Sesli dinlemek için tıklayın:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize (ibadet ve itaatle) kulluk ediniz ki takvâya erenlerden (emirlerine uygun yaşayıp yasaklarından kaçınarak korunanlardan) olasınız.” (Bakara, 21)
İnsan yaradılışı itibarıyla bir hakikati arama duygusuna sahiptir. İnsanlık tarihinin en temel eserleri, başucu kitapları hep hakikat arayışının bir ürünü ve bu arayışın semeresi olan düşünmenin, sorgulamanın bir neticesidir. Bir de saadet arayanlar vardır ki onlar da çareyi hakikatin ulaştırdığı saadette bulmuşlardır.
Bu arayıştır ki, insanları diğerlerinden farklı kılar ve yüceltir. Bu arayıştır ki, insanları asil ve değerli kılar, insanı esfel-i safilin derecesinden eşref-i mahlukat derecesine ulaştırır.
Her arayış eğer samimi ve içten, gayretli ve yılmaz bir niteliğe sahipse, yani sahibi hakikat sevgisine ve arayışına sadakatle bağlı ve hakikata dair kalıcı ve kanmaz bir vefaya ve özleme sahip ise, sonunda muhakkak aradığına vasıl olacaktır. Bu sebeple bu mukaddes yolculuğa çıkmış her kişi menzile ulaşmış olsa da henüz ulaşmamış olsa da hürmete layıktır.
“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri (oyun ve eğlence olsun da) “oynayalım” diye (boşuna) yaratmadık.” (Duhân Sûresi, 38) ayetinde ifade edilen sebebi bulmak insanın en mukaddes görevi, en kaçınılmaz iştiyakıdır.
İnsanoğlunun yaratıldığı andan itibaren aradığı, bunca Peygamberler gönderilmesine, uyarıcı kitaplar gelmesine rağmen daima unuttuğu ve her defasında yeniden ve yeniden bulma çabasına giriştiği sual “Ben kimim ve niçin yaratıldım? Beni kim yarattı? Neden yarattı ve ben şimdi ne yapacağım?” sorusudur.
Samimiyetle arayanlar nihayetinde bulur ki kainatı yaratan tek ve benzersiz olan, evveli ve ahiri olmayan, yüceler yücesi, kudretini idrake kuvvet bulunmayan, ilmi fehmetmede aklın kifayetsiz kaldığı Allah Teala Zü’l Celal Hazretleridir. Şüphesiz o da mahlukunu sırf bu kutlu hakikati, dünya ve ahiretin yegane önemli hakikatini arasınlar, bulsunlar, bilsinler, uysunlar için yaratmıştır.
Hayatın yegane gayesi Allah’ın varlığını birliğini sezmek, O’nun sevgisini kazanmak, O’nun yarattığı biçimde kalmak, hilkate tabi olmak, O’nun istediği gibi yaşamak, yani iyi kulluk etmek, rızasını kazanmak, gerçek insanları ayırt etmek için koyduğu kuralları uygulayarak imtihanı başarmaktır.
Hak Teala hazretlerini bulduktan sonra da hakikat arayışı bitmemektedir. Hocamız, Gönül Dostumuz, Mürebbi'miz Mahmud Es’ad Coşan “Hakkı bulmak, Hakkı sevmek gerek” der ama hakkı sadece aramak ve bulmak yeterli değildir.Asıl mühim olan bulduktan sonra Hakka uymanın zorunluluğudur. Hak Teala hazretlerinin hakkati anlatmak için gönderdiği en son din İslamdır ve onun mensuplarını da hakikatin temsilcisi olarak göndermiştir.
Yüce Allah, bu sebeple insanı en güzel şekilde yaratmış, ona ruhundan üflemiş, onu yeryüzünde halifesi kılmış, ona şeref ve izzet bahşetmiştir. Bir insanın ‘doğru’ hareket edebilmesi için önce doğrunun ne olduğunu bilmesi gerek... Hakkı, hakikati, doğruyu, iyiyi, uygunu, münasibi, mütenasibi aramak, bulmak, saymak, sevmek, tebcil etmek, baş tacı eylemek, rehber edinmek her olgun, ergin, bilgin, bilge, erdemli, değerli kişi için en başta gelen şarttır. Bu, çok büyük bir nimet, çok ulu bir devlet ve saadettir; çok muazzam bir servet, çok muhteşem bir âtıfet ve inayettir. Demek olur ki herkes hakkı ve doğruyu bilsin; bilince de ona uysun!
Resulullah Efendimiz de (SAS.) bir hadis-i şerifinde: “Gerçek neredeyse sen de orada ol, onun peşi sıra git, haktan hiç ayrılma.” buyurmuştur. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olan bütün mü’minler hakkı istemeli, gerçeği aramalı, onu sevmeli ve saymalı; her işlerinin doğru, her sözlerinin hak olmasına büyük dikkat ve itina göstermelidir.
Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak gönderilen insanlar, ki onlar kral değildir, seçilmiş kimseler değildir. Allah’ı bilen her fert, O'na iman eden, her mü’min O’nun yeryüzündeki halifesidir. Halifeler bütün insanlara karşı sorumludur ve onlara da gerçek yaradılış gayesini ulaştırmakla vazifelidir.
İbadetler Allah’ın tayin ettiği şahsiyete, hilkatimize dönmemizi sağlayan unsurlardan biridir. Mü’minler ibadetler sayesinde hayatlarını bir forma sokar, onlar sayesinde şahsiyetlerine nizam verir, günlük, senelik ve ömürlük planlarını yapar, ahlaklarını geliştirir, toplumsal görevlerini ,idrak eder, huzur ve birlik içinde yaşamanın yollarını öğrenirler. Bu anlamda, namaz, oruç, zekat, hac en temel ahlaki ve toplumsal egzersizlerdir. Ancak İslam en önce zihnin ibadetini öngörür, tefekküre, düşünmeye çok büyük önem verir. Sebebi fikrin ıslah edilmesidir. Çünkü düşünce her şeydir, fikir fiil ve amellere kimliğini veren şeydir. O olmazsa fiille ve ameller şekilden ibaret içi neredeyse boş hareketlerden ibarettir.
Özü şudur, fikir-düşünce düzgün olursa niyetler düzelir, niyetler düzgün olursa her iş ibadet olur. İslam insanın her fiilini, her işini ibadete dönüştürme dinidir. Fikir Hakk’ı düşünmeli, niyet Allah rızası olmalı, hayat Allah için yaşanmalıdır. Bu olduğu vakit hususi ve süslü, adı büyük, miktarı çok ibadetlere lüzum yoktur. Az bir hakiki amel çok ibadeti alt eder.
Hocamız, Gönül Dostumuz, Mürebbi'miz Mahmud Es’ad Coşan, Allah’ın rızası haricinde iş yapmamayı tavsiye ederek sözlerine şöyle devam eder: “Farkına varmadan yapageldiğimiz her şeyin aslını araştırmalı, sebebini sormalı, kaynağını bulmalı, bizden olmayanı derhâl terk etmeli, özümüze dönmeliyiz. Her şeyi yaparken Allah’ın rızasını düşünmeli, O’nun rızası olmayan işi yapmaktan şiddetle sakınmalıyız. Rûhumuza, davranışlarımıza, aile ve iş hayatımıza, sosyal bünyemize İslâmî, imanî ve ahlâkî prensipleri iyice yerleştirmeli ve onları korumakta dikkatli ve titiz olmalıyız. Çünkü: İyi bir müslümanın, İslâm’ın rûhunu, ibadetlerin amaç ve hedefini, emir ve yasaklarındaki ulvî gaye ve hikmetleri çok iyi anlayıp kavraması lâzımdır; çünkü alacağı mânevî ecir ve mükâfat; şuuru, izan ve irfanı, sevgisi, ihlası, anlayış ve sezgisi ile orantılıdır; sığ ve sathî, bön ve kaba, savruk ve dikkatsiz, cahil ve gafil müslüman çok hatalar yapar, çok pot kırar, çok çam devirir, çok şeyler kaybeder, çok zarar ve ziyana uğrar, çok cezaya çarpılır.”
İslâm hayat nizamıdır, ritüeller, kalıplar, şekiller dini değildir, o özdür, her işin özünü araştırır, aklın delili, kalbin cilası ve rûhun gıdasıdır. Ruhen ve bedenen, kalben ve ahlaken düzene sokar, ikilikleri, tezatları ortadan kaldırır, öğrendiğini yaşaması için kulları ihtar eder, riyadan sakındırır.
Her mü’minin Allah’ın dînine en güzel hizmet etme görevi vardır. Allah’ın huzuruna, yüzü ak, alnı açık, vicdanen müsterih olarak, elinden geleni yapmış, takati kadar, takatinin sonunu, âzamîsini, kapasitesinin tamamını kullanmış olarak ulaşmak görevi vardır, çünkü O kullarını bu sıfatlarla donatmış ve öylece dünyaya göndermiştir.
Öyleyse, “Müslüman olarak yaşamak”, herkese iyilik yapmak; yüce Rabbimizin rızasını kazanmak; ardımızda hayırlı eserler, güzel bir nam ve nişan; sevimli, olumlu, şerefli, sevaplı, mübarek, muhterem, muazzam, mükerrem bir iz ve şan, hayır dua ile anılacak bir hatıra, olgun ve dolgun bir hayat bırakarak âhirete göçmektir.
Sonuç olarak, Allah’ın yeryüzündeki bu yüzyılın halifeleri, ebedi hakikati emanet alan mü’minler devamlı hazırlıklı, aklı fikri, sevaplı, hayırlı işlerde olarak, Halik’in halkına hizmeti şeref bilerek, kulluk şuuru ile bütünleştirerek, fikri amelleri artırarak, amellere ve ibadetlere aklın ve kalbin taatini ilave ederek yaşamalıdır.
Belgeseller, söyleşiler, anlatılar ve çok özel programlardan oluşan “Varoluş Sebebimiz” özel gündemi AKRA yayınları ve akra.media sayfalarında.
“Varoluş Sebebimiz” özel içeriklerine buradan ulaşabilirsiniz.
© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.