Teâlâ hazretleri;

Yâ eyyuhellezîne âmenu’t-tekullâhe. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun…” Ve kûnû me‘assadıkîn. “Doğru sözlü kullarla beraber olun!” buyuruyor.

Bu sadıklar, doğru sözlüler kim?

Ve ale’s-selâsetillezîne hullifû.

Tevbe sûresinde savaştan geri kalmış üç sahabîye Allah tevbe nasip etmiş, tevbelerini kabul etmiş.

Ama neden ötekileri affetmemiş de bunları affetmiş?

Çünkü bunlar hatalarını itiraf etmişler ve doğru konuşmuşlar. Dosdoğru söylemişler, mazeret uydurmamışlar, yalan uydurmamışlar. Doğru konuştukları için Allah onları affettiğini Tevbe sûresinde bildiriyor. Ve onların affedildiğini bildiren âyet-i kerîmeden sonra da bu âyet-i kerîmeyi sevk ediyor:

“Ey iman edenler! Takvâya sarılın, muttakî kul olun, doğru sözlü doğru özlü, Allah’tan korkan, cehennemden sakınan, Allah’ın azabına uğramaktan çekinen, dikkatli müslüman olun! Ve sadık insanlarla beraber olun!”

Sadık insanlar, doğru sözlü insanlar kimlerse bakın; onları inceleyin, doğruların yanında olun. Yalancının yanında olmayın.

Kalktığı zaman yalan söyleyen, oturduğu zaman yalan söyleyen, üç ay önce söylediğini çiğneyen, halkı veyahut çevresini kandıran, ahdine riayet etmeyen, yalancı şahitlik yapan insanlar var, çevrede görüyorsun; onlardan hayır gelmez. Doğru sözlü, doğru insanlarla beraber olmayı Allahu Teâlâ hazretleri âyette emrediyor.

Müslümanlar yanılıyorlar! Sanıyorlar ki Allah’ın emirleri sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek.Hayır! Bunlar ana vazifeler ama müslümanın Kur'ân-ı Kerîm’in âyetlerinin hepsindeki ahkâma uyması gerekiyor; hepsi vazifesi!

Allahu Teâlâ hazretleri “Ey iman edenler! Takvâ ehli olun, benim sadık kullarımın yanında yer alın, onlarla beraber olun, sadık kullarımdan olun. Doğru sözlü kullarımdan olun!” buyurmuş.

Sadık; ilk önce dildeki sadıklık, doğru söz söylemek, ondan sonra da işlerindeki sadıklık. Ahdinde, sözünde durması, dolayısıyla bağlı olması, dolayısıyla vefalı ve sadık olması. Artık derece derece, merdiven merdiven ileriye doğru gider.

Ama bazı insanlar maalesef bu sorumluluklarını düşünmüyorlar, işleri güçleri yalan, hayatları palavra, her şeyleri palavra. Millet albenilerine aldanıyor, yalanlarına, vaatlerine aldanıyor, kanıyor.

Nasıl olacak?

Müslüman ferasetiyle, iman sezgisiyle, doğru sözlüyü anlayacak; Allah’ın doğru kullarının yanında olacak. Çünkü yalancılığın veyahut fitneye fesada sebep olan sözleri söylemenin çok büyük vebali var.

Bazen insanın ağzından bir söz çıkıyor, iki ülke savaşa girebiliyor.

Yunus Emre’nin söz üzerine bir şiiri var. Her zaman severek okurum, yeri geldiği zaman da konuşmalarımda söylerim. Çocuklarımıza ezberletmeliyiz ve ondan sonra da nasihat etmeliyiz:

“Yavrum, bu şiiri, bu ilâhiyi ezberledin. Bak burada ne söylüyor? Doğru sözlü olmayı söylüyor. Sözün önemi çok büyüktür, aman ağzından çıkan sözü kulağın duysun, doğru sözlü bir insan ol!..” demeliyiz.

Yunus Emre ne diyor?

Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı

Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz

Veyahut bunun bir başka rivayeti de var. Bazen;

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı diyorlar, açıklayacağım.

Bak söz ne kadar önemli!

Söz ola kese savaşı.

Savaşı keser; bir söz söylenir, “Tamam.” denir. Güzel bir söz… “Tamam, şu şöyledir…” Veyahut aracı; birisi araya girer, güzel sözler söyler, savaş kesilir.

Mesela ben düşünüyorum; tabi uluslararası alanda iş görmek çok zor. Biraz da güce dayanıyor. Amerika kalkıyor, arabuluculukluğa soyunuyor; Kıbrıs’la arabulucu olacak, Yunanistan’la Türkiye arasında arabulucu olacak, Sırplar’la Arnavutlar arasında arabulucu olacak. Mesela Amerika’nın yetkilileri her konuda “İhtilafları çözeceğim.” diye Afganistan’a gitti.

Bu kime yakışır?

Bize yakışır! Bizim devletimize yakışır. Çünkü biz dünyanın en mert, en doğru en dürüst -tarih de bunu ispat etmiş- milletiz; büyük milletiz, dürüst milletiz, Allah’tan korkan milletiz. Biz bu işi de siyaset için yapmayız, Allah için yaparız. İnsanlığın selameti için yaparız. Ulusal menfaat için de yapmayız, Allah rızası için yaparız. Hakkı söyleriz.

Onun için Afganlılar’ı barıştırmak bize düşmeliydi.

Ben Arnavut kökenli vatandaşlarıma rica ediyorum, uyarıyorum. Arnavutluk’la ilgilenmemiz lazım. Arnavut kardeşlerimizin kendi ırkdaşlarıyla, Arnavutluk ülkesiyle ilgilenmesi lazım. Desteklemek lazım, yardım etmek, siyaset alanında yanlarında olmak lazım.

Bir sözden bazen bir büyük fitne çıkıyor, uluslar birbirleriyle savaşıyorlar. Bir sözden dolayı bazen kişiler öldürülüyor. Söz çok önemli.

Onun için Allahu Teâlâ hazretleri kötü söz söyleyen, fitneye fesada, haksızlığa, karışıklığa, zulme sebep olan dilleri âhirette çok fena azaplandıracak. En kötü şekilde azaplandıracak, vücudun öbür taraflarından daha fazla azaplandıracak, çünkü sebep oldu!

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın emirlerini ve güzel ahlâkı öğretmek için en küçük teferruatına kadar her şeyi tavsiye buyurmuştur, bir de insanların anlayacağı şekilde gerçekleri izah etmiştir. İslâm dini doğruluğu emrediyor. Doğru sözlü olacağız, yalan söylemeyeceğiz.

Eşkıyâ kervanın yolunu kesmiş. Herkesin parasını soymuş, almış. Soygunculuk yapıyor yol kesici; şakî. Küçük çocuğun yanına gelmişler. Küçük çocuğu, büyüklerimizden birisi bu zât-ı muhteremi de annesi giydirmiş, kuşatmış, tahsil etsin, alim olsun, büyük insan olsun diye büyük şehre göndermiş. Mübarek annesi; “Aman evladım, hiç yalan söyleme!” diye de tembihlemiş, göndermiş, kervana katmış, tanıdıklara emanet etmiş, Allah’a havale etmiş. Eşkıyâlar kervanı kesmişler.

Şimdi soruyorlar:

Küçük, senin neyin var?

Diyor ki; “Annem hırkamın kumaşları arasına çok büyük bir ihtiyaç olduğu zaman kullanayım diye altın liralar dikmişti, onlar var.”

Eşkıyâlar gülüyorlar, birbirlerine bakıyorlar. Allah Allah! Bu ne biçim şey; gel bakayım, çıkar şu hırkanı…

Bakıyorlar, hakikaten de onların düz aramayla göremeyecekleri yerde, hırkanın içine altınlar, altın liralar dikilmiş. Yani çocuk tahsile gittiği için ihtiyaç anında lazım olursa kullansın, düşürmesin diye anası oraya dikmiş.

Şaşırıyorlar. Çocuk doğru söyledi! Altınlar gidecek. Eşkıyâlar kervanın yolunu kestiler, alıp gidecekler. Diyorlar ki;

“Niye böyle söyledin? Sen ‘yok’ deseydin biz gidecektik. Ceplerine bakacaktık bir şey göremeyecektik, gidecektik. Sen niye böyle söyledin?”

“Annem bana tembihledi: ‘Evladım, ne olursa olsun doğruluktan ayrılma, doğru söylemekten vazgeçme, daima doğru söyle…’ Ben de ondan söyledim, söz verdim, ondan…” diyor.

Eşkıyâların reisi çok duygulanıyor, bu küçük çocuğun sadakatinden, dürüstlüğünden, temiz ahlâkından etkileniyor ve tevbekâr oluyor. Herkesin parasını da geriye veriyor, tevbe ediyor, iyi insan oluyor.

İyi hareketler insanların iyi olmasına da sebep olur. Onun için müslümanların dosdoğru olması lazım; eğriliğe taviz vermemesi lazım, eğriliğe kaymaması lazım, yalancıya destek olmaması lazım. Büyük vebali vardır. Hakkı söylemesi lazım, hakkı söyleyenin yanında olması lazım.

“Ben maslahat icabı kıvırttım, yalan söyledim, karşı tarafı aldattım, atlattım…”

İslâm’da böyle bir şey yok.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in İslâm’ı yaymasına ve hayatında İslâm’ın mücadelesinden düşmanlarıyla yaptığı şeylerde davranışlarına bakarsak anlaşmalarda daima anlaşmalara riayet etmiştir ve daima doğruyu söylemiştir. Güç mevkide olduğu zaman bile!

Onun için İslâm’da takiyye, rol icabı, vaziyet icabı şöyle demek böyle demek yoktur. Kıyafeti vs. şöyle yapmak böyle yapmak yoktur, dosdoğru konuşmak vardır. Herkes doğruyu bilsin. Çünkü bu adam “Müslüman.” diye bakıyor, adam kıvırttırıyor, kaytarıyor, eviriyor, çeviriyor, kendi kendine hesap yapıyor, kendi kendine fetva veriyor.

“Ben bu yalanı söylersem Allah affeder.”

Allah’ın affedeceğini sen nereden biliyorsun?

Allah yalancıları sevmez, dosdoğru söyleyeceksin!

Büyüklerimiz; Aleyke bi’s-sıdki ve in kadereke’s-sıdkı buyurmuş. Doğruluk seni öldürse bile doğruluktan ayrılmayacaksın, hakkı söyleyeceksin.

Zalim sultanın karşısında “Sen haksızsın, zalimsin, böyle yapma!” diyecek, nasihat edecek.

Böyle yapan insanlar olmazsa toplumlar ne olur?

Mahvolur!

Toplumları dürüst insanlar ayakta tutuyor. Hatta kâinatın kıyamet kopmayıp da felakete uğramayıp da devam etmesi dürüst insanların sayesindedir, çünkü Allah onların hürmetine iyi insanların, ibadet eden âbidlerin, mâsum sabîlerin, çocukların hürmetine bir topluma felaket yağdırmıyor! Ama kızdığı zaman yağdırıyor. Âd kavmini, Semûd kavmini, Nuh kavmini, Firavun’un kavmini helak ettiği gibi gazap ettiği zaman da cezalandırabilir.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; “Lâ ilâhe illallah diyen insanlar mevcut oldukça kıyamet kopmayacak!”

Demek ki lâ ilâhe illallah diyen garibanlar, dervişân, ehl-i zikir, âbidler, zâhidler şu kâinatın diyelim ki direğidir. Kâinat bunların yüzü suyu hürmetine duruyor.

Bunlar olmasa?

Direk kırıldı mı çatı çöker. Kâinat çökecek; gökyüzü yere çökecek, yeryüzü perişan olacak, dağlar hallaç pamuğu gibi atılacak, kıyamet kötü insanların üzerine kopacak.

İyi insanların olmasını arttırmak lazım! Kâinatın teminatı iyi insanlardır!

Felaketlerin gelmemesinin sebebi iyi insanlar, mâsum insanlar, ibadet eden insanlardır, Kur'an ehlidir, Kur'an okuyandır, namaz kılandır… Tenhalarda, gecelerde, seccadesinde gösterişten uzak Allahu Ekber deyip boynunu büküp inci gibi yaşlar döküp “Aman yâ Rabbi…” diye yalvaranlar hürmetine duruyor.

Bağrı başı hakkı içün âşıkların

Gözü yaşı hakkı içün sadıkların.

Kâinatın teminatı mü’min insanlardır.

Mü’min insanlar yeryüzünden kaldırılırsa ne olur?

Kıyamet kopar!

Mü’min insanlarla savaşanlar ne yapıyorlar?

Kâinatın binasının altını, temelini oyuyorlar; kâinatın duvarlarını çatlatacaklar, üstlerine yıkılacak demektir. Onun için Kur’an’la, Allah’la -celle celâlüh-, Peygamber’le -sallallahu aleyhi ve sellem-, dinle imanla herhangi bir vesile ile herhangi bir mantıkla, bir sakat düşünceyle, bir acayip felsefeyle çarpışmak, onlara karşı çıkmak, onları engellemeye çalışmak doğru değildir!

Neden?

Bütün insanlığa kötülüktür. Bilmiyoruz; zelzeleler, seller, felaketler belki ondan geliyordur. İnsanlar, felaketten kurtulmak istiyorsa, herkes Allah’ın rahmetine ermek istiyorsa, lütuflara mazhar olmak istiyorsa Yunus aleyhisselam’ın kavmi gibi iman edip Allah’ın nimetleri ile mütenaim olmaları lazım.

İman edenlere Allah, Yunus aleyhisselam’ın kavmini örnek veriyor. Yunus aleyhisselam’a inandıkları, bağlandıkları için;

Ve metta‘nahüm ilâ hîn. buyuruyor.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Onun için özü sözü doğru müslümanlar olalım, doğruların yanında yer alalım, doğruyu, hakkı destekleyelim.

Batılın karşısında olmak da bir vazifedir. Emr-i mâruf nehy-i münker mü’minlere farzdır, boyunlarına borçtur! Her müslüman emr-i mâruf nehy-i münker yapacak. Doğruyu tutacak, doğrudan yana olacak!

Zül me‘al hakkı haysü zâl.

Bu hadîs-i şerîfi kaç defa okudum?!

“Hak neredeyse hakla beraber ol!”

Hak nerede duruyor?

Şu tarafta.

Hemen oraya geç. Hak şimdi bu tarafa geldi, hemen onun yanına gel.

Allah “Hak nereye giderse haktan yana ol!” diyor. Haktan yana olmak, hakkı söylemek, hakkı işlemek, hakkı desteklemek. Kendinin aleyhine bile olsa haktan yana olmak o kadar önemli ki Kur'ân-ı Kerîm’de buyruluyor:

Ve lev alâ enfüsiküm evi’l-vâlideyni ve’l-akrabîn.  

Allahu Teâlâ hazretleri; “Ana-babanın, akrabanın aleyhine bile olsa haktan yana ol!” diye emrediyor. Biz kendimize, ana-babamıza zarar gelmesin diye bütün İslâmî emirleri tepetaklak edersek, Allah’ın yasak kıldığı şeyleri yaparsak, yasak kıldığı şeylere fetva verirsek…

“Yapın canım, ne yapalım? Tehlike var…”

Öyle şey olur mu?

Olmaz.

Allah’ın haram kıldığını kalkıp da kimse helalle değiştiremez. “Bunu yapın.” diyemez. Allah’ın helal kıldığını da kimse engelleyemez. “Bunu yapmayın.” demeye hakkı yok. Allah’la savaşan sonunda Nemrut gibi olur, sonunda Firavun gibi olur. Firavun en son anda;

Lâ ilâhe illellezî âmenet bihî benû İsrâîl ve ene mine’l-müslimîn. dedi ama fayda etmedi. Allahu Teâlâ hazretleri cehenneme gireceğini âyet-i kerîmede bildiriyor. Son nefeste iman [etmek] fayda etmez. Hayattayken, aklı başındayken, gücü kuvveti yerindeyken, izzeti ikramı, itibarı, iktidarı varken insan doğru olacak! O geçtikten sonra doğruluğun faydası yok.

Muhterem kardeşlerim!

Doğru sözlü olacağız, doğruluktan ayrılmayacağız. Yalancıların yanında yer almayacağız, doğruların yanında yer alacağız. Haksızlığın yanında yer almayacağız, hakkın yanında yer alacağız. Hakkı destekleyeceğiz, hak için çalışacağız. Fazilet mücadelesi bu!

Kennedy -öldürülen Amerikan reis-i cumhuru- ne güzel bir kitap yazdı, “Fazilet Mücadelesi” ismi ile Türkçe’ye de çevrildi. Siyaset hayatındaki çıkışlarını anlatıyor. Fazilet Mücadelesi kitabı çok yalnız kalınan zamanlarda, kimsenin siyasî hesap yapıp da söylemeye cesaret edemediği zamanlarda doğruyu dosdoğru, dobra dobra söylemeyi, ana fikir olarak onu işliyor. İnsanın tek başına kalsa bile haktan yana, hayırdan yana, iyilikten yana olması lazım gelir, diye Kennedy söylüyor ve Amerika’dakiler uyguluyor.

Türkiye’dekiler uygulamasa olur mu?

Amerika’da din hürriyeti var, herkes başını örtebilir. Masasının üstüne dinî kitabını koyabilir, dinini başkasına anlatabilir, onu kendi dinine çekmeye çalışabilir. Herkes inancında hürdür. Onun için herkes bu hadîs-i şerîfi iyi düşünmeli. Diline sahip olmalı, dilini tutmalı. Haksız sözü yutmalı, hakkı söylemeli, hakkı tutmalı.

 

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Açılan sayfada Enes radıyallâhu anh’ten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

Leyse îmânün men reânî bi-aceb v elâkinne’l-acebe külle’l-aceb li-kavmin raev evrâkan fî hâ sevâdün fe-âmenû bihî evvelihî ve âhirihî.

Muhterem kardeşlerim!

Bu hadîs-i şerîf ne kadar tatlı?! Bunda sizler için gizli bir iltifat saklı bulunuyor.

Allahu Teâlâ hazretlerinin mübarek Resûlü, habîbullah, âhir zaman Peygamberi, hak Peygamber, Allah’ın en üstün kıldığı seyyid-i veled-i benî âdem; Âdemoğlunun en üstün kişisi, şahsiyeti, âşıkların gözbebeği, baş tâcı, muttakîlerin önderi, serveri, rehberimiz Muhammed-i Mustafâ buyuruyor ki;

Leyse iîmânün men raânî bi-aceb. “Beni gören insanın müslüman olması şaşılacak bir şey değildir, ashabım elbette müslüman olacak! Çünkü benim nuraniyetimi, cemalimi, kemalimi gören bir insan zaten hayran oluyor, âşık oluyor, kendini kaybediyor.”

Resûlullah’ın âşık-ı sâdıkı oluyor, fedakârı oluyor.

Peygamber Efendimiz; “Beni gören bir insanın, Kur'an âyetlerini dinleyen bir insanın mü’min olması, benim nasihatlerimi duyan bir insanın hizaya gelmesi şaşılacak bir şey değil! Beni gören insanın imanı şaşılacak bir şey değildir.”

Velâkinne’l-acebe külle’l-aceb. “Ama asıl şaşılacak, tamamıyla şaşılacak, en çok şaşılacak şey nedir?” Li-kavmin raev evrâkan. “Şu kimsenin haline şaşılır. Şaşılacak odur ki birtakım yapraklar, kâğıtlar görmüşler…” Fîha sevâdün fe-âmenû bihî. “Üstünde yazılar var. Ve bu yazılara inanmışlar.”

Efendimiz ne demek istiyor?

“Kur'ân-ı Kerîm” demek istiyor.

Kur’ân-ı Kerîm’in yazılı olduğunu görmüşler, bazı kitaplarda din ilimlerinin yazılı olduğunu görmüşler, okumuşlar, Arapça okumuşlar, öğrenmişler... “Dinimiz şuymuş, iman buymuş…” diye Kur’ân-ı Kerîm’e inanmışlar.

Fe-âmenû bihî evvelihî ve âhirihî. “Başından sonuna, evveline sonrasına inanmışlar.”

İşte bunların imanına şaşılır, diyor.

Muhterem kardeşlerim!

Evet, şaşılır.

Şaşılmak bir de hayran olmak mânasına gelir. Hayran da olunur, biz âhir zamanda yaşamış, yaşamakta olan insanlar 1400 yıl önce yaşamış olan server-i kâinat, şefîu’l-ûsât-ı yevme Arasat, Muhammed-i Mustafâ aleyhi efdalü’s-salavâtü ve’t-teslimât; ona inanmışız.

Elhamdülillahi rabbi’l-âlemin diye başlayan, Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs ile biten 114 sûrelik, 6242 âyetlik Kur’ân-ı Kerîm’e inanmışız, Allah’ın bu vahiylerini baş tâcı etmişiz. Bunu öğreneceğiz, öğreteceğiz. İçindeki bilgileri hayatımızda uygulayacağız, ahlâkımızı bununla düzelteceğiz, haramlardan bununla vazgeçeceğiz; bu çok güzel bir şey.

Biz Resûlullah’ın devrine yetişip de sahabesi olduk mu, gördük mü?

Görmedik! 1400 yıl sonra geldik ama mü’miniz. Allah razı olsun, dedelerimiz de öyleydi. Allah için çalıştılar ve canlarını, mallarını verdiler, terk-i diyar ettiler; Horasan’da oturuyorken Anadolu’ya geldiler, Anadolu’da oturuyorken Bosna’ya gittiler. Hudut kalelerine yerleştiler,  Allah onların makamlarını yükseltsin, şefaatlerine bizi erdirsin.

Peygamber Efendimiz bu ikinci hadîs-i şerîfte ne buyuruyor?

Resûlullah’ı görmeden ona iman etmek, o imanı da cihana yaymak için efendice bir ikna yoluyla İslâm’ı yayma çalışması yapmak çok güzel bir şeydir.

Ecdadımızdan Allah razı olsun.

Mesela Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, Ali Yakup Cenkçiler Hocaefendimiz derdi ki; “Ben Arnavutum. Osmanlılar’dan Allah razı olsun, Osmanlılar Arnavutluk’a geldiler…”

Biliyorsunuz Fatih Sultan Mehmed zamanında oralara gidildi.

“Osmanlılar İslâm’ı tanıttılar, müslüman olduk. Osmanlılar gelmeseydi biz belki batıl inançta yaşayıp batıl bir yolun yolcusu olduğumuz için ebedî cehennemlik olarak ölüp gidecektik. Allah razı olsun.” diyordu. Arnavut olduğunu söylüyordu.

Mehmet Âkif söylüyor; babası İpekli. Arnavutluk’ta İpek diye şehir var oralı, annesi Buharalı. Anne tarafından Buharalı ama babası tarafını söylüyor: “Ben ki Arnavut’um…” diyor.

Biz tatlılıkla tebliğ etmişiz. Macarlar’dan, Ermenilerden, yahudilerden kendiliğinden müslüman olanlar var. Ben, yahudi olup da müslüman olduktan sonra Peygamber Efendimiz’e güzel şiirler yazanları dinî edebiyat tarihimizden biliyorum. Allah razı olsun, güzellikle İslâm’ı yaydılar.

Yavuz Selim ahaliyi zorla müslüman yapmak isteyince şeyhülislâm karşı çıktı:

“Olmaz! Gerçek bellidir. Doğru yol eğri yol bellidir; zorlamayla olmaz. İsteyen isteğiyle müslüman olsun.” dedi.

Bunun âbidesini dikmek lazım!

Onun için ne yapmamız lazım?

Mü’min olmamız lazım, biz bu imanın ücretini canlarımızla ödedik. Dedelerimizin bize bıraktığı şehadet bayrağını, İslâm’a hizmet sancağını yine elimizde tutmamız, çalışmamız lazım.

İnsanları güzel güzel hak yola çağırmamız lazım.

***

Rakamı üç olsun diye istediğimden üçüncü hadîs-i şerîfi okuyarak sohbetimi kesmek istiyorum:

Leyse ehadün efdale indallâhi azze ve celle min mü’minin yuammeru fi’l-İslâmi li-tekbîrihî ve tahmîdihî ve tesbihihî ve tehlîlihî.

Sayfadan kısa bir hadîs-i şerîf seçtim.

Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyh; Hanbelî mezhebinin imamı, büyük hadis alimi Talha radıyallâhu anh hazretlerinden rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;

“Aziz ve celil olan, izzet ve celal sahibi olan Allah’ın indinde uzun ömürlü müslümandan daha faziletli kimse yoktur!”

Uzun ömürlü müslüman; 80’i, 90’ı geçmiş, saçı-sakalı ağarmış, eli öpülecek, ayağı öpülecek, baş tâcı edilecek insan.

Neden?

En faziletli insan odur da ondan!

Leyse ehadün efdale indallâhi azze ve celle min mü’minin yuammeru fi’l-İslâm. “İslâm’da ömür geçirmiş, uzun ömürlü ihtiyar insan; en faziletli insan budur.”

Neden?

Sebebini söylüyor:

Li-tekbîrihî ve tahmîdihî ve tesbîhihî ve tehlîlihî.

Bu adam bu ömrü boşuna geçirmedi ki!

“İbadetle geçirdi; Allahu Ekber dedi, elhamdülillah, sübhânallah, lâ ilâhe illallah dedi. Bunların içinde söylendiği namaz ibadetini yaptı, hac ibadetini yaptı… Bütün vazifelerini yaptı. İşte bu güzel sözlerden, bu güzel ibadetlerden dolayı Allah indinde ondan daha kıymetlisi yoktur.”

Muhterem kardeşlerim!

Birileri size rütbe, nişan, madalya verse yani yükseltse dünyada şöhret kazansanız, çok yüksek bir makamınız olsa… Yani olsa olsa ne olabilir?

Makam Allah’ın indinde makamdır! Allah bir insanı seviyorsa yükseltmiştir, bir insanın kıymeti vardır.

Er, yarın Hak divanında belli olur.

Asıl er kişi, yüksek kişi Cenâb-ı Hakk’ın divanında, Allah’ın sevgili kulu olarak, imtihanı başarmış olarak, amel terazisinin sevapları çok olarak cenneti kazanmış olan kimsedir. O zaman belli olacak.

Yoksa bu dünyada bazen sporcu, milyarlar alıyor, menekşe gözlü falan artist şu kadar milyon insanın hayranlığını topluyor ama o dünya hayranlığının, dünya mertebelerinin, dünya makamlarının, paraların pulların kıymeti yok, âhirette hiç kıymeti yok!

Bu dünya hayatında da bunun kıymeti insanın ömrü kadar. 70 yıl, 80 yıl yaşıyor. Ne padişahlar kalıyor, ne pehlivanlar kalıyor, ne peygamberler kalmış… Hepsi dünyasını değiştirmişler.

Allah bizi İslâm dini üzere, ibadet-taat üzere, sağlam itikat üzere, salih amel işleyerek, Allah’ın sevdiği hayırları hasenâtı yaparak İslâm’a bağlı, ihlâslı, kuvvetli, dedelerimiz gibi alnı açık, pırıl pırıl, nurlu müslümanlar olarak uzun uzun ömürlerle yaşamaya muvaffak eylesin. Uzun ömürlerle muammer eylesin. Bu uzun ömürlerimizi a’mâl-i sâliha işlemekle müzeyyen eylesin, hüsn-ü hâtimeler nasip eylesin. Sonunda âhirete sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı nasip eylesin. Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin.

Hepinize dünya ve âhiretin her türlü hayırlarını dilerim.

Allah her türlü afet ve felaketlerden korusun.

En büyük afet ve felaket dinsizliktir! En büyük bahtsızlık; imansızlık, kâfirlik ve müşrikliktir. En kötü durum İslâm düşmanı olmaktır. Allah öylelerinin şerrinden cümlemizi korusun. Evlatlarımızı öyle etmesin, bizleri öyle etmesin. Mü’min-i kâmiller eylesin. İslâm’a en güzel tarzda hizmet edenlerden eylesin. Hem dünyada hem âhirette aziz ve bahtiyar eylesin. Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin, Peygamber Efendimiz’e komşu eylesin. Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin.

Âmin, ecmaîn. Ve selâmun ale’l-mürselîn ve’l-hamdülillâhi rabbi’l-âlemîn.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rh. A.) - Cuma Sohbetleri / 22.05.1998 

 

­

 

 

© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Peygamber Efendimizin Hayatı
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Peygamber Efendimizin Hayatı
Peygamber Efendimizin Hayatı Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close